18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 KASIM 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 17 TürkiyeYunanistan Kadın Barış Girişimi “WINPEACE” 10 Yaşında KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Şiddetten arınmak mümkün ıllar hızla uçup gidiyor… Hele belli bir amaç doğrultusunda çalışarak, üreterek geçirdiğiniz yıllar… Sizler bu yazıyı okuduğunuzda, biz Kos Adası’nda başlayıp Bodrum, Bitez’de sona erecek dört günlük bir etkinliğin, “WINPEACE 10 Yaşında” etkinliğinin (belki de Ege sularının) ortalarında bir yerde olacağız. (Hiçbir şey söylemeden önce bu toplantıyı mümkün kılan Bitez Belediyesi ve katkıda bulunan Bodrum Belediyesi’ne teşekkür ederim.) “Biz” dediğim, Türkiye ve Yunanistan’dan çeşitli sivil toplum kuruluşlarından, farklı yaşlardan, farklı birikimlerden, farklı mesleklerden, farklı deneyimlerden gelen kadınlar… Ortak yanımız, on yıldır WINPEACE Türkiye Yunanistan Kadın Barış Girişimi’nde çalışıyor olmamız. Aklın ve Yüreğin Sesi Sıcak zamanlardan geçiyoruz. Önümüzdeki günler, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek gelişmelere gebe. Ülkenin dört bir yanında baş gösteren olaylar, aklımızın ve yüreğimizin sesine daha çok kulak vermemizi gerektiriyor. Yarın Ankara’da düzenlenecek mitingde, yeni bir anayasanın gerekliliği vurgulanacak ve barış çağrıları yapılacak. Silahların susması, düşmanlıkların yerini kardeşlik duygularının alması istenecek. Ülkemizi, sonu belirsiz maceralara sürüklemek isteyenlerin oyununa gelmeyelim denilecek... Yarın, Sıhhiye Meydanı’nı dolduracak yüzbinler, hiç kuşkunuz olmasın gerçek vatanseverlerdir. Cumhuriyet okurlarının, onların sesine kulak vermesini diliyorum. “Aklın ve yüreğin sesini duyuralım! Yeni Sivil Anayasa, barış dolu topraklarda doğsun!” başlıklı çağrı şöyle: “Türkiye önemli bir tarihsel eşikte duruyor. Barışa, adalete, kardeşliğe, eşitliğe ve özgürlüğe her zamankindan daha fazla ihtiyacımız var. Böyle özel bir dönemden geçerken, yeni anayasa hazırlıkları büyük önem kazanmaktadır. Çünkü anayasa, siyasal ve toplumsal yaşama ilişkin temel tercihlerimizin, nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizin belgesidir. Her gün yeni ölüm haberlerinin geldiği, savaş hazırlıklarıyla, milliyetçi ve militarist hezeyanlarla toplumsal gerilimin yükseltildiği bir ortamda, ‘sivil anayasa’dan söz etmek mümkün değildir. Toplumsal barışın sağlanması ve anayasa tartışmalarının buna katkı sunması için, silahların gömülmesi ve savaş hazırlıklarına son verilmesi gerekir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik için! Silahların susması için! Barış ve adalet için! 3 Kasım’da Ankara’da buluşuyoruz. Aklın ve vicdanın sesini duyurmak isteyen herkesi, KESK, TTB ve TMMOB tarafından çağrısı yapılan Özgür, Demokratik ve Eşit Türkiye mitinginde, acılarımızı paylaşmaya, yan yana yürümeye, başka bir Türkiye’yi birlikte yaratmak için ses vermeye çağırıyoruz.” ??? Bu ortamda sanattan ve kültürden söz etmek kolay değil. Ama, gerekli. Siyasetin kültür ve sanatla kesiştiği düzlemde olup bitenlere duyarsız kalmak mümkün mü? Dün, TBMM’de “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kanunu” kabul edildi. Kuşkusuz, olumlu, önemli (hatta gecikmiş) bir gelişme. Ama, yasanın bazı maddelerine ilişkin ciddi kuşkular var. Örneğin AKM’nin yıkılıp yenisinin yapılmasına ilişkin madde. Kültürsanat dünyasından gelen tepkilere karşın hükümet bu konuyu yasadan çıkartmamakta diretti. Meclis görüşmelerinde, grubu adına konuşan CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal bakın ne diyor: “Kültür varlığı olma niteliğini kanıtlamış bir yapının yaşamdan koparılması, burada var olan değerlerin hepsinin yok sayılması anlamına gelmektedir. AKM’nin kimlik değeri vardır: Fiziki olarak İstanbul’un hafızasının bir parçasıdır. Belge değeri vardır: Toplumun kültürel yaşamını mekâna yansıtır. Mimari değeri vardır: Yapıldığı dönemin tasarım, mimari ve teknoloji anlayışını yansıtır. İşlevsel ve ekonomik değeri vardır: Toplumun gereksinimlerini halen karşılayabilmektedir. Anı değeri vardır, simge değeri vardır. AKM’nin özgünlük değeri vardır. Bu tespitler, uzmanlara yani mimarlara ait. Böyle bir yapının rant uğruna feda edilmesi geri dönülmez bir yanlışlıktır. Başka bir örnek daha: Muhsin Ertuğrul Sahnesi. Burası da yıkılacak! Planlanan buraya ‘Kongre Vadisi’ inşa etmek... Bu bir aldatmacadır! Amaç yeni bir rant kapısı açmaktır. Neden Kongre Vadisi’ni buraya yapmakta ısrar ediyorsunuz? Kongre Vadisi’ni her yere yapabilirsiniz ama tiyatroyu, kültür merkezini her yere yapamazsınız, böyle bir mirası başka bir yerde yeniden var edemezsiniz! Muhsin Ertuğrul Sahnesi sezonu açamadı. İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçılar Derneği bir açıklama yaptı: ‘Muhsin Ertuğrul Sahnesi sadece alkıştan yıkılsın’... Çok değerli bir toplumsal mirasın yok edilişine seyirci kalamayız, kalmamalıyız. Türkiye’nin en gelişmiş teknik olanaklara sahip sahnesine, arşivine, kütüphanesine sahip çıkmalıyız. Böyle bir birikimi elinizin tersiyle nasıl bir kenara itebilirsiniz? Sanatla ilişkisini koparan bir toplum çağdaşlıktan söz edebilir mi? Geçmişten de hemen birkaç örnek vermekte fayda var: Beyoğlu’ndaki Komedi Tiyatrosu konfeksiyoncu, Şişli’deki Umut Tiyatrosu pasaj, Karaca Tiyatrosu İstanbul Belediyesi Sular İdaresi’nin yemekhanesi oldu. Bu örneklerin onlarcası var. Avrupa Kültür Başkenti olmaya tiyatroları, kültür merkezlerini yıkarak mı hazırlanıyorsunuz! Sanattan ve sanatçıdan korkarak, onları yok sayarak bu ülke bir yere varamaz!..” Yasanın başka bir temel sorununa da, gelecek hafta değiniriz. [email protected] Y ? Uluslararası kadın hareketinin amacı liğe dönüştürmeyi öğrendik. Amacımız bölgede dayanışmayı ve barışı korumaktır. Bu, çocuklarımıza ve geleceğe karşı görevimizdir. Bu hareket, toplumsal eşitliğe, fırsat eşitliğine ve barış içinde yan yana yaşamaya inanan Türk ve Yunan kadınların ortak girişimiyle başlatılmıştır.” BAŞLANGIÇTA Anımsayın: 1996 yılının ocak ayındaydı. Kardak kayalarına çarpan bir gemi yüzünden iki ülke kılıçlarını, silahlarını kuşanmıştı. Başbakan Tansu Çiller, miğferini giymiş, “O asker gidecek, o bayrak inecek!” diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne komuta etmeye hazırlanıyordu. Politikacılar “düşman”a işaret edip “barbarları beklerken”; sıra ordulara gelmeden, gazeteciler Ege’deki adacıklara ya da kayalara bayrak dikme yarışına girişmişti. Medya ne denli yüksek bağırırsa, o denli çok satıyordu. Halkların öfke, kin, düşmanlık, şiddet duyguları kışkırtılırken, silah bezirgânları, şiddeti daha daha nasıl tırmandırabiliriz diye yanıp tutuşuyordu. İşte bu ortamda biz kadınlar ne yapabiliriz diye kolları sıvadık. Ne yapabilip ne yapamayacağımızın bilincindeydik. Biz iki ülkenin kadınları Türkiye ve Yunanistan arasındaki kökleşmiş sorunları çözemeyebilirdik, ancak bunların şiddet dışı yollarla çözümlenebileceğini gösterebilir, öğretebilirdik. Bir yıla yakın hazırlıklardan sonra 1997’de Kos ve Bitez’de bir araya gelerek “WINPEACE” hareketini kurduk. WINPEACE adı, hem Barış için Kadın Girişimi (Women INitiative for Peace) sözcüklerinin ilk harflerinden oluşmaktadır, hem de “Barışı Kazanmak” anlamına gelmektedir. Neden İngilizce diye soranlara: İki ülke kadınlarının ortak dili, çalışma dili İngilizce’dir de ondan. Hareketimizin Yunanistan tarafında başı çeken, 1985’ten beri tanıdığım, birlikte kadın sorunlarına ve barışa ilişkin sayısız çalışmaya katıldığım feminist ve barış eylemcisi Margarita Papandreu’ydu. Daha ilk günden misyonumuzu şöyle belirlemiştik: “Uygarlıklar ve kültürler değişse de, biz kadınlar için hep bir ortak payda gözlenmiştir. Ortak paydamız kadınerkek arasındaki eşitsizlik, kadınların toplum içindeki ikincil konumu, karar verme süreçlerinden dışlanmaları olmuştur/olmaktadır. Oysa barış içinde yaşama tutkusu, biz kadınların bilincinde, söküp atılamayacak, derinlere yer etmiş bir ilkeydi. Ve kadın hareketi içindeki uzun mücadelemiz, bize zengin deneyimler kazandırmıştı… Amacımız kadınların bu becerisini Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilere taşımaktır. MİSYONUMUZ: Uluslararası kadın hareketi içinde bizi birleştiren şeyler için el ele verip mücadele etmeyi, farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürmeyi öğrendik. Amacımız bölgede dayanışmayı ve barışı korumaktır. Bu, çocuklarımıza ve geleceğe karşı görevimizdir. Bu hareket, toplumsal eşitliğe, fırsat eşitliğine ve barış içinde yan yana yaşamaya inanan Türk ve Yunan kadınların ortak girişimiyle başlatılmıştır.” İşte bu düşüncelerle yola çıkıp çalışma yöntemimizi belirledik. Önce gerilimlerin azaltılması için bir iletişim ağı oluşturduk; kriz dönemlerinde barışçıl müdahalelerde bulunarak hükümetlerimizi etkilemeye çalıştık… Bir yandan da ortak projeler üretip, bunları hayata geçirdik. Burada, gerçekleştirdiğimiz tüm projeleri sizlerle paylaşmaya yerim yetmez. (İki ülkenin lise ve üniversite öğrencilerini buluşturan yaz kampları, sorun çözme seminerleri, okullarda Barış Eğitimi dersleri, kırsal alanda kadınların kurduğu agro turizm kooperatifleri, kadın yazarların eserlerinin iki dile çevrilmesi, uluslararası platformlara ortak katılım, Boğaziçi Üniversitesi’nde Barış Merkezi kurulması, vb.) İki ülke arasında barış kültürünü geliştirme yolunda ha bire çalıştık, hâlâ da çalışıyoruz. Bu on yıl içinde insanların genç ya SUYA BİR TAŞ ATMAK da yaşlı, kentli ya da köylü, Türk ya da Yunanlı nasıl değiştiklerini gördüm… (“Ama ben bunu hiç bilmiyordum”, “Ben böyle sanmıyordum”, “Günün birinde böyle düşüneceğimi hayal bile edemezdim” sözlerini ne çok duydum!) Hele o gençlik kamplarımızın katılımcıları birer barış elçisi artık. Her biri kendi iletişim ağlarını oluşturup, kendi barış kamplarını ve barış kültürünü yayma misyonunu sürdürdü / sürdürüyor… Barış eğitimi alan okullarda, öğrencilerin; Biz suya bir taş attık, etkilerinin dalga dalga yayılmasını görmek heyecan verici. En çok, en çok, yargılamadan, hüküm vermeden, önyargılardan sıyrılarak, ortak bir dil, insan dili, vicdan dili yaratırken, kavganın diyaloğa, öfkenin anlamaya çalışmaya dönüştüğünü gördüm… Deneyimleri, sorunları, acıları ve sevinçleri paylaşarak, kendini ötekinin yerine koymayı öğrenerek şiddetten arınılabileceğini gördüm. Barış eğitimi dediğimiz şey, şiddetten arınma yollarını öğrenmekten başka bir şey değil. İnanın, emek vererek öğreniliyor bu yol. Dünden beri Kos’ta WINPEACE’in on yıllık muhasebesini yapıp önümüzdeki on yıla bakıyoruz. Deneyimlerimizi, öğrendiklerimizi yalnız iki ülke arasındaki ilişkilere değil, tüm komşularımızla ilişkilerimize yansıtabilmeyi çok isterdim doğrusu… Kavafis’in o muhteşem eseri “Barbarları Beklerken” şiirinin son dizelerini düşünüyorum. “... hava karardı, barbarlar gelmedi. / Ve sınır boyundan dönen habercilere göre, / Barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?/ Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza...” “Barbar” değil, “İnsan” olduğumuzu anlamak ve anlatmak için birlikte üretmeyi ve birlikte çalışmayı sürdürüyoruz. Ve çalışırken, üretirken, bir de bakıyoruz, “barbarları” beklemekten vazgeçmişiz. [email protected] CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle