18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 EYLÜL 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ‘Haklarımızı içselleştiremedik’ AV. ŞENAL SARIHAN Ü lkemiz kadını, Cumhuriyet, devrimlerle başlayan, günümüze uzanan kazanımlarını, iki önemli alanla birleştirmeyi başaramadı. Bunlardan ilki, kadınların sahip oldukları hakları, ödünç alınmış bir süs eşyası gibi taşımalarıdır. Bu hakları, içselleştirmek ve yaşama yansıtmakta kadınlar olarak henüz becerikli değiliz. Daha önemlisi, yasaları çıkarma yetkisi taşıyanların, başka deyişle yasa koyucunun da bu hakları içselleştirmediği gerçeğidir. Örneğin; kadını şiddete karşı koruma yasasına imza koymuş olan kimi yetkililerin dahi eşlerini dövdükleri savları basında yer almaktadır. Töre cinayetleri, hâlâ bir kesim için onaylanabilir öldürümler olarak ifade edilmekte, kadınlar, siyasi parti vitrinlerinin ‘cici bibloları’ olarak kabul edilmekte, onların güçlerini göstermelerine olanak verilmemektedir. TÜRKİYE’DE YASAL DÜZENDE KADINLARIN KAZANIMLARI G ciliğin olumsuz etkisi vardır. İçinde bulunduğumuz olumsuzluklar, umutsuzluğa kaynaklık etmemelidir. Ülkemizde kadın hareketi, bu olumsuzlukları aşabilecek tarihsel bir birikime sahiptir. Bu birikimi yeniden önümüze koymak ve güçlerimizi ülkemiz için birleştirmek gibi bir sorumluluğun sahibiyiz. YARIN: PINAR SELEK Güçlenen kadın ve savaş ‘Özgürlük’ anlayışında yanılgı eride bıraktığımız on yıllık süre, Türk hukuk sisteminde kadın hakları yönünden önemli kazanımların yaşandığı bir süreç oldu. Öncelikle kadınların kendileri için yükseltecekleri mücadele ile başarılacağının bilinci içinde hem bireysel olarak aktif kadın mücadelesi içinde yer aldılar, hem de örgütlü yapılanmaları geliştirerek ve bu örgütler arasında dayanışmayı sağlayarak istemlerini görünür ve duyulur kıldılar. Başta barolar olmak üzere meslek örgütleri ve sendikalarda görev almış olan kadınlar, içinde bulundukları kuruluşları da kadın sorunlarına duyarlı kılmaya ve kadın sorunlarının çözülmesi için eylemliliğe yönlendirdiler. Uluslararası planda kadın hareketinin kazanımları, Türkiye’de yaşayan kadınların pratiğiyle birleşerek özellikle yasal planda yeni kazanımların yaratılmasına öncülük etti. Ailenin Korunması Yasası ilk önemli kazanım oldu Bu alanda, kadınların en önemli kazanımı, 14 Ocak 1998 tarihinde kabul edilen 4320 sayılı ‘Ailenin Korunmasına Dair Yasa’ oldu. Bu yasa esas olarak kadının şiddete karşı korunmasını amaçlıyordu. Parlamentonun ailenin korunmasını, kadının korunmasından üstün tutan değer yargıları nedeniyle yasa; ‘‘kadının şiddetten korunması’ adıyla yürürlüğe giremedi. İçerik olarak aile içinde özellikle kadının, ‘‘kocanın şiddetinden korunmasını’’ düzenleyen yaptırımlar içerdi. Medeni Yasa, kadını evlilik ilişkilerinde eşit duruma taşıdı Kadınların yasal plandaki ikinci önemli kazanımı, 22.11.2001 günü kabul edilmiş olan 4721 sayılı yeni Türk Medeni Yasası’nın kabulü ile gerçekleştirildi. Medeni Yasa, kadınların özellikle evlilik içi ilişkilerde koca ile eşitliğini sağlayan ve kadının ev içi emeğini değerli kılan düzenlemeleri sağladı. Eski Medeni Yasa’da, ‘Ailenin reisi kocadır’ biçiminde olan düzenleme tümüyle yürürlükten kalktı. Evlilik yaşı yükseltildi. Kadınların çocuklar üzerindeki hakları kocayla eşit bir hale geldi. Aile konutu olarak seçilmiş olan meskende kadının oturma hakkı güvenceye alındı. Boşanma halinde, evlilik birliği içinde edinilen malların eşit bir biçimde paylaşımı güvenceye alınmış oldu. Ayrıca seçimlik rejimler geldi. Çocukların velayet hakkı konusunda eşler ortak yetkilere sahip oldular. Ancak bu olumluluklara karşın kimi düzenlemelerde, Türkiye koşullarında kadın için pozitif ayrımcılığın dikkate alınması gereği göz ardı edilmiş oldu. Anayasa değişikliği ile kısmi güvenceler sağlandı Diğer önemli sorun, kadın hakları mücadelesinin ulusal istemlerle birleştirilememiş ve emperyalizmi hedef almamış olmasıdır. Dünyamız, bugün ezenlerin ve ezilenlerin yaşadığı bir ‘savaş alanı’dır. Ezenler, şekere bulanmış silahlarla, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın hareketinin kafasını önemli ölçüde karıştırmayı başarmış durumdalar. Bugün kadın hareketi, bir grup aydında da izlendiği gibi, ‘vatanseverliği’, ‘milliyetcilikırkçılık’ gibi kavramaya yönelmiş, hatta bu konuları tartışmaktan kaçınır hale gelmiştir. Küreselleşmenin, giderek, ulus devletlerin yok edilmesi ve vatansızlaştırmaya yöneldiği gerçeği, geniş bir kadın grubu için yok sayılmaktadır. Filistinli ozan Mahmud Derviş sürgünde yazdığı bir şiirinde şöyle diyor: ‘‘Annem, babam, kardeşim, ailem, Dinleyin beni; Belki hayattasınız, belki öldünüz, Belki benim gibisiniz. Belki de adresiniz bile yok, Vatanı olmayan, adresi olmayan Bir adamın değeri nedir?’’ Bugün kadın hareketinin bu soruyu kendisine de sormasının gerekli olduğu inancındayım. Vatanı olmayan kadınların değeri nedir? Ne yazık ki bugün kadın hareketi içinde diğer bir yanılgı da ‘‘özgürlük’’ anlayışındadır. Özgürlük kavramı, pek çok kadın arkadaşımızın bilincinde önemli ölçüde karışmıştır. Örneğin, esaretin simgesi olan türban, bir kadın hakkı sorunu gibi değerlendirilmekte ve savunulmaktadır. Bu konuda kadınlar arasında ciddi bir ayrılma vardır. Türban kadını köleleştirmektir Kadınlar, hem barış eylemlerinde hem de savaşın silahlı militanı... Lübnan savaşına karşı eylem ile şavaşa devam eylemi aynı günde. Devletin savaş politikasına karşın İsrail’de kadın barışçı olmak GÖNÜL DİNÇER ıkça söylendiği gibi kadınlar ‘‘kadın’’ oldukları için otomatikman barışsever değiller. Onları anne ve eş rollerine, ikincil bir cins olmak durumuna razı eden erkek egemen sistem, kendi militarist değerlerini, sorunlara şiddet ve savaşla çözümden başka yol olmadığı anlayışını topluma benimsetirken kadınerkek ayrımı yapmıyor. ‘‘Kadın’’ olarak doğulmadığı gibi, barışçı olarak da doğulmuyor; erkek egemen sistem kadınların hem ‘‘kadın’’ hem de militarist olması için de elinden geleni yapıyor. Her yolla: Eğitim, kültür, medya, siyasi propaganda vs... Böylece, kadınların savaşta, hele günümüzün savaşlarında en büyük acı ve çileleri çekmesine, ölüm, yıkım, göç, tecavüzle yüz yüze gelmesine karşın, çoğunlukla savaşçı politikaların destekçisi, hatta ‘‘cesaret ana’’ rollerini benimsemeleri sağlanıyor. Buna karşın, kadınların savaşın en büyük acı ve çilesini yaşarken, ‘‘zaferden’’ pay almadıkları gerçeği bilince çıktığı ölçüde, onların savaş karşıtı politikalara kazanılması kolaylaşacaktır. S LÜBNANLI ÇOCUKLAR İSRAİLLİ ÇOCUKLARIN MESAJLARINI ALDILAR! Türban istemi kadın özgürlüğünü değil, kadının tüm kazanımlarını yok etmek ve kadını yeniden köleleştirmek isteyen, kökdendinci siyasal anlayışın programıdır ve bu programın uygulanmasına kadınlarımız alet edilmektedir. Bu siyasal sistemin arkasında ise emperyalist güçler bulunmaktadır. Emperyalizm, dün olduğu gibi bugün de üçüncü dünyada irticayı desteklemeye ve beslemeye devam ediyor. Bu nedenle, türbanın desteklenmesi, irticanın ve gerici iktidarların da desteklenmesidir. Ülkemizde kadın hareketinin yolu, aydınlanmanın yoludur ve bu yoldaki ilk eylem, kazanımların korunmasıdır. Oysa kadın hareketimiz, son on yılda, kendi sorunlarını hızla çözerken ve bu konuda deneyimler kazanırken, politik sorunların ve diğer toplumsal sorunların dışında kalmıştır. Kadınların yasal istemleri noktasında sayısız eylem düzenleyen kadın hareketi, bu süreç içinde, 15 Şubat 1997 tarihinde, Ankara’da 35.000 kadının katıldığı ve ardından iktidar değişikliğine yol açan ‘Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü’ niteliğinde, politik sorunlar ile kadın sorunlarını özdeşleştirmiş güçlü bir eyleme imza koyamamıştır. Bugün kadın hareketi Savaş karşıtı sesler Devletin savaş politikasına karşı kadın barışçı olmak, sorunların çözümü ve güvenlik için tek yolun güç kullanma ve savaş olduğunu savunan geleneksel erkek egemen anlayışa karşı bir bilinç, feminist bilinç ve büyük cesaret gerektiriyor. Bu durum her şeyden önce, kadınların da zorunlu askerlik hizmeti gördüğü, ‘‘Güvenlik için savaş tek alternatif’’ diyerek Lübnan ve Gaza’ya saldıran İsrail’de ve İsrail kadınbarış hareketi için de geçerli. İsrail’in, ülkenin güvenliği için zorunlu olduğunu savunarak Lübnan’a karşı açtığı savaşı halkın yüzde 90’ının desteklediği söyleniyor. Öyle ki, ‘‘Barış Şimdi’’ (Peace Now) adlı İsrail’in en büyük barış örgütü bile bu savaşın başında, İsrail için bir ‘‘ölümkalım’’ savaşı olarak desteklediğini belirtti. Ama bu koşullarda bile, İsrail’de başta kadınbarış grupları olmak üzere savaş karşıtı sesler ve eylemler ortaya çıktı. Başta İsrail medyası olmak üzere dünya medyasının görmezden geldiği bu sesleri ve eylemleri bilmek, örnek almak ve desteklemek çok önemli. İsrail ‘‘Barış İçin Kadın Koalisyonu’’ (Coalition of Women For Peace www. coalitionofwomen.org) çatısı altında birleşen Bat Shalom, Siyahlı Kadınlar (Women In Black) gibi İsrailli kadın barış örgütleri savaşa karşı harekete geçti. Suçlu aramadan Bat Shalom’lu kadınlar yıllardır işgale karşı, iki devletli adil ve sürdürülebilir bir çözümden yana mücadele veriyor. Şiddetin çözüm ve güvenlik değil tehlike yarattığını savunuyor. Lübnan’a, Gaza’ya saldırının başladığı günlerde yaptığı açıklamada, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmemek ve seçilmiş Hamas hükümetini yasadışı ilan etmekle yanlış yaptığını, Hamas hükümetiyle görüşülmesini, Lübnan saldırısının durdurulmasını ve esir değiştokuşunun görüşülmesini savundu. Siyahlı Kadınlar, yine aynı günlerde dünya kadın ve barış hareketine bir çağrı yaptı ve şu talepler veya benzerleriyle o hafta sonu kendileriyle paralel eylem yapmalarını istedi: kanlığı önünde eski solcu sendikacı Bakan Peretz’e karşı gösteri düzenlendi. 29 Temmuz’da 17 kadınbarış örgütünce Tel Aviv’de 3000 kişilik bir yürüyüş yapıldı. Savaş karşıtı kadınlar, ‘‘Hainler’’, ‘‘Orospular’’ diye haykırarak ve üzerlerine yumurta atarak saldıranlara göğüs gerdiler. Onlara, ‘‘Barış ve güvenlik, ölü bedenler üzerinden sağlanamaz!’’, ‘‘Beyrut’ta da, Hayfa’da da çocuklar yaşamak istiyor!’’, ‘‘Savaşa değil eğitime, sağlığa, engellilere para gerek!’’ diye seslendiler. 31 Temmuz 2006’da Lübnan, Gaza savaşı ve Kana katliamına karşı ABD Konsolosluğu önünde gösteri yapıldı. İsrail’de savaş karşıtı hareketin ortak gösterilerinin en büyüğü 5 Ağustos’ta 5000 kişinin katılımıyla Tel Aviv’de yapıldı. Gush Shalom adlı barış örgütü, Barış İçin Kadın Koalisyonu, Ta’ayush, Anarchists Against Wall gibi örgütlerin, feministlerin, askerde çocuğu olan anababaların, HADASH, BALAD, United Arap List gibi partilerin ve MERETZ partisinden kimi politikacıların katıldığı ve savaş yanlılarının saldırısına uğramasına karşın gerçekleşen bu gösteri medyada pek yer almadı. Mitingde Olmert ve Peretz’ten, çok geç olmadan bu çılgın ve sonuçsuz savaşı hemen durdurması, esirdeğiş tokuşu yapılması istendi. Lübnan halkına yapılanlardan derin utanç duyulduğu belirtildi. Filistinlilere karşı Gazze’de ve işgal altındaki bölgelerde işlenen suçlar kınandı; savaşı durdurmak ve halklar arasında barış sağlamak için işbirliği çağrısı yapıldı. Güvenlik arayışı 5 Ağustos mitinginde, Gush Shalom’dan Uri Avnery, katılanlar adına yaptığı konuşmada, savaş karşıtlarının bugün küçük ve marjinal görünen bir azınlık olduklarını; ama, bir ay ya da bir yıl sonra bu çılgın savaşa ‘‘dur’’ diyenler arasında olmanın onurunu yaşayacaklarını vurgulamıştı.. Oysa, daha bir ay bile geçmeden savaşın başında hükümeti destekleyen Barış Şimdi (Peace Now) adlı örgüt, hükümetin savaş politikasını eleştirmeye başladı. İsrail kadınbarış hareketi, sadece bu savaşı durdurmak için çalışmakla yetinmiyor. İsrail halkına ve kadınlarına benimsetilmiş olan ‘‘Güvenlik için savaş zorunlu’’ militarist anlayışına karşı, ‘‘Güvenliği Yeniden Tanımlamak’’ adlı uzun soluklu bir kampanya yürütüyor. İşgal ve savaşla korunduğu savunulan ‘‘militarist güvenlik’’ anlayışının yerine, daha kapsamlı ve ancak barış ortamında ve şiddet dışı yöntemlerle sağlanabilecek ‘‘insan güvenliği bireyin korunması’’ anlayışının geçmesi için çalışıyor. Kadınların bilinçlenmesi, erkek egemen değerleri, militarist güvenlik çözümlerini sorgulaması için kadınlara şu soruları soruyorlar: Güvenlik önemli, ama kendini bugün dünden daha güvende hissediyor musun? Ekonomik güvensizlik, evde şiddet, sokaktaki suçlar sürerken ve ekolojik dengenin bozulduğu koşullarda kendini güvenli hissediyor musun? Güvenlik anlayış ve çözümlerinde böylesi bir köklü değişime İsrail kadar bizim de gereksinimimiz yok mu? YARIN: ZEYNEP AVCI Savaş alanı gibi kadın Kadın hareketi için diğer önemli kazanım anayasanın 10. ve 41. maddelerinde yapılan değişikliklerle sağlandı. Öncelikle 3.10.2001 tarihinde yapılan bir değişiklikle anayasanın ‘‘Ailenin Korunması’’ başlıklı 41. maddesinin 1. fıkrasına; 3.10.2001 tarihinde ‘Aile Türk toplumunun temelidir’ cümlesinden sonra gelecek şekilde ve ‘Eşler arasında eşitliğe dayanır’ hükmü eklenerek kadın erkek eşitliği anayasal planda da güvence altına alınmış oldu. Anayasanın, ‘kanun önünde eşitlik’ başlıklı 10. maddesine ise, Nisan 2004’te; ‘kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir, devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür’ cümlesi eklendi. Oysa kadınlar, 10. maddede, pozitif ayırımcılığı ifade eden açık bir düzenlemenin yer almasını istiyorlardı. Böylece kadınların ısrarla savundukları ‘olanak eşitliği ve eşitliğin sağlanması için gerekli önlemlerin ayırımcılık teşkil etmeyeceği’ ilkesinin anayasada güvenceye alınması istemi reddedilmiş oldu. Oysa kadınlar anayasanın 10. maddesine eklenmesi gereken fıkranın: ‘Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir, devlet toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için, geçici özel tedbirler dahil gerekli tüm önlemleri alır’ biçiminde düzenlenmesini amaçlıyorlardı. TCY değişikliği koruyucu düzenlemeler getirdi Kadın hareketi, Türkiye’de yaşanan şiddete adeta kaynaklık eden ve şiddet uygulayıcılarını koruyan Türk Ceza Yasası’nın kimi maddelerinin değiştirilmesi konusunda yoğun bir mücadele sürdürdü. Değişen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, kadının vücut bütünlüğüne yönelik tecavüz ve taciz gibi cinsel şiddet içeren suçları, birey olarak kadına yöneltilmiş eylemler olarak değerlendirmiyor, bu tür suçlardan öncelikle toplumun, genel ahlak ve adabın rencide olduğunu kabul ediyor idi. Kadın hareketi, bu kabulün, kadını mal sayan anlayışın bir parçası olduğunu, cinsel şiddet suçlarının mağdurlarının, doğrudan ve birinci sırada kadınlar olduğunu be Kendi ulusunun bağımsızlık sorununa uzak duran bir kadın hareketinin, mazlum ülkelerin acıları ile de ilgilenmesi olanaksızdır. Bugün kadın hareketi, komşularımız, Irak, Lübnan ve Filistin’de yaşananlar karşısında kitlesel bir direniş gösterememektedir. Tekil ve yalnızlaştırılmış tepkilerin ise yeterli etkiyi sağlamayacağı açıktır. Ülke sorunlarından, politik kökenden koparılmış bir kadın kazanımının kalıcılığı ve gerçekliği de mümkün olamayacaktır. Bugün tüm kazanımların, adeta bir vitrin malzemesi haline gelmiş olmasının nedeni de kanımca budur. Kadının dolgu maddesi olmaktan uzaklaşması, ancak, karar mekanizmalarında ve bu mekanizmaları etkileyecek politik birikim ve nitelikle olanaklıdır. Kadın hareketinin diğer bir zayıf halkası da genç damardan yoksun olmasıdır. Ülkemiz için yaygın bir problem olarak karşımızda duran gençliğin ulusal bilinç ve sorunlar konusundaki adamsendeci tutumu, ne yazık ki kadın hareketi için de ciddi bir sorundur. Bugün kadın örgütlerinin birkaçı dışında genç kadınlara rastlamak neredeye olanaksızdır. Kadın örgütleri, çoğunlukla, özellikle 68 kuşağının ellili yaş üzerindeki kadınlarından oluşmaktadır. Bu sonuçta da emperyalizmin gençliğimize pompaladığı yozkozmopolit kültürün ve birey Mesajı alıp ölen kardeşler artık fotoğraflarda yaşayacaklar. Savaşı ve akan kanı durdurun. İsrail işgaline son. Barış ve adalet için görüşmeye başlayın. Bu sloganlarla o hafta sonu çeşitli İsrail kentlerinde ve dünya üzerinde 55 yerde gösteriler düzenlendi, hâlâ da düzenleniyor. Lübnan savaşının başladığı günlerde Hayfa’da Savaşa Karşı Kadınlar (Women Against War www. womensenews.org) adlı yeni bir kadınbarış örgütü kuruldu. Biri Yahudi diğeri Müslüman iki İsrailli kadın tarafından kurulan bu örgüt, Hizbullah tarafından bombalanan Hayfa’da her gün bir barış eylemi düzenliyor. Sayıları az da olsa bu cesur kadınlar, ‘‘Önemli olan kimin suçlu olduğu değil, savaşı durdurmak.. her iki taraftan da ölüm istemiyoruz.. bu savaş tek seçenek değil’’ diyorlar ve ölüm tehdidi alıyorlar. Bu örgüt ve Bat Shalom, her gün Batı Şeria’da Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı önünde gösteri düzenliyorlar. 28 Temmuz’da 100 kişi, Kana katliamına karşı Kudüs’te gösteri yaptı. Aynı gün bir başka grup Savunma Ba lirterek bu suçların ‘topluma yönelik suçlar değil, bireylere yönelik suçlar’ başlığı altına alınmasını önerdiler. Bu istemleri kabul edildi. Bu kabul, Türk Ceza Yasası’na evlilik içi tecavüz ve işyerinde cinsel taciz eylemlerinin de ceza yaptırımına bağlanmasına olanak sağladı. Namus cinayetleri engellenemedi Yasa koyucu, namus cinayetlerini bir bütün olarak cezalandırmak yerine 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinde ‘töre saiki ile’ işlenen cinayetleri nitelikli adam öldürme fiili sayarak, kısmi bir kabule yöneldi. ‘Töre cinayeti’, ‘namus cinayeti’ kavramını karşılamakta yeterli değildi. Şeref, namusun korunması, geniş alanlarda ve tümüyle bireysel kararlarla işlenen cinayetlere gerekçe yapılıyor ve bu gerekçelerle işlenen cinayetler, ceza indiriminden yararlanıyordu... Bu nedenle, yeni düzenleme, sorunu kökten çözmekten uzaktı. Bütün bu olumsuzluklarına karşın, Türk Ceza Yasası’nın kadın için önemli kazanımlar getirdiği açıktır. Şunu da belirtmek gerekir ki, kadın hareketi, Türk Ceza Yasası’nda 30 ayrı değişiklik önermiş ve bunun büyük bir çoğunluğu yeni yasada kabul görmüştür. Bu durum, kadının insan hakları yönünden çok önemli bir gelişmedir. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle