21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 NİSAN 2006 PAZARTESİ 8 TÜRKİYE İstanbul Edirne Kocaeli Çanakkale İzmir Manisa Aydın Denizli Zonguldak Açık İstanbul HABERLERİN DEVAMI B B Y B PB PB PB PB Y 15 19 19 17 21 21 22 20 14 Sinop Samsun Trabzon Giresun Ankara Eskişehir Konya Sıvas Antalya B Y Y Y PB PB Y Y B 14 17 15 15 18 16 16 14 21 Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars Y Y Y Y Y Y Y Y Y 22 22 18 21 19 20 14 12 11 Trabzon Ankara İzmir Hakkari Antalya Adana Ş.Urfa Erzurum Tüm yurt parçalı çok bulutlu, Marmara’nın güney ve doğusu, Ege, Akdeniz, İç Anadolu ile Batı ve Orta Karadeniz yağışlı geçecek. Yağışlar; Batı Karadeniz’in iç kesimleri ile Eskişehir, Kütahya ve Sinop çevrelerinde etkili olmak üzere sağanak ve gökgürültülü sağanak şeklinde olacak. Çok bulutlu DIŞ MERKEZLER Oslo PB 6 Helsinki PB 3 Stockholm PB 5 Londra Y 14 Amsterdam Y 12 Brüksel Y 12 Paris Y 15 Bonn Y 17 Münih Y 17 Yağmurlu Stockholm Berlin Budapeşte Madrid Viyana Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Y PB PB Y PB PB PB PB Y 17 18 23 18 19 18 16 20 20 Moskova Aşkabat Astana Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam Karlı Y B PB Y PB Y K B Y 10 22 12 22 13 12 2 21 20 Londra Berlin Moskova Belgrad Madrid Ankara Taşkent Tahran Kahire Sulu kar Gök gürültülü Parçalı bulutlu Sisli Bulutlu Durum!.. ? Baştarafı 1. Sayfada Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘‘Ilımlı İslam Devleti’’ne dönüştürmek misyonunu ABD’nin desteğiyle üstlendiği ileri sürülüyordu. Aradan geçen dört yıl süresinde, AKP’nin bu misyonu üstlendiği savı zayıflamamış, güçlenmiştir. ‘Yeşil Devrim’ amacına doğru adım adım yürümeye çalışmaktadır. ? Küreselleşme sürecinde, Türkiye, Avrupa ile Ortadoğu arasında kalmış, Amerika’nın ekonomik ve siyasal ağırlığı altında ezilmiştir; ‘dincilik’ ile ‘etnikçilik’ dış desteklerden güç alarak içerde yükselmekte, toplum bir deprem, devlet ağır bir bunalım yaşamaktadır. Ülkenin yazgısına etkisi olabilecek güçler ‘Soğuk Savaş’ koşullanmasından sıyrılarak Küreselleşme’nin şartlarını algılayabilmiş değildirler. Bu ortamda, eski siyasal partiler, devleti hızla ele geçirmeye çalışan iktidar partisine karşı bir alternatif yaratamıyorlar; elbette bu boşluk Amerikan yönetiminin Türkiye’deki tercihiyle de derinleşiyor. ? Türkiye, Küreselleşme sürecinde, çoğu örneklerde görüldüğü üzere kurban mı edilecektir? Emir ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’nde en yüksek yerden mi çıkmıştır? Ülkenin yurtseverleri bu sorunun yanıtını düşünerek karar vermek ve bir an önce harekete geçmek zorundadırlar. Siyasal fantezilerin peşinde gün ve zaman öldürmek Türkiye’nin yazgısını yabancılara emanet etmekten gayrı bir anlam taşımıyor. 34 yıllık suskunluğun öyküsü Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını kurtarmak için 3 İngiliz’i kaçıranlardan biri olan ve Kızıldere’de öldürülen Saffet Alp’in kardeşi Fikret Karacan, bakanlığa yaptığı başvurunun sonucunu bekliyor BERAT GÜNÇIKAN Bugün bu röportajı okuyan, 11, 21 ve 31 yaşlarındaki üç genç bildik bileli annelerinin yüzünün neden gülmediğini anlayacaklar. Bu, Türkiye’nin ilk yargısız infazlarından biri olduğu kadar bir ailenin 34 yıllık suskunluğunun, sadece kendisini yıkan acısının öyküsü. Bugün o suskunluk bozuluyor, 34 yıl önce işlenen katliam hakkında İçişleri Bakanlığı’na, bilgi edinme hakkı gereği yapılan başvuru, yeniden hayat bulmanın da kapısını aralıyor. En azından Fikret Karacan ve çocukları için... 30 Mart 1972. Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını durdurmak amacıyla NATO’da görevli üç İngiliz’i rehin alan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Ömer Ayna, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Saffet Alp’in saklandıkları evin etrafı çevrildi. Saatlerce süren çatışmadan sadece Ertuğrul Kürkçü sağ kurtuldu. Hem Kürkçü’nün mahkemede verdiği ifade hem de bazı köylülerin tanıklıkları, çatışmadan başka militanların da sağ kurtulduğu, sonradan öldürüldüğünü işaret ediyordu. Ancak darbe koşulları bu iddiaların üzerine gitmeye engel oldu. Araya yıllar girdi, Kızıldere unutulmadı, sonraki kuşaklar marşlarla her 30 Mart’ta Çayan ve arkadaşlarını andılar. Daha şiddetli siyasal süreçler, faili meçhuller, yargısız infazlar yaşandı, ama Kızıldere hep bir ‘‘ağıt’’ olarak kaldı. Ta ki, geçen yılın mayıs ayında dönemin başbakanı Nihat Erim’in anıları yayımlanana kadar. Erim, şöyle diyordu: ‘‘Akşam saat 18.00’de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler...’’ Dönemin Başbakanı Nihat Erim, anılarında Kızıldere’de yaşananları şöyle anlatmıştı: ‘‘Akşam saat 18.00’de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler...’’ başbakanlar, cumhurbaşkanları başka yerlerde hazırlanıyormuş, yerleri varmış, belliymiş’’... Anne Alp hep delirmenin eşiklerinde durdu, kocası ve çocukları ne zaman o eşiği aşmak üzere olduğunu fark etseler, bir iş koydular önüne. Çalışkan bir kadındı, çalıştıkça, bir şeylerle uğraştıkça teselli buluyordu. Sırf bu yüzden Fikret, ‘‘Saffet’’ adını koyduğu oğlunu memeden kesip büyütsün diye annesine verdi. GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY ‘Bu ülkeden nefret ederlerdi’ Bütün çocuklar yanlış evlilikler yapmıştı, bütün çocuklar çocuklarını kendi acılarından uzak tutmaya çalışmıştı, ama Karacan daha bir ağır yaşadı kederini, çünkü ağabeyiyle aynı dünyanın düşünü kuruyordu, onu diğerlerinden daha çok seviyordu. Yüzünden gülmeyi esirgedi. Çocuklarına bunun nedenini de anlatmaya yanaşmadı. Ne zaman Saffet dayılarının nasıl öldüğünü sorsalar, doğruyu söyleyemedi. Şimdi ‘‘Nasıl anlatabilirdim ki’’ diye soruyor. ‘‘O zaman bu ülkeden nefret edeceklerdi, buralardan gitmek isteyeceklerdi.’’ Ne zaman ‘‘İnsan nedir ki’’ diye sorsa, ağabeyinin ölümü aklına geliyor, yüze yakın kurşun sıkanların nasıl biri olabileceğini hesaplamaya çalışıyordu, insanı sevdiği kadar korkmasını da öğrenmişti. Ağabeyinin yakalandığı ve öldürüldüğü zaman için aklından neler geçirmiş olabileceğini düşünüyordu, bu yaşananlar saklı kalmayacak sayemde mi demişti, ne yaşamıştı? 12 Eylül’e de tanıklık etti Karacan.. Eşi iki yıl kaçak yaşadı, ne zaman ki 141142 dava konusu olmaktan çıktı, eşi evine döndü. Ama ağabeyine olan sevgisi eşiyle ilişkisini bozdu. ‘‘Ağabeyimi çok sevdiğim, hep ona hasret olduğum için dışındakileri sevemedim. Üç çocuğumun da boynu bükük, çünkü hep ağlayan bir anneleri oldu...’’ 53 yaşında Fikret Karacan. Kendisini Marksist olarak tanımlıyor. Öğretmenliği boyunca politikadan uzak durmamış... Erim’in anılarıyla ortaya çıkan gerçeği diyalektikle yorumluyor. Bakanlıktan gelecek yanıtı bekliyor ve dava açmaya hazırlanıyor. Yeni tanıkların ortaya çıkacağını umuyor, ‘‘O güne tanık askerlerin, subayların hepsi ölmedi ya, çıkıp gerçeği anlatsalar ya’’ diyor... Türkiye’de demokrasinin önünü tıkayan ilk düğümün Kızıldere olduğunu söylüyor. O çözülünce, belki demokrasinin de önü açılacak... O da gülmeyi deneyecek, öğrenmek için çabalayacak, kendisi ve çocukları için... ‘‘Bugün’’ diyor, ‘‘çocuklarıma şu, şu gazeteleri alın diyeceğim, okuyacaklar ve beni anlayacaklar, bu beni çok mutlu edecek.’’ Düşüncelerini paylaşmadılar Bu anıyı okuyanlardan biri de Saffet Alp’in kız kardeşi Fikret Karacan’dı. Satırları okurken gözünün önünde ağabeyinin cesedi canlandı, alnının ortasında, saçlarının arasında bir kurşun vardı ve vücudunun sol tarafı elek gibiydi, kimi 80, kimi 90, kimi 100 kurşun saymıştı. Hem o, hem kardeşleri, hem anne ve babası Saffet’in çatışmada ölmediğini, öldürüldüğünü düşünmüşler, ama hiçbiri bu düşüncesini diğerleriyle paylaşmamıştı. Alp, ailenin yaşadığı yerde, Kay Ö ÇOK KİŞİNİN yaşamında öyledir: İnsan günlük rutinlerle yuvarlanıp giderken şöyle bir durup o gidişin anlamını düşünmeye vakit bulamaz. Gün boyu süren bir sürükleniştir bu: Ya bir memurluk ya da dükkân açıp kapama, hastane nöbeti tutma, ev işi yapma gibi tekdüze bir uğraş. Saatleri dolduran, düşünmeye fırsat vermeyen. Oysa şöyle bir durup düşünülse ve süreklenişin ya anlamsız, ya sağlıksız, ya yararsız ya da sonuçsuz olduğunu gösteren belirtilere dikkat edilse, belki rutinden sıyrılmaya, daha anlamlı, sağlıklı, yararlı ve sonuçlu bir yola girmeye karar verilecektir. Ama çoğu zaman öyle olmaz, sürükleniş sürer. Ulusların yaşamında haydi haydi böyledir. Günlük olayların ve küçük krizlerin akışına kapılan kalabalıklar bu türden bir değerlendirme yapamazlar, ama hiç değilse onları yönetenlerin ya da vakit bulanların arada bir ‘‘Sürükleniş nereye’’ diye düşünmeleri gerekmez mi? rneğin, AB’nin kapısını sürekli çalmanın anlamı nedir? Bu sevdadan vazgeçmek için artık yeterli neden yok mu? Karşıdaki niyetin bozuk olduğu, en azından Türkiye’ye karşı dürüst davranılmadığı belli değil mi? ‘‘Anadilde öğretimi kabul edin, Kürtlere, Alevilere azınlık statüsü tanıyın, Kıbrıs’tan vazgeçin’’ türünden koşullarla uğraşmak zorunda mıyız? Güneydoğu’da olup biten ya da bitmeyenlerde dış desteklere tepkisiz kalmanın payı yok mu? Dahası, ‘‘ucu açık’’ denmedi mi C seri’nin Karaözü köyünde toprağa verildi. Alp’ler, 1893 harbinde Erzurum’dan Kayseri’ye göç eden onlarca aileden biriydi. Köy Enstitüsü mezunu Hamit Alp demokrat düşünceliydi, oğullarını da kızlarını da okuttu. Çoğu öğretmenliği seçti, Saffet mühendisliği de kazandı ama babası Hava Harp Okulu’na gitmesini istedi. Çünkü eşinin annesi ve kendisinin babası da dahil dokuz nüfusun geçimini sağlamak zordu, askeri okul ise masrafsızdı. Saffet pilot olmayı seçti Oğulları ne zaman THKPC’ye katıldı, bilemediler. Fikret, öğretmen okulunda yatılıydı. Bir gün DEVGENÇ’li olmakla suçlanıp gözaltına alındı, soruşturma bittiğinde babasına haber verdiler. Komiser, baba Alp’e sordu: Neden senin çocukların böyle dökülüyor? Babakızın şaşkınlıklarını gören komiser geçiştirdi; ‘‘Kızını kastediyorum’’... Bir hafta sonra evleri arandı... Arama bitip de tutanak hazırlandığında, görevlinin omuzlarının üzerinden şu cümleyi okudu Fikret: ‘‘Aranan şahıs adreste bulunamamıştır...’’ O zaman anladı ağabeyinin de devrimcilerin arasında yer aldığını, ailesinden üzülmesin, meraklanmasınlar diye bunu gizlediğini. Okula dereceyle giren Saffet’in ‘‘Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’’nü kurduğunu, eylemlerini ve pilotluk hakkının elinden alındığını ise sonraları öğrenecekti... Şimdilik sadece arandığını biliyordu ve bu tam 11 ay sürecekti. Öğretmen çıktı, Kayseri’nin bir köyüne atandı Fikret. Yalnızdı. Her akşam Saffet’in geleceğini umuyor, uyumuyor bekliyordu. ‘‘İki cam arasında sıkışıp kalmış bir kelebek gibiydim’’ diye anlatıyor o günleri... ‘‘Çırpına çırpına ağabeyimi bekliyordum. Belki benim yanıma gelir, bende saklanırdı.’’ Gelmedi Saffet. Bir gün radyo dinliyordu, spiker Kızıldere’deki çatışmayı ve ölenlerin isimlerini sıraladı, ‘‘Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Saffet...’’ Çıldıran asker... Kızıldere’den iki yıl sonra Kayseri’nin Bünyan ilçesinde bir erin çıldırdığını duymuşlardı, çatışmada bulunduğunu, Alp’in öldürülüşünü itiraf etmişti. Askerin peşine düştüler, ama kimse konuşmaya yanaşmadı. Çatışmadan sağ kurtulan Kürkçü’ye de ancak yıllar sonra sorabildi Fikret Karacan. Kürkçü, yakasını tutan bir jandarma başçavuşun, ‘‘Adımı iyi öğren, Saffet’i öldüren benim, bu ödülü ben alacağım’’ dediğini söyledi. Kimdi o başçavuş; hem araya giren yıllar, hem yaşadıkları, adı Kürkçü’nün belleğinden silmişti. Sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Babası bir türlü tanı konulamayan hastalıklarla boğuştu ve sustu. Ağzını açtığı ender zamanlarda, ‘‘Ben öğrencilerimi aldatmışım’’ diye hayıflandı... ‘‘Onlara, siz geleceğin başbakanı, cumhurbaşkanısınız diyordum; oysa le irdelemeye çalışıyoruz. Bugün yapılması gerekenleri sütuna yatıralım. Yaşamın her alanına uyarlanabilecek bir sözdür: ‘‘En yakın tehlike, en ciddi tehlikedir.’’ Bugün Türkiye için en yakın ve en ciddi tehlike, AKP hükümetinin politikalarıdır. Başlıkta da vurguladığımız gibi tam gaz ilerliyoruz ama, ters yönde! AKP’nin iç barış adına, Türkiye’nin geleceği adına önerdiği hiçbir çözüm işe yaramadı. Yaraması da beklenemezdi. Çünkü, yola çıkış mantıkları doğru değildi. AKP, hem kendi kabul edilirliğini sağlamak hem kafasının arkasındaki Türkiye’yi oluşturmak için içeriden değil, dışarıdan dayanak aradı. Daha önce vurguladığımız şu saptama bir kez daha güncelleşti: AKP, Türkiye’ye karşı AB ile anlaştı! Sözün özü, Türkiye’nin ne yapıp edip bu hükümetten kurtulması gerekiyor. Bunu yaparken de sistemini erozyona uğratmaması, daha sonra AKP’nin koz olarak kullanacağı, ‘‘masum’’ rolüne bürüneceği bir ortamın oluşmamasına da dikkat etmek gerekiyor. AKP’nin Türkiye’nin sahipsiz olmadığını hissetmesi yetmez, görmesi gerekiyor. Bu bağlamda İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun çıkışını selamlıyoruz. ??? Toplumda öncelikle ekonomik sorunların neden olduğu bir yılgınlık, bir umut yorgunluğu var. İnsanlar, ‘‘Bunlar da öncekiler gibi çıktı’’ ile ‘‘Ne yaparsan yap, bu işler hallolmaz’’ arasında gidip geliyor. Girişte aktardığımız Mısır sözü bugünkü Türkiye için kullanılamaz mı? Onlara şu sözü anımsatmak gerekmez mi: İnsan yaptıkları kadar, yapmadıklarından da sorumludur! Yukarıda vurguladığımız ‘‘AKP politikaları tehlikesine’’ karşı herkesin bir araya gelmeyi başarması gerekiyor. Her kişi, kurum, dernek, parti, kendisini bir ‘‘harf’’ gibi görmeli. Tek tek harfler bir şey ifade etmez. Ama o harfler bir araya gelirse, sözcük olur, tümce olur, paragraf olur... ‘‘Türkiye’’ olur... ‘‘Cumhuriyet’’ olur... ‘‘Barış’’ olur... ‘‘Laiklik’’ olur... ‘‘Toplumsal kalkınma’’ olur... O gün geldi... ??? Bugün sütunumuz ‘‘özlü sözler’’ köşesi gibi oldu ama, bir söz daha damıtalım: Rotası olmayan gemiye, hiçbir rüzgârın faydası olmaz. Bu nedenle dönemsel rüzgârlar yaratmak, toplumu belli konularda ayağa kaldırıp oturtmak kalıcı bir çözüm getirmiyor. 21. yüzyılda Türkiye’yi nereye taşıyacağız? Bu konuda Güneydoğu’ya yön vermeye girişenlerin bir planı var... AB ve ABD’nin bir planı var... AKP hükümetinin arkasındakilerin ve tepesindekilerin bir planı var... Türkiye’nin yok! Atatürk’ün çizdiği rotayı 21. yüzyıla taşıyıp topluma güvenle anlatabilirsek, öteki planların tümünü çöpe attırabiliriz... Geçen yüzyılda yaptığımız gibi! ankcum?cumhuriyet.com.tr ABANT PLATFORMU TOPLANTISI Fransız’dan Atatürkçülük dersi Haber Merkezi Onursal başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Türkiye Gazeteci ve Yazarlar Vakfı tarafından Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen 10. Abant Platformu toplantısında, İslamcı yazar Ali Bulaç’ın ‘‘Bizim için biçtiğiniz tek model, Kemalist modernleşme’’ eleştirisine Fransız tarihçi ve yazar Alexandre Adler, ‘‘Sizde bugün Avrupalı olma isteğini oluşturan, padişah veya halife değil, Mustafa Kemal’dir’’ diye yanıt verdi. Milliyet’in haberine göre 10. Abant Platformu toplantısında ‘‘Kemalizm’’ tartışması yaşandı. Ali Bulaç’ın Avrupalı aydınlara yönelik, ‘‘Bizi Avrupa süzgecinden geçiriyor, din adına yaşadığımız acıları hiç sormuyorsunuz. Bizim için biçtiğiniz tek model ‘Kemalist modernleşme’. Bu tavrınız beni hayal kırıklığına uğrattı’’ eleştirisine yanıt Fransız Adler’den geldi. Adler, ‘‘Sizde bugün Avrupalı olmanız isteğini oluşturan, padişah veya halife değil, Mustafa Kemal’dir. Onun idealleriyle Osmanlı sonrası yeniden bir devlet kurdunuz. Size Atatürk’ün resmi önünde diz çökün demiyorum, ama modern Türkiye’yi bugüne getiren Atatürk’tür” dedi. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sürükleniş T müzakereler için? ‘‘Tarımda ve serbest dolaşımda kalıcı sınırlamalar olacak’’ sözleri boşuna mı söylendi? Bunlara bakıp kesin bir sonuca varmak yerine, oyalayıcı sözlere kanarak umutlanmak niçin? En kötüsü, sürecin bir noktada karşımızdakilerce ‘‘evet’’ ya da ‘‘hayır’’ gibi kesin bir sonuca bağlanacağını ummaktır. Unutmayalım ki AB’nin Türkiye stratejisi, süreci sürebildiğince sürdürmektir. İpleri koparmadan. Haziranda, Avusturya’nın dönem başkanlığı biterken ‘‘Avrupa’nın sınırları’’ konusu tartışıldıktan sonra bile, sırası gelen Finlandiya, süreci sürdürmenin çaresini yine bulacaktır. 1999’da yaptığı gibi, yanıltıcı ifadelerle. ürkiye neredeyse yarım yüzyıla varan bir süredir Avrupa’nın şemsiyesi altına girmek için harcadığı vaktin, emeğin ve zihin çabasının onda birini kendi uluslaşma, kalkınma, çağdaşlaşma hedeflerini saptayıp gerçekleştirmek için harcamış olsaydı, şimdiki düzeyini çoktan aşmış ve sorunlarının büyük bölümünü çözmüş olurdu. AB sevdasına takılıp kalmak, ne yazık ki bu ülkeyi böyle bir ulusal çabadan alıkoydu, hedef şaşırttı. Oysa AB’ye girme peşinde koşarken durup şöyle bir düşünebilseydik, Kemalizmin ‘‘çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma’’ hedefini akıllıca işleyip geliştirmek yerine başkalarından ‘‘yol haritası’’ dilenmenin ne kadar küçük düşürücü ve hüzün verici olduğunu fark etmez miydik? DİSK, TTB ve KESK’in Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı için düzenlediği referandumdan yüzde 99.6 oranında “hayır” oyu çıktı. Adana Tabip Odası Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu, “Bu, halkın sabrının tükendiğini gösterdiği gibi, AKP hükümetinin çıkarmak istediği yasaya karşı da bir öfkedir’’ diye konuştu. (Fotoğraf: AA) Yeni Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı’na yüzde 99.6 oranında ‘hayır’oyu çıktı Tasarıya yurttaş vetosu Haber Merkezi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK), Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı için 27 Mart1 Nisan arasında düzenlediği referandumdan yüzde 99.6 oranında ‘‘Hayır’’ oyu çıktı. DİSK Ankara Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün, düzenlenen etkinlikte yaptığı açıklamada, söz konusu yasa tasarısıyla devletin sağlık ve sigorta sektöründen tamamen çekileceğini belirterek ‘‘Sektör, yerli ve yabancı sermayenin insafına bırakılacak’’ dedi. Yasa tasarısının gelecek hafta TBMM gündemine gelebileceğini belirten Görgün, ‘‘Ankara’da 187 bin 384 vatandaşın katıldığı referandumda, 186 bin 749 ‘hayır’, 635 ‘evet’ oyu çıktı. Referanduma katılanların yüzde 99.6’sı söz konusu yasa tasarısına ‘hayır’ dedi’’ diye konuştu. Türkiye geneli sonuçlarının, 4 Nisan Salı günü açıklanacağı kaydedildi. Adana Tabip Odası Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu “Toplam 53 bin 431 kişinin oy kullandığı referandum sandıklarından 52 bin 727 ‘hayır’, 700’de ‘evet’ oyu çıkmıştır. Bu, halkın sabrının tükendiğini gösterdiği gibi,AKP hükümetnin çıkarmak istediği yasaya karşı da bir öfkedir.’’dedi. Antalya’da 124 sandıkta oy kullanan 174 bin 503 kişiden 173 bin 894’ü tasarıya ‘‘hayır’’, 609 kişi ise ‘‘evet’’ dedi. Amasya merkez ve ilçelerinde oy kullanan 6 bin 979 kişiden sadece 65’i evet dedi. 6 bin 914 kişi de hayır oyu kullandı. Sonuçlar Yavuz Selim Meydanı’ndaki Atatürk anıtı önünde basına açıklandı. Basın açıklamasında KESK EğitimSen Şube Başkanı Mehmet Saydam, ‘‘Sonuçlar göstermektedir ki halk bu tasarının geri çekilmesini istemektedir’’ diye konuştu. Hatay’ın İskenderun, Dörtyol ve Erzin ilçesinde kurulan 34 sandıkta oy kullanan 19 bin 496 kişiden 19 bin 401’i tasarıya ‘‘hayır’’, 95 kişi de ‘‘evet’’ oyu verdi. Boyacılar Parkı’nda halk önünde açılan sandıklardaki oylar, referandum sandıklarını kuran sivil toplum örgütü yöneticileri tarafından gazeteciler önünde sayıldı. ALMANYA’YA İLTİCA TALEBİ Kaplan’ın ailesine ret Haber Merkezi Almanya, İslami Cemiyet ve Cemaatleri Birliği lideri ‘‘Karases’’ lakaplı Metin Kaplan’ın eşi ve çocuklarının yaptığı iltica başvurusunu reddetti. Almanya’da oturma izinleri bulunmayan Kaplan’ın ailesinin sınır dışı edilmesi bekleniyor. Türkiye’de işlediği suçlardan dolayı Almanya tarafından sınır dışı edilen ‘sözde halife’ Metin Kaplan, ‘‘Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya teşebbüs’’ suçundan müebbet hapse mahkum edilmişti. Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. BURHAN S. KAPLAN CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle