24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 KASIM 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bölünme Kimin Yararına? Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Genel Başkanı anlışlık, karşı karşıya bulunduğumuz sorunun “Kürt sorunu” olarak tanımlanmasıyla başlıyor. Sorun böyle tanımlanınca, ortada ülkemizin güneydoğusunda yaşayan bazı yurttaşlarımızın etnik ve ırksal özellikleriyle ilgili bazı taleplerinden kaynaklanan bir bölünme ve ayrılıkçılık hareketinin bulunduğu yanılgısına kapılmak kolaylaşıyor. Bu yurttaşlarımız, herhangi bir etnik veya ırksal ayrıma tabi tutulmaksızın kız alıp kız verdikleri, Cumhurbaşkanlığı dahil her türlü konuma ulaşabildikleri bu ülkede niçin sorun oluştursunlar? Sorunun asıl kaynağı ve özü, emperyalizmin malum “böl ve yönet” politikasının örneklerinden birini daha gerçekleştirme yolunda bazı ırkçı eğilimleri kışkırtarak emellerine alet etme çabasıyla ilgilidir. PENCERE Protokol ve Hiyerarşi... Başlıktaki iki sözcük de Frenkçe; ama, artık bu ‘kelimeler’ günlük dilimize bile yerleştiler... ‘Protokol’ resmi törende mevki sıralaması diye vurgulanabilir mi?.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti protokolünde cumhurbaşkanı öndedir; sonra Meclis başkanı, ardından başbakan gelir... Hiyerarşinin ise daha başka anlamı var; bir tür üstast ilişkisidir söz konusu... Hiyerarşide kişi kendinden önce gelene bağımlı, kendinden sonra gelene egemendir... ? Suudi Arabistan Kralı Abdullah Türkiye’ye geldi, ortalık allak bullak oldu... Neden?.. Çünkü bizim Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan RTE her türlü protokol kuralını bir yana bıraktılar; Suudi kralın etrafında pervane oldular... Resmi protokol hiçe sayıldı... Peki, geçerli olan neydi?.. Türkiye Cumhurbaşkanı Gül, niçin kralın karşısında Türkiye Cumhurbaşkanı gibi davranamadı?.. Bu işte bir bit yeniği yok mu?.. ? Din.. Mezhep.. Tarikat.. Cemaat.. Bu dört sözcük arasında bir hiyerarşi var... Bir örnek daha: Albay.. Yarbay.. Binbaşı.. Yüzbaşı.. Eğer bizim orduya dincilik girerse tarikatlar subaylara çengel atacaklar; bir binbaşının tarikat hiyerarşisinde albaydan daha yukarıda olduğunu düşünün!.. Yandı gülüm keten helva!.. ? Bizim Cumhurbaşkanı Gül vaktiyle Suudi Arabistan’da yedi yıl kalmış, dincipolitikacı olduğu sicilinde büyük harflerle yazılı devlet başkanımızın Erbakan’ın rahlei tedrisinde siyaset öğrendiği biliniyor; ama, benimsediği tarikat acaba hangisi?.. Sorunun yanıtını erbabı versin... Suud Kralı, dinci hiyerarşide, bizim Gül’den ve RTE’den daha yüksek mertebede olduğu için mi ikisini de kafakola alıp fotoğraflara haşmetle poz veriyor?.. Mezhep, tarikat, cemaat âleminin girdisine çıktısına el atmadan akla gelecek ilk mizahi ve gerçek soru budur... Dinci hiyerarşide Kral Hazretleri bizim cumhurbaşkanına fark atıyorsa, protokol de elbet buna göre eğilip bükülerek, her türlü kural çarçur edilecektir... YÖK’ün Geleceği BİLGİ eksikliği de medyanın ilgisizliğinden. Toplum ilgisiz olunca, tabii toplumu ilgilendirmek yerine medya da ilgisiz oluyor. Oysa, toplumun geleceği büyük ölçüde yükseköğretime bağlı. Ama, insanlarımızın “ne pahasına olursa olsun, bir üniversite diploması” tutkusu yüzünden yükseköğrenimin asıl temel sorunları pek tartışılmamakta. Aslında ortaöğretimden başlaması ve o tartışmaya bağlı olarak tamamlanması gereken bir tartışma bu. Lise mi, meslek okulu mu? Üniversite mi, meslek yüksekokulu mu? Meslek yüksekokulları üniversitelerin yapısı içinde mi kalsın? Ayrı bir örgütlenme mi gerek? Üniversite öğretimi, şimdi Avrupa Birliği’nin yapmaya çalıştığı gibi “üç artı iki ve sonra doktora” biçiminde mi örgütlensin? Bunlara benzer daha bir yığın soru ve sorun. Şimdiki YÖK Başkanı’nın görev süresi de tamamlanmak üzere. Üstüne üstlük, ortalıkta dolaşan “yeni ve sivil” anayasa sözlerinden sonra bu konu nasıl bir çözüme bağlanacak? O konu da havada. Geleceğini ciddi olarak düşünmesi ve o bağlamda gençliğinin eğitimiyle yakından ilgilenmesi çok önemli olup da kendisi bu konuya bu denli ilgisiz kalan toplum ve dolayısıyla devlet az görülmüştür. Aileler dershane furyasına para yetiştirmekten böyle konularla ilgilenmeye vakit bulamıyorlar herhalde. ine de üniversite mensupları arasında bile askıda kalmış bir yığın sorun var. Şimdiki YÖK yönetimi, tarikatlar etkisi altında kalmış bir iktidarın takılışlarıyla ve “türban” denen konuyla uğraşmaktan bu sorunlara tam olarak eğilmeye fırsat ve vakit bulamadı. Örneğin, siyasilerin “her kasabaya üniversite” tutkusu nereye varacak? Vakıf üniversitelerinin mantar gibi çoğalmasıyla ortaya çıkan sorunlar nelerdir? Oralarda ne olup bitiyor? Akademik düzey ve öğrencilik ücreti eşitsizlikleri ne ölçüde? En önemlisi, o üniversiteler akademik kadrolar yetiştirmek ödevlerini nasıl yerine getirmekteler? Yoksa, “Parayı verir, yetişmişleri alırız” düşüncesi egemen olmaya devam mı etmekte? Bunun devlet üniversiteleri üzerindeki etkisi nedir? Ayrıca, Avrupa Birliği’nin uluslararası öğrenci ve öğretim üyesi değişim programları ne âlemde? orular bitmiyor. Yalnız yükseköğretim konusunda bile bunca sorunu olan bir toplumun AKP’ce son aylarda yapılmak istendiği gibi gereksiz ve tutarsız bir anayasa değişikliğiyle meşgul edilmesi kadar büyük vakit israfı olabilir mi? [email protected] Y Paylaşmak veya bölünmek Genel olarak baktığımızda, bölünme sorunuyla karşılaşmış olan ülkelerin akla gelen örneklerinin hepsinde, bölgelerarası gelir dağılımının bozukluğunun belirgin olduğu görülür. Ülkemizde de bölgelerarası gelir dağılımının bozuk olduğunda kuşku yoktur. Ancak ayrılma yanlılarının çıktığı ve ayrılıkçı hareketlere kaynak oluşturan bölgeler, genel olarak varlıklı ve zengin bölgeler olmasına karşın, bizim ülkemizde bunun tersi bir durum görülmektedir. Bu durum, ülkemizdeki mevcut bölücü eğilimlerin asıl kaynağının bölgelerarası gelir dağılımındaki bozukluğun da dışında aranması gerektiğine haklılık kazandırmaktadır. Yugoslavya’da bölücü hareketleri ilk başlatanlar ve federasyondan ilk ayrılanlar, Slovenler ve Hırvatlar olmuştur. Yugoslav iktisatçısı Branko Horvat, onları ayrılıkçılığa iten, dolayısıyla kanlı bir iç savaşa yol açan nedenler arasında, başta Almanlar olmak üzere AB’nin egemen çevrelerinden sunulan vaatlerin payının büyük olduğunu yazmıştır. Bu çevreler onlara, yoksul bölgeleri sırtlarından attıkları vakit, AB’ye alınabilecekleri vaadinde bulunmuştur. Nitekim Slovenya, birliğe 2004’te alınmış; Hırvatistan ise ilk sırada bekleyenler arasındadır. (İlginçtir, Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borrell, Diyarbakır’ı ziyaretinden sonra 7 Aralık 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan açıklamasında, İstanbul’un tek başına aday olması halinde AB üyesi olabileceğini ifade etmiştir.) İtalya’da da herhangi bir etnik veya dinsel ayrılık söz konusu olmaksızın ayrılma yanlısı olanlar, ülkenin zengin kesimini oluşturan kuzey bölgelerinde yoğunlaşmışlardır. Belçika’da ayrılma yanlısı olanlar, zengin kesimi oluştu ran Flamanlardır; daha az zengin olan Walonlardan kopmak istemektedirler. İspanya’da ayrılıkçı hareketin alevlendiği bölge olan Bask bölgesi, özellikle çatışmaların başlamasından önceki dönemde ülkenin en zengin bölgesiydi. Bu ülkelerde, zengin ve varlıklı kesimi oluşturanların ayrılma yanlısı olmalarının nedeni açık olsa gerektir. Onlar, sahip oldukları ayrıcalıkları ve olanakları, kendileriyle aynı etnik gruptan veya dinden olsalar da olmasalar da iktisaden daha geri durumda olan yurttaşlarıyla paylaşmak istememektedirler. Güneydoğu’daki yurttaşlarımızın da ülkenin diğer kesimlerindeki yurttaşlarıyla paylaşmak istemedikleri bir şeyler mi vardır? Tam tersine, çok açıktır ki bugün için ekonomik zenginlikler ve olanaklar ülkenin batısındadır. Bu yüzdendir ki iç göç, doğuya veya güneydoğuya doğru değil, batıya doğrudur. karı Karabağ’da Kelbecer’de doğup büyümüş olan Kürtler, Ermeniler tarafından tam bir etnik temizliğe uğratılmışlardır. Güneydoğumuzdaki yurttaşlarımızı karanlık bir geleceğe mahkum etmek amacıyla yaygınlaştırılmak istenen safsatalardan biri de Kürtlerin Yahudilerle akraba oldukları iddiasıdır. Böylece, yeni akrabalar keşfetmiş olacak bazı yurttaşlarımızın bin yıllık kardeşleriyle bağlarını daha kolay koparmalarının sağlanacağını umuyor olabilirler. İçeride Soros desteğiyle yaşayan vakıflardan birinin, bu safsataya hizmet eden sözde bilimsel etkinlikler düzenlemesi de anlamlıdır. Bu ırkçı iddia, bir safsatadan ibaret olmasa bile, ırksal akrabalığın pratik hiçbir anlamının bulunmadığına dair yanı başımızda cereyan eden dramın gizlenmesi mümkün değildir. Eğer akrabalık kâr etseydi, Yahudilerin, ırksal açıdan en yakın akrabaları olan Arapların başına getirdikleri nasıl açıklanabilirdi! Sürüden ayrılan kuzu Öyle görünüyor ki bölünme hayallerinin gerçekleşmesi halinde güneydoğumuzda yaşayan yurttaşlarımızın karşılaşacağı felaketler, yalnızca bazı maddi ve ekonomik kayıplardan ibaret kalmayacaktır. Sürüden ayrılacakların başına gelecek olanların boyutunu kestirmek zor olmasa gerektir. Komşusu Araplarla kanlı bıçaklı duruma düşürülmüş, Türkiye ile bağlarını koparmış bir kukla devlete kaderini teslim etmiş olanların uğrayacağı kayıplar, salt maddi ölçülerle açıklanamaz. Etrafta intikam ve çıkar tutkusuyla yanıp tutuşan kurtlar kol gezmektedir. Atlantik ötesinden gelmiş olanların oyunlarının aleti olmanın bedeli, çok ağır sonuçlar doğurabilir ve bu durumda dost bir komşu aramak boşuna olabilir. Acaba Asala ile PKK arasında zaman zaman kurulmuş olan işbirliğine bakarak Ermenilerin Kürtlerle dost olduğu ve bu ilişkinin kurgulanmakta olan kukla devletin geleceği açısından önem taşıdığı söylenebilir mi? Ermenistan’ın bu konudaki gerçek tavrı pek gizlenmiyor. Fransızların ünlü Le Monde gazetesinin 2005 yılının Nisan ayı ortalarında yayımlanan ekinde, Claire Moudian isimli Ermeni asıllı olduğu anlaşılan bir yazar, Ermenilere karşı uygulandığı ileri sürülen sözde soykırımın asıl faillerinin Kürtler olduğunu yazmıştır. Böyle bir bakış açısının sonuçlarının ne olacağını kestirmek zor olmasa gerek. 4 Mart 1999 tarihinde International Herald Tribune’de çıkan bir haber, bu açıdan çok düşündürücü olması gereken acı bir olayı gözler önüne sermiştir (Thomas Goltz, “The Kurds Are Far From Ethnic Monolith”). Habere göre, AzerbaycanErmenistan savaşı sırasında, Yu Bu oyun tutacak mıdır? Bugünden görülmektedir ki bölücü terör örgütünün faaliyet gösterdiği bölge halkına verdiği zarar, bölgenin çok muhtaç olduğu üretim ve yatırım sağlayıcı girişimlere indirdiği darbe ile sınırlı değildir. Yapılması gereken, Türkiye’yi bir bütün olarak yoksullaştıran ve dengesizleştiren küresel dayatmalara karşı omuz omuza vererek direnmek olması gerekirken, bu dayatmaların arkasındaki güçlerin oyunlarına alet olmanın anlaşılır bir tarafı bulunmamaktadır. Bu durumdan yararlananların, terör örgütüne sağladıkları desteğin her geçen gün yeni bir kanıtına tanık olduğumuz emperyalist güçler olduğu ortadadır. Bu güçler, besbelli ki küresel egemenliklerini korumak ve tırnaklarını yeryüzüne biraz daha derinden geçirebilmek için “böl, yönet” politikalarına hız vermek zorunluluğunu duymaktadırlar. Ne yapmak istediklerini Condoleezza Rice, 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post’ta “Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesi”ni amaçladıklarını o tarihte cumhurbaşkanının güvenlik danışmanı sıfatıyla açıklayarak ortaya koymuş bulunuyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorun, Yugoslavya’da, Irak’ta sergilenen bu oyunun Türkiye’de tutup tutmayacağıdır. Öyle anlaşılıyor ki onlar, güneydoğumuzdaki yurttaşlarımızın İngilizlere maşalık etmiş bulunan Şeyh Sait’in çocukları olduğunu sanmaktadırlar. Yanılıyorlar. Güneydoğumuzdaki yurttaşlarımız, Atatürk’le birlikte emperyalizme karşı göğsünü siper etmiş olan Tuncelili Diap Ağa’nın torunlarıdır. Y S CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle