21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Uğur’un Anısına Bugünlerde yaşasa idi, Uğur’un kalemi ulusal güç odaklarıyla Türk halkı arasında güçlü bir ağ oluştururdu. İhtiyaç budur. Bugün bir değil, belki bin Uğur’a gereksinim var. PENCERE ratorluk toprağında ulusal ant sınırları içinde, Türk’ün kurucu, yönetici, yapıcı, uygar yüksek vasıflarını tüm dünyaya gösterdiler. Uğurlar bu ideallere gönül vermiş, sapmalara karşı uyaran, yol gösteren gönül adamları, mücadele adamları idiler. Bu yoldan hiç dönmediler. Uğur’u kaybedeli 14 yıl oldu. Halkın gönlünde taht kuran gerçek yurtseverler kolay yetişmiyor. Onun varlığını hep arıyoruz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Batı emperyalist güçlerince içten ve dıştan politik, ekonomik, askeri ve kültürel açılardan dayatmalarla, müdahalelerle kuşatılmış görünüyor. ABD’nin Ortadoğu ve Avrasya hâkimiyet stratejilerinde Türkiye şimdi merkez ülke ilan edilmiş, Anadolu toprakları emperyalist saldırının üssü olarak kullanılmak isteniyor. Komşularına kışkırtılıyor. AB üyelik talepleri Lozan barışını bozmaya yönelik. İçerde karşıdevrim hesaplı adamlarla sürekli yeni mevziler kazanıyor. Büyük Atatürk’ün dediği gibi ulusun bütünlüğü ve bağımsızlığı, Cumhuriyetin temel değer ve nitelikleri tehlikededir. Emperyal güçlerle işbirliği yapan bir kısım Türk egemenleri ve kamuoyu oluşturan, yönlendiren büyük iletişim kuruluşları olayların gerçeğini gerekirse örtüyor ya da saptırıyor. Halk gereğince aydınlatılmıyor. Oysa içinde bulunulan durum ve koşullarda ulusu kurtarabilecek olan yine ulusun kendi azmi ve kararıdır. Bugünlerde yaşasa idi, Uğur’un kalemi ulusal güç odaklarıyla Türk halkı arasında güçlü bir ağ oluştururdu. İhtiyaç budur. Bugün bir değil, belki bin Uğur’a gereksinim var. Sevgili Uğur; fani vücudun ebedi istirahatgâhında uyurken, senin fikirlerini, Atatürkçü düşünceyi, Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız, özgür, temel değer ve nitelikleriyle yaşatmak ve yüceltmek için ulusal güçlerin her geçen gün biraz daha kararlı ve örgütlü olarak güçlerini pekiştirmelerini ve dayanışmalarını diliyorum. Bu seni ve senin gibi düşünenlerin ruhlarını memnun edecektir. Özlemlerimizi sunuyorum. Geçen on dört yılda adını onurla yaşatan ve sonsuza değin yaşatacaklarına inandığım başta Güldal Mumcu olmak üzere onurlu, örnek ailene gazetemiz Cumhuriyet adına kucaklar dolusu sevgi ve saygılar. Sözcük’ten Sözcüğe... Jean Paul Sartre’ın ünlü kitabının adıdır: “Sözcükler”... Melih Cevdet Anday da bütün şiirlerini topladığı kitaba, “Sözcükler” adını vermişti. Zaten Melih Cevdet Anday’ın bulduğu bir sözcüktür “Sözcük”... Nurullah Ataç “kelime”ye karşılık olarak “keleci” demişti. Tutmadı, daha önce “şiir”e de, “vır” demişti tutmamıştı... Ama “sözcük” “kelime”nin yerini aldı, hem de kısa sürede, kolaylıkla... Bugün ilericigerici herkes yazılarında konuşmalarında “sözcük”ü bol bol kullanıyor... Konu kalmadı da, iş “sözcük”lere mi kaldı diyenler çıkar... Zaten ne yazsanız, ne söyleseniz birileri karşınıza dikilecektir; “Şimdi bunların zamanı mı, bak dünyada, ülkede neler oluyor, neler yaşanıyor.. ya da tam tersi, neler olmuyor, olamıyor.. neler yaşanmalı, ama yaşanmıyor!...” ??? Ben günde birkaç gazete okuyanlardanım. Daha doğrusu bakanlardan! Bakmak, okumak mıdır? Eski ABD başkanlarından Kennedy dermiş: “Ben elime aldığım kitabı, kiminde tam sayfa, kiminde cümle, kiminde paragraf, kiminde de sözcük sözcük okurum.” Her yazıyı, her kitabı sözcük sözcük okumak kolay mıdır, gerekli midir? Yazıdan yazıya, kitaptan kitaba değişir bu!.. Öyleleri var ki gereksizdir, zaman harcamaktır ille de okumalıyım diye kendini sıkmak... Ama öyle kitaplar, öyle yazılar vardır ki sözcükleri tada tada okursunuz... ??? Konu mudur bizi çeken, soru mudur, yoksa güncellik midir? Bence önce yazardır, yazarın kişiliği, ustalığı, anlatma becerisidir. Ben gazeteyi elime aldığımda önce haberlerin yazılışına bakarım, zaten haberleri gazetelerden öğrenmek gerekmiyor. Radyolar, TV’ler dünyada, ülkede ne olup bittiğini anı anına bize ulaştırıyor. Bizim gazetede aradığımız, o haberlerin arkasında, önünde ne olduğudur, gazete yazarlarının sütunlarındaki yorumlarıdır. ??? Köşe yazarlığı günümüzde yaygın bir önem kazandı. Herkes bir şeyler yazmak istiyor. Önemli olan yazdığını okutmak; olaylar, sorunlar üstünde düşündürebilmek... Sözcük deyip geçmeyin! Her sözcük bir anahtardır, bir anlamdır tek başına.. Koca bir kitap kadar yoğunlukları vardır. Sözcükleri yerinde kullanabilmeyi bilmek ise apayrı bir ustalıktır. Yurtta Barış.. Dünyada Barış.. Sözlükten birkaç sözcük: Öldürmek.. Öldürtmek.. Öldürücü.. Öldürücülük.. Öldürüş.. Bu fasıl daha da uzayıp gidiyor, köşemiz hepsini almaya elvermez, kısa keselim... Zaten sevimli sözcükler değil.. ? Ne var ki yerliyabancı hangi televizyonu açsan, ya magazin fışkırıyor ya da öldürmek üzerine çeşitlemeler, fanteziler, filmler, cinayetin bin bir çeşidi üzerine yayınlar programları dolduruyor; savaş edebiyatı kimi zaman gerçek, kimi zaman yapay üretimle ekrandan büyüklü küçüklü izleyicilerin bilincine yansıyor; dehşet, korku, işkence, öldürüm üzerine yayınlar insanları şartlıyor... Ne demiş Hrant Dink’i öldüren 17 yaşındaki katil çocuk: “ Yine öldürürüm...” ? Ne demişti Atatürk: “ Yurtta barış, dünyada barış...” Mustafa Kemal kolay mı dile getirmişti bu ilkeyi, özdeyişi, kuralı, yaşam biçiminin felsefesini?.. Altı yüzyıllık Osmanlı Devleti’nde yaşam biçimi tek sözcüktü: Fetih!.. Bir kenti ya da ülkeyi silah zoruyla ele geçirmeye fetih deniyordu; ölüm, öldürüm, öldürmekle özdeşti fetih... Kuranı Kerim’de Fetih Suresi vardı. ‘Fetihname’ Türk edebiyatında ‘manzum’ ya da ‘mensur’ bir ilginç tür oluşturuyordu... ‘Atatürkçülük’ ya da öteki adıyla ‘Kemalizm’ barışı devlet felsefesine dönüştürmekle büyük bir devrimi gerçekleştirmişti... ? Savaş cinayettir.. Cinayet savaştır.. Dünyada savaş en alçakça biçimleriyle sürüyor; Irak’ta yaşananlar televizyonda acı gerçeğin yansıması olarak filmleşirken terör cinayetleri günlük yaşama biçimlerine dönüşüyor... Hayat yoksa bir boğazlaşma mı?.. Türkiye rahat bırakılmıyor, geçen yüzyılın başında yaşanmış ‘tehcir’ olayı, doksan yıl sonra bugün neden gündemin en sıcak maddesi gibi bütün dünyada pazarlanıyor?.. Kin.. Nefret.. İntikam.. Düşmanlık.. Tarihte yaşanmış bir olay, kan davası mantığının ilkelliğiyle neden yüz yıl sonra Türkiye’nin önüne çıkarılıyor?.. ? Dünya çıldırmış gibi... Türkiye’nin bu kudurmuşluk ortamında alabildiğine serinkanlı olması, barış ilkesinin felsefesi ve mantığıdır. “Yurtta barış..” “Dünyada barış..” Atatürk’ün bu temel ilkesi şiarımızdır; hiçbir kışkırtmaya kapılmadan, iç ve dış barış yolunda Türkiye’nin bütün sağlıklı güçleri bütünleşmeli... Yoksa gidişat kötüye, hem de çok kötüye doğru... Tanju ERDEM Amiral ( E ) U ğur Mumcu’yu, hain bir tertiple yitirişimizin ondördüncü yılında sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. O bilinçli ve inançlı bir Kemalist; ulusal güçlerin dinamik önderlerinden, yüksek karakterli, zeki, doğru, erdemli, yüce yürekli, kendini halkın aydınlanmasına, bilinçlendirilmesine adamış bir yurtsever; bilgiye koşan, araştıran, Türkiye halkı ve devletinin esenliği için bulunduğumuz önemli jeopolitik ve jeostratejik konumda karanlıklarda konuşlanan ülkenin dahili ve harici sapkınlarına cesurca savaş vermiş bir yazın adamı, bir gazeteci idi. Bu yolda da ne hazindir ki Cumhuriyetimizle özdeş, Atatürk’ün eseri, onun ilke ve devrimlerinin savunucusu, yayıcısı Cumhuriyet gazetemizin birçok yazarı gibi görevi başında, Cumhuriyetin düşmanlarınca şehit edildi. Uğur en verimli çağında insanı şaşırtan bir güç ve azimle Türk yurdunu, ulusunu sarmalayan, sarsan iç ve dış sorunlarını, aymazlıkları, ihanetleri, yolsuzlukları, yanlışları, terörü ve kaynaklarını, emperyalizmin tertiplerini hep araştırdı; bilgilerini, belgelerini, doğurabileceği sonuçları gazetede, kitaplarda yazarak geniş halk kesimlerine duyurdu, O adeta ülkesinin, halkının, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı idi. Devletinin ve ulusunun insanlık ailesi içinde çağdaş uygarlığın değerlerine ve gönence ulaşma ülküsünün gerçekleşmesi yolunda harcadı tüm çabalarını. Türkiye’nin 84 yıl önce askeri ve diplomatik utkuya ulaştığı, Kurtuluş Savaşı sonrası kurduğu pırıl pırıl üniter ulus devletin 1946’lardan itibaren Batı emperyal güçlerinin güdümüne girmeye başladığını, giderek devrimci, aydınlanmacı, bağımsız niteliklerini yitirdiğini beyninde ve yüreğinde duyan genç bir insan olarak Hukuk Fakültesi asistanlığında başlayan aydınlatma yazıları ve aktif ve dinamik yaşamı nedeniyle 12 Mart 71 darbesiyle onu da susturmak istediler. Mahkum edilmek istenen Kemalist fikirlerdi. Soğuk savaşın yarattığı psikolojik harp ortamında yaşanan, egemenlerin otoriter rejimi türlü girişimlerine karşın onu susturamadı. Yüksek yargı kararlarıyla aklandı. Bereket Türkiye’de yargıçlar vardı. Ne var ki bugün parlak bir hukuk bilgini olarak yaşamını sürdürecek olan Uğur, sakıncalı piyade ve araştırmacı yazar gazeteci oldu ve de ölene değin mesleğine onur verdi. Onurlu yaşadı kendi de. 12 Eylül’e gelindiğinde Uğur’un aşırı solcu olduğu savıyla onu taciz için ülke egemenlerini etki altına almak isteyen kışkırtıcılar bu kez başarı kazanamadılar. Güneş balçıkla sıvanamıyordu. Özellikle 1983 sonrası üst düzeyde görev almış bir kısım silahlı kuvvetler mensuplarının, “Bize bu arkadaşı yanlış tanıtmışlar. Ülkenin bağımsızlığını savunan; irtica, terör, suç örgütleri ilişkileri başta olmak üzere tehdit teşkil eden tüm sorunları, yolsuzlukları belgeleriyle ortaya koyan yiğit, Atatürkçü bir yurtsevermiş Uğur’’ dediklerini işitmişimdir. Sabırlı bir değişimi adım adım yaşamışızdır. Uğur o çağlarda artık halkımızın da dert ortağı erdemli bir bilge idi. Uğur klasik bir gazeteci idi. Bir benzetme yapmak gerekirse Uğur basın âlemi için müzik âlemindeki Beethoven, Mozart ya da Dede Efendi, Itri gibi eserleriyle, kişiliğiyle ismi ölmezler arasına girmiş bir gazeteci klasiği oldu. Bunun yanında büyük halk kitlelerinin kucakladığı evlatları gibi sahip çıktıkları bir ülke büyüğü idi. Uğur, insani nitelikleri ile de duygulu, sevecen, vefalı, espri dolu, aile ve dostlarına düşkün, tevazu sahibi bir kişiliğe sahipti. Sade ve güvenilir bir insandı. Büyük Atatürk ve arkadaşları, çökmüş bir İmparatorluğun enkazı üzerinde geleceğe umutla bakan bağımsız, özgür, saygın bir milli devlet, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Emperyalizmin, başta ekonomisi ve maliyesi, her şeyini göçerttiği, himayeye muhtaç hale gelen bir impa Tek özlemi, ayrımcılığın olmadığı, demokratik bir ülkede yaşamaktı. Bizler için, bu ülke için can verdi. Bir taşla çok kuş vurma amacıyla güvercinimizi vuranlar bilmeli ki, bu alçak cinayet, ErmeniTürk dostluğunu dinamitlemek yerine daha da kenetleyecektir. Artık hepimiz Ermeniyiz. Hepimiz Hrant Dink’iz. Türkiye’nin başı sağolsun! Uğur’u Nasıl Anımsamazsınız?.. Ahmet YORULMAZ 1 Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı CUMOK İSTANBUL ÇAĞRISI Bağımsızlığımız, Bütünlüğümüz, Devrimlerimiz, Cumhuriyetimiz 2 Eylülcüler, Mustafa Kemal’in dış politikasını merak edip Dışişleri Bakanlığı’nın evraklarının araştırılarak saptanmasını istemişler. Üç büyükelçinin birkaç ay süren araştırmasının sonucunu, o üç büyükelçiden biri, Sayın Nihat Dinç anlatmıştı. Mustafa Kemal dışişlerine her yeni müsteşar tayininde, Çankaya’daki bağ evine çağırarak şunları söylermiş: “Beyefendi siz, devletin dışişleri politikasını yönlendirecek insansınız. Sizden üç şey istiyorum: Bir: Emperyalist ve kolonyalist devletlerin arkasında görünmeyeceksiniz; iki: Rusları ürkütmeyeceksiniz; üç: Arap dünyasına asla ve kat’a bulaşmayacaksınız!”. Bu direktife ne zamanlar, ne ölçüde uyulduğu; ne zamanlar kulak ardı edildiği bu yazının konusu dışındadır. Yıllar önce hunharca yok edilen Uğur Mumcu’yu andığımız bugünlerde, Ata’nın verdiği direktiflerin üçüncüsüyle, tam bir örtüşme içinde olduğundan Uğur’un şu sözünün güncelliğini göstermek istiyoruz: “...Türkiye Cumhuriyeti, bir Arap avukatın ipiyle Ortadoğu kuyusuna iniyor!..” Bu avukat, bugün Irak Devlet Başkanlığı koltuğunda oturan, Türk hükümetlerinin vaktiyle pışpışladığı Araplardandır. Bu kişinin PKK, Kürt devleti, KerkükMusul ve Türkmenler konusundaki söylem ve davranışları gazete koleksiyonlarındadır. Tamamen bize karşı çıkan, başımızı belalara sokacak bir adam. Şimdi Uğur Mumcu’yu nasıl anmazsınız ki; yıllar ve yıllar önce hükümetlerimizin Ortadoğu politikalarının çıkmazlığına parmak basmış, yanlışlarını haykırıp durmuştu. “Tarikat, siyaset, ticaret”e tanı koyarak, tonla yazı yazarak içinde boğulduğumuz korkunç sosyo/ekonomik batağı, ta 1988’lerde göstermişti. Lütfen söyleyin, Uğur Mumcu’yu nasıl anmazsınız? Cumhuriyete karşı suç işlemiş sanıkları, hükümetin Adalet Bakanı hapishanede ziyaret etmemiş miydi? Sarıklı, iki karış sakallı cüppeliler Başbakanlık konutunda yemeğe çağrılmamış mıydı? Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bakanıyla birlikte bedevi çadırında istiskal edilmemiş miydi? En yetkililer, devleti dolandıranlarla “işte benim ailem!” diyerek poz vermemişler miydi? En yetkililer, banka soygunu sırasında suçüstü yakalanan yakınları için “işadamının önü kesiliyor!” dememişler miydi? Uluslararası gerici teröristin dizi dibinde oturup resim çektiren, uygulamalarıyla laik Cumhuriyeti yok etme peşinde olan, TBMM komis yonundaki dosyalarından aklanmayan kişi bugün ülkeyi yönetmiyor mu? Yargı kararları, gereken saygıyı görerek ve dikkatle uygulanmadığından, yurttaşlarda güvensizlik yaratılmadı mı? İflası yaşanan dış politikalarla, çok hazin bir duruma getirilmiş değil miyiz? Evet, bunların tümü ve daha yüzlercesi Uğur Mumcu demektir.. Katledilişinin perde arkası aydınlatılmak istenmeyen Uğur Mumcu.. Kendisini ananlar yaşadıkça yaşayacak olan Uğur Mumcu.. Yazdığı kitaplarla hep anılacak hep yaşayacak olan. Gazetecilikte bir benzerine rastlamadığımız Uğur Mumcu.. Karanlık güçlerin sadece bedenini ortadan kaldırdıkları Uğur Mumcu.. Bakın 13 yıl geçti. O, yaşıyor! Katillerini, ülkeyi bugünkü acıklı duruma getirmiş olanları çatlatırcasına, yaşıyor! TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI SERİ KONFERANS: 3 Konu TEHLİKEDEDİR. Buna karşı güçlerimizi birleştirmek, direnmek, insanlık onuruna sahip olmanın, yurttaşlığın, atalarımızın bize miras bıraktığı Köşe Kapmaca... Ali BULUNMAZ artre, “Herkesin yazmak için kendine göre bir nedeni vardır” diyor. “Kimi sanat adına yazar, sanat bazıları için kaçıştır; diğerleri için bir ele geçirme yolu” diye ekliyor. Peki, ya köşe yazarı, daha da önemlisi isminin önünde gazeteci sıfatı bulunanlar neden yazar? Hepsinden öte, yakıştırılan o sıfatın anlamı nedir? Kimdir gazeteci? Bunun güzel bir cevabını Uğur Mumcu, 3 Mayıs 1992’deki yazısında veriyor: “Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve ha BAĞIMSIZLIK SAVAŞI GELENEĞİNİN GEREĞİDİR. Türkiye’nin dört bir yanından gelen CUMOK’lar olarak 27 Ocak 2007 Cumartesi günü İzmir CUMHURİYET MİTİNGİ’ne giderken, S GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün kurtarılmış İzmir’e ilk baktığı noktada BELKAHVE’de sabah saat 08.30 09.30 arası buluşmaya; MIZRAKLI SÜVARİLERİMİZİN DÖRTNALA DENİZE KOŞTUĞU GİBİ, HEP BİRLİKTE KENTE VE ALANA AYNI COŞKUYLA GİRMEYE ÇAĞIRIYORUZ. İletişim Bilgi: 0 533 438 50 22 0 212 351 62 72 0 532 282 36 88 İSTANBUL CUMOK berleri okurlara sunan insan demektir (...) Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.” Bir diğer deyişle elindeki bilgi ve belgelerle, toplumu doğru olarak bilgilendirme sorumluluğu taşıyan kişidir gazeteci. Bugün yazılı ve görsel basınımızda, bu türden bir sorumluluğu yerine getiren kaç gazeteci bulunmaktadır? Bilgi ve belgeye ulaşsa da, toplumu doğru olarak bilgilendiren ne kadar gazeteci kalmıştır diğerlerinin yanında? Özellikle yazılı basınımızda önemli “yer kaplayan” köşemenlerden bu sorumluluğun gereğini yerine getirmesini bekleyebilir miyiz? İş çevrelerinin ve iktidarın gücüne ilişmiş; o köşeden bu köşeye, o gazeteden bu gazeteye koşan bir “gazetecinin” yapacağı iş midir bu? “İstikrar” adına, “hükümet sözcülüğüne” soyunan ve “bir numaralı uçakla” kıtalar arası seyahatlere çıkıp her şeyi “sütliman” yazan kalemşorlar mı gerçek anlamda bilgilendirecek toplumu? Bir zamanların keskin solcuları, “neoliberalliğe”; oradan da “muhafazakâr demokratlığa” geçiş yapıverdiler. Rücu edecek bir asılları da kalmadığından, oldukça rahatlar. Kimi zaman “tatlı su muhalifi” olarak çıkıyorlar karşımıza kimi zaman da Soros’un ipiyle kuyuya iniyorlar ve hâlâ gururla “gazeteci” sıfatını isimlerinin önüne yazdırıyorlar! Üstelik bu sıfatla ya da “gazetecilik oynayarak” modaya uyup Mustafa Kemal’e, laik cumhuriyet ile onu savunan kişi ve kurumlara, “özgürlük” adı altında saldırmayı bir “görev” sayıyorlar. ABD ve AB’den ithal mürekkepleriyle “medya plazalarda” boy gösteren “yazarlarımız”, tüccar gazeteciliğin en önemli örnekleri aslında. Bilgi ve belgeyle fikir sahibi olmak ve onu ortaya koymak yerine, ABABD antetli “fikirleri” getirip Türkiye’de toptan ve perakende şekilde satışa sunuyorlar. Şimdi baştaki soruyu tekrarlamakta yarar var: Kimdir gazeteci? Bugün kaleminin kartuşunu kara milyarder Soros’a, AB’ye ve ABD’ye doldurtanlar düşünmeli biraz. Bugün dincilik yaşamımızı kuşatır ve Çankaya’nın kapısını zorlarken, buna alkış tutanlar bir an olsun duraksamalı. Uğur Mumcu’ya kulak vermeli: “Kalemler vardır, sömürünün, vurgunun zırhıdır. Kalemler vardır, özgürlüğün ve barışın silahıdır. Kalemler vardır, gençlerin idam kementlerinde kırılır, atılır. Kalemler vardır resmi belgelere durmadan imza atar ve kalemler vardır, yılmadan usanmadan eğilmeden bükülmeden yazar.” Bu yıl Uğur Mumcu’yu 14. kez anıyoruz. Unutmayacağız, unutturmayacağız sözleri yine hatırımızda ve dillerimizde. Ama artık çekinik bir unutmayacağız yerine, aktif bir hatırlıyoruz ifadesinin zamanı geldi de geçmiyor mu? Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülüşünün ardından, İlhan Selçuk’un sözleri hep yanı başımızda; “Bizler sürekli cenazelerde mi bir araya geleceğiz” diye soruyordu. Bu soru henüz güncelliğini yitirmedi. Ama daha da acı bir durum var: Hatırlamaz; eğilip bükülen kalemlere kanarsak, bu anma günleri unutturulacak. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi’nin katledilmesi üzerine, 5 Şubat 1979’da kaleme aldığı “Ölümsüz” adlı yazısında, “Çağımızda kahramanlar, kılıçlarıyla değil, kalemleriyle yüceleşiyor” diyordu. Öldürülüşünün 14. yılında Uğur Mumcu’yu özlemle anışımızın; daha da önemlisi arayışımızın en başta gelen nedeni bu değil mi? Bugün köşe kapmaca oynayan çoğu “gazeteci yazar”ın saldırıları, Uğur Mumcu’nun ısrarla savunduğu fikirler üzerinde yoğunlaşmıyor mu? Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Hukuksal Yönü Konuşmacı Av. KAZIM KOLCUOĞLU İstanbul Barosu Başkanı Yönetmen Prof. Dr. GÜNGÖR ŞATIROĞLU Tarih: 24 Ocak 2007 Çarşamba Saat: 17.0019.00 Yer: Taksim Hill Otel, Sıraselviler Cad. No: 9 Taksim İrtibat: 0 212 334 85 00 UMDER (UĞURMUMCU MAH. ÇEVRE, KÜLTÜR ve DAYANIŞMA DERNEĞİ) “VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ” 24 Ocak 1993 UĞUR MUMCU 31 Ocak 1990 Prof.Dr. MUAMMER AKSOY Konuşmacı Gazeteci, Yazar Sayın ÜMİT ZİLELİ Yer: Karanfil Sok. 16/B Uğurmumcu Mah. KARTAL Tarih: 24.01.2007 Çarşamba Saat: 19.00 İletişim: Satılmış TORUN 0 533 646 81 39 / 0 216 475 86 10 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle