21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 OCAK 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Kentin geleceğine ait imar ilkeleri, aklın ve bilimin rehberliğinde belirlendi 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL İzmir’in aydınlanma planı TARİHTEN GELECEĞE BİLİMİN REHBERLİĞİNDE Son bulgulara göre yaşı 8 binlere uzanan İzmir’de, hem kentin elde kalan kimlik değerlerini daha fazla yitirmemek (altta); hem de çağdaş yapılaşma ile yaşanılır kent hedefleri arasında daha uyumlu bir imar düzeni yaratmak için (yanda) 10 yılın planlama ilkeleri şehirciliğin gerekleriyle belirlendi. Türkiye’de Tiyatro Neden Olmaz? (2) Geçen haftaki yazımın son bölümünde, Türkiye’de konservatuvarların tiyatroya da oyunculukbölümlerinin giriş sınavlarında adayların genel kültür birikimlerinin yeterince değerlendirilmemesinin, dahası önemsenmemesinin sakıncalarına değinmiştim. Bugün, söz konusu sınavlarda genelde asıl ağırlık verilen bölüm, yani yetenek sınavı üzerinde duracağım. Bu sınavda adaydan istenen, bir oyundan hazırladığı karakteri veya tipi oynamasıdır. Ölçü ise, adayın hazırldığı rolü ne ölçüde ‘başarılı’ sunduğudur. Genel olarak o güne kadar sahne yüzü görmemiş, seyirci önüne çıkmamış adayların büyük çoğunluğu, sınavın bu bölümüne doğal olarak ‘deneyimli’ biri tarafından hazırlanır. Bu durumda sınavın başarısı, adayların kendilerini role hazırlayanları ne ölçüde taklit edebildiklerine bağımlı olmaktadır. Yaşamında o güne kadar kural olarak hiçbir tiyatro eğitiminden geçmemiş bir adayın bunun dışında bir ‘yetenek’ ya da ‘yaratıcılık’ sergileyebilmesi, elbette söz konusu değildir. Daha da açmak gerekirse, Hamlet’i, Macbeth’i, Zilha’yı, Keşanlı Ali’yi, Vanya’yı, Sonya’yı, Agafya’yı vb. seçmiş olan aday, bu rolleri yorumlayabildiği ölçüde değil –bu, zaten olanaksızdır, ama kendisini sınav için o role hazırlamış olanları bir anlamda papağan gibi taklit edebildiği ölçüde başarılı sayılmaktadır. ??? Sınavlarda seçici kurul üyelerinden çok sık gelen “adayın malzemesinin bir türlü yakalanamadığı” yolundaki yakınmanın kaynaklandığı nokta da işte bu noktadır: Böyle bir uygulamada aday, olası oyunculuk malzemesini değil, fakat ancak ‘taklit becerisini’ ele vermektedir. Bunun da yetenekle veya yaratıcılıkla hiçbir ilintisi yoktur. Öte yandan bu bağlamdaki yeteneğin ve yaratıcılığın belki de en yanılmaz ölçütü sayılabilecek olan doğaçlama, başka deyişle adaydan kendisine verilen herhangi bir durumu oynayarak yorumlamasının istenmesi, sözünü ettiğimiz sınavlarda genelde en az yer tutan uygulamadır. Oysa ciddi bir doğaçlama uygulaması, oyunculuk yeteneği kadar başlangıçta sözünü ettiğimiz genel kültür birikimi hakkında da çok değerli ipuçları ortaya koyar. Çünkü günlük yaşamdan alınma en sıradan durumların yorumlanması istendiğinde bile, adayın gözlem yeteneği, düşünme, dolayısıyla da yaratma yetisini ne ölçüde devreye soktuğu, dünyaya ve çevresine bakış açısından ne ölçüde eleştirellik sergileyebildiği ve nihayet yorumunun biçimlenmesinde okuma yoluyla edinilmiş bilgilerin hamurunu kullanıp kullanmadığı hakkında çok önemli sonuçlara varılabilir. ??? Bugüne kadar seçici kurul üyesi olarak katıldığım sınavlarda, doğaçlamaya neden bunca geri planda yer verildiği yolundaki soruma hiçbir zaman doyurucu bir yanıt alamadığımı da belirtmeliyim. Doğaçlamaya yer verildiği takdirde sınavların çok uzun sürebileceği, adayın karakterleri nasıl yorumladığına da bakılması gerektiği gibisinden yanıtları hiçbir zaman yeterli saymadım. Son olarak, ülkemizde tiyatronun geleceğine gölge düşüren en olumsuz uygulamalardan biri de, ‘oyunculuk kursları’ adı verilen ve sayıları giderek artan kurslardır. Yeterli bir tiyatro eğitimi yoğunluğunu kesinlikle taşımaksızın, doğrudan oyunculuk tekniğine ağırlık veren bu kursların en zararlı yanı, özellikle katılan gençlerde ‘tiyatro insanı olmadan oyuncu olabileceği’ gibi bir izlenim yaratmalarıdır. Geçen hafta başladığım konuyu bu hafta tamamlarken bir talebi dile getirmek istiyorum: Gelin, tiyatro yalanını, tiyatro adına sahneden seyircilere yalan söylemeyi hiç olmazsa eğitim aşamasında başlatmayalım ve geleceğin tiyatro kuşaklarına ancak katıksız tiyatro insanlarının sahnede yapıp ettiklerine oyun adının verilebileceği bilincini aşılayalım! [email protected] [email protected] “tarımı destekleyen bir belediyeciliği” öngörmesi “aydınlanmanın kalesi” olmaya da yakışmıyor mu? İşte böylesi bir özgünlüğü Ege’nin merkezine armağan eden planlama için kimi çevrelerde, “sanayiye önem vermiyor” şeklinde kaygılar uyanmış. Oysa, 1950’den bu yana kurulmuş sanayi yapılarının toplam alanından daha fazlası yine sanayinin gelişmesine ayrılmış. Bugün var olan 9 organize sanayi bölgesinin yüzde 65’inin hâlâ boş olduğu da dikkate alındığında, planda yeni ayrılan yaklaşık 8500 hektarlık alanın sanayideki yatırım ihtiyacında gelecek 30 yıla bile yetebileceği belirtiliyor. Planın buna koşut gelişmelere hizmet verecek önemli bir kararı da ulaşım konusunun AliağaMenderes raylı sistem projesiyle bütünleşecek yeni metro ve demiryolu bağlantılarıyla birlikte, tüm metropoliten bölgede sorunu çözecek şekilde ele alınmış olması. İzmir yakın gelecekte çağdaş toplu ulaşımla da en yaşanılır büyükşehirler arasında yer alacak. İzmir’in işte böylesi kararları içeren İmar Anayasası’nda, arıtmasız yerleşmenin kalmaması; Küçük Menderes ve Gediz havzalarının kirlilikten kurtarılması; ulusal ve uluslararası fuarlar ile kongreler için daha zengin altyapıların oluşturulması; “kent ormanları”nın korunarak yaygınlaştırılması; yıpranan dokularda kentsel yenilemeler ve tarihi semtlerde sağlıklılaştırmaların yanı sıra kültürel mirasın tüm örnekleriyle yaşatılarak korunması; engellilere uygun kentsel düzenlemeler ve spora toplumsal katılım gibi hedefler de var. Bütün bunların ise “adil ve eşitlikçi yönetim anlayışı” ile yaşama geçirileceğinin vurgulanması, kentsel planlama ile demokrasi arasındaki çağdaş ilişkinin de ders verici örneğini sergiliyor. Sözün özü, İzmir şehircilikte de “aydınlanma”nın öncülüğünü yapıyor. SANAYİ DE GELİŞECEK imarlığın tarihi binyıllara uzansa da “şehircilik bilimi” henüz 200 yaşında bile değil. Gerçi, Ege’deki kimi antik kentlerin Anadolu bilgesi Hippodomos’a ait “ızgara plan”larla kurulduğunu biliyoruz. Ancak, insanoğlunun kentlerin geleceğini “belirleyebilme”si için, öncelikle “aklı”nı özgürleştirmesi, yarınlarını “yazgı”dan kurtarması gerekiyordu. Bu ise ancak “Aydınlanma Devrimi” sayesinde ve 19. yüzyılda gelişebildi. Yani Hippodomos, kentlerin sadece “kurulum”larını tasarlamıştı; günümüzün planlaması ise kentin “yaşayarak gelişmesi”ni hedefliyor. Bunun öncelikli koşulunu ise yine aklın ve bilimin rehberliği oluşturuyor. İşte bu nedenle, çağdaş kimliğini “aydınlanmanın kalesi” olarak belirleyen İzmir’in, 2006 yılında tamamladığı “İl Stratejik Planı” özel bir değere sahip. Her alanda bilimi ve toplumsal çıkarları gözeten; yaşamla demokrasiyi, özgür düşünceyle kurumsallaştırmış bu kentimiz; aynı erdemlerini yarınlarının da güvencesi bir şehircilik anlayışına yansıtıyor. Nitekim Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da “aydınlanmanın kenti” için üretilen “aydınlık plan”ı bakın nasıl özetliyor: “Sorunların çözülebilmesi, toplumsal, ekonomik ve mekânsal hedeflerin ve stratejilerin sağlıklı olarak belirlenmesiyle mümkündür. İzmir kenti için yaşam destek sistemleri ile ekosistemlerin, biyolojik çeşitliliğin, yeraltı ve yerüstü doğal kaynakların, su, toprak ve hava kalitesinin korunarak, sürdürülebilir bir geleceğin öngörülmesi planın temel ilke ve stratejisidir. Planlama çalışması, belediyeler ve akademik kurumlar, kamu kuruluşları, M meslek kuruluşları ve sektör temsilcileriyle sürekli ve düzenli toplantılar yapılarak demokratik bir ortamda ve katılımla sonuçlandırılmıştır. Planda kişi ve gruplara rant sağlanmamıştır. Kentin ve toplumun çıkarları korunmuştur...” Yaklaşık 2.5 yıl süren çalışmalarla elde edilmiş “İzmir Büyükşehir Belediyesi 20062017 Stratejik Planı” kentin hem yol haritası, hem de “imar anayasası”. Böylece, en azından 10 yıl boyunca nereye hangi yatırım yapılmalı; çevre, yaşam ve kültür değerlerini gözeten bir imar sürecinde nereler hangi işlevleri üstlenmeli; hatta kenti çevreleyen yerleşim alanlarının kendi gelecekleri ile metropolün geneline ait gelişme kararlarında nasıl bir uyum sağlanmalı; bütün bunlar artık “meçhul” olmayacak. Planın, geçmişte pek düşünülmeyen önemli bir açılımı da kenti çevreleyen tarımsal alanlara yönelik kararları da geliştirmesi. Çünkü, yeni yasayla büyükşehir sınırları genişleyince, daha önce kent merkeziyle ilişkileri yeterince kurulmamış olan tarım İMARIN ‘ANAYASASI’ DEMOKRASİYLE YAŞAMAK sal karakterli yerleşimler de artık metropoliten alan içinde kalmış oluyor. Bu gelişmeyi “İzmir, artık aynı zamanda bir tarım kenti...” diyerek özetleyen Başkan Kocaoğlu diyor ki: “Sorumluluk alanımıza bu yerleşimler de girince, belediye bünyesinde, belki de tarihte ilk kez ‘tarım komisyonu’ kurmak zorunda kaldık. Amacımız tarım alanlarını da korumak ve üretimin gelişmesi için gereken önlemleri almak...” Son dönemlerin hükümetleri, IMF ve Dünya Bankası politikalarının dayatmasıyla, ulusal politikalarda tarımı açıkça gözden çıkartırlarken; İzmir’deki yerel politikanın Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası genç yetenekler arıyor Türk müziğinin usta isminin ölümünün 9. yılı Genç sanatçı adaylarına müjde Kültür Servisi 2006 yılında “çoksesli evrensel müzik alanında orkestralar oluşturarak gençlerimizin orkestra deneyimi edinmelerine öncülük etmek ve profesyonellik öncesi çalışmalar yapmalarına olanak vererek sanatsal gelişimlerini sağlamak amacıyla kurulan’’ Gençlik Orkestraları Derneği, Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası için sanatçı adayları arıyor. Adaylar, yurt genelinde konservatuvar ve eğitim fakültelerinin müzik bölümlerinde eğitim gören 1421 yaş arası öğrencilerden seçilecek. Orkestraya katılmak isteyenlerin, 15 Şubat tarihine kadar [email protected] adresine başvuruda bulunmaları gerekiyor. Seçilen kişiler, şef Cem Mansur yönetiminde, deneyimli çalıştırıcıların denetiminde, 1529 Temmuz tarihleri arasında Uludağ’da çalışmalarına başlayacak. Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası, Avrupa Ulusal Gençlik Orkestraları Federasyonu (EFNYO) ve EAYO üyesi. N AZ ÜÇ KONSER Orkestra bu kuruluşlara üye diğer Avrupa Gençlik Orkestraları ile ortak tasarılara katılabilecek, yurtiçindeki ve yurtdışındaki festivallerde konser olanakları elde edebilecek. Orkestra üyeleri ayrıca, orkestralar arası değişim programlarından yararlanabilecek. Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası’nın staj süresi sonunda, tatil süresince, Türkiye çapında en az 3 konser vermesi öngörülüyor. Safiye Ayla anıldı ürk müziğinin usta isimlerinden Safiye Ayla ölümünün 9. yılında T Zincirlikuyu’daki mezarı başında düzenlenen törenle anıldı. Ayla için düzenlenen törene Türk Eğitim Vakfı (TEV) Genel Başkanı Turgut Bozkurt, Genel Başkan yardımcısı Gülsel Bilal, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Senatosu Yazmanı Seraceddin Zıddıoğlu, TEV yetkilileri, bursiyerleri, sevenleri ve yakınları katıldı. TEV Genel Başkanı Bozkurt, Ayla’nın burs fonundan bugüne kadar 1004 öğrenciye burs verildiğini belirterek “Bu sayı bu yıl ise 1154’ü bulacak” dedi. 1917 yılında doğan, 14 Ocak 1998’de hayatını kaybeden Ayla, gençlerin eğitilmesi inancıyla tüm malvarlığını maddi olanaklardan yoksun yetenekli gençlere öğrenim hayatlarında destek olmak amacıyla Türk Eğitim Vakfı’na daha kurulduğu yıllarda bağışlamıştı. E ‘Dondurmam Gaymak’ Oscar dışı ? Kültür Servisi Oscar’a aday adayı olan 61 ülkeye ait filmlerin sayısı ön jüri tarafından dokuza indirildi. Türkiye adına ‘En İyi Yabancı Film Oscarı’na aday adayı gösterilen Yüksel Aksu’nun Dondurmam Gaymak’ının yer almadığı dokuz filmlik liste şöyle sıralanıyor: ‘Days of Glory’ (Rachid Bouchareb), ‘Water’ (Deepa Mehta), ‘Nikâhtan Sonra’ (Susanne Bier), ‘Avenue Montaigne’ (Daniele Thompson), ‘The Lives of Others’ (Florian Henckel von Donnersmarck), ‘Il labirinto del fauno’ (Guillermo del Toro); ‘Black Book’ (Paul Verhoeven), ‘Dönüş’ (Pedro Almodovar), ‘Vitus’ (Fredi M. Murer). (Fotoğraf: NİHAN İNAL) Yapı Kredi Yayınları’ndan telif haklarına koruma... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yapı Kredi Yayınları (YKY), bu ayın ilk haftasında, telif haklarına sahip olduğu yazar ve şairlerin yapıtlarına yer veren edebi içeriği olmayan internet sitelerine yazılı uyarıda bulunarak telif haklarının korunması kapsamında bu yapıtların yayından kaldırılmasını sağladı. Sanata, emeğe ve telif haklarına saygı düşüncesinden yola çıkan Yapı Kredi Yayınları, aralarında Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever, İlhan Berk, Ece Ayhan, Ahmet Muhip Dıranas, Orhan Veli, Sait Faik, Sabahattin Kudret, Yahya Kemal ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi pek çok edebiyatçının yapıtlarının, içeriği uygun olmayan sitelerde kullanıma açılmasının önüne geçti. YKY Genel Yayın Yönetmeni Raşit Çavaş, dün yaptığı yazılı açıklamada, internette “şiir” başlığı ile yapılan aramalarda yaklaşık 12 milyon site ile karşılaşıldığını belirterek şunları söyledi: “YKY’nin şairlerinin şiirlerini izinsiz ve telif haklarını öde Yapı Kredi Yayınları (YKY), bu ayın ilk haftasında, telif haklarına sahip olduğu yazar ve şairlerin yapıtlarına yer veren edebi içeriği olmayan internet sitelerine yazılı uyarıda bulunarak telif haklarının korunması kapsamında bu yapıtların yayından kaldırılmasını sağladı. meden yayımlayan sitelerdeki reklamların içinde bilgisayar oyunları, cep telefonu reklamları, rüya yorumları, günlük fallar, hatta canlı sohbet bölümleri var. Böyle bir sitenin şiir adı altında para kazanmak için yapılmış bir site olduğunu kimse inkâr edemeyecektir. Bir Nâzım Hikmet şiirinin tepesinde sevgili arayanlara arkadaş bulan sitenin ilanı; ‘Açların Gözbebekleri’ şiirinin yanında, alay edermişçe sine 925 ayar gümüş kolye reklamı yer alabiliyor.” Bazı sitelerin ise dilediğiniz şairin adıyla giriş yapmaya ve kendi şiirinizi onun adı altında yayımlamaya olanak tanıdığını belirten Çavaş, yayımlanan şiirlerin bozulup bozulmadığını denetleyen bir mekanizmanın da olmadığını belirtti. Şiirlerin, şairlerden ve mirasçılardan izin alınmadan ve bazen değiştirilerek, şairlere ve vârislerine ödeme yapılmadan yayımlandığını da anımsatan Çavaş, bunun bir ticari suç olduğuna dikkati çekti. Çavaş, şöyle devam etti: “Önde gelen şairlerimizi 16 bin şairden biri yapmak ve sağlarına sollarına reklam koymak, en hafif deyişle bu şairlere hakarettir. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, bu şairlerimizi anlaşmalarla sadece geçici olarak temsil etmektedir. Bu yüzden siteler üzerindeki bütün yaptırımları sadece temsilci sıfatıyla ve vârislerin dileğiyle yapmaktadır.” İlk kez ‘Telefon’ ve ‘İnsan Sesi’... ? Kültür Servisi Ankara Devlet Opera ve Balesi ünlü çağdaş besteciler İtalyan Gian Carlo Menotti’nin “Telefon” ve Fransız Francis Poulenc’in “İnsan Sesi” adlı operalarını, ilk kez Ankara’da sahneliyor. 21 Ocak Pazar günü saat 15.00’te Operet Sahnesi’nde Ankaralı sanatseverlerle buluşacak yapıtların ortak konusu telefon. İlk bölümde sahnelenecek “Telefon” adlı yapıt, 1846 yılında Menotti tarafından komik opera olarak yazılmış ve uluslararası bir üne kavuşmuştu. Opera; telefon konuşmalarına düşkün bir genç kız ve sevgilisinin komik öyküsünü konu alıyor. İkinci yapıt “İnsan Sesi”, kendisinden ayrılmak isteyen sevgilisiyle telefonla konuşan bir kadının trajedisini işliyor. Yapıtları, İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Evin Atik Yerli sahneye koyuyor. Dekor tasarımları Yusuf Toker’e, kostüm tasarımları Mine Erbek’e, ışık tasarımları Tahsin Çetin’e ait olan birer perdelik operaların oyuncuları ise Elif Önal / Olça Kuntasal (Lucy), Zühtü Gürsal / İnanç Makinel / Serhat Konukman (Ben), Sayra Seyhan Geçim / Mehlika Karadeniz (Kadın). Sanatçılara piyanoda; Çiçek Cihan Tek, Aylin Özuğur ve Ongun Kula eşlik ediyor. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle