18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2007 PAZAR 6 DİZİ Mülkiyeliler Birliği Başkanı Çolak: Cumhurbaşkanı rejim yandaşlığı dışında tarafsız olmalı PAZAR ORHAN BURSALI Anayasa ile çatışmamalı ülkiyeliler Birliği Başkanı Ali Çolak, “Nasıl bir cumhurbaşkanı” sorusuna yanıt verirken “Cumhurbaşkanı öncelikle, anayasada yazılı özellikleri taşıyan ve kamuoyunun bu özellikleri taşıdığına inandığı kişi olmalıdır. Yani üzerinde geniş bir toplumsal mutabakat bulunan bir kişi olmalıdır” diyor. Çolak, cumhurbaşkanının en önemli niteliklerinden birinin “rejimin tarafı olmak” dışında “tarafsızlık” ve “devlet kurumları arasında hakemlik görevini üstlenmek” olduğunu da vurguluyor. Çolak, “Kendisinin belirleyemediği anayasal organlarla (Anayasa Mahkemesi, YÖK, Danıştay, üniversiteler vb.) sürekli çatışma içerisinde olanların, cumhurbaşkanı olunca bu çatışmayı azaltacağını, dolayısıyla devlet organlarının uyum içinde çalışmasını sağlayabileceğini ileri sürmek safdillik olur. Ayrıca cumhuriyetin niteliklerine olan bağlılığı konusunda söylem ve uygulamaları ile kamuoyunda bu ölçüde kuşku yaratmış bir iktidarın içinden seçilecek kişi üzerinde toplumsal mutabakat sağlanması da olanaklı görünmemektedir” görüşünü dile getiriyor. İşte Demokrasi! M ? Mülkiyeliler Birliği Başkanı Çolak, AKP’nin kilit noktalara yaptığı atamalarla bürokrasiyi teslim aldığını belirterek “Hedef, yeni yönetim anlayışını sürdürecek ideolojik kadroların oluşturulmasıdır. Cumhurbaşkanlığı makamının da ‘ele geçirilmesi’yle birlikte Anayasa Mahkemesi, YÖK, yargı, ordu gibi son kalan ‘mevzilerin’ de ele geçirilmesi olanaklı olacak ve anayasanın değiştirilemez hükümlerini değiştirmenin engelleri bütünüyle ortadan kaldırılabilecektir” dedi. şın yansımasıdır. Bu anlayışın daha önce 1930’larda Almanya ve İtalya’da faşizmi ortaya çıkardığını hatırlatmakta yarar var.” Ali Çolak, “2002 Kasım seçimlerinin üzerinden dört yılı aşkın süre geçmiş olmasına ve siyasi iktidar oy kaybetmeye başlamasına rağmen, iktidarın seçime gitmekten kaçmasının tek nedeni cumhurbaşkanını seçmekteki ısrarcılığıdır. Oy kaybetmek pahasına sürdürülen bu ısrar da göstermektedir ki siyasi iktidarın amacı yeni bir seçim kazanmak değil, rejime dönük hesaplarını gerçekleştirmektir” diyor. ‘AKP, HUKUKU ARAÇSALLAŞTIRIYOR’ Kadrolaşmanın atamalarda “tarikat referansı aranır hale geldiği”nin altını çizen Çolak, “dayatmalara” karşı “sivil itaatsizlik” öneriyor: “Bürokrasinin kilit noktalarına yapılan atamalar ile bürokrasi adeta teslim alınmış durumdadır. Hedef, devletin daha etkin ve verimli işlemesi değil, yeni yönetim anlayışını sürdürecek ideolojik kadroların oluşturulmasıdır. Cumhurbaşkanlığı makamının da ‘ele geçirilmesi’yle birlikte Anayasa Mahkemesi, YÖK, yargı, ordu gibi son kalan ‘mevzilerin’ de ele geçirilmesi olanaklı olacak ve anayasanın değiştirilemez hükümlerini değiştirmenin engelleri bütünüyle ortadan kaldırılabilecektir. Dolayısıyla bu tür niyetleri belli olmuş bir kişinin ve parti grubunun, çarpık bir seçim sisteminin ürünü olarak 4.5 yıl önceki seçimlerde al dığı sonuçlara dayanarak cumhurbaşkanını seçmesi, demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu sürecin, gerilimsiz ve rejim krizleri yaşanmadan aşılmasının yolu, erken genel seçime gitmek ya da toplumsal uzlaşmayla belirlenmiş bir kişinin seçilmesi olduğu açıktır. Oysa AKP, hukuku ve demokrasiyi araçsallaştırdığından ve demokrasi anlayışı alınan oylarla sınırlı olduğundan, sürecin gerilimsiz atlatılması konusunda bir çaba içerisinde olmayacak ve rejimi zorlayacak her türlü çabanın içinde olacaktır. Bu dayatmaya karşı Susurluk sürecindekine benzer meşru, herkesin katılabileceği sivil itaatsizlik eylemlerinin örgütlenmesine ihtiyaç vardır. Önümüzdeki süreçte bu eylemlerin ne olacağının birlikte tartışılarak üretilebileceğini umuyorum.” ‘KAMU YARARI GÖZETİLMELİ’ Cumhurbaşkanı/cumhurbaşkanı adayının tüm eylem ve işlemlerinde kamu yararını ön planda tutması gereğinin altını çizen Çolak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ayrıca, akçalı konularda en küçük bir tartışmaya yol açmayacak ölçüde duyarlı olmalıdır. Hem halka/cumhura karşı içten ve sıcak olmalı hem de Türkçeyi kullanımında özenli ve örnek olmalıdır. Örneğin hiçbir koşulda vatandaşına ‘al ananı da git’ gibi argo ifadeler kullanmamalıdır. Aydınlanma, çağdaşlaşma, laikleşme ve giderek çağın yönetim felsefesi olan demokrasiye ulaşma olarak tanımlanabilecek cumhuriyetin kurucu felsefesine bağlı olmalıdır. Cumhuriyetin niteliklerini değiştireceği konusunda kamuoyunda kuşku bulunmamalıdır. Örneğin ‘laikliğin yeniden tanımlanması’ gerektiğini söyleyen bir kişinin kurucu felsefeye bağlı olduğuna inanmak olanaklı değildir. Yandaşlarına ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözünün yalnızca duvarda kalmayacağı günlerin geleceğini haykıran kişinin hem demokrasi, hem ulusal egemenlik hem de laiklik algısının problemli olduğu açıktır. Bu ifade ile bir yandan rejimin meşruiyeti sorgulanmakta, diğer yandan kendileri açısından demokrasinin araçsal niteliği ortaya konmaktadır. Yandaşlara ulaşılmak istenen bir hedef gösterilmektedir ve açıktır ki bu hedef mevcut rejim değildir. ‘Parlamento isterse Anayasa Mahkemesi’ni bile ortadan kaldırabilir’ cümlesi de aynı şekilde ulusal egemenliğin anayasada tanımlanan diğer organlarla paylaşıldığını görmezden gelen ve çoğulcu demokrasi yerine çoğunlukçuluğu koymayı hedefleyen bir anlayı Ali Çolak, Hüsamettin Cindoruk, Yılmaz Büyükerşen, Ertuğrul Yalçınbayır gibi isimlerin alternatif olarak değerlendirilmelerini istiyor. Sezer örneği üzerinden aday bulunmalı A hmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı olarak bu dönemde başarılı bir sınav verdiğini kaydeden Ali Çolak, “Bu örneğe uygun olarak sağdan veya soldan çok sayıda isim bulunabileceğini düşünüyorum. Bu isimleri sadece farklı çevrelerden örnek olsun diye söylüyorum: Yılmaz Büyükerşen, Hüsamettin Cindoruk, hatta AKP içinden Ertuğrul Yalçınbayır gibi” diyor. Çolak, cumhurbaşkanını halkın seçmesi önerilerine de sıcak yaklaşmıyor ve çok tehlikeli buluyor: “AKP’nin Kamu Yönetimi Temel Reformu adı altında gerçekleştirmeye çalıştığı değişiklikleri yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var sanırım. O reform denilen model içerisine seçilmiş başkan ve valileri eklediğinizde ortaya çıkan yönetim modelinin, federal bir başkanlık modeli olduğunu unutmuş gibiyiz. Böyle bir model tartışması AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı bir olanaktır ve Cumhurbaşkanlığı’na çıkması durumunda, ilk fırsatta bu tartışmanın gündeme alınacağına inanıyorum. Toplumsal yapının kutuplu olduğu toplumlarda başkanlık sistemi ‘başkancı sistemlere’ dönüşmektedir. Parlamento ve başkanın ayrı kutupları temsil etmeleri halinde kriz doğması kaçınılmazdır ve bu krizleri çözecek bir mekanizma bulunmamaktadır. Bu nedenle ülkemiz için başkanlık sistemi, diktatörlüğe çok güçlü bir adaydır. Mevcut seçim sisteminin ulusal iradenin parlamentoya yansımasında ne büyük kırılmalara ve AKP gibi rejimle problemli bir siyasi partinin rejime dönük tehlike olabilecek bir güce erişmesine yol açabileceği gerçeği görmezden gelinmemelidir. Bu nedenle, başkanlık sistemi tartışmalarından çok daha önemlisi ulusal iradenin parlamentoya daha sağlıklı ve doğru yansıması için adil bir seçim sisteminin tartışılması ve ortaya konmasıdır. Bunun için de öncelikli olarak seçim barajının yüzde 5 gibi kabul edilebilir düzeye çekilmesi gerekir.” Ali Çolak, “cumhurbaşkanı ve eşinin çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil niteliği”ne de vurgu yapıyor. Emine Erdoğan’ın türbanlı olmasıyla ilgili tartışmalara da bu bağlamda yaklaşıyor: “Bu açıdan bakıldığında Ahmet Necdet SezerSemra Sezer çiftinin Çankaya’da ortaya koydukları rol model rejim açısından önemli olmuştur. Aslında bazı çevrelerde kendilerine karşı oluşmuş tepkilerin altında bir yönüyle de, Cumhurbaşkanlığı dönemi boyunca çağdaş, sade, gösterişsiz, aşırılıklardan uzak, mazbut aile görüntüsüyle çizdikleri ‘rol model’ yatmaktadır. Bu anlamda mütedeyyin çevrelerde bile kolay kabul görebilecek bir rol model olarak Sezer çifti, dincigerici akımların topluma dayatmaya çalıştıkları rol modele ciddi bir alternatif olmuştur.” 68’LİLER DAYANIŞMA DERNEĞİ BAŞKANI VARGEL: Ülkemizde demokrasinin en çok ne olduğunu merak mı ediyorsunuz? Bu fotoğrafa bakın. Her şey orada açık, kayıtlı; fotoğraf ülkemizdeki demokrasiyi tarif ediyor. Tam o “Demokrasi Anı!” Hrant Dink’i vurdurma demokratik hak ve özgürlüğünü kullanmış, arkasından da “Orhan Pamuk ayağını denk alsın” ifade özgürlüğünü icra anı fotoğrafçılar tarafından belgelenmiş. Söylerken mi, söyletilirken mi? Güvenlik güçlerinin güven dolu kolları arasında. Samsun’da Atatürk’ün posteri ve sözü önünde katile çektirilen özel anı fotoğrafı, ne kadar “baba kucağında” bulunduklarının da resmidir. O ve onlar yalnız değiller, hiç olmadılar! Arkalarında koca bir “aile” var. O özel bir “Türk”. Seçilmiş. Böyle “ilahi ve kutsal görev” bekleyen, en alttaki binlerceden biri. “Türk” olduğu için bu mu daha iyi, yoksa ümmetçi oldukları için diğer katiller daha mı kötü?! ??? En alttaki her zaman birlik ve beraberliğin simgesi. Yakalandığında yalnız gibi, ama arkasında sessiz bir örgütlüsilahlı gücün empatisini, duygudaşlığını yaşadığı sürece hissedecek. En üsttekiler, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç... ise yalnız ve tek başlarına hep ve her zaman. “Empatik durumlara” ancak öldürüldüklerinde mazhar olabilenler. Öyle ki, düşmanı, katili, sevmeyeni bile “gönlünü ve kucağını” açar, tabii ki ölüsüne ancak. Demokrasi nedir ülkemizde? Bir kuruşluk beynin, kendisinin bin katı ağırlığına ulaşmış ülke insanlarını yok etme özgürlüğüdür. Demokrasi ülkemizde, ne adına olursa olsun, en üsttekileri en alt tabakaya eşitleme denemesinin adıdır. Vasatı asla aşmama isteğidir. Demokrasi, düşün adamı, yetkin bilim adamı, muhalif düşünce yaratmamanın adıdır. ??? Bu ülkenin sahiplerinin her zaman “en alttaki” çoğunluğun olduğu gerçeğinin adıdır, demokrasi. Onlar “cumhur”dur. Ülkemizde demokrasi, “cumhur”u oluşturan iki örgütlü kesimin, “kutsallık” rekabetidir... “Kutsal devlet”, “kutsal ırk”, “kutsal din ve ümmet”, “kutsal ırk ve din”in devleti, ülkeyi ele geçirme rekabetidir. Bu rekabetle, kendisinden başka yurtsevervatansever tanımayan “en büyük milliyetçi” ile, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan “dinciümmetçi”nin ulusun birikimini kendi ve yandaşları yararına kullanma özgürlüğüdür. Bu kesimlerin merkezi ve yerel bütün iktidarları ele geçirmesidir. Ve onların, kendi dışındakilere “lütfen” yaşama özgürlüğü bıraktığı “dar alanın adı”dır, demokrasi! Bu “dar alanın dışına” çıkmama özgürlüğüdür! Demokrasi, aynı zamanda, iktidara “merkez”den gelenlerin “en milliyetçi” ile “dinci ümmetçi” kesimi alabildiğine kullanma sanatının adıdır. ??? Demokrasi, ülkemizde, bilimsizliğin, üretememenin, çapsızlık iktidarlarının, 50 yılda 18 kez kriz yaratmanın ve ekonomiyi uluslararası güçlere teslimin, yaratıcısızlığın, ilkelliğe her nokta ve düzeyde desteğin, kendine güvensizliğin, sürekli dayanacak dışarıda güç aramanın, ülkesini “adam etmek” için dış menfaat odaklarıyla işbirliğinin de adıdır. Demokrasi, ükemizde, alabildiğine yarılmanın ve düşman kamplar yaratmanın ta kendisidir. Ulusal ve değerli ne varsa yok etmenin, ulusal değer yaratamamanın, ulusu gelecek için birleştirme iktidarsızlığının ta kendisidir demokrasi! Demokrasinin ne olduğunu anlamak için bütün bunları belleğinizde tutarken, siz yine de öncelikle yukarıdaki fotoğraftan gözünüzü ayırmayın. Demokrasiden yana bir cumhurbaşkanı Turhan Narler 68 AKP ‘mağduriyet’ üzerinden prim yapmaya çalışıyor Çolak, tartışmaların “cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olup olmaması bağlamında yürütülmesini doğru bulmadığının” altını çiziyor. AKP’nin kendini “mağduriyet” üzerinden üreten ve geliştiren bir parti olduğunu vurgularken “Ayrıca, bu ‘mağduriyet’lerin kalıcı çözümü için Cumhurbaşkanlığı seçimini bu kitlenin önüne bir hedef olarak koyabilmektedir. Başbakan’ın ‘Haremimize bile girdiler’ sözü laik çevreler tarafından yeni bir mağduriyet alanı yaratıldığı izlenimini topluma verebilmek üzere kullanılan bir politik argümandır. Doğru olan, cemaattarikat örgütlenmesi üzerine temellenmiş, kutsal din duygularını ekonomik ve siyasal çıkarların aracı olarak kullanan siyasal iktidarın, sosyal devleti tahrip eden liberal politikalarının ve laik, demokratik cumhuriyeti tasfiye amacının deşifre edilmesidir. Bu nedenle tartışmayı Başbakan ve çevresindekilerin kafasının içindekiler, bunların dışavurumu olan söylem ve hükümet uygulamaları üzerinden yürütmek gerektiğine inanıyorum” görüşünü dile getiriyor. ’liler Dayanışma Derneği Başkanı Bülent Vargel, “nasıl bir cumhurbaşkanı”ndan çok, “cumhurbaşkanı nasıl seçilmeli” sorusu üzerinde duruyor. Vargel, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi gerektiği kanısında. “Anayasa müsaitti, değildi, uygulanabilir uygulanamaz, istenmeyen (!) başka birileri de çıkabilir tartışmalarını biliyorum ama bütün bunlara rağmen ‘halk tarafından seçilmesi gerekir’ düşüncesindeyim. Bir siyasi partinin geçen yıl bir anket çalışması vardı, bütün üyelerimize sorduk, yüzde 95’in üzerinde bir rakamla halkın seçmesi gerektiği ifade edildi” diyor. Vargel, cumhurbaşkanından “toplumsal ilerlemeden, demokrasiden, barıştan, sosyal devletten ve emekten yana bir duruş beklediklerini” vurgularken “Demokrasiden yana demek, laiklik meselesini de kapsıyor. Kendi başına laiklik kavramının kapsamı çok dar. Demokrasi onun vazgeçilmez kapsamı olan laikliği de içine alıyor” diye ekliyor. Parlamentonun seçeceği cumhurbaşkanının “meşru” olacağını vurgulayan Vargel, “Ancak parlamentoda bir çarpıklık var. Parlamentonun seçtiği kişi meşrudur ama bu parlamentonun nasıl oluştuğuna bakmak lazım; yüzde 30’luk bir oyla yüzde 70’lik bir çoğunluk alındı, önemli bir oy potansiyeli parlamentoda temsil edilmiyor. Hukuken meşrudur ama siyasi ve toplumsal olarak meşru değildir. İki partili bir parlamento tasarlandı, ona uygun olarak alan razı, veren razı böyle bir oyun (laikşeriatçı kapışması) sergileniyor. Laikşeriatçı kapışması karşılıklı olarak tarafları besliyor ve halkımızın ekonomikdemokratik talepleri ikinci plana atılıyor. Daha demokratik bir temsil ve katılımla bu oyunun bozulması lazım” görüşünü dile getiriyor. Sürecek İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Gazetemiz Çanakkale Muhabiri Turhan Narler (75) yaşamını yitirdi. Bir süredir rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören Narler, dün sabah saatlerinde Çan Yolu üzerindeki çiftlik evinde yaşama veda etti. 1931 yılında Çanakkale’de doğan Narler, mesleğe 1953 yılında yerel olarak yayımlanan Anafartalar gazetesinde başladı. Ardından obursali?cumhuriyet.com.tr. BUGÜN TOPRAĞA VERİLECEK yaşamını yitirdi Olay gazetesini çıkaran Narler, 19812004 yılları arasında TRT Çanakkale muhabirliği görevini de yürüttü. Narler, o tarihten bu yana Olay gazetesinde köşe yazarlığı ve gazetemiz muhabirliğini yürütüyordu. Basın Şeref Kartı ve Sürekli Basın Kartı sahibi olan Narler’in cenazesi, bugün il merkezindeki Necippaşa Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından toprağa verilecek. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle