17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 HAZİRAN 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kavganın Özü Türkiye’yi çağa taşıma iddiasında olan siyasal partilerin programlarında, Atatürk gibi düşünen ve kültürel kalkınmayı gelişmenin temeline yerleştiren düşüncenin ve kapsamlı projelerin var olup olmadığını sorgulamak gerekmez mi? Yaşanan kavganın özü ‘‘kültür’’dür. Onu yok etmeye çalışan siyasal anlayışa karşı, bu alan önemle ele alınmaz ve zaman yitirilmeden yeniden yaratılmazsa bugünleri de arayacağımızı bilmeliyiz. PENCERE da gözler önüne seriyor. Yapılan ilk uygulama, Kültür Bakanlığı’nı lağvetmek ve Turizm Bakanlığı’na eklemek oldu. Yetişmiş tüm kadrolar tasfiye edildi. TBMM’den geçirtilen ‘‘Kamu Yönetimi Temel Kanunu’’ ile kültür ve sanat, merkezi yönetimin görev ve sorumluluk alanından çıkartıldı. Başbakanlık Müsteşarı’nın görüşü ile kültürümüzün ‘‘İslami Mahalli Kültür’’(!) olduğu savlandı. TBMM’ye sunulan ve şu sıralarda görüşülen yasa tasarısı, birkaçı dışında yaklaşık 1400 devlet kütüphanesinin, müze ve kültür merkezlerinin, yerel yönetimlere, belediye ve il özel idarelerine devredilmesini öngörüyor. Siyasetin dışına taşınması özlenen kültür ve sanat, bu yasayla tam da yerel siyasetin merkezine atılacak. Tasarı yasalaşırsa, kütüphane, müze ve kültür merkezlerinin nasıl yok edileceğini yaşayarak göreceğiz. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanı’nın anlayışına bakalım. Alanı yeşertmekle görevli Sayın Bakan’ın çağdaş sanata yaklaşımını, 17 Haziran 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki haberden yeniden keşfediyoruz. leri ekleyin. Gelinen noktayı ve yaratılmak istenen zemini tarif etmeye gerek var mı? Tek sözcük yeterli: Kültürsüzleştirme. Oysa Cumhuriyetin kültür anlayışını anımsayalım. O anlayış, uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyz almayı ve onu geliştirerek, kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartarak ilerlemeyi tarif etmektedir. Genç cumhuriyet, kültür ve sanat alanında Avrupa’nın rönesansından günümüze dek izlediği gelişim çizgisini birkaç on yıla sığdırmaya çalışmış, büyük başarı kazanmıştır. Daha sonra yapılanlar ise artık biliniyor. Cumhuriyetin yarattığı kültür devrimi budandı. Köy Enstitüleri kapatıldı, yetişkinlerin de eğitimine ortam yaratan 4809 halkevi ve halk odası yok edildi. 70 milyonluk Türkiye, yalnız 56 kentle sınırlı, cılız bir kültürsanat yaşamına, daha doğrusu yaşamsızlığına terk edildi. Onun yerine dogmatik, dinsel içerikli eğitimle ve içeriksiz yoz yayınlarla ortaçağa sürüklendi, çölleştirildi. Yaratılan bu ‘‘kültürsüzleştirme’’ zemininde slogana dönüştürülen ‘‘Atatürkçülük’’, ‘‘Laiklik’’, ‘‘Çağdaş Türkiye’’nin korunması ve yaşatılması ise çok zordur. ‘‘Seküler devlet’’in çağdaş kültür, bilim ve sanat alanı yaratılmadan kurulamayacağını ve yaşatılamayacağını uygarlık tarihi bize söylüyor. Şimdi Cumhuriyetin yarattığı değerlerle kavgası olan, onu yok etmeyi kendine görev bilen çağdışı anlayışı bir yana bırakalım, güncel ve yaşamsal soruya yanıt arayalım. Türkiye’yi çağa taşıma iddiasında olan siyasal partilerin programlarında, Atatürk gibi düşünen ve kültürel kalkınmayı gelişmenin temeline yerleştiren düşüncenin ve kapsamlı projelerin var olup olmadığını sorgulamak gerekmez mi? Yaşanan kavganın özü ‘‘kültür’’dür. Onu yok etmeye çalışan siyasal anlayışa karşı, bu alan önemle ele alınmaz ve zaman yitirilmeden yeniden yaratılmazsa bugünleri de arayacağımızı bilmeliyiz. Sezer, Üçüncü mü? ‘‘Üçüncü Adam kim?’’ Atatürk, İnönü ve Necdet Sezer!.. Niye şaşırdınız? Birinci adam TC’yi kurmuş, ilkelerini, yolunu yordamını çizmiş. Laik, halkçı, ulusalcı, onurlu, tam bağımsız bir ülke yaratmış. İkincisi ise Cumhuriyet devrimlerinin yerleşmesinde öncülük etmiş, demokrasinin ilk adımlarını atmış... Ya Sezer? Yedi yıllık döneminde onların izinde yürümüş, onların laik, halkçı, devrimci, onurlu tutumlarını, niteliklerini korumuş; kanunların üstünlüğü görüşünü hukukun üstünlüğü anlayışına çevirmiş, geriliğe, ilkelliğe, kişiliksizliğe hiç ödün vermemiş... Gerçekte ‘‘Birinci Adam’’ diye de anmamız gerekmez mi? 1950’den bugüne gelip geçen cumhurbaşkanlarına, başbakanlara göre Birinci Adam!.. Bayar’dan Menderes’e, Ecevit’ten Özal’a, Yılmaz’dan Çiller’e Sunay’dan Evren’e, hangisi Atatürk devriminin öncülüğünü, sürdürücülüğünü yapabilmiş? Hangisi ödün vermekten çekinmemiş? İrtica odaklarının yerleşmesine hangisi karşı çıkmış? İmam okulu açmakta yarışmışlar... Ecevit’in ‘‘tarihsel yanılgı’’ anlayışını anımsayalım. Atatürk dönemini gizli kapaklı eleştiren, hatta kötüleyenler olmadı mı? Atatürk devriminin uygulanmasında yanlışlıklar yapıldığını söyleyenler çıkmadı mı? Demokrasiye geçiş dönemi saydığımız 1950’den bu yana bizi yöneten kişilere, yaptıklarına ettiklerine, kazandırdıklarına, kaybettirdiklerine; onurlu bir ülkeyi yabancılar karşısında nasıl boynu eğik bir duruma getirdiklerine bir baksanıza!.. Evet, son yetmiş yılın ünlü politikacıları, devlet adamları arasında Birinci adamdır Sayın Ahmet Necdet Sezer... Yedi yıllık bir dönemde Cumhuriyet ilkelerini savunmuş, çağdışı anlayışların temsilcilerine, hukuk, akıl, bilim yoluyla karşı çıkmış... Üçüncü, beşinci, bilmem kaçıncı!.. Sıralamanın bir anlamı yok! Tek gerçek; şu anda Çankaya’da görev yapan Ahmet Necdet Sezer’in güvenilir bir insan, bir aydın olduğudur. Kaçıncı olursa olsun, ‘‘adam’’ gibi adam olduğudur. ‘Güzel Güzel Cevap...’ Kırk yılı aşkın bir süre önce Cumhuriyet’in Babıâli’deki eski konağında Nadir Nadi’yle yaptığımız ilk konuşmayı anımsıyorum... Gazetede çalışmaya başlayacaktım; Nadir Bey unutamadığım bir uyarıyı kendine özgü bir üslupla dile getirdi: ‘‘ Bizi Babıâli’de pek sevmezler’’ dedi, ‘‘şimdi sana saldıracaklardır; onlara güzel güzel cevap verirsin...’’ Başyazarımızın ‘‘güzel güzel’’ deyişini hiç unutmadım!.. ? Yunus Nadi ‘‘Yeni Gün’’ü ‘İstiklal Harbi’nde İstanbul’dan Ankara’ya taşımıştı; ‘Kurtuluş’tan sonra ‘Kuruluş’a gelince Atatürk: ‘‘ Çocuk’’ demişti, ‘‘Babıâli’ye git, Cumhuriyet’i çıkar!..’’ ‘Aydınlanma Devrimi’ tohumlanıyordu... Doğaldır ki her devrimin bir ‘karşıdevrim’i vardır; Cumhuriyet’i sevmeyenleri de kendi meşreplerinde ‘‘eşyanın tabiatı’’ndan saymak gerekir... Fransa’da karşıdevrim inişli çıkışlı yüz yıl sürdü... Bizimki kaçıncı yılında?.. İşte bu bizi sevmeyen karşıdevrimcilere Nadir Bey’in deyişiyle hep ‘‘güzel güzel’’ cevap vermeye çalıştım... ? Bugün karşıdevrim düpedüz iktidarda!.. Bu ‘‘zafer’’den başı dönen kimi dinci gazeteyle yandaşları öylesine yayınlar yapıyorlar ki tam gemi azıya almış gibiler!.. Bir örnek: Pazar günü çıkan ‘Vakit’ gazetesinin 9’uncu sayfasının manşetinde bilmem kaç punto harflerle sekiz sütun üzerine yarım sayfayı kaplayan saldırıyı ibreti âlem olsun diye aynen aktarıyorum... İlk sekiz sütun başlık: ‘‘Cuntacı İlhan Selçuk, işi Silahlı Kuvvetler üzerinden yalan haber yayınlamaya kadar vardırdı.’’ Daha büyük harflerle yine sayfa boyuna yayılan manşet: ‘‘Yalancı ve utanmaz!’’ Ve yine büyük harflerle spot: ‘‘(Cumhuriyet’in) Merkez binasına atılan bombaların Kara Kuvvetleri envanterine kayıtlı olduğunu gizleyen (...) cuntacı gazeteci İlhan Selçuk’un asker üzerinden yayınladığı yalan haberler, geçmişte olduğu gibi bu defa da müeyyidesiz mi kalacak? Genelkurmay, savcılar ve meslek kuruluşları GÖREV BAŞINA!’’ ? Genelkurmay, Vakit’in uyarısını dinleyip Cumhuriyet’e dava açar mı bilemeyiz; ama, biz bu kez ‘mezkur gazete’ye dava açacağız... Bir yararı olur mu?.. Açacağımız dava (Şemdinli davası gibi) bir buçuk ayda sonuçlanabilir mi?.. Bilemeyiz.. Bir iktidar gazetesi neye güvenerek bir başka gazeteciye ‘‘Yalancı ve utanmaz’’ diye açıkça küfretmek cüretini kendinde bulabiliyor?.. Bilemeyiz.. Ama Türkiye’de artık sap ile samanın birbirine karıştığını, her şeyin şirazeden çıktığını biliyoruz. ? Vakit (ve onunla birlikte davranan) kimi gazete ve dergi köşesinde Cumhuriyet’e atılan bombaların kökenini, markasını Cumhuriyet’in gizlediği üzerine haber, saldırı ve yorumlar çıktı... Gerçek ne?.. 12 Mayıs 2006 günlü Cumhuriyet’te Mehmet Faraç’ın yazısı: ‘‘Saldırıda MKE (Makine Kimya Endüstrisi) yapımı 15 yıllık bir el bombası kullanılmış..’’ 13 Mayıs 2006 günlü Cumhuriyet’in 9’uncu sayfa sekiz sütunluk haberi: ‘‘Polis üçüncü bombanın da daha öncekiler gibi MKE yapımı olduğunu tespit etti.’’ Ama, Vakit gazetesi ne yazıyor: ‘‘Cumhuriyet binasına atılan bombaların Kara Kuvvetleri envanterine kayıtlı olduğunu gizleyen (...) İlhan Selçuk...’’ Sonuç: İlhan Selçuk Cumhuriyet gazetesini askerin bombaladığını ya da bombalattığını gizliyor.. Ve Vakit bize küfrediyor: ‘‘Yalancı ve utanmaz!’’ ? Nadir Nadi’nin söylediği gibi bize saldırıp küfredenlere ‘‘güzel güzel cevap’’ verdikten sonra düşünüyorum: Bunların sırtlarını dayadıkları takıyyeci iktidarın dağlarına bir gün kar yağarsa Vakit’e ne olacak?.. Hiçbir yasa, kural, ölçü, terbiye, denge gözetmeden yapılan bu kadar cüretkâr bir yayının hedefi nedir?.. Bu yayın ne amaç güdüyor?.. Hüseyin AKBULUT Kültür Bakanlığı (E) Müsteşar Yrd. B ir süredir yaşanan kavganın özü, ‘‘kültür’’ üzerinedir. İmam hatip, türban, ulema, İslami mahalli kültür söylemleri ve yaptırımlarıyla, Cumhuriyetin kazandırdığı uygarlık yok edilerek, dine dayalı yerel kültürlerle toplum, ortaçağa sürüklenmek istenmektedir. Yaşanan kavga, yeni de değildir. Cumhuriyetin kuruluş düşüncesinden başlayan, o düşünceye başkaldıran anlayış, çoğu kez gizlenerek; bugün ise artık sonuç alınabileceği varsayılarak açıkça sahneye konmuş tur. Tarihimiz, bu karşıtlığın sayısız örnekleriyle doludur. Sahnelenen kavgayı cumhuriyet karşıtları, Kıbrıslı Şeyh Nazım’ın şu ibretlik sözleriyle özetliyorlar: ‘‘1919’daki Mustafa Kemal’e evet, 1923’teki Atatürk’e hayır.’’ Görüldüğü gibi bu kesim, Mustafa Kemal’i ancak savaşı kazanan bir komutan olarak kabul edebiliyor, Anadolu’da gerçekleştirdiği kültür devrimlerini ise tümden reddediyorlar. Biz bugüne dönerek yapılanlara bakalım. Türban, imam hatip, ulema, İslami mahalli kültür söylemleriyle öne çıkan Sayın Başbakan’ın ‘‘kültür’’ anlayışı yalnız din ile ilgilidir. Başbakan, uygarlıklar arası uyumu, yalnız dinler arası uyumda görüyor. Kültürel gelişmeyi ise hemen reddediyor. Jacques Chirac’ın Avrupa Birliği süreci için ‘‘Türkiye’nin kültür devrimi yapması gerekir’’ sözlerine verdiği yanıt, onun yanlış yaklaşımını açıkça gösteriyor: ‘‘Chirac kendi işine baksın. Ne demek kültür devrimi? Asimile mi olacağız?’’ Bu anlayışıyla Başbakan, kültürel devrimi tümden reddediyor, dahası kültürel devrimin bizi dinden çıkarttığını düşünüyor. Kültürel gelişme Oysa insanlığın ilerlemesi, kültürel gelişme ile olanaklıdır. 1998 yılında UNESCO’nun Stockholm Konferansı’nda Türkiye ile birlikte 139 ülkenin imza koyduğu bildirge, ‘‘İnsanlığın gelişiminin kültürel gelişme ile olanaklı olduğu’’nu, gelişme stratejisinin ekonomiden kültüre kaydığını belgeliyor. Rönesans’ın, sanatsal aydınlanmanın öncülüğünde, bilim ve kültür devrimiyle gerçekleştiğini uygarlık tarihi söylüyor. Başbakan’ın düşündüğü gibi kültür, değişmeyen donmuş bir varlık olsaydı, insanlık tarihi de uygarlık da başlangıçtaki noktasında kalırdı. TBMM’nin 23 Nisan törenlerinde Meclis Başkanı Sayın Bülent Arınç, adeta Şeyh Nazım’ın düşüncesini daha da somutlaştırdı. Sayın Meclis Başkanı, Cumhuriyeti kuran, saltanat ve hilafeti kaldırarak egemenliği gökten yere indiren, ümmetten ulus yaratan, Anadolu Aydınlanma Devrimi’ni gerçekleştiren Cumhuriyet Meclisi’nin (sanki bunları yapmamış gibi), Osmanlı Meclisi’nin devamı olduğunu söyleyebildi. Bunu söylerken de savını, ilk Meclis’in kuruluşunda kullanılan içtüzüğe dayandırdı. AKP iktidarının kültür alanındaki söylemleri ve yaptırımları, bu alana yaklaşımlarını Gereksiz buldukları Sayın Bakan, Opera Solistleri Derneği üyeleri ile yaptığı görüşmede, başkentin Atatürk Kültür Merkezi alanında, yarışmayı kazanan ve inşaat ihalesi aşamasına getirilen ulusal opera, ulusal tiyatro, gösteri ve kongre merkezi projesini reddettiğini, İstanbul’da içinde 7 sanat kurumunun halka hizmet verdiği AKM’yi yıkacağını ve bizler ülkemizdeki 5 opera ve 6 orkestranın azlığı ile utanırken (Almanya’da 120 operanın yanı sıra kasabaların bile orkestraları bulunmaktadır) Antalya ve Mersin operalarının dahi fazla ve lüzumsuz olduğunu söyleyebiliyor. Dünyanın hangi uygar toplumunda kendi görev alanını lüzumsuz gören, ancak koltuğunda oturabilen bir kültür bakanı görürsünüz? Bunlara, imamlarla doldurulan bürokrasiyi, yereldinsel yayını görev bilen TRT’yi, imam hatipleşmeyi, türbanı, dinsel eğitimi kendisine görev sayan Milli Eğitim Bakanlığı’nı, belediye CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle