23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 OCAK 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL 5. Senfoni Atatürk ve Devrim Çanları Mustafa Kemal, “Kendi gücümüze dayanarak kalkınacağız. Gerekmedikçe borç almayacağız, alsak da kölelik koşullarında almayacağız” demişti. O günler geçti, demeyin. Bugün başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesi bu tip devlet korumasında ekonomilerle, borçsuz, bağımsız kalkınıyor ve hatta dünya ekonomisini büyük ölçüde etkiliyor. kalkınma yolu arandı. İşte bu yol, “İktisadi devletçilik” yoluydu. Evet, Mustafa Kemal devletçiydi. Türkiye’nin mazlum ülkelere bir yol gösterebileceğini düşünüyordu. Bu örnek model onun denetimi altında oluşturuldu ve sanayileşmenin ilk adımları atıldı, hem de en zor koşullarda ve bağımsız olarak. Başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesine de hızlı kalkınmayı sağlayacak bir bağımsız kalkınma modeli sunulmuş oldu.(*) Bugün Türkiye’yi bekleyen devrim de budur. Atatürkçü devrim bir bütündür: Siyasal bağımsızlık Ekonomik bağımsızlık Halkın egemenliği Laiklik Cumhuriyet Antiemperyalist milliyetçilik Devletçilik Her alanda emperyalizme karşı korunma. PENCERE Yazarımız İlhan Selçuk, yıllık izninin bir bölümünü kullandığından, yazılarına bir süre ara vermiştir. Petrol Kurnazlıkları GÜNEY KIBRIS Rum Yönetimi’nin deniz altındaki petrol konusunu kurcalamaktan vazgeçmemiş olması ilginçtir. Türkiye ile Ada arasındaki alanı da kapsayan böyle bir konuda neler yaptıkları birkaç gündür bizim gazetelere de yansıyor. O alanı 12’ye bölüp arama ve işletme imtiyazları için neredeyse uluslararası ihaleler açarak başka devletleri bu işe bulaştırma niyetleri açıkça anlaşılmakta. Şimdiden Mısır ve Lübnan gibi ülkelerle bu konuya ilişkin anlaşmalar yapma peşindeler. AB’yi de arkalarına alıp davalarını güçlendirirken Türkiye’yi de zor duruma sokmayı düşündükleri belli. nkara, bu tür çabaları daha önce protesto etmiş, anlaşmaları tanımayacağını bildirmiş ve heveslenen öbür ülkeleri uyarmıştı. Bu kez, KKTC Cumhurbaşkanı Talat da öyle yaptı, ama pek aldırış eden olmadı. “Yoksunuz, sizi tanımıyoruz” dercesine. Bu durum, son günlerde “tam bağımsızlık” girişimlerine kalkışmış olanlar için bir ders olmuştur herhalde. Türkiye’yi arkalarına almadan yaptıkları işlerde ne ölçüde başarılı olabildikleri ortaya çıkmıştır. alnız, onlardan daha fazla dikkat isteyen bir sorun var şimdi. Böyle durumlarda hep ortaya çıkan “koruyucu melekler” olur. Şimdi bu role eski Rum Dışişleri Bakanı Rolandis soyunuyor. Reşat Akar’la konuşurken “baştan çıkarıcı” bir şeyler söylemeye çalışmış: “Kıbrıs’ın maden zenginliği üzerinde Türklerin de hakkı vardır” diyor. Elde edilecek petrol kazançlarından Türklere verilecek pay için bir “koşullu hesap” açılmalıymış. Türkler bu parayı, daha önceden saptanacak uzunca bir sürenin sonunda ya da Kıbrıs sorunu çözülünce çekebileceklermiş. “Hangisi erken olursa” diye eklemiş. Böylece, Kıbrıs sorununun çözümünü de teşvik etmiş olacağını düşünüyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda oyun üstüne oyunun oynanacağı bir döneme girilmektedir. Türkiye’ye düşen, bu oyunlara şimdiye kadar olduğundan daha sert biçimde karşı çıkmak ve örneğin söz konusu petrol alanlarında bir şeyler yapılmaya kalkışılırsa, olupbittilere karşı denizde kuvvet kullanacağını şimdiden açıklamaktır. Ne yazık ki, bugünün uluslararası hukuk düzeninde “hak”kın arkasına “kuvvet” koymadan başarılı olunmuyor. Herhangi bir konuda hiç hakkı olmayanların bile yalnız kuvvet kullanarak hak sahibi olmaya yeltendikleri bir dünyada Türkiye’nin böyle durumlarda askeri gücünü devreye sokmaktan çekinmemesi gerekir. O güç, bu durumlar için vardır ve Silahlı Kuvvetleri için ne gerekiyorsa vermekten kaçınmayan Türk halkının ordusundan beklediği de budur. Başka türlüsü bugünün dünyasına pek anlatılamıyor. Doç. Dr. Yıldız SERTEL lpaslan Berktay, bize Atatürk’ün çok güzel bir sözünü hatırlattı: “Durmayalım, düşeriz.” “Bu çalınan 5. Senfoni’dir! Ta.. ta.. ta..” diyor, Cumhuriyet’teki o güzel yazısında. Beethoven’in 5. Senfonisi devrimci senfonisidir. Bize gereken de budur: Devrim. Yıllardır duyuyoruz: “Solda birlik, ulusal birlik, 10 Aralık hareketi, güçlü alternatif, AB standartları, sosyal demokrasi, solda yenilenme, kitleselleşme.” Devrim sözcüğü yok sözlüklerimizde. Oysa bugün Latin Amerika’da bir Bolivarcı (antiemperyalist) devrim yer alıyor, bizim de önümüzde duran bir Atatürkçü devrimdir. Kitlelere ulaşmanın da yolu budur. Kitleler Atatürk’ün yıldönümü töreninde, Ecevit’in cenaze töreninde sözlerini söylediler: Bize halktan yana bir iktidar, bağımsızlığımızı savunacak önderler gerek, Atatürk gibi, Ecevit gibi. Bu bozuk düzenle peynir gemisi yürümez. IMF komutasında bir ekonomiyle, zengini zengin, fakiri fakir kılan serbest rekabet masallarıyla, Washington’dan emir alan iktidarlarla ne halkın geçim düzeyi düzelebilir, ne gerçek bir kalkınma sağlanabilir, ne de bağımsızlık. Atatürk, “Biz bize benzeriz, kendimize en uygun yoldan kalkınacağız” demiş. “İktisadi devletçilik” yolunu seçmişti. Atatürk devletçiydi. Bu, devlet denetiminde bir karma ekonomi sistemi demekti. Onun kurduğu düzende özel teşebbüs devlet tarafından destekleniyor, kalkınma devlet yatırımları ile gerçekleşiyor; dış ticaret, para politikaları devlet denetimi altında tutuluyordu. Çünkü gelişmemiş bir ülke ancak koruma altında gelişebilirdi. Nitekim ilk sanayi hamlesi bu yolla yapıldı. Türkiye kimseye borçlanmadan, köle olmadan ilk gelişme hamlesini yaptı. A A Y ya ekonomisini büyük ölçüde etkiliyor. Mustafa Kemal, “Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasal bağımsızlık olmaz” demişti ve bu ilkesini uyguladı. Çünkü o, “Bir millet köle olmaktansa ölsün”, “Ya istiklal ya ölüm” demişti. Acaba “solda birlik, yenilenme, kitleselleşme” denirken bütün bunlar düşünülüyor mu? Serbest rekabetin ABD ekonomisine dahi zarar verdiğini Prestowitz, Stiglitz gibi Washington’ın ileri gelen iktisatçıları söylüyorlar. Serbest kalan tekelci sermaye Amerika’dan, Avrupa’dan kaçıyor; fabrikalar kapanıyor, işsizlik artıyor, bunalım geliyor. Atatürk Türkiyesi hâlâ Avrupa kriterlerinin peşinde mi koşacak? Avrupa’da sosyal devlet darbeler yerken, biz hâlâ sosyal demokrasi rüyalarıyla mı yaşatılacağız? Türk solu, kitleleri böyle bir hayalin etrafında toplayabileceğini mi düşünüyor? Türk solunun görevi Eğer Türk solu Atatürkçü devrimi bütünüyle almaz, tam bağımsızlığın üzerine gitmez, sanki bir Avrupa ülkesindeymişiz gibi hareket eder; halkın somut sorunlarını çözmek için bir somut çare göstermezse; kitleselleşmeyi gerçekleştiremez, yoksullaşan yığınların beklentilerine cevap veremez. Venezüella’da Chavez, petrolü devletleştirip geliriyle halka ucuz gıda, mesken, sağlık, eğitim sağlıyor. Bütün Latin Amerika bu tip bir devrim yaşıyor. ABD’yi ve IMF’yi kovuyor. Hem de Amerika’nın arka bahçesinden. Acaba Türk solunun programında böyle şeyler var mı? Mustafa Kemal’in en zor koşullarda yaptığı işi, emperyalizmden kopmayı düşünüyorlar mı? IMF’den kopmadan ücretleri nasıl arttıracaklar? Özelleştirmeleri, ulusal varlıklarımızın yağma edilmesini nasıl durduracaklar? Bu soygun düzenine nasıl son verecekler? Bu millet uyanıyor. Bu millet kendini arıyor? Bağımsız, özgür benliğine kavuşmak istiyor. Çocuğunun karnını doyurabilmek, onu okula gönderebilmek, hastasına bakabilmek, insan gibi yaşayabilmek istiyor. Bütün bunların ancak kökten değişikliklerle gerçekleşebileceğini görüyor. “Sol” partilerin aralarındaki pazarlıklar, diktatör başkanlar, gerçeğe uymayan programlar, Avrupa gibi boş hayaller milleti bıktırıyor. Evet, gemi batıyor, bıçak kemiğe dayandı. “Bu çalan 5. Senfoni çanları” diyor Alpaslan Berktay. Ben ise Asya Pasifik’e doğru bakmak, Türkiye’de de devrim çanlarını duymak istiyorum. Galiba uyanan halkımız da öyle. (*) Ayrıntılı bilgi için bak: YILDIZ SERTEL, “Şu Değişen Dünya, Türkiye Avrasya” ATTİLÂ İLHAN, Bir Millet Uyanıyor Dizisi No:9, Bilgi Yayınları Eşit koşullarda değiliz Atatürk, Türkiye’nin koşullarına uygun bir yol aramıştı. Unutmayalım ki, Avrupa emperyalist ve Türkiye sömürgeleşen bir 3. dünya ülkesi. Eşit koşullarda değiliz. Biz azgelişmiş bir ülkenin kalkınma yolunu bulmak zorundayız. Türk solunun görevi bize böyle bir alternatif sunmak. Mustafa Kemal ve onun kadroları azgelişmiş bir ülkenin bağımsız kalkınma yolunu bulmuş ve uygulamışlardı. Şimdi bu model Asya’da çok hızlı kalkınmalar sağlıyor, oralarda bağımsız ekonomiler kuruluyor. Biz ise Avrupa’nın, ABD’nin peşinde çıkmaz yollara sapıyoruz. Hem de sosyal eşitsizliklerin, ırkçılığın, terörün, yolsuzlukların arttığı bir Avrupa ve ABD’nin. Mustafa Kemal, Avrupa’dan iyi olan şeyleri alacağız, ama Avrupa emperyalizminin kucağına düşmeyeceğiz, demişti. Avrupa’dan neler alındı? En başta demokratik siyasal yapı: Parlamenter sistem, siyasal partiler, seçimler. Aydınlanma felsefesi, laiklik, Cumhuriyet, şeriat yerine Medeni Hukuk sistemi. Atatürkçü devrim, saltanatı, hilafeti yıktı, çağdaş bir siyasal ve hukuksal düzen kurdu. Ancak, iş azgelişmiş bir ülkenin kalkınması sorununa gelince, M. Kemal, “Biz bize benzeriz” dedi ve ülkenin koşullarına uygun bir Ekonomik bağımsızlık Mustafa Kemal, “Kendi gücümüze dayanarak kalkınacağız. Gerekmedikçe borç almayacağız, alsak da kölelik koşullarında almayacağız” demişti. O günler geçti, demeyin. Bugün başta Çin olmak üzere pek çok Asya ülkesi bu tip devlet korumasında ekonomilerle, borçsuz, bağımsız kalkınıyor ve hatta dün mumtazsoysal@gmail.com Türkiye’nin Hikâyesi Av. Mikayil DİLBAZ ürkiye Cumhuriyeti tarihi, birçok açıdan ilkleri yaşamaktadır. Milli varlıkları ve ulusal değerleri bir pazarlama figürü olarak gören bir düşünce silsilesi ülkenin orta ve uzun vadedeki geleceğine ipotek koymaktadır. Ülkenin maddi değerlerinin ya da maddi değer taşıması olası kaynaklarının elden çıkarılması veya ucuz bir şekilde kullandırılmasından öteye (rakamlara fazla bulaşmamak kaydıyla) çevrilmesi gittikçe zorlaşan bir dış ticaret açığının olması bile bu ipoteğin ne denli tehlike arz ettiğini ortaya koymaktadır. Tarım politikalarından vazgeçerek uzun vadeli dış borçlanma refleksiyle ülkenin tarımsal ve hayvansal ürün ihtiyacını karşılamak hiçbir şekilde doğru kabul edilemez. Yabancı sermayenin devlet garantisi altında güvenli bir şekilde yatırım aracı olarak ülkeye girişi, bolluğun ve ekonomik istikrarın göstergesi olamaz. Ülkemizde az ya da çok kârlı ve hatta zarar gören işletmelerin yabancılara satılması yolu ile elde edilen gelir, ülkenin ekonomik refahının iyileşmesi olarak düşünülemez. Tüm dünyada değer ve T itibar kaybeden para biriminin Türkiye’de değer kaybediyor olmasını, hiç kimse hükümetin başarılı politika idaresine bağlayamaz. Ulusal şirketlerin ve çok güçlü aile şirketlerinin yıllardır fahiş kârla sattıkları mal ve hizmetlerin normal fiyatlarını bulmasını ve stoklarını eritmelerini, bu sayede normal kârlarla makul kazançlar elde etmeyi kabul ederek bir iki yıl vadeli mal satımları siyasi iradenin bir gücü olarak gösterilemez. “Allah” sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir sonra buldururmuş misali Türk insanı yıllardır çektiği acıların, bir anlık rahatlamasının sebebini, bu iktidarın bir başarısı olarak görüyor. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Özelleştirme bedelleri rayiçlerinin çok altında olan işletmeler yabancılara satılma önceliği diye pazarlanırsa, şehir planlamasından aylar evvelinden olan yabancılara rant getirecek araziler üç kuruşa veriliyorsa ve bu yapılan yanlışlıklar mevcut hükümetin rızası ve izni ile oluyorsa.. borçları onlarca yıla yayılarak sürdürülüyorsa bu hikâyenin sonu hikâyemiz gibi olacak demektir. Bu söylemleri çok net birta kım bulgularla destekleyelim. 1 Ülkenin dış borçları son 3 yılda 50 milyar dolar artmıştır. 2 Tarımda istihdamın payı; kırsal bölgelerdeki istihdamın yüzde 71’i tam istihdama dayanırken 5 yıl içerisindeki oran yüzde 60’lara düşmüştür. 3 Sokaktaki insanların büyük bir kısmı kredi kartı borcuyla yaşıyor. 4 Konut fiyatlarındaki suni değişim ve gereğinden fazla artan fiyatlar kısa bir dönem öncesine kadar ev sahibi olma hayalleri kuran düşük ve orta gelirlilerin ev sahibi olma ihtimallerini oldukça azaltmıştır. Ülkenin ekonomik gidişini ve enjekte edilen her şeyin yolunda olduğu yalanını ispat etmek, ne bir gazete makalesine ne de bir kitaba sığar. Bu zaten fiziksel olarak ispat edilmesi mümkün olmayan ve taraflardan herhangi birinin konuyla ilişkisi kesilmesi suretiyle son bulacak bir süreçtir. Bu tip iddiaların ve hissiyatların ifadeleri yıllar sonra yerini ve cevabını bulur. Bu bitmiş bir futbol maçının peşinden konuşmak kadar lüzumsuz bir konudur. Ancak biz aydınlarımıza düşen tespitlerini ve söylemlerini yazılı olarak tam kayıtlara geçirmektir. Ve yine bu ülkenin milli idarenin üstün olduğu insanlarını, seçtiğimiz liderlerin yapmış olduğu yanlışlarla kabullenmek durumundayız. Hiçbir seçilmiş liderin, hanesini doğuştan baba misali boş gurur ve mağrur ifadeler sergileme lüksü ve hakkı yoktur. Buradan hareketle sayın hükümete şu soruyu sormak gerektiği kanısındayım. “Bu yeni buzdolabını, yeni çamaşır makinesini ve poşetler dolusu gıdayı üretmeden ve çalışmadan nasıl eve sokuyorsunuz...” Oysa unutulmaması gereken bir şey vardır. İnsanlar anne ve babalarını seçme durumunda değillerdir. Ve her insan doğduğu evde olabildiğince korunmasını ve bakımı altında bulunmasını garantileyerek dünyaya gelir. Bu yüzdendir ki, annelerin babayla ve evlatla arasında her hatayı hoş görebilecek ve bütün bedellerin altına koşulsuz girebilecek yazılı olmayan doğal bir yanı vardır. Her iktidar, seçilmiş olmanın ve kendisini seçen insanlar varlığının yaptıkları hatalardan ötürü karşılaşacakları yaptırım ve suçlamalara karşı bir sigorta olduğuna inanırlar. Yani bir anlamda her siyasi irade kendini “evin babası gibi” görür. Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminister University ve Premier College sertifikalarına sahip, Londra’da Master Yapmış Gazeteci Turhan Narler Av. Turgut İNAL azeteci Turhan Narler’le tanışıklığımız ve dostluğumuz kırk yıl öncesine dayanır. Turhan Narler, hem Çanakkale ve hem de İstanbul gazetelerinin temsilciliğini yapıyordu. Sanıyorum ilk gazeteciliğe Hürriyet ile başlamış ama sonra yıllarca Cumhuriyet’in Çanakkale temsilcisi oldu. Narler TRT’nin de Çanakkale temsilciliğini yaptı. Bu da yıllarca sürdü. Çocukları Aynur Narler, Çağlar Narler de baba mesleğini seçtiler. Gazete çıkardılar. Gazetecilik yaptılar. Son yıllardaki durumunu bilmiyordum. Narler’in ölüm haberini duyunca içim burkuldu ve içim yandı. Çok dosttu, çok arkadaştı, çok kadirşinastı ve o kadar da mütevazı ve kibardı. Yüzü daima güler ve gülümserdi. Onu asık suratlı görmek mümkün değildi. Çanakkale’de haber yokken, adeta haber yaratırdı. En küçük olaya haberci gözüyle bakar, onu kamuoyuna sererdi. Çanakkale’yi dile getiren, duyuran, yayan, Ça ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH zete sahibi olmuştu, ama ona patronluk çok eğreti kalmıştı. Sendikalara “sandıka”, greve “grav” denildiği yıllarda, işçilerin içindeydi. Kepez fabrikasının işçilerini sendikaya sokmak için Çanakkale ve Kepez’e yaptığımız gezilerde hep Narler vardı. Sendikacı gibi sendikanın yararlarını anlatırdı. Çan grevini çok haber yapmıştı. Patronların kendisine çok soğuk baktığı yıllarda bu bakışa hiç metelik vermemişti. Öğretmenlerin sendikalaşmasında, TÖS’te ve diğer toplumsal olaylarda, Belediye Başkanı İsmail Özay’ın açığa alındığı yıllarda Narler, haber fabrikasına dönmüştü. Narler’in haberi Cumhuriyet’in birinci sayfasında yer alıyor, ülke kamuoyunu dolduruyordu. Cumhuriyet, Narler ile çok mükemmel mesajlar yayımlıyordu. Bu yazıyı yazmama neden olan sevgili kardeşim, dostum, can Turhan Narler’in aydınlıklar içersinde yatmasını dilerken sevenlerine, Çanakkalelilere, onu tanıyanlara başsağlığı ile sevgi ve saygılarımı sunuyorum. gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem/İstanbul 0 536 225 07 80 G nakkale’yi kamuoyunda haberde canlı tutan kişi olmuştu. Çanakkale’yi çok severdi. Çanakkale tutkusu her tarafından akardı. Turhan Narler gazeteci doğmuştu. İkinci bir meslek seç deseler, yine gazeteciliği seçerdi. Bu tutku ailesinde de vardı. Ailesine de mal etti. Onlar ailece gazeteci olmuşlardı. Ben ne zaman Çanakkale’ye gitsem, Turhan Narler’i ya adliyede, ya hükümette, yahut da gazete bürosunda bulurdum. Benden haber almadan, haberin sayısını artırmadan imkânı yoktu duramazdı. İşçilerin açmış olduğu davaların sayısının ve çeşidinin artması, onu çok mutlu kılardı. İnanmış emekçi, inanmış sosyal demokrattı. İnsan emeğine inanmış, içten saygılıydı. O işçilerin yetişmesinde ve açılan davaların artmasında çok emeği geçmiş kişi olmuştu. İşçilerin açmış olduğu davalar kazanıldıkça gözlerinin içi gülerdi. Neden gülmesin ki, kendisi de işçiydi, emekçiydi. Bir zaman ga HOBİ AMAÇLI RESİM GÜZEL SANATLARA HAZIRLIK YAĞLIBOYA KARAKALEM KADIKÖY’ DE ATÖLYE ORTAMINDA RESİM DERSİ VERİLİR 0535 794 09 85 CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle