22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 KASIM 2007 CUMARTESİ 16 Dile Kolay... Abdullah Gül’ün yaşamöyküsünden biliyoruz... Bir “hoca”sı, İlim Yayma Vakfı ve İslami İlimler Araştırma Vakfı kurucusu Prof. Dr. Sabahattin Zaim. Sabahattin Zaim aynı zamanda “İslam Kalkınma Bankası Yöneticilerini Seçme ve Değerlendirme Komitesi” üyesi. Diğer “hoca”sı Nevzat Yalçıntaş. O da İslam Kalkınma Bankası danışmanı. İslam Kalkınma Bankası’nda uzmanlığa atanırken onlar aracılık yapmış... Dile kolay, 1983’ten 1991’e değin tam 8 yıl merkezi Cidde’de olan İslam Kalkınma Bankası’nda ekonomist olarak çalışmış. Hazır Suudi Arabistan Kralı Ankaralara kadar gelmişken... Elbette çağırınca koşup ayağına gidecek, elbette yüzüne gülecek, halini hatırını soracak, nişan verecek! Suudi Arabistan’ın o kadar ekmeğini yemiş, suyunu içmiş... Niye kızıyoruz ki? SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Basit Bir Hata Değil Eski Tunus Büyükelçisi, DSP milletvekili Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı ile güncel bir olayı irdeledik: Konuk devlet başkanını ziyaret etmek âdetten midir? Doğal olan bir devlet başkanı bir başka devlete gittiğinde, ziyaret ettiği devletin protokol kurallarına göre hareket edilir. Ziyaret edilen devletin başkanı, misafir olanın konakladığı makama gitmez. Çok istisnai olarak bir jest yapılmak isteniyorsa, farklı bir davranış sergilenebilir. Örneğin, yakın geçmişte ABD Devlet Başkanı Bill Clinton, bir jest yapmış, yalnızca büyük Marmara depremi nedeniyle acıları paylaşmak üzere Türkiye’ye gelmiştir. Bu jeste karşılık dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bill Clinton’u uçağında karşılayarak bir başka jestle karşılık vermiştir. Zaman zaman başka jestlere de tanık olunabilir. Her insanın bir referans noktası vardır, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Adalet Bakanlığı Bütçesi görüşülüyor. AKP Kırıkkale Milletvekili Mustafa Özbayrak çıkıyor diyor ki: “Adli sistemin dışarıdan görüntüsü son derece kaotik. Sonu ‘tay’la biten birçok mahkeme ve bunların içinde de yığınla daire... Ancak, bu mahkemeler ne iş yapar, hangi davalara bakar, bunlara nasıl müracaat edilir, ne tür hizmet sunarlar, doğrusu benim meçhulüm.” AKP’li milletvekili hızını alamayıp bu kurumlarda görev yapanların arasında “çürük elma”ların bulunduğu da söyleyince YARSAV Yönetim Kurulu, “tay” hecesiyle biten yüksek mahkemelerin neler olduğunu ve görevlerini anımsatma gereği duydu: o noktaya değer verdiğini göstermek için yapılabilir bu tür jestler. Örneğin Tunus Cumhurbaşkanı’nın Ankara’ya gelişi sırasında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, kendisini konuk olduğu Camlı Köşk’te ziyaret etmişti. Buna karşılık Tunus Cumhurbaşkanı da Başbakan Ecevit’i dışarıda, merdivende karşılamıştı. Bir cumhurbaşkanı, bir başbakana böyle davranırsa, diplomatik dilde kendisine çok büyük değer verdiği anlamına gelir. Bu olay, ölçülü jeste bir örnektir. Diplomatik protokolde yaş büyüklüğü bir ölçüt müdür? Protokol gereği, devlet başkanları eşittir. Eşitler arasındaki ilişki neyi gerektiriyorsa, öyle hareket edilir. Bir kamu görevini yerine getiren devlet başkanları, kendi kişisel tercihle Delege seçimleri CHP’de delege seçimleri kan revan içinde sürüyor. En zor işi yapan, yani onun bunun adamı olmadan, yalın CHP üyesi olmaya çaba gösterenlerle konuştuk. Gözlem ve istemlerini aktardılar. Önce gözlemler: “İki kişinin olduğu bir evde 19 kişi üye gözükebiliyor ya da bir bakkal dükkânında tam 7 kayıtlı üye olabiliyor. Delege seçimleri hiçbir duyuru yapılmadan, kaçamak, evlerde yapılabiliyor...” Şimdi de istemler: “Tüzük değişsin, çarşaf listeye geri dönülsün. Şu andaki tüzüğe göre, toplam delege sayısının yüzde 20’si kadar (yaklaşık 260) imza toplanmadan genel başkanlığı aday gösterilemiyor. Bu hüküm de değişsin. Partide demokratik açılım sağlansın.” rini, kişisel dünyasını burada kullanamaz. Bir devlet başkanı sizin söylediğiniz protokol kurallarının dışına çıkarsa ‘Hoş olmadı’ diye geçiştirmek olası mıdır? Basit bir hata olarak değerlendirmemek gerekir. Devletin saygınlığının yeteri kadar korunamadığı şeklinde değerlendirilebilir. YARSAV’a göre, Özbayrak’ın söylemi “amaçlı bir saldırı”ydı. Ayrıca, her şey açık seçik belliydi: “Ülkemizde yüksek mahkemelerin görevleri ‘ulema’ tarafından yapılsa idi bu saldırı ortaya çıkacak mıydı sorusunun yanıtı merak konusu değildir. Siyasi sorumluluk üstlenenlerce artarak gerçekleştirilen saldırıların hedefindeki Türk yargısı, yaratılan cesaret ortamında, başka saldırılar için de hedef gösterilmektedir. Böyle bir anlayış hiçbir çağdaş demokraside görülmemiştir.” Doğrudur, “çağdaş demokrasi”de görülmez böylesi. Bir iktidar, diktaya yönelmişse eğer, görülür! Yargıya bakış “Yargıtay, Danıştay ve Askeri Yargıtay, Türkiye’deki uyuşmazlıkların çözümünde son inceleme mercii olan yüksek mahkemelerden olup hukukun üstünlüğü ve etkinliği, yargı bağımsızlığı ve Cumhuriyetin temel değerlerini koruma görevlerini, dünyada örneği görülmemiş biçimde sayısı milyonlarla ifade edilen iş yükü altında gerçekleştirmektedirler. Ve bu görevlerin, sınırlı sayıdaki üye, tetkik hâkimi ve savcıların büyük özverisiyle yerine getirilmekte oluşu da, sadece hukuk çevrelerince değil, tüm kamuoyunca bilinmekte ve Türk halkı tarafından da takdir edilmektedir.” Nil Demirkazık’la hayatımda ilk kez, 2002 “Kopenhag zirvesinde” karşılaştım. AKP çiçeği burnunda yeni iktidara gelmiş, “AB yandaşlığının” tavan yaptığı dönem. Ankara, müzakere tarihi de müzakere tarihi diye bastırıyor... Erdoğan, Başbakanlığı Gül’den henüz devralmamış ama “en Avrupacı havalarda” AB başkentlerini dolaşmış. Tek tek liderlerle görüşmüş. Bu nispeten kolay, çünkü AB; daha 15’lerden, çok başlı canavara 25’lere dönüşmemiş. Zirve, zaten yüzüp yüzüp de adaylık sürecinin sonuna gelen Doğu Avrupa ülkeleri “10’lar” için yapılıyor: “10’lar”a topluluğa “kesin katılım tarihi” verilecek. Türkiye’nin önüne de tavşanın suyunun suyu hesabı “tarih için tarih” formülüyle özetlenen, “müzakerelerin start alacağı tarihin kararlaştırılacağı tarih”(!) konulacak. Erdoğan AB ülkelerinde “vücut dilini” devreye sokuyor; Blair, Berlusconi, Schröder’le karşı karşıya geldiği her vesilede bacak bacak üzerine atıyor. Zaman zaman da “Sabır taşımız çatladı...” misali esip üfürüyor: “Tarih vermezseniz, AB ile ipler kopar!” tehdidi savuruyor. Merkez basın “medeniyet projemiz AB hedefini” manşetlerden indirmiyor. Kopenhag’daki “çıkarma” için seferberlik ilan edilmiş! Ulus olaraktan kenetlenmiş, basın olaraktan Danimarka başkentini mesken tutmuşuz,... Zirve karargâhı “Bella Center”da, en kalabalık grup Türk gazetecileri! İşin gösteri faslıyla meşgul olan medyamız “Zirveyi en kalabalık gazeteci grubuyla biz izledik!” yarışına çıkınca, tabii muhabirinden yazarına AB konusundan anlayanı, anlamayanı Kopenhag’a koşuyor... Ömürlerinde “tek AB dosyası görmemiş” arkadaşlar ne yapsın? Kıyıda köşede incir çekirdeğini doldurmayan “siyasi magazin” malzemesi arıyorlar. Aradıkları gibi de buluyorlar: Nil Demirkazık! Saçlarını omuzlarına bırakmış, orta yaşlı bir kadın. Cami yıkılmış, mihrap yerinde.. derler ya, öyle! Mini eteği ve üzerinde TürkiyeAB bayrakları olan tişörtüyle basın merkezinde bir aşağı bir yukarı volta atıyor. Göğsünde de bir slogan var: “2003’e evet!” Nil Demirkazık Ortaoyunuyla ‘tarih yazmak!’ Ankara’nın iddialı hedefi o zamanlar; 15’ler 25’lere genişlemeden, AB ile 2003 tarihinde müzakereleri başlatmak... Nil Demirkazık bu fırsat, “2003 tişörtüyle” tarih yazıyor. Nil Hanım, Danimarka’nın deveye hendek atlatan güvenlik taramasından geçerek, zirveye akredite olmayı başarmış. Basın karargâhı dalgalanıyor: “Aaa! Nil Demirkazık burda!” Kameramanlar, haber merkezlerinin elemanları, bulut halinde AB uzmanlarından çok Nil Demirkazık’ın peşinde koşturuyorlar. Eski bir antikacı olduğu söylenen hanımefendiye mikrofon uzatıyorlar! Taa Kopenhag’a kadar “kader zirvesi” için gönderilen TV ekipleri, bir Banu Alkan iştahıyla Demirkazık izliyor... “Tarihi zirve” Türk halkına, televole sululuğu ile sunuluyor! Alan memnun, satan memnun. Medyanın kendisine sağladığı bu ortaoyununun tadını çıkaran Demirkazık da demeç üzerine demeç patlatıyor: “Türkiye’nin çağdaş yüzünü temsil etmek için buradayım!” AB liderler trafiği arasında birdenbire karşıma çıkan bu gerçeküstü Nil Demirkazık manzarası karşısında “Tanrım? Bu da ne?” olduğumu dün gibi hatırlıyorum. Kopenhag’dan bu yana geçen beş yıl içinde fakat, “tavşanın suyunun suyu” tarihleriyle açılan AB müzakerelerinde vardığımız noktaya baktığımda anlıyorum ki, bu basın ve bu düzen esasen tam da hak ettiği kahramanı bulmuştur. Bu başa, bu tarak! Şuursuzluk, cıvıklık, ciddiyetsizlik, belleksizlik, şarlatanlık, sığlık ve genel geçer oportünizmin böylesine diz boyu olduğu, kabul gördüğü, şakşaklandığı bir toplumda, daha çok Nil Demirkazık görürüz biz... AKP ya da DTP kanallarıyla parlamentonun yolunu arayan Nil Hanım, “PKK örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevi yolunu buldu sonunda! Sanalla gerçeğin, magazinle yaşamın birbirine harmanlandığı, iç içe geçtiği ve ayırt edilemez hale geldiği “sınır ötesi” tartışmalarının orta yerinde, Nil Demirkazık adında bir “siyasi suçlumuz” olduğunu öğrendik... “Terör sorunu” gibi bir trajediyi bile Nil Demirkazık’la magazinleştirmeyi becerdi bu ülke... Nil Hanım, çok sürmez çıkar içerden.... Kendisine bir “Buz Dansı” yarışmasında altın tepsi üzerinde jüri üyeliği takdim edilir. Maksat reyting olsun. Havamızı bulalım. Değil mi ya? Kültür Başkenti’nde Dayatmalar (II) Prof. Dr. Erol KULAKSIZOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr 2010 Avrupa Kültür Başkenti hazırlıkları nedeniyle çıkarılan kanun kapsamında AKM’nin yıkılarak yenilenmesi öngörülmekte, bundan vazgeçilse bile AKM’nin köklü onarımı ya da tevsi edilmesi gündemde. Diğer yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce AKM’nin de içinde bulunduğu Taksim Bölgesi’nde geniş çaplı düzenlemeler yapılacağı söylenmekte, Taksim Meydanı’nın ortasından geçen yol kaldırılarak trafik Tarlabaşı Asker Ocağı güzergâhına alınacak, bölge böyle bir “dış yol”dan beslenerek trafikten arındırılacakmış. Bu duyumlar hep bir arada değerlendirildiğinde, Tünel’den başlayarak Taksim Meydanı’na uzanan, Gezi Parkı ve AKM alanını da kapsayan büyük bir “Yaya Bölgesi” tasarımı söz konusu olmaktadır. Birer kent odağı niteliğindeki bu tür Yaya Bölgeleri, daha 1970’li yıllardan beri Avrupa’nın birçok kentinde sıkça görülmektedir. Bu Yaya Bölgeleri’nde, yaya alanlarını çevreleyen bir “ring yol” veya bir “dış yol” oluşturulmakta, bölgeye yönelen tüm yollar bu dış yolda sonlanmaktadır. Dış yol güzergâhı üzerinde, tüm yerüstü ve yeraltı otopark, duraklama sorunları öncelikle çözümlenmekte, bölge metro ağı ile de beslenmektedir. Taksim yaya bölgesi için de, öngörülen dış yol sistemi en iyi bir şekilde çözümlenmelidir. Tünel’den Taksim Meydanı ve AKM’ye uzanan, eskiden Dram ve Komedi Tiyatrolarının bulunduğu Tepebaşı alanını da içine alan böyle bir “Taksim Yaya Bölgesi”, İstanbul’un Beyoğlu kesimi için ilk planda yaşama geçirilmesi gereken bir kent odağı oluşturmaktadır. Benzer şekilde, Beyazıt Meydanı Üniversite Kapalıçarşı alanı ile Şehzadebaşı’nda “Direklerarası”nı bir bütünlük içinde ele alan bir “Beyazıt Yaya Bölgesi” de eski İstanbul kesimi için gene ilk planda dikkate alınacak bir diğer kent odağıdır. ??? Yabancı mimarlara yaptırılan Çekmece ve Kartal kentsel dönüşüm projelerini gündeme alarak birtakım yeni “kentsel cazibe merkezleri” düşlemek yerine, kentin en yoğun yerleşim kesimleri Beyoğlu ve Eski İstanbul Yarımadası’nda Taksim ve Beyazıt Yaya Bölgeleri gibi kent odaklarında halkın yaşamını rahatlatıcı, kolaylaştırıcı çözümlerin sağlanması, sanırım çok daha önceliklidir. AKM’nin yıkılıp yenilenmesi şeklinde Devlet Tiyatroları’na yönelik dayatma dışında bir başka dayatma da Şehir Tiyatroları’nı hedef almaktadır. Şehzadebaşı’nda eski Direklerarası’nda Darülbedayi ile başlayıp Tepebaşı’nda Dram ve Komedi Tiyatroları ile devam eden, yangından sonra rastgele Harbiye’nin arkasına yerleştirilen Şehir Tiyatroları M. Ertuğrul Sahnesi ve Merkez Tesisleri, yıkılmak ve 2009 IMF toplantıları için öngörülen Dolmabahçe Kongre Vadisi Projesi’nin bir köşesine atılmak istenmiştir. Bir başka duyuma göre, Şehir Tiyatroları’nın tekrar Tepebaşı’na alınması da düşünülmekte. Öyle ise Tepebaşı’ndaki yeni tesisleri bitinceye kadar Şehir Tiyatroları’nın Harbiye’deki yerlerinde şimdilik rahat bırakılmaları gerekir. Ancak, çağlardan beri uygarlık ve kent kültürünün simgesi olagelmiş yapıtlardan biri, İstanbul’un bir ziyneti Açıkhava Tiyatrosu’nun, “Kongre Vadisi Projesi” kapsamında nasıl olup da üzerinin kapatılarak bir kongre yapısı haline getirilmesi düşünülebilmiştir!.. Doğrusu bu çok ibret vericidir. “Kongre Vadisi Projesi” adı altında, kent merkezinde güçlükle korunmuş bu yeşil alan niteliğindeki Dolmabahçe Vadisi’ni birtakım ilgisiz yapılanmalarla doldurarak ardından gelen trafik ve otopark sorunları içinde yok edecek bu gibi “kolaycılıklar”dan kaçınılmalı, Kongre Merkezi için başka yerler düşünülmeliydi. Tüm yan tesisleri ile daha donanımlı bir Kongre Merkezi’nin çevre yollardan rahatlıkla ulaşılacak başka bir yerde gerçekleştirilmesi daha isabetli olacaktı. Böyle bir merkez gerçekleştirilinceye kadar 2009 ve 2010 toplantıları için, Habitat II sırasında başarıyla hizmet alınmış L. Kırdar Kongre Merkezi ile yetinilmeliydi. ??? En sonunda 2010 hazırlıkları için çıkarılan kanunda yer alan bu konuyla ilgili kararlara göre, yanlışlardan dönüldüğü, çevre yollardan rahatça ulaşılabilen, Ayazağa’da İKSV tarafından başlatılan ancak tamamlanamayan Kongre ve Kültür Merkezi’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek 2010’a yetiştirileceği öğrenilmektedir. Bu suretle Kongre Vadisi Projesi’nden kesinlikle vazgeçilmesi, dolayısıyla Şehir Tiyatroları Harbiye tesislerinin de şimdilik yıkılmaması gerekmektedir. Aslında İstanbul, her köşesiyle, Osmanlı döneminden beri farklı uygarlıkların ve kültürlerin bir arada yaşatıldığı, korunduğu yaşayan bir müze, bir dünya odağı olmanın yanı sıra özellikle Cumhuriyet döneminin atılımları, kültür yapılanması ve birikimleri nedeniyle de “2010 Avrupa Kültür Başkenti” seçilmiştir herhalde. 2009 ve 2010 toplantı ve etkinlikleri için AKM’yi yıkıp yenilemek, bir Kongre Merkezi varken Açıkhava Tiyatrosu’nu da bir Kongre yapısı haline dönüştürmek gibi aceleci, çelişkilerle dolu, iki yıl gibi kısa sürede belki de bitirilemeyecek girişimlere yönelmeye hiç gerek yoktur. Bunun yerine kültür varlıklarımız, kültür birikimimiz ve yetişmiş insan düzeyimize dayalı akılcı ve tutarlı programlara ağırlık verilmelidir. Asıl önemli olan budur. Bu gibi dayatmaların ardındaki gerçek amaçları sorgulayan birtakım kuşkuların da kesinlikle giderilmesi gereklidir. Bütün dünyada bu tür girişimlerin proje ve maketleri halka açık alanlarda önceden alenen sergilenmekte; tepkiler ve eleştiriler değerlendirilmekte, tam saydamlık gözetilmektedir. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 17 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Çanakkale 1 yöresine özgü, çeşitli sebzeler 2 le hazırlanan 3 türlü yemeği. 2/ Açık alanlar 4 dan ve kalaba 5 lık yerlerden 6 aşırı derecede korkma. 3/ Bir 7 kümes hayva 8 nı... Tatlı sular 9 da yaşayan be1 2 3 4 5 6 7 8 9 yaz etli bir balık. 4/ Modern Yunanca. 5/ 1 D Ü D Ü K Ç Ü N Sanat öğreticisi... Hay 2 A M E L E Z İ L vanlara vurulan dam 3 R E V E N D Ü K ga. 6/ İlgi eki... Kur 4 I R Ş A RMA N şun boruların ağzını 5 C A N N A H E açmakta kullanılan ucu 6 A E S EME R sivri takoz... Tavlada 7 N A S I R T İ G “üç” sayısı. 7/ Mimar 8 K İ R İ B A T İ lıkta, sütun ya da ayak 9 P Ü R M U N İ S ların taşıdığı kemer sırası... Çelikçomak oyununa ve bu oyunda kullanılan değneğe verilen ad. 8/ Ufak yeşil yaprakları yenilen bir kır bitkisi. 9/ Afrika’da bir ülke... Dolma yapmak için hazırlanan karışım. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Küçük doğranmış patates, patlıcan, biber, domates gibi sebzelerle yapılan bir kızartma yemeği. 2/ Mert, kalender ve babacan kimse... Van’da yapılan otlupeynirin içine de konulan ve Doğu Anadolu’da yetişen yabani sarmısak türü. 3/ “Cezayirmenekşesi” de denilen ve beyaz ya da pembe renkli çiçekler açan bir süs bitkisi... Şamanizm’in din adamlarına verilen ad. 4/ Utanç duyma... “Efelek” de denilen ve yaprakları sebze olarak kullanılan bitki. 5/ İçine mendil, gecelik gibi şeyleri koymaya yarayan, kumaştan koruncak... Zamir. 6/ Çürümeden doğan kötü koku... Bir nota. 7/ Özellikle “Düşünen Adam” adlı yapıtıyla ünlü Fransız heykelci... Eski dilde su. 8/ Eski Türklerde ölmüş ataların tapılan resim ya da heykelleri... Evlerin önüne oturmak için taş ve çamurdan yapılan set. 9/ Bir yerde oturma. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle