23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL AKP Neler Yaptı?.. Güzel yurdumuz, AKP yönetiminde, ABD, AB, IMF üçlüsünün kıskacına biraz daha sokulmuştur. AB, gelecek için hiçbir umut vermezken, tersine, Türkiye’nin gelecekte bile AB’ye alınmayacağı açıkça söylenirken, kabul etmemize olanak bulunmayan ödünler, bir bir önümüze konulmaktadır. Boğazların, akarsularımızın yönetimi, AB adına bizden alınmak istenilmektedir. Ek protokolü imzalayarak Kıbrıs’ı elden çıkardık. PENCERE bizim bildiklerimiz doğrudur, başka doğru tanımayız diyorlar. Bu tavırları ile hem gelecek kuşaklara kötü örnek oluyorlar hem de Türkiye’yi küçük düşürüyorlar. İsrail’e bakın: İsrail, bir askerinin kaçırılması üzerine, Ortadoğu’yu birbirine katıyor. Lübnan’ı bombalıyor, Filistin’i bombalıyor, sivilleri öldürüyor, insan haklarını çiğniyor. Sözde uygar Batı, durumu sessizce izliyor. ABD, İsrail’in haklı olduğunu ve kendisini savunduğunu söylüyor. Ayrılıkçı terör örgütü, askerlerimizin, polislerimizin yaşamlarına son veriyor. Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanmak ve kendisini savunmak istiyor. Bu amaçla, Kuzey Irak’a sınır ötesi bir girişim akla geliyor, İsrail’e verdiği desteği unutan Batı, ABD, Türkiye’nin karşısına çıkıyor, gözdağı veriyor. Uluslararası düzeyde bu denli güç tutumları Türkiye’yi bu duruma getirmiştir. IMF’nin buyruklarından çıkamayan yönetim, gelir dağılımındaki dengesizliği arttırmış, işsizliği dayanılmaz boyutlara getirmiştir. Üniversiteyi bitirenler bile, işsizler kervanına katılmışlardır. Ekonomik kaynaklarımız aymazca satılmıştır. Özelleştirmelerden bu güne değin elde edilen para, sekiz milyar dolardır. Bu para, yalnızca satılan TÜPRAŞ’ın iki yıllık kârıdır. Yerli yatırımcı stopaj vergisini öderken, yabancı yatırımcıya stopaj vergisini tümden kaldıran yönetim, Lozan’da son verilen kapitülasyonları yeniden getirmiştir. Güzel yurdumuz, AKP yönetiminde, ABD, AB, IMF üçlüsünün kıskacına biraz daha sokulmuştur. AB, gelecek için hiçbir umut vermezken, tersine, Türkiye’nin gelecekte bile AB’ye alınmayacağı açıkça söylenirken, kabul etmemize olanak bulunmayan ödünler, bir bir önümüze konulmaktadır. Boğazların, akarsularımızın yönetimi, AB adına bizden alınmak istenilmektedir. Ek protokolü imzalayarak Kıbrıs’ı elden çıkardık. Şimdi, hava ve denizlimanlarımızın, AB adına Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açılması isteniliyor. AKP bundan önce ne yaptıysa, bundan sonra da aynı şeyleri yapacaktır. Bu sorunların tümünden kurtulmak yolu vardır. Bu yol, önce AKP yönetiminden kurtulmaktan geçmektedir. Ulusumuz bunu seçimlerle başaracaktır. Seyirci Olmak da Suça Katılmaktır... Bilmem, bir gün Bush’ları, Condi’leri, Olmert’leri bir İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılanırken görebilecek miyiz? Nasıl Göring’leri, Keitel’leri vb.’leri görmüşsek... Savaşta en katı, en iğrenç araçlarla milyonları öldürenleri!.. Bugün de öyle mahkemeler var... Gerçi çoğu belli güçlere dayamış sırtını, belli çıkarlara hizmet etmekte, ama var, yargılıyor, suçluyor, cezalandırıyor... İsrail’in BM temsilcisinin konuşmasını TV’lerde izlediniz mi? Koskoca BM Güvenlik Konseyi toplanmış, bir ateşkes konusu görüşülecek, Lübnan temsilcisi ‘‘katliam’’ diyor, İsrail’in yaptığı gerçek bir soykırım diyor. Hani Batılılar ikide bir Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlarlar ya, İsrail’in Beyrut’ta, Gazze’de, Kana’da işledikleri soykırım değil midir? Ana, çocuk, yaşlı demeden tepeden uçaklarla, denizden gemilerle, füzelerle sivil halka kıymak!.. Birleşmiş Milletler neden kuruldu? Dünyaya sürekli barış dengesi getirsin diye!.. Oysa 1945’ten bu yana bir tek başarısını görmedik... Dünyanın barış bekçiliği, barış koruyuculuğu bir hedefti, boşa çıktı! Ya bugün? Koskoca devletler, İsrail gibi minicik bir devletin vahşice saldırılarına uğramış halkların yanında değil, koskoca Beyrut kentinin yerle bir edilmesi karşısında, seyirci... Suçlu yalnız kötülüğü işleyen değildir. Böyle bir duruma seyirci kalanlar daha da suçludur. Bir haksızlığa dur demek, yeni haksızlıkları önlemektir. Seyircilik ise katillere, canilere, ölüm ticareti yapanlara destek olmaktır. Tanık olmak yetmez, yazmak, söylemek de yetmez! Bir haksızlık varsa, herkes onu görüyorsa, sen gözünü yummuş görmezlikten gelmişsen, gün gelir, o haksızlık seni de çarpar... Bugün İsrail’e, İsrail gibi gücünü yoksul halkın üzerinde denemeye çalışanlara karşı direnmek bir insanlık görevidir. Ama gerçek insanlık biçim ve anlam değiştirdi günümüzde... Kimilerinin gözünde birey, yani insan, bir çöp bile değil! Hak arıyorsa, özgürlük eşitlik arıyorsa, güçlü geçinenlere karşı çıkıp ‘‘artık yeter’’ demesi yetmez. NATO’ya asker verecekmişiz? NATO, her gün şehitler veren bir ülke olduğumuzu, yıllardır sınır dışı birtakım çetelerin Avrupa, Amerika tarafından silahlandırılıp ülkemize saldırtıldığını bilmiyor mu? NATO gelip de İsrail’in, ABD’nin çıkarına asker toplayacak, Mehmetçik de kendi kavgasını bırakıp, onların çıkarlarının yardımcısı olacak, öyle mi? Böyle bir şeyi değil gerçekleştirmek, düşünmek bile utanç vericidir, onur kırıcıdır. Şehitlerimize en büyük saygısızlıktır. Gazoz Oyunu!.. Eskiden Sirkeci’den Babıâli Yokuşu’na girdiğin zaman sağ kolda dillere destan İzmirli Şerbetçi’yi görürdün... Vişne, kızılcık, portakal, limon.. Bakkallarda gazoz satılırdı.. Artık her yerde ya Coca Cola var.. Ya Pepsi.. ? Her ikisi de dünya çapında iş gören bu iki marka, onon beş gün önce ajansların diline düştüler... Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa Coca Cola’nın ‘‘üretim sırlarını’’ çalıp Pepsi’ye satmaya çalışan üç kişi yakalanmış... Kim yakalamış?.. FBI (Amerikan Federal Soruşturma Bürosu) sanıkları ‘‘hırsızlık ve gizli bilgileri satma’’ suçlarından enselemiş... Dünya öyle bir duruma düştü ki, artık içtiğimiz gazoz bile ‘‘gizli bilgileri’’ içeriyor... Peki, içtiğimiz gazoz ne işi?.. Amerikan işi... Evet, Türklerin tümü Amerikan gazozu içiyor... ? Sonunda bu garip duruma son vermek için bir Türk, gazoz yapmaya girişmişti: Cola Turka!.. Serbest piyasa ve rekabet dünyası değil mi!.. Amerikan gazozunun tekeline kapatılmış Anadolu’da bir de Türk gazozu bulunsa fena mı olur?.. Vay sen misin Amerikan gazozuyla yarışmaya çıkan!.. Sözüm ona Müslüman, takıyyeci ve de dinci AKP iktidarı hemen Türk gazozunu devlet eliyle vurmaya kalkıştı... ? Neden?.. Bizim gazetelerin yazdığına göre Başkan Bush, Başbakan RTE’den ‘‘ricacı’’ olmuş, AKP’nin bakanları araya girmiş, Cola Turka’ya, bir punduna getirip, altından kalkamayacağı bir para cezası vermişler... Ne kadar?.. 35 trilyon YTL... Niçin?.. Gerekçe çok garip: Cola Turka’ya katılan şeker, pancardan değil, mısırdan üretiliyormuş... Sözüm ona Müslüman AKP iktidarının Amerikan gazozu çıkarına Türk gazozunu vurmak için kullandığı bahane, şahane!.. ? Şimdi bu iş mahkemedeymiş... Hangi yargıç karar verecek bilmiyorum... Amerika Ortadoğu’yu mezbahaya çevirirken Türklere Amerikan gazozu içirmek amacıyla Türk gazozunu vuran bu iktidarın zamirinde Müslümanlık var mı, yok mu?.. Sen benim takıyyeci Müslüman iktidar kodamanıma bak!.. Televizyonun karşısında koltuğuna kurulmuş... Bir yandan ABD İsrail ortaklığının Ortadoğu’daki Müslüman katliamını izliyor... Öte yandan efkârlanıp da hararet bastıkça Amerikan gazozu içiyor... Helal mi haram mı?.. Erol ERTUĞRUL Hukukçu “B u tür istekler, zayıf ve teslimiyetçi yönetimlere karşı yapılır. AKP bugüne değin tavırları ile, bu duruma çanak tutmuştur. Ancak, ABD ve öteki dış güçlerin unuttukları bir şey var. Türkiye ve Türk ulusu, yalnızca AKP’den oluşmuyor.” 2002 yılının 3 Kasım günü yapılan genel seçimlerle ülkemizin yazgısını ele geçiren AKP, Türkiye’yi, dört yılda, bir rejim bunalımının ortasına getirdi. Cumhuriyetimizin ilkeleri açıkça tartışılır bir duruma geldi. ABD’nin isteği ve desteği ile, İslamcılar yol aldılar. Devlet kadroları Nurcuların, Fethullahçıların eline geçti. Milli Eğitim kadrolarında, Emniyet kadrolarında, valiler, kaymakamlar arasında, Fethullahçıların etkin oldukları, artık gizlenen bir durum değil. Fethullahçı emniyet kadroları, eşgüdüm içerisinde olmaları gereken TSK’yi suçlayıp eleştiriyorlar. TSK’yi çete kurmakla, suçluyorlar. Böyle düşünenlerin, yargı kurumlarına da sızdığını, Van olayları ile gördük. Aydınlanmacı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü, uydurma suçlamalarla tutuklandı, aylarca tutuklu kaldı. Şemdinli iddianamesi ile bir savcı, bölgedeki bölücüleri görmezden gelirken, kanıtsız, belgesiz savlarla TSK’yi çete kurmakla suçladı. ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde yayımlanan bir köşe yazısı ve bu yazı ile birlikte çizilen harita, Türkiye’nin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koydu. Ortadoğu haritası yeniden çiziliyor. Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dan topraklar alan bir Kürdistan kurduruluyor. Türkiye, bölünmüş bir İslam devleti durumuna getirilmek isteniyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi böylece daha da netleşiyor. Dinsel ve etnik bölünme ile yeni Ortadoğu devletleri oluşturu luyor. Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçiren ABD, öyle görülüyor ki gücü yeterse, bu kez de tüm ulusumuzun başına çuval geçirmeye çalışıyor. Bu tür istekler, zayıf ve teslimiyetçi yönetimlere karşı yapılır. AKP bugüne değin tavırları ile, bu duruma çanak tutmuştur. Ancak, ABD ve öteki dış güçlerin unuttukları bir şey var, Türkiye ve Türk ulusu, yalnızca AKP’den oluşmuyor. Yakın geçmişte ABD’ye sessizce giden Dışişleri Bakanı Bay Gül, ABD Dışişleri Bakanı ile, Ortak Vizyon Belgesi adı altında bir belge imzaladı. Görüşmelerden sonra da, ABD ile Ortadoğu konusunda tam bir görüş birliği içerisinde olduklarını açıkladı. Böylece tehlikenin büyüklüğü bir kez daha gözler önüne serildi. AKP için öyle görülüyor ki bu tür olasılıklar çok önemli değil, asıl önemli olan İHL, Kuran kursları ve sıkmabaştır. Birleşmiş Milletler tarafından, teröre destek verenler listesine alınan Suudi işadamı Yasin el Kadı’ya Başbakan Bay Erdoğan arka çıkıyor, “Yasin el Kadı’ya kefilim, onu kendim gibi bilirim, o hayırsever birisidir” diyor. Anılan kişinin, Bakanlar Kurulu kararı ile terörü destekleyenler listesine alındığını, Türkiye’deki mallarına el konulduğunu, Türkiye’ye girişinin yasak olduğunu ya bilmiyor, ya da bilmezlikten geliyor . Öyle görülüyor ki Başbakan’ın dışarıdaki, İslamcı tüm çevrelerle geçmişe dayalı bağlantıları var. Daha önce de, Bin Ladin’in yardımcısı Afganistanlı Hikmetyar’ın dizinin dibinde resimlerini görmüştük. Onlar için, kurallar, kararlar, yasalar önemli değildir. Önemli ve geçerli olan, kendi dinci görüşleridir. Bu amaçla, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay kararlarını eleştiriyorlar. Onun için Danıştay kararlarına kızıyorlar. Danıştay’ı hedef gösteriyorlar. İç hukuk kurumlarının, dış hukuk kurumlarının verdikleri kesin kararları yok sayıyorlar. Yalnızca, Sevr ‘Paranoyası’ mı? ‘Paranoya’ içindekiler; Türkiye’den yana olanlar mı, yoksa ‘ateşi ve ihaneti’ yeniden Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ülke ve ulus yaşamsallığına sokmaya uğraşan günümüz Sevr’cileri midir? Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu sikolojide özel bir araştırma konusu sayılan ‘‘paranoya’’ kavramı; ‘‘Hezeyan dolu karmaşık ruh durumu veya başkalarının kendilerine zarar vereceği sanı ve senaryolarına bağlı olarak sürekli önlem geliştirme tavrı’’ karşılığında tanımlanabilir. Paranoya sözcüğüne son yıllarda moda olan bir mecazi yakıştırma eklenmiştir. Paranoya; ‘‘hafife alma, küçümseme ve önemli görmeme’’ şeklindeki bir anlam yüklendirmesiyle kullanılmaktadır. Özellikle de Cumhuriyet ve Devrim’in yaman karşıtları, bir silah olarak ‘‘paranoya içindekiler’’ savıyla saldırı sergilemektedirler. ‘‘Ulusalcılık’’ kavramından başlayıp; ‘‘İstiklal’’ Savaşı’na ve Lozan Antlaşması’na sahip çıkmak, ‘‘halkçıdevletçi’’ bir sistem savunmak, ‘‘kabotaj’’ hakkını öngörmek, kamu mallarının peşkeş edilmesine direnç göstermek, ‘‘tahkim’’ olgusunu yadsımak, yurt topraklarının satış yoluyla el değiştirmesine muhalefet etmek ve nihayet ABABD ikilisinin bu ülke ve ulus için biçtiği; ‘‘strate P jik’’ uyduculukla, ‘‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’’ne şiddetle karşı koymak belli çevrelerce ‘‘paranoyak’’ tutumlar gibi algılanmaktadır. Gerçek: 10 Ağustos 1920 günü, Türk tarihindeki ‘‘bahtsız’’ bir olayı yansıtır. Sevr Antlaşması, Mustafa Kemal’in deyişiyle: ‘‘İdamımıza hükmeden düşmanlarımıza karşı daha azimkârane ve daha kuvvetli mukavemet çarelerini düşünmek gerektiren’’ bir kötü doğuştur. Sevr’in imzalanması; şanlı Anadolu İhtilali’nin hukuksal temsilcisi TBMM’nin ‘‘Misakı Milli’’ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına müsaade edilmeyeceğini dünyaya duyuran gelişmedir. Sevr; yüzyıllarca süregelen bir hınç alma tutkusunun antlaşma haritasına insafsızca dökülmesidir. Bazı illeri kapsayan toprak parçasında denetim altında bir devlet, ağırlaştırılan kapitülasyonlar, sömürge hükümetlerine tanınan bütçe yapısı, azınlıkları tam anlamıyla azdıran ayrıcalıklar, kısıtlı jandarma kuvvetine hapsedilmiş or du, Kürt ve Ermeni devletleri projesi, eski imparatorluk topraklarının, mandacılarla bölünmesi başlıca antlaşma öğeleri olarak göze çarpar. Kısacası Sevr, bir kölelik sözleşmesidir. Bir ülke ve ulusun yok oluşundaki kesin ve olumsuz tarihsel aşamadır. Gerçek odur ki, Sevr Antlaşması kadar bir devletin yaşamsallığına kastetmiş tutsaklık belgesini tarihte saptamak zordur. Ama içerdeki ‘‘hıyanet erbabı’’ dışarının sömürgenleriyle iyice uyuşarak Sevr’i Türk ulusunun geleceğine ‘‘musallat’’ etmişlerdir. Sevr’in ‘‘istiklali tam’’cıların nezdindeki etkisi; daha antiemperyalist ve daha antikapitalist bir kalkışmayı körüklemek olmuştur. Sevr, asla tanınmamıştır. Gereği ise; İnönü Savaşları’nda, Sakarya ve Dumlupınar’daki utkularla kazanıldıktan sonra, Lozan Antlaşması’na imza atan Batı Cephesi Komutanı’nın elinde parça parça edilmiştir. Günümüzdeki durum nedir? Öncelikle ulusal duyarlılıktan bütünüyle yoksun Washington ve Brüksel’e bağlı bir siyasi iktidar, karanlık projelerden nasiplenmiş birtakım basınyayın organları ve ne yazıktır ki, aymazlık içindeki bir kısım halk!.. İşte bu manzarada; zihin bulandıran, saptıran ve ulusal bilinci ‘‘paranoya’’ olarak tanımlayan düşünsel karma şa kaynakları at koşturmaktadır. Sonuç: Bu ülke keskin bir dönemece girmiştir. Sevr ya da Lozan tercihine kadar getirilmiştir. ABABD ‘‘muhipleri’’etkin ve egemendirler. Cumhuriyet ve Devrime karşı içerdeki kasıtlı vuruşlar, dıştan yönetilen planlamayı bile aşmıştır. Sevr’i açıkça savunan, Lozan’ı; ‘‘hezimet’’ ve ‘‘gerçekleri yok sayan bir antlaşma’’ olarak gören; ayrımcı, bölücü ve gerici propagandalar alabildiğince ortadadır. ‘‘Paranoya içindekiler’’ kimlerdir? Ulus ve ülkesine bağlı, yani Türkiye’den yana olanlar mı, yoksa bağrında yaşadıkları bir toprağın varoluşunu inkâr eden, Kemalist Devrim’i yadsıyanlar veya yeni ‘‘düyunu umumiyeciler’’ ya da ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’nde rol alan umarsız Sevr’ciler midir? Yeni Sevrcilerin paranoyası; antiemperyalist çizgideki bir görüşün ve 1937 tarihli anayasada yer alan ‘‘Altı Ok’’ nitelikli anlayışın Türkiye’de yeniden siyasal iktidara yönelme olasılığının bir ürküntüsü müdür? Sade bir yurttaş olarak, ülke ve ulus için her kötülüğü yansıtan paranoya sahiplerini Cumhuriyet ve Devrim’in gerçek düşmanları sayıyoruz. Onlar Nâzım Hikmet’in ünlü deyişiyle: ‘‘Ateşi ve ihaneti’’ yeniden yaratanlardır... Felsefeci Arslan Kaynardağ... Meral PAZAR Tarih Öğretmeni TURUNÇ OTEL ???? Turunç Marmaris HER ŞEY DAHİL Denize sıfır özel plaj (şemsiye, şezlong ücretsiz), hamam, fitness center ve sauna ücretsiz, 3 adet büyük havuz, 2 adet çocuk havuzu, geç kahvaltı (10.30), çocuk animasyonu, gençlere ve yetişkinlere günboyu gece animasyonları, mini disko (çocuklar için), geceyarısı çorbası, limitsiz alkollüalkolsüz yerli içecekler (10.3024.00) 06 yaş ücretsiz 712 yaş %50 indirimlidir. Kredi kartına 1 peşin 4 taksit www.turuncotel.com.tr İletişim: 0537 824 85 70 0555 364 65 70 Cumhuriyet okurlarına özel fiyat Kültür ve bilim insanları için armağan kitabı yayımlama geleneği bizde de yerleşti. Bu alandaki son örneklerden birinin, değerli felsefecimiz, aydınlanmacı düşünür Arslan Kaynardağ için yayımlanan armağan kitabı olduğunu görüyoruz.(1) Sözünü ettiğim kitap, onun bizde felsefenin kurumlaşması yolundaki emek ve katkıları üzerinde özellikle durularak hazırlanmıştır. Kitabı hazırlayan Doç. Mustafa Günay’ın sunuş yazısında belirttiği gibi, felsefenin Türkiye’de kurumlaşması için Kaynardağ’ın yıllardan beri yaptığı çalışmalar çok yönlüdür. ‘‘Arslan Kaynardağ’a Armağan’’ dört bölüm den oluşuyor: İlk bölümde, yaşamöyküsü, yayımlanan kitapları ve yazıları hakkındaki bilgiler, kendisiyle yapılmış söyleşi, ondan seçilen yazılar var. İkinci bölümde, yazar ve felsefecilerin onun hakkında kaleme aldıkları birbirinden ilginç yazıları okuyoruz. Üçüncü bölümde, felsefecilerimizin bu armağan için yazdıkları yazıları görmekteyiz. Dördüncü bölüm ise belgesel nitelikteki fotoğraflara ayrılmış... Arslan Kaynardağ İstanbul Üniversitesi’nde felsefe bölümünü bitirdikten sonra, kısa bir süre öğretmenlik yaptı. 1957’de İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda Elif Kitabevi’ni açtı, kitabevini kısa sürede bir okul, eğitim ve kültür yuvası haline getirdi. ‘‘İlkokul öğrencilerinden doktora yapanlara, akademisyenlere kadar’’ çok kimseye burada bilgi yardımında bulundu. Kitap arayanlar, bilgi arayanlar bu kültür yuvasından elleri boş dönmediler. Ben, eğitim enstitüsünde öğrenci iken Cumhuriyet gazetesini her gün alır, kültür yazılarını, eğitim haberlerini dikkatle okurdum. Yaşamı ve toplumu sorgulamaya başlamıştım. Öğretmenliğimin ilk yıllarıydı.. Bir kitap ilgimi çekti. Bu, Nermi Uygur’un ‘‘Yaşama Felsefesi’’ adındaki kitabıydı. Aldım hemen okudum. Böyle bir felsefe diliyle ilk kez karşılaşıyordum. Daha sonra Arslan Kaynardağ ile tanıştım. Gelişen dostluğumuz, kültür alanında yeni aşamalara erişmeme, yazı yazmama itici bir güç oluşturdu. Kaynardağ’ın bir felsefeci olduğu gibi, kitabın birey gelişmesindeki etkisini iyi bilen, onu hiçbir şeyle değişmeyen düşünür olduğunu da her zaman görüyordum. Onun kitap rafları üstünde ‘‘Kitap okumuyorsanız tartışmayalım!’’ ‘‘Televizyonu kapatınız, kitabınızı açınız!’’ levhaları dikkatimi çekiyordu. Kitapçılığın, kitap sevgisinin Kaynardağ’ın kişiliğindeki yerini çok kimse hayranlıkla İzlemiştir. Örneğin, felsefe ci Tomris Mengüşoğlu ile kütüphane müdürü Ayten Şan’ın ‘‘Armağan’’daki yazılarını burada anmak, benim için zevk oluyor. Onun kitap sevgisini, kitapçılığını pek güzel anlatmışlar. ‘‘Arslan Kaynardağ’a Armağan’’ın bana düşündürdükleri, bu konuda söyleyeceklerim kısaca bunlar. Kitap, felsefe alanında çok şey öğretiyor, aydınlanmamızı sağlıyor. Aynı zamanda çok güzel basılmış bir kitap bu. Onu, felsefe severlerin, aydınlanmadan yana olanların edinip, okumalarını öneriyorum. (1) Arslan Kaynardağ’a Armağan (Türkiye’de Felsefenin Kurumlaşması) Yayınlayan: İlya Yayınevi. İzmir. 2006. Hazırlayan: Doç. Dr. Mustafa Günay. CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle