24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 KASIM 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Adaletsizliği Cumhuriyet’e değerlendiren Tanla: Mevduatın yüzde 90’ı yüzde 3.4’lük kesimin elinde 13 İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Servet uçurumu derinleşti Ekonomi Servisi Türkiye’de gelir adaletsizliğinin yanı sıra servet adaletsizliği de her geçen gün derinleşiyor. Veriler, 10 yıl öncesine kadar daha geniş bir kesime yayılan servetin gittikçe daha dar bir kesimin elinde toplandığını ortaya koyuyor. 20 ve 22. dönem CHP Milletvekili Bülent Tanla’nın, Bankalar Birliği verilerinden yararlanarak Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmeye göre Türkiye’deki servetin yüzde 90’lık bir bölümü, bankada tasarruf hesabı bulunanlardan yalnız yüzde 3.4’lük bir kesimin elinde bulunuyor. Bankalar Birliği verileri, bankalardaki tasarruf mevduatı sahibi sayısının 2006 sonu itibarıyla 79 milyon 835 bin olduğunu gösteriyor. Bu sayı içinde yer alan yüzde 3.4’lük bir kesim, yani 2 milyon 715 bin kişi, bankalardaki toplam servetin yüzde 90’ını elinde bulunduruyor. Tanla’ya göre bu oran, çarpık gelir dağılımının Türk bankalarındaki toplam servetin dağılımına da yansıdığını gösteriyor. Üslup Farkı Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçiminde militanlık yapan liberal sözcüler, seçilmesinin hemen ardından ellerini ovuşturarak beklentilerini dile getiriyorlardı. İş dünyasının öncülüğü, yönlendirmesinde yurtdışı seferleri düzenlemeyen Cumhurbaşkanı Sezer’in dönemini kayıp sayıyorlardı. “Pasif, etkisiz dış politika” söyleminin arkasında yatan, iş dünyasının uluslararası çıkar ilişkileri ve sorunları bağlantılı, onların rehberliğinde düzenlenen, “etkin dış siyaset” turlarıydı. Küreselleşme, yeni emperyalizm düzeninde, “etkin dış siyaset, ülke çıkarlarından” algılanan elbette sermayenin ticari, çıkar ilişkileri önceliği olacaktı. Koskoca ABD, AB, Rusya siyasi liderleri bile aynı yarışın içine girmişlerdi. En kritik uluslararası görüşmeler, ziyaretler trafiğinde ekonomik, ticari çıkar anlaşmaları öne çıkıyor, örneğin AB üyeliğinde Türkiye’ye ilişkin bir kararda takınılacak tavır, bir tekelin uçak, silah şirketinin anlaşması ile ilişkilendirilebiliyordu. Başbakan Erdoğan’ın en kritik Rusya, Fransa, ABD, İtalya görüşmelerinin satır aralarında, o ülkelerin kimi şirketlerine ait kimi kilit pazarlıkların kotarıldığı da yer alıyordu. ??? Yine de ayrıntı gibi görünen, çok önemli, çok göze batan, bizimkilere özgü, utanılası bir üslup farkı var ki.. Yaratıcısı sanırım Özal’dı. İlişkilendirilmiş (pardon kendine biat etmiş basın kuruluşları ve yazarların) uçağa binmeyi hak etmişler olarak tek tek seçilmeleri. Aynı ayrımcılığın elbette işveren örgütleri ve işveren şirketleri için geçerli olması. Cumhurbaşkanı, başbakanların, işadamlarının yaratılması. Kaçınılmaz iktidar dönemleri ile bağlantılı büyüyen sermaye gruplarının ortaya çıkması. Dış gezilerin, siyasi ilişkilerin de, ülkenin dış politikası, çıkarları doğrultusundan çok, siyasi parti ve liderin çıkarları, iktidarı yanında, ilişkiye girilmiş sermaye gruplarının çıkarlarının önceliklerine göre yürütülmesi... Bizim kolay yol zengini liberallerimize çok doğal görünen, gelişmiş, emperyal liberal siyasi iktidarları ve liderlerinin sermaye adına yürüttükleri çıkar ilişkilerinde görülmeyen bu ilkel yöntem, üslup farkı elbette Türkiye’nin dış politika ilişkileri ve çıkarlarında hep önemli kayıplara yol açtı. İktidarın, liderin sermaye grubunun çıkarlarının kollanması adına, Türkiye’nin ekonomik olarak uğratıldığı kayıpların yıllar sonra ortaya çıkan sayısız bedelleri bizi hiç akıllandırmadı. Alamadığımız doğalgaz, petrol hizmetleri için ödediğimiz paralar örneği.. çeşitlendirmeleri saymak bu köşeye sığmaz. Trajikomik bir sonuç ama, Özal’dan sonrasında, Yüce Divan’a konu olan siyasi liderlik ve iş dünyası davalarının dosyalarına bakmak bile bu anlamda kirliliğin ne boyutlara varabildiğinin göstergesi sayılabilir. Hâlâ vizyondan, misyondan söz edilebiliyor olunmasının kirli siyasetsermayemedya ilişkileri yanında, söz konusu düzenin toplumsal alışkanlık yapmasının, sosyolojik, kültürel açıklamaları da olmalı. AKP iktidarı icraatlarında bu üslubun doruğa çıktığı ortada. Başbakan’ın uçağı, dış ilişkileri ile yetinemeyenler, Cumhurbaşkanlığı’nın benzer misyonda öncelik almasını istiyorlardı. Sanırım Cumhurbaşkanı Gül’ün Azerbaycan seferi, uçağın katılımcılarının kimlikleri, görüşmelerden beklentileri ile istenen, beklenen, özlenen vizyon, misyona tam da uygun düşüyordu... Sevinçle, iş dünyası için büyük boyutlu açılımlardan söz ediliyordu... ??? Suudi Kralı Abdullah’ın Türkiye ziyareti, tarihi, verdiği fotoğraf kareleri ile, biraz aksi, şanssız bir rastlantı oldu. Ne de olsa ülke çıkarları ekseninde dış politikayı, sermaye şirketlerinin güncel çıkarları ile özdeşleştirmiş, yoz kültürün beklentilerine bile uymuyor, yozlaşmada varılabilecek boyutları çok fazla açığa çıkarıyordu.. ABD’nin Ortadoğu maşası, petrol krallığının Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini yok sayan görgüsüz üslubu, GülErdoğan ikilisinin buna boyun eğen, uluslararası protokolleri yok sayan Ankara’daki fotoğraf karelerinde yer almalarından rahatsızlık oldu. Her şeyi satın alabilir gören, sonradan görme petrolün önlenemez kanlı yükselişinden ranta, ticarete para akıtan bir düzenin, krallık kültürü ile kurulmaya çalışılan dış poltika ilişkileri, üslubu, liberal gelişmiş dünyada yerini almayı düşleyen sermaye yapısına, çıkarlarına da ters düşüyor. AB vizyonu bekledikleri AKP iktidarının, dünya dış politika dengeleri, ticari ilişkilerinde sonuçta siyasal İslami güdülerle, ticaret kültürü ile, bir başka yer, çıkar ilişkileri düzeni arayışları, ürkütücü, ufuklarına ters düşüyor olmalı... Öyle bile olsa, 10 Kasım, Atatürk’ün ölüm yıldönümü günü Suudi Kralı’na Türkiye Cumuhriyeti Devleti, dış politika ilkelerinden, protokolünden verilen ödünlere, çadır politikası protokolü uygulamalarına gösterilen tepki, toplumsal duyarlılık, Cumhuriyet değerlerinin bilinçaltımıza kazıldığının da bir göstergesi.. Bu ülke insanının en büyük şansı, kazanımı olmalı.. [email protected] ? Son 10 yılda uygulanan ekonomik politikalar, tasarruf sahipliğinde ciddi bir yoğunlaşma yaşandığını gösterdi. Büyük serveti elinde bulunduran kesim yüzde 10’lar düzeyinden yüzde 3.4’ler düzeyine geriledi. KRİZLE DİBE VURDU Kaynak: TBB Türkiye Bankalar Birliği’nin yıllardır yayımladığı raporlardaki veriler, 19951997 yıllarında bu oranın yüzde 10’lar civarında olduğunu ortaya koyuyor. Bir başka deyişle son 10 yılda bankalardaki mevduat sahipliği konusunda ciddi bir yoğunlaşma yaşandığı gözleniyor. Tanla, bu olgunun son 10 yılda uygulanan ekonomik politikaların doğrudan bir sonucu olduğunu dile getiriyor. Türkiye’nin, dünyanın 17. büyük ekonomisi olduğunu hatırlatan Tanla, büyümenin ve zenginleşmenin nimetlerinden her kesimin yararlanabilmesi gerektiğini dile getirerek, “Türkiye’nin dünyada güçlü bir devlet olmasının en önemli koşulu, zenginliklerin insanlar ve bölgeler arasında eşit ve dengeli dağılmasıdır” dedi. Hükümetin, zengin ve fakir arasındaki farkı gündemden uzak tutabilmek için sadaka tipi yardımları yaygınlaştırdığına dikkat çeken Tanla, iktidarın kendi çıkarı için kullandığı bu yöntemin uzun vadede Türkiye’nin aleyhine bir süreci başlattığını dile getirdi. KEMAL DERVİŞ Yüzde 5 büyüme yetmez ANKARA (ANKA) Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş, Türkiye’nin, 10 yıl gibi uzun bir vadede yıllık ortalama yüzde 5’lik büyüme hızına razı olmaması gerektiğini vurgulayarak “Türkiye’nin yüzde 78 oranında bir ekonomik büyüme ihtiyacı var” dedi. GAP Bölgesi İçin Rekabet Gündemi toplantısında konuşan Derviş, Türkiye’nin yüzde 7’lik büyümeyi elde edebilmesi için yapısal sıkıntıların aşılması, verimlilikle ve eğitimle ilgili sorunların çözülmesinin şart olduğunu ifade etti. Bu çerçeve içinde GAP’a büyük fedakârlıkla yatırımlar yapıldığını kaydeden Derviş, özel sektör ve kamunun bir araya gelerek yatırım fonları oluşturması ve bölgede kişi başına milli gelirinin 10’a katlanması gerektiğini vurguladı. Sorun dolardan kaynaklanıyor Amerikan yatırım bankası JP Morgan ve Deutsche Bank’a göre dolardaki düşüş tehlikeli Riskler arttı, borsalar düştü ABD kaynaklı küresel kredi kaygılarının artmasıyla birlikte dünya borsalarında kayıplar arttı. Asya borsalarında kayıplar yüzde 4’leri bulurken; riskten kaçma eğiliminin carry trade’i (faizi düşük para birimi cinsinden borçlanıp, getirisi yüksek para birimine yatırım yapma) azaltması, yenin dolara karşı değer kazanmasına neden oluyor. Dünya piyasalarındaki artan risk algılaması Türkiye’ye de olumsuz yansıdı. Bankalar arası piyasada dolar 1.2195 YTL ile 22 Ekim’den beri en yüksek düzeye çıktı. Avro da 1.76 YTL ’nin üzerine çıktı. ? JP Morgan’nın tahminlerine göre OPEC ülkeleri veya Çin’in dolardan vazgeçmesi, ABD ekonomisinin durgunluğa girmesine ve ülkede mali kriz yaşanmasına neden olabilir. MURAT KIŞLALI Hükümete riskleri sıralayan Merkez Bankası Başkanı Yılmaz: Cari açığa önlem şart Ekonomi Servisi Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, eylül ayı itibarıyla 34.4 milyar dolar olan cari açığın kırılganlık yaratan ve risk algılamasına yol açan yapısında bir dönüşümün gerekli olduğunu söyledi. Yılmaz, Bakanlar Kurulu’na dün yaptığı sunumda şu saptamaları yaptı: ? Faiz dışı fazladaki sapmanın giderilmesi için dolaylı vergi artışlarına yönelinmesi, enflasyonun tahmin edilebilirliği açısından risk. ? Gıda fiyatlarındaki artışlar ve oynaklığın sürmesi, enflasyon açısından her iki yönde risk oluşturuyor. ? Enerji fiyatlarındaki gelişmelerin orta vadeli enflasyon görünümü üzerindeki etkisine ilişkin belirsizlikler sürüyor. ? Merkez Bankası’nın “yüksek faiz, düşük kur” politikası yoktur, uygulanan politika “düşük enflasyon için gereken faiz politikasıdır”. ? Cari açığın kırılganlık yaratan ve risk algılamasına yol açan yapısında dönüşüm bir gerekliliktir. Cari açık orta ve uzun vadeli bakış açısıyla, arz yönlü makro ve mikro politikalarla kontrol edilmeli. ? Dolarizasyonun alınan mesafeye rağmen halen yüksek olması, dalgalanmaların etkisinin ekonomik değişkenlerle birlikte gündelik hayatta da daha kuvvetli hissedilmesine yol açmaktadır. ANKARA ABD merkezli yatırım bankası JP Morgan, dolarAvro paritesinin bugünkü 1.47 seviyesinden 1.60’a kadar gidebileceğini belirterek buna neden olabilecek olası “şok faktörleri” sıraladı. JP Morgan’a göre “OPEC, Suudi Arabistan veya Çin gibi ülkelerin rezerv veya ticaret parası birimi olarak dolardan vazgeçmesi, ABD ekonomisinin stagflasyona girmesi, ülkede büyük bir mali grubun iflasıyla mali kriz yaşanması ve ABD’deki faizlerin düşmeye devam etmesi”, dolardan ve aşırı borcu nedeniyle korunmasız kalan ABD’den kaçışı gündeme getirebilir. Alman Deutsche Bank’ın raporunda da bu seferki düşüşün bundan öncekilere benzemediği belirtilerek “dolardaki düşüşün kalıcı olmasından endişeliyiz” denildi. Dolardan kaçış faktörleri JP Morgan raporunda dolardaki düşüş süreci ve bunun dünyaya etkisi şöyle yer aldı: Dolardaki düşüşün bir krize dönüşmesi, sermayenin ABD’den topluca ve yoğun kaçışı ile olabilir. Bu kaçış ağırlıklı olarak yabancıların ABD’deki yatırımlarını geri çekmeleriyle gerçekleşebilir. ABD’de sermaye kaçı şını başlatacak olası şok faktörleri arasında, dünyada para birimini dolara bağlamışken bundan vazgeçen ülkelerin sayısının artması ve merkez bankaları gibi kurumlardaki rezerv yöneticilerinin, rezerv kuru açısından dolar yerine diğer para birimlerine yönelmeleri yer alıyor. Dolardaki düşüş riski sanılandan daha fazla. Dolar Avro paritesi 1.60 seviyesini bulabilir. Deutsche Bank’ın 8 Kasım tarihli “Vahşileşiyor mu?” raporunda ise ABD Dolarının geçen hafta boyunca devam eden düşüşünün, büyük ölçüde “Bu Avrupa Birliği ile ABD arasındaki faiz oranları farkı, petrol fiyatlarındaki ısrarlı artış ve ABD faiz oranlarının zamanla orantılı olarak artış gösteren yapısından” kaynaklandığı belirtildi. Raporda “Doların Avro karşısındaki bundan önceki düşüşlerini bir alım fırsatı olarak görürdük. Ancak bu son düşüşün kalıcı olması olasılığından kaygı duyuyoruz. Doların ısrarla zayıf bir seyir göstermesi, ABD yatırım araçlarının risk algılamasının yükselmesine ve enflasyon beklentilerinin artmasına yol açabilir. Bu durum da, dolar üzerinde daha da fazla bir düşüş baskısı yaratabilir” denildi. pamukm?superonline.com M A L İ Y E Y A Ş A M I N D A N / M U S T A F A P A M U K O Ğ L U (Türk Ceza Kanunu’nun 164. Maddesi) Değerli okuyucular geçen hafta TCK’nin 164. maddesini tartışmaya açmıştık. Bu hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu maddeye göre hangi hallerde suç doğabilir, bunu sıralamaya çalışalım. Suç oluşturduğu iddia edilebilecek haller. Anonim şirketlerde genel kurula sunulan bilanço, gelir tablosu, faaliyet raporunun ibra edilse bile sonra yapılan kamu ve özel incelemelerde gerçeğe aykırı olduğu ortaya çıkarsa, yönetim kurulu ve denetçiler sorumlu olacak. Anonim şirketler genel kurullarında denetçiler genellikle kısa açıklamalarla yönetim kurulunun ibrasını talep etmektedirler. Bu genel kurulda kabul edilen hususlarda sonradan farklılık çıkması halinde denetçilerin gerçeğe aykırı ve yanıltıcı bilgi verdikleri kabul edilebilecek. Bir anonim şirketin mali tabloları bir yeminli mali müşavir tarafından tasdik edilmiş ise denetçiler bu tasdike güvenerek denetçi raporu verirlerse yeminli mali müşavirler de sorumlu olabilecektir. Kamuya mali tablolarını ilan eden halka açık şirketlerde mali tablolarda sonradan çıkacak farklılıklar nedeniyle şirketin ortakları, yönetim kurulu üyeleri ve denetçileri bu madde kapsamında küçük yatırımcılar tarafından suçlanabilecektir. Şirket hakkında mali tablo dışında bir bilginin ilanı sonrası gerçeğe aykırı çıkması halinde yine şirket ilgililer hakkında ceza davası açılabilecektir. Genel kurullarda sadece mali tablolarda değil, dilek ve temennilerde, bütçe önerilerinde, yatırım ve stratejik önerilerde bulunup bu öneriler gerçe Böyle Hapis Cezası Olur mu? (2) ğe aykırı çıkarsa da ceza davası açılabilecektir. Örneğin ortaklar ek kapasite arttırımının satışları arttıracağını ve bu ek kapasite için gerekli donanımın leasing yoluyla finansmanını önerip bu öneri uygulanmazsa veya uygulanıp şirket zarara uğrarsa yine suç iddiasına konu olabilecek. Bir yapı kooperatifinde konut maliyetleri hesaplamaları genellikle tahmini bütçelerle yapılır ve genel kurulda onaylanır. Fakat yüklenici ve kooperatif yöneticileri arasında örtülü bir kazanç ilişkisi varsa, hakedişler şişirilerek konut maliyeti yükseltilir ve yükleniciye kâr transferi yapılır. Bunlar faturalı ve mühendislik hesaplarına dayandırılır. Fakat daha sonra yapılan teknik ve mali incelemelerde bariz farklılıklar bulunabilir. Bu durumda kooperatif yöneticileri ve denetçileri hakkında ceza davası açılabilecektir. Şirketler hakkında web sitelerinde yanıltıcı ve gerçeğe aykırı bilgi bulunması halinde de ceza davası söz konusu olabilecektir. Çünkü bu siteler kamuya ilan niteliğindedir. Bu halleri çoğaltmak mümkündür. Ayrıca şirket faaliyetlerinde hiç akla gelmeyecek “vay be “ dedirtecek hususlar da marifetli avukatlar tarafından suç unsuru olarak bulunup dava konusu yapılabilecektir. Gerçeğe aykırılık hangi hallerde tespit edilmiş olabilecektir? Vergi inceleme elemanlarının raporlarıyla mali tablolarda değişiklik olabilir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı müfettişlerinin incelemeleri sonucunda özellikle kooperatiflerde gerçeğe aykırılıklar ortaya çıkabilir. Bağımsız denetim kuruluşlarının denetim ve incelemeleri sonucunda yanlışlıklar anlaşılabilir. SPK, borsa elemanlarının incelemeleri sonucunda bilgi ve tablolar gerçeğe aykırı bulunabilir. Diğer ortaklar, özel inceleme ve tespitleriyle gerçeğe aykırılık iddiasında bulunabilirler. Mahkeme bilirkişi tespitleriyle farklılıklar anlaşılabilir Anonim şirketlerde denetçiler aykırılıkları raporlarında açıklayabilirler. Şirket bilgilerinden istifade eden ilana muhatap üçüncü şahıslar tarafından iddia edilebilir. Yeni Türk Ticaret Yasası ile bu hüküm çelişmektedir. Yeni TTK anonim şirketlerde denetçilerin sadece mali müşavirlerden oluşmasını öngörmektedir. Serbest mali müşavirler ile yeminli mali müşavirlerin kendi yasalarından gelen ağır sorumlulukları bulunmaktadır. Şirketin denetçisi de olunca, ayrıca TCK 164. maddesi çerçevesinde haksız iddialar dahil çeşitli suçlamalara maruz kalabileceklerdir. Bu durumda çoğu meslek elemanı kendi mesleki sorumluluk sınırları içinde kalmak isteyerek denetçi olmamayı tercih edeceklerdir. Bu durumda anonim şirketlerin denetçi bulmaları zorlaşabilecektir. Yeni TTK yasalaşırken bu durumun dikkate alınmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. 164. maddenin anayasaya aykırılığını da iddia etmek mümkündür. Maddede belirtilen şirket genel kurulları, sadece anonim şirketlerle, ortak sayısı 20’ yi aşan limited şirketlerde vardır. Diğer hiçbir şirket türünde genel kurul yoktur. Dolayısıyla bu iki şirkette gerçeğe aykırı mali tablolar, bilgiler ve öneriler suç olmaktan çıkmaktadır. Bu durum anayasamızın 10. maddesindeki “eşitlik ilkesi”ne aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü bu cezaya genel kurulu olmayan şirketler de muhatap oldukları halde dolaylı olarak istisna edilmiş ve kendilerine imtiyaz tanınmış olmaktadır. Kanunda geçen “öneri” kelimesi, çok büyük spekülasyonlara ve tartışmalara yol açabilecek nitelikte bir kavram olarak suça maddi unsur yapılmıştır. Öneri, bir şey hakkında çeşitli seçenekler içinde en uygun olunduğuna inanılanın uygulanması amacıyla ortaya konulmasıdır. Bu tür ortaya öneriler atılması da suç kapsamında değerlendirilebilecektir ki, bu da anayasamızın 38. maddesine aykırılık oluşturabilir. Bu değerlendirmemizle anayasaya aykırılık hususunu tartışmaya açmış olalım, esas sözü hukukçulara bırakalım. Sevgili okuyucular bu konuyu şirket sahipleri, yöneticileri, denetçileri yani iş âleminin değerlendirmeye almasında sonsuz yarar var. Ülkemizde bir olayın vahametine her türlü zarar ve kayıplardan sonra varılmaktadır. Bu yazımızla umarız konuyu gündeme taşımış olduk. CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle