25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 2007 SALI 4 HABERLER Cezaevlerindeki tutukluların en küçük bir hak arama girişimi disiplin cezasıyla sonuçlanıyor DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Bölgeye ve Dünyaya Sünni Bakış Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ülkemizi ziyareti sırasında alışıldık görüntüler tekrarlandı. Uçak filolarından oluşan son derecede kalabalık kafile, Ankara’da kafile için kapatılmış olan otelde, Vehabi görgüsüzlüğünün doruğa varmış şekilciliğinin ürünü olan, tuvaletlerin yönünü değiştirme, barın alçıpanla kaplanması vb... Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın Suudi Kralı Abdullah’a gösterdikleri ilgiyi, Türkiye’nin diplomatik ve ekonomik çıkarlarıyla da açıklamanız mümkündür, taraflar arasındaki ideolojik yakınlıkla da... AKP iktidarı döneminde, özellikle Özal ile başlayan, Suudi sermayesine ayrıcalık tanınması girişimleri doruğuna varmış bulunmaktadır. Yine bilinmektedir ki, Türkiye’ye son yıllarda Arap İdeolojisi, Arap sermayesiyle birlikte ve ondan çok daha yoğun bir şekilde girmiş bulunmaktadır. Kral Abdullah’ın, Türkiye gezisi sırasında Anıt Kabir’i ziyaret etmemiş olduğunu da hatırlatalım. Suudi Krallar için Atatürk asla ziyaret edilmeyecek, kendi dünya görüşlerinin karşıtı bir liderdir. Çünkü Suudiler için laiklik küfürdür. ??? Bu Kral Abdullah’a, Türkiye Cumhuriyeti adına, Abdullah ve Erdoğan ikilisi Devlet Şeref Madalyası vermişlerdir. Kral Abdullah’a Devlet Şeref Madalyası verilmesinin resmi gerekçesi, kendisinin de Abdullah Gül’e madalya vermiş olmasıdır ve bu vesileyle kendisine bir jest yapılmıştır. Kral Abdullah’ın; kendi ideolojisini laik bir ülkede egemen kılmış, bir zamanlar Atatürk’ün oturduğu Çankaya’ya tesettürü sokmuş olan bir kişiye madalya vermesindeki gerekçeyi anlamak kolaydır. Ama resmen ancak Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine verilen madalyanın şekil şartları bile yerine getirilmeden, kendi ülkesindeki Osmanlı eserlerini yıkan, Bosna’daki Osmanlı kültür mirasını yok etmek için elinden geleni yapan bir hanedanın mensubuna böyle bir madalyanın verilmiş olmasındaki gerekçeyi, yine ideolojik yakınlıktan başka bir şekilde açıklamak pek mümkün değil gibi görünmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın, Suudi Kralı Abdullah’ı, kaldığı Swiss Otel’in taht odasına çevrilmiş salonunda ziyaret ettikleri sırada çektirdikleri fotoğraf, bana Necmettin Erbakan’ın Kaddafi’yi çöldeki çadırında ziyaretini çağrıştırdı. O ziyarette, Abdullah Gül de, Necmettin Erbakan ile birlikteydi, kimilerinin ileri sürdüklerine göre Sayın Gül o gün çok sıkılmış ve mahcup olmuş, ama pazar günkü gazetelerin birinci sayfasında çıkan fotoğrafında beşuş çehreli bir görüntüsü ile Abdullah Gül, hiç de Kaddafi olayından mahcup olacak biri izlenimini uyandırmıyordu. ??? Birbirlerini çok iyi anlayan, birbirlerine çok yakın olan üç kişi, Türkiye’nin “lütfedip!” de buraya gelecek olan, Suudi sermayesine sağlanacak kolaylıkları görüşmüş olduklarını tahmin edebiliriz. Nitekim Kral’ın açıklamalarından da bu husus anlaşılıyor. Sevda Tepesi’nin ele alınıp, alınmadığını bilmiyoruz, ama herhalde Çankaya Tepesi’nin konuğu, değerli konuğuna Sevda Tepesi konusunda da eninde sonunda bir jest yapacaktır. Sevda Tepesi’nin üstüne oturtulacak devasa sarayın üstünde, kelimeyi tevhidli Suudi Bayrağı’nın dalgalanması, Çankaya’nın yeni konuğunu herhalde mutlu edecektir. Bunların dışında, bu üç kişi, aralarında bölge ve dünya sorunlarını da ele aldılar. Özellikle Irak konusunda her iki taraf da kaygılarını dile getirdi; ortak kaygı ise Irak’taki Amerikan varlığı değil de, İran nüfuzu idi. Tayyip Erdoğan iktidar olalı beri Türkiye, dünyaya da bölgeye de Sünni gözlükleriyle bakmayı yeğliyor. Irak’a bakış da budur ve Suudilerin tutumuyla tam bir uyum içindedir. Türkiye, iyi komşuluk ilişkilerini sürdürmesinde büyük çıkarları olduğu İran’a, ABD baskısıyla uzak durmaktadır. Nitekim Türkiye, İran ile 13 Temmuz’da imzaladığı, 13 milyar dolarlık doğalgaz işletilmesini içeren mutabakat zaptını bir anlaşmaya dönüştürmek için ülkemizi ziyaret etmesi gereken İran Enerji Bakanı Perviz Fettah’ı bir türlü davet etmemektedir. Daha önce yapılması gereken ziyaret, Erdoğan’ın ABD gezisi dolayısıyla Türkiye tarafından iptal edildiği için, şimdi Ankara’dan davet yapılması gerekiyor. Ama ABD’nin Türk İran enerji anlaşmasına karşı koyması üzerine Erdoğan iktidarı bu daveti bir türlü yapmıyor. Erdoğan İktidarı’nın bölgeye ve dünyaya Sünni gözlüğüyle bakan politikası Suudilerin tavrıyla örtüşüyor, ABD’nin de çok işine geliyor. F tipinde çifte ‘infaz’ İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN HİLAL KÖSE [email protected] Kaymakama gözdağı AKP’li Esenyurt Belediye Başkanı Kadıoğlu, kendisi hakkında soruşturma izni veren Hasan Duruer’i bakanlığa şikâyet etti İstanbul Haber Servisi AKP’li Esenyurt Belediyesi, ilçedeki kaçak bir yapıya göz yumarak görevlerini ihmal etmekle suçlanan Başkan Necmi Kadıoğlu ve İmar Müdürü Selahattin Poyraz hakkında soruşturma izni veren Avcılar Kaymakamı Hasan Duruer’i, İçişleri Bakanlığı’na şikâyet etti. Esenyurt Belediye Meclisi’nde gündeme gelen konuyla ilgili değerlendirme yapan AKP’li Emin Batmazoğlu, Kadıoğlu ve Poyraz için verilen soruşturma izninin “evrak ve dosya incelenmeden verilen yanlış bir karar” olduğunu savunarak, Kaymakam Hasan Duruer hakkında İçişleri Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunduklarını söyledi. Avcılar Kaymakamı Hasan Duruer ise “Müfettişlerin kararı doğrultusunda vicdani sorumluluk hissederek soruşturma izni verdim. Hiç kimse babamızın oğlu değil, olsa bile adaletten ayrılmayız” diye konuştu. dan, tutuklu ve hükümlünün avukatı dahi olmadan aynı gerekçeyi tekrarlıyor. Tutuklu ve hükümlülere cezaevi yöneYapılan tüm itirazların istisnasız reddetimince verilen disiplin cezalarına karşı ya dildiğini, ülkede takip edilecek etkili bir pılan tüm hukuki girişimler reddediliyor. hukuk yolu bırakılmadığını söyleyen AvuGörüş, mektuplaşma, sosyal etkinliklere kat Gül Altay, mahkemelerin, aralarında katılma yasakları, iletişim araçlarından hukukçu olmayan cezaevi disiplin kuruyoksun bırakma ile hücre cezası gibi bir lunun uygulamalarını onayladıklarını, çok keyfi uygulama yıllar süren mağdu AİHS’nin teminat altına aldığı hak ve özriyetlere neden oluyor. Türkiye’nin dört gürlüklere hukuksuz olarak müdahale bir yanında F tipi cezaevlerindeki tutuk edildiğini belirtti. lular, “adil yargılama hakkı”, “özel yaÜst üste verilen cezalarla bir kişinin bir şama saygı, ifade yılı aşkın süre boözgürlüğünü kulyunca annesini ya lanma ve haberleşda eşini göremedime hakkı”, “ayrımğini kaydeden Altay, cılık ve işkence yacezalara karşı yapısağının ihlali” gelan protestoya yine rekçeleriyle ceza verildiğine, itiAİHM’ye başvurdu. razlar reddedildikçe F tipi cezaevlerinde uygulamacının deki keyfi disiplin cesaretlendiğine dikcezası uygulamaları kat çekiyor. Sincan artarak devam edi1 No’lu F Tipi CezaTAYAD, ESP, Demokratik Haklar yor. Tutuklular, ‘İsevi’ndeki müvekkiPlatformu, HÖC, ODAK, Partizan, rail hükümetini li Mustafa DemirÖzgürlükler İçin Mücadele protesto için açlık dağ’ın yaşadıklarını Platformu temsilcileri, F tipi cezaevgrevi yapmak’, ‘Fiörnek veren Altay lerinde tecridin sürdüğünü, Adalet listin ve Lübnan şöyle devam ediyor: Bakanlığı’nın genelgesinin hükümetlerini des“Müvekkilim uygulanmadığını belirttiler. teklemek için açlık Demirdağ, TekirDHP’den Hümeyra Doğan, Gebze, grevi yapmak’, ‘didağ 1 No’lu F tiKandıra ve Tekirdağ F tipi cezaevsiplin cezasını propi’nde tutuklu bulerinde gardiyanların, tutuklu ve testo için 5 dakika lunan arkadaşı hükümlülere saldırdığını ve süreyle kapılara Bayram Kama’ya yaşananların dışarıya bildirilmesinin vurmak’, ‘kahrolmektup gönderdi. yasaklandığını ileri sürdü. sun faşistler, insanMektup sakıncalı lık onuru işkenceyi bulundu ve sakınyenecek sloganları atmak’, ‘gereksiz calı yerler karalandı. Demirdağ ise kamarş söylemek’ ve ‘eylem yaparak di ralanan yerleri çıkarıp mektubu yeniğer tutuklu ve hükümlülere kötü örnek den yazdı. Aynı mektup yine sakıncalı olmak’, ‘telefonda Kürtçe konuşma ya bulundu. Bu, durumun nasıl keyfi hasağını protesto etmet için odalarda çağ le geldiğini gösteriyor. Bilindiği gibi F rı butonuna basmak’ gibi gerekçelerle tipi cezaevleri koşulları çok ağır ve indisiplin cezalarına çarptırılıyor. san hakları açısından tartışmalı koCezalar verilirken tutukluların sözlü sa numda. Dış dünyadan yalıtılmış bir orvunması alınmıyor. İnfaz Hâkimliği’ne tam var. Özellikle uzun süre orada buyapılan itirazlar ise hep aynı gerekçeyle lunanlar açısından iletişim kurmak son “usul ve yasaya aykırılık görülmedi derece önemli. Defalarca verilen cezağinden...” denilerek reddediliyor. Bunun lar bir yılı aşkın bir süre aileden uzak üzerine cezaevinin bulunduğu yerdeki kalmaya neden oluyor. İnfaz koşullarıağır ceza mahkemesine başvuruluyor. nı daha da ağırlaştıran ayrı bir cezalanMahkeme, genellikle duruşma yapma dırma yöntemi söz konusu.” “Gazeteci Tümgeneral Yılmaz...” Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Dağlıca’daki PKK baskını sırasında bir gazetecinin çatışma alanındaki askerleri aradığını ve kendisini “Tümgeneral Yılmaz” olarak tanıttığını; askerleri yanıltarak en kritik zamanda bilgi istediğini belirtti. 14 gazetenin Ankara temsilcisiyle yaptığı basın görüşmesi sırasında bu bilgileri veren Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, söz konusu gazetenin genel yayın yönetmenini arayarak uyarılarını aktardığını da sözlerine ekledi. Ben bu yaşıma geldim, genel yayın yönetmenliği dahil gazeteciliğin birçok kademesinde görev yaptım, bu kadarına hiç tanık olmadım. Belli ki gazetenin acar muhabiri bilgi toplamanın bin yolundan birisi olarak böyle bir yolu da seçmişti. Gazetecilerin bilgi almak amacıyla değişik yollara ve hilelere başvurduklarını biliriz. Haber uydurabildiklerini de. Ama bu kadarına pes dememek elde değil. Tabii bu “uyanık” meslektaşımız, bu haberi gazetenin yönetimine büyük bir keyif ve “işbilirlik”le ulaştırmış ve mutlaka yöneticilerinden de okkalı bir aferin almıştır. İşleyiş aşağı yukarı böyle olmuştur. ??? Bu olayın mesleki etik açısından doğru olmadığı çok açık. Çünkü gazeteci karşısındakini yanıltarak, korkutarak, tehdit ederek bilgi alamaz. Alırsa mesleğin en temel kurallarını aşmış olur. Olayda öncelikle çok yaygın olan “mesleki deformasyon” kusuru bulunmaktadır. Tabii sahte generali bu yönde teşvik eden gazete yöneticilerini de unutmamak gerekir. Onlar da “ne olursa olsun” mantığıyla muhabirleri işe koştukları için bu tablo daha bir anlam kazanıyor. ??? “Askeri yanıltmak” tehlikeli bir iştir. Çünkü çatışma alanındaki askeri meşgul etmek, sıcak karşılaşma anında onun ruh haline bozacak şekilde haber almaya çalışmak can ve mal kaybına yol açabilir. Bu olayda ne gibi bir etkisi olduğunu biz bilmiyoruz. Genelkurmay biliyordur. Tabii böyle bir “atak”lığı gösterebilmek de her gazetenin kalkışabileceği bir iş değildir. Mutlaka bir “büyük” gazetedir söz konusu olan. Kendine güvenen ve askeri de konuşturabilecek bir özgüveni kendisinde gören bir gazetenin mensubudur “uyanık” gazeteci. ??? Gazeteciler buna benzer çok “kusur”lar işliyorlar. Mesleki etik gün boyu defalarca ihlal ediliyor. “Özel yaşamın gizliliği ilkesine aldırmamak”, “şiddeti kışkırtmak”, “toplum içinde düşmanlık yaymak” türü yayınlarla bir dizi ilke hemen her gün ihlal ediliyor. Türkiye’de ciddi bir “savaşçı gazetecilik” geleneği vardır. Bu gelenek her kritik olayda toplumu gerginleştirecek sorumsuz yayınlarla ortaya çıkıyor. ??? PKK’nin Dağlıca baskınından sonra medyanın “ayarı kaçırdığı”nı hep birlikte görüp saptadık. “Vur ve öldür”, “Gir ve yok et”, “Ortadoğu’nun dansözleri” gibi onlarca başlık kışkırtıcılıktan da öte, lümpen bir ayarsızlığı da gözler önüne seriyordu. Kendini bu kadar militer bir havaya kaptıran gazetelerin muhabirleri, kendilerini operasyona katılmış asker gibi görmeye başladılarsa şaşmamak gerek. Bir dönem “Mehmetçik gazeteci” deyimi vardı. Gazeteci kendini askerin yerine koyuyor ve onun gibi hareket ettiğini sanıyordu. O zaman haberin kutsallığı ve doğruluğu bir yana gidiyor, savaşın kuralları haberleri belirleyebiliyordu. Savaş ve çatışma içindeki ülkelerde bu sorun hep yaşanıyor. Yugoslavya’nın parçalanması sırasında bir anda aynı ülkenin gazetecilerinin farklı farklı milletlerin gazetecilerine dönüşmelerinin öyküsünü dinlemiştim. Daha önce Yugoslav olan iki gazeteci bir anda karşı karşıya geliyor, “Kahraman Sırp” ya da “Kahraman Makedon”a dönüşüyordu. Mesleğini doğru dürüst yapmaya çalışanlar ise kendi ülkesinde, kendi halkı içinde hedef haline gelebiliyordu. ??? Gazetecilik askerlik değildir. Askerliğin kendine özgü kuralları olduğu gibi, gazeteciliğin de kuralları vardır. Gazeteci gazetecidir, asker de Mehmetçiktir. Gazeteci kendisini Mehmetçik sanmaya başlayınca, bakarsın bir gün de general oluverir. Kendisini general sanıp ona göre ilişkiler oluşturmaya başlar. Bu kez böyle bir şey olmuş işte… asirmen?cumhuriyet.com.tr DEV SEMAZEN HEYKELİNE TEPKİ ‘İstanbul’un yeni bir simgeye ihtiyacı yok’ İstanbul Haber Servisi ‘İstanbul’u 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne hazırlayan başta Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) olmak üzere birçok kuruluş kentte tahrip edilen, çalınan heykelleri görmezden gelirken yine İBB, kentin simgesi olması için Sivriadaya’ya ‘Mevlana Yılı’ etkinlikleri kapsamında 110 metre yüksekliğinde bir semazen heykeli dikmek istiyor. Sanatçılar, İstanbul’un yeniden tasarlanacak bir simgeye değil, şehri zenginleştirecek meydanlara ve çağdaş heykellere ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Müdür Yardımcısı ve heykel sanatçısı Mehmet Çetiner, yaşananların sanattan uzak bir anlayışın izleri olduğunu belirterek “Sürahi, tepsi benzeri materyalleri heykelleştirerek anıt diye sunuyorlar. Sanatçıların heykellerini sergileyebilecekleri meydanlar yok. Öte yandan dışarıda sergilenen heykeller çalınıyor, zarar görüyor” dedi. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) Başkanı, ressam Bedri Baykam da AKP’nin sanata karşı bir anlayış içinde olduğunu belirterek Aydınlanma Devrimi’nin izlerinin silinmeye çalışıldığını söyledi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle