17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 NİSAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr HAYATIN ÖTE YAKASI FERİDUN ANDAÇ 15 TYS Şinasi’yi anıyor ? Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Sendikası, Tanzimat edebiyatının kurucularından olan ve modern edebiyatın ülkemizde tanınması, gelişmesi için değerli çalışmalara imza atan Şinasi’yi, doğumunun 180. yılında, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde bir etkinlikle anacak. Yarın saat 18.30’da başlayacak etkinliğe konuşmacı olarak Haluk Harun Duman, Baki Asiltürk ve Mustafa Köz katılıyor. Tanzimat edebiyatının kurucularından olan İbrahim Şinasi, Batı edebiyatı türlerinin ülkemizde ilk tanıtıcısı olması bakımından önemli bir yere sahip. Batı şiirini tanıtmak amacıyla Fransızcadan ilk şiir çevirilerini yaptı. İlk yerli tiyatro eseri sayılan ‘Şair Evlenmesi’ni kaleme alan Şinasi, Agâh Efendi ile birlikte ilk Türkçe gazete olan ‘Tercümanı Ahval’i çıkardı. Yaşamak için bir neden... Juan Benet, Madrid’de Sonbahar adlı yapıtında İspanya’nın düşün/yazın ortamına izdüşüren dört insanın portresini çizer. 1940’lı, 50’li yılların İspanyası’na döneriz bir an. Anlatılanların çekim odağında o insanların hayata karşı duruşları, uğraşılarının anlamı, yaşama biçimlerinin seyri vardır. Ama Benet, dönemsel gerçekliğin yansılarını kendi anılarıyla buluşturarak o insanları anlamaya/tanımaya çalışır. Öyle ki, kendini anlatının merkezinden uzaklaştırarak ustalıklı bir bakışla o insanların gerçekliğini öne çıkarır. Onları anlamaya/tanımaya çalışır. Onun anlatıp dile getirdiklerinde İspanya’nın kültürel ikliminin zenginliğini buluruz elbette. Bence, daha da önemli bir yan, ülkesinin edebiyatına izdüşüren bir yazarın, ötesinde duran, yaşadığı günlere katılan, kendisini bir biçimde etkileyen yazın/düşün insanlarına dönüp bakma/anlatma biçimidir. Benet’in yazdıklarını anılar demeti olmaktan çıkaran da budur. Anlatının odağında dönemi/insanı (aydınısanatçıyı) kavrayış vardır. Yaratısal olanı önceleyen yazar, tanıklığın diliyle konuşmanın yordamını gösterir. Bu da bize, bir edebiyatın zenginliğini, düşünsel arka planını, kendi sesi olmanın ötesindeki kavrayıcılığını anlatır. Juan Benet’i getirip dilimize katan, 1950’ler İspanyası’nın düşünce iklimini anlamamızı sağlayan da bu olsa gerek! Yaşanmışlığın izleri... OKUMA ÖNERİLERİ * Jorge Semprun: Ramon Mercader’in İkinci Ölümü, Çev.: İsmet Birkan, 2005, 416 s.; Beyaz Dağ, Çev.: Ela Güntekin, 2004, 256 s.; Hoşça Kal Güzel Aydınlık, Çev.: Nedret Tanyolaç ÖztokatErdim Öztokat, 2000, 195 s.; Büyük Yolculuk, Çev.: Nedim Gürsel, 240 s.; Yazmak ya da Yaşamak, Çev.: İsmet Birkan, 320 s., Can Yayınları; Federico Sanchez’den Selamlar, Çev.: Can Utku, 2005, Agora Kitaplığı, 241 s. * Primo Levi: Şimdi Değilse Ne Zaman?, Çev.: Nevin Özkan, 1996, İletişim Yay., 384 s.; Boğulanlar ve Kurtulanlar, Çev.: Kemal Atakay, 1996, Can Yay., 184 s. * Juan Benet: 1950’lerde Madrid’de Sonbahar, Çev.: Roza Hakmen, 1989, Metis Yay. * Gül Işık: İspanya: Bir Başka Avrupa, 1991, Metis Yay., 248 s. * Pio Baroja: Bilgi Ağacı, Çev.: Yıldız Canpolat, 1983, 212 s. Koloğlu’ndan karikatür tarihi ? Haber Merkezi Araştırmacı yazar, gazeteci Orhan Koloğlu son çıkan ‘‘Türkiye Karikatür Tarihi’’ adlı kitabı üzerine bir söyleşi yapacak. Bugün saat 19.30’da Beyoğlu Büyükparmakkapı’daki Akşam Sefası Restoran’da başlayacak olan söyleşide Orhan Koloğlu’ya, kolaylaştırıcı olarak çizer İzel Rozental eşlik edecek. Yazar söyleşi sonunda kitaplarını imzalayacak. (0 212 243 28 26) BELLEK KUTUSU ‘‘Yaşanmış bir gerçekliğin her türlü icat ve keşfinin ötesinde, daima keşfedilecek ya da icat edilecek bir şeyler kalacaktır. Ancak bu zenginlik yazıya en azından, roman formuna bir engel de koyar. Çünkü madalyonun öteki yüzünde her zaman, zenginliğinin, içinde taşıdığı sürprizlerin etkisinde kalarak sadece yaşanmış olanın yazıya geçirilmesiyle yetinme riski olacaktır. Oysa büyük bir roman, ne kadar iyi geliştirilmiş, gereksiz şeylerden arındırılmış da olsa yalnızca yaşanmışlığın yazıya geçirilmesiyle yetinemez, çünkü yaşanmışlık, roman sanatının özü olan gerçeğin yaratılmasını her zaman engelleyecek, bulanıklaştıracaktır.’’ Jorge Semprun Operadaki Hayalet’in şarkıları Kültür Servisi Gaston Leroux’un kitabından yola çıkarak Tim Rice’ın sözlerini yazdığı, Andrew Lloyd Webber’in bestelediği müzikal ‘Operadaki Hayalet’in özgün müziklerinin albümü SONY etiketiyle çıktı. Önümüzdeki günlerde ülkemizde de gösterime girecek olan filmin yönetmenliğini Joel Schumacher yaptı. Gerard Butler, Emmy Rossum, Patrick Wilson, Miranda Richardson, Minnie Driver ve Simon Callow rol alıyorlar. Müzikalin New York rejisi bugüne kadar 10 milyondan fazla kişi tarafından izlendi. (0 212 311 13 34) Onu okurken Jorge Semprun’u düşünmemem, kavrayıcı biçimde portresini çizdiği Pio Baroja’nın Bilgi Ağacı’na dönmemem mümkün müydü? Jorge Semprun ki, başucu yazarlarımdandır. Dilimize yeni kazandırılan Ramon Mercader’in İkinci Ölümü’nü okumaya koyulurken, Benet’in getirdiği yazınsal anlamın esintisinin Semprun’la okuma alışverişimi daha da zenginleştirdiğini söylemeliyim. Onun romanlarında her ne kadar yaşanmışlığın izleri, anılar demetinin birikimi varsa da; Semprun, yazınsal yaratıyı hep önde tutmuş, yeni bir roman biçimi kurmuştur. Diğer yazdıklarında da entelektüel dünyasının zenginliğini görmekteyiz. Anılarını okurken, İkinci Dünya Savaşı toplama kamplarından geçen birinin yaşama tutunma öyküsünün buruk, bir o kadar da gerçekçi yanlarını gözlediğimi söylemeliyim. 1943’te Nazilerce tutuklanıp Buchenwald Toplama Kampı’na gönderildiğinde yirmi ya şındadır Semprun. Savaşın bitimiyle siyasal yaşamının ivmesi olacak bir süreci yaşamaya başlar. 1964 yılına kadar, ihraç edileceği İspanyol Komünist Partisi’nde aktif görev alır. Özyaşamsal izler taşıyan ilk romanı Büyük Yolculuk’u 1967’de yayımlar. Roman, onun toplama kamplarındaki yaşamından kesitlerle birlikte, yaşanan insanlık dramının yansılarını getirir. Semprun’un insandan insana gitme düşüncesinin getirdiği tanıklıkta yaşamı savunma biçimlerini görürüz bir bakıma da. En zor koşullarda ayakta kalma, bütün kötülüklere karşı direnme gücünün yüceliği de diyebiliriz buna. Öyle ki, kuşak ve yazgıdaşı Primo Levi, benzer koşulların sanrısını yaşayarak geçirdiği günleri yazmaya yöneldiğinde çok farklı bir kıyıdan anlatmayı seçer yaşama tutunma biçimlerini. O derin sızı onu intihara dek sürükler. Semprun, yazarak hayata tutunma yolunu seçer. Gene anılarla örülü bir kitabının adını Yazmak ya da Yaşamak diye nitelendirmesini buna bağlayabiliriz. Onu ayakta tutan bağlanma düşüncesinin sürüklediği ortamlar hep taşıyıcı olmuştur. Yazarın entelektüel donanımı hayata bakma biçimini zenginleştirdiği gibi, geçip giden anın tutsağı olmak yerine, yazarak bunu anlamaya, bir o kadar da başkalarına göstermeye çalışmıştır. Yaşam deneyimini yazı deneyimine dönüştüren yazar, orada anlatıp dile getirdikleriyle savaşla gelen en trajik olaylar/durumlar karşısında insanın direnme gücünü, hayata bağlanma biçimini yansıtmaktadır. Sanatın deneyimi aktarmanın en etkileyici yolu olduğu gerçeğini yadsıyabilir miyiz? Peki ya, yazının/edebiyatın bu yollardan en gelişkini olduğunu, gücünün de bir o kadar belirginliğini söylersek! Semprun, anılar demetinin önemli bir dönemecini oluşturan Federico Sanchez’den Selamlar’da, Temmuz 1988’de, dönemin sosyalist İspanyol hükümetinde Kültür Bakanlığı görevini üstlendiği günlere döndürür bizleri. Madrid’e gelmiş, Başbakan Felipe Gonzales’in teklifini kabul ederek işe başlamıştır. Bu süreç onun için de yeni bir dönemdir. Ülkesine dönerek yeni bir kimlikle yol alırken sıklıkla da öteki kimliği Federico Sanchez’in yaşadıklarına döndürür okurunu. Kendini vatansız gören bir yazarın şu düşünceleri, anlatının çekim odağında durur: ‘‘İki dilim var, yani şizofrenik ve kökensizim. Çoğu yazar gibi vatanım dilim bile değil, yalnızca konuşma biçimim.’’ Uzunca süre Fransa’da yaşayan bir İspanyol olarak bölünmüşlüğünün dilinden de söz eder Semprun. Ama onu ayakta tutan, yaşamak için karşısına hep bir neden olarak çıkan, yazıdır/edebiyattır. Yazarak aidiyetini bulur, anılarına sadık kalma yolcuğu değildir salt yazdıkları, yazma eylemi içindeki çabası; bir dile, bir ülkeye varmak isteme yolcuğudur. Gönül yaralarından geçerek yazının atlasında yol almak... Semprun’un yazarlık dokusu Bunu salt bir sağalma eylemi olarak da göremeyiz. Semprun’un yazarlık dokusunda, siyasal bağlanmanın getirdiği çatışmalarda bildiğini söyleme, inandığını yapma düşüncesinin tözü yatmaktadır. O, içsel derin sızısını yer yer dile getirse de, anlatısında başat olan; çağın yazgısına dönüşen savaşın getirdiği acımasızlık karşısında insanın direnme/ayakta kalabilme gücüdür. Her Semprun okumasının sıklıkla bana hatırlattığı bir şey vardı: Yaşam yazının değil, yazı yaşamın tanıklığını içermelidir ki, insandan insana geçebilen deneyimin büyülü yolu açılabilsin. Bugünlerde elime alıp, hiç bitmesini istemeden okumaya koyul duğum Ramon Mercader’in İkinci Ölümü’nde (196768) gözlediğim bir yanı da sizinle paylaşmak isterim sevgili okurum. Beyaz Dağ’da Semprun, çağsayıcı bir öyküyü temel alarak sanat/yaratım sorunsalına değiniyordu. Bugünün dünyasında sanatsal yaratıcılıklarıyla yaşama tutunmaya çalışan insanların dramını gösterirken, geçmişte yaşananların sızısının bir başka biçiminin orada, o hayatlarda soluk aldığını hissettiriyordu. Onun ilk anlatılarından olan romanında ise kahramanı Mercarder, ‘‘Soğuk Savaş’’ dönemi gerçekliğinin bir simgesi olarak çıkar karşımıza. Çözülen bir sistemin arka planını ustalıkla anlatan romancı, soluk kesen bir serüvene katar okurunu. Semprun’un etkileyiciliği roman kurma düşüncesinin sağlamlığından gelir. Çünkü çıkış noktasında neyi/niçin anlattığının bilgisi vardır. Yaşanmışlığı önemseten bir bakışı değil, düşünselliği öne çıkarır. Anlatısını katmansal kılan da onun bakış açısının sağlamlığıdır. Bir yanıyla İspanyol, öte yanıyla da dünya romancısı olan Semprun’u Benet’le bir arada okuyunca bunu daha iyi kavrayacaksınızdır sevgili okurum. feridun.andac?dunya.com Gülsüm Cengiz, Münih Kitaplığı’nda ? Kültür Servisi Münih Kent Kitaplığı Türkçe Bölümü’nün her ay düzenlediği kitap tanıtımı ve okuma etkinliklerinin mart ayı konuğu şairyazar Gülsüm Cengiz’di. Almanya DİDF ve Göçmen Kadınlar Birliği’nin düzenlediği 8 Mart etkinlikleri için Almanya’da bulunan Gülsüm Cengiz, son olarak kütüphanedeki okuma toplantısına katıldı. Alman ve Türk çocuklarına iki dilde yayımlanan kitaplarından okumalar yapan Cengiz, sorulu yanıtlı bir söyleşi gerçekleştirdi ve kitaplarını imzaladı. Bölüm Sorumlusu Margit Lindner ile Gülay Savaşçı’nın düzenlediği etkinliklere daha önce Necdet Neydim, Özgür Savaşçı ve başka yazarlar da katılmışlardı. Margit Lindner, çocukların kitaba ve okumaya ilgilerini arttırmak için düzenledikleri etkinliklerin süreceğini belirtiyor. BİLKENT SENFONİ ORKESTRASI’NIN SOLİSTİ SGOUROS’TU Bu yıl 8’incisi yapılan yarışmanın son başvuru tarihi 5 Mayıs Dâhi çocuk başkentte Siemens Opera Yarışması ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tüm dünyanın ‘‘dâhi çocuk’’ olarak tanıdığı ünlü piyanist Yunanlı Dimitris Sgouros Türkiye’ye geldi. Önceki akşam Bilkent Konser Salonu’nda, Emil Tabakov’un yönettiği Bilkent Üniversitesi Senfoni Orkestrası eşliğinde bir konser veren Sgouros, konserden bir gün önceki basın toplantısında, Türkiye’yi her zaman önemsediğini ve Türkiye’de bulunmaktan daima mutluluk duyduğunu söyledi. Dünyadaki ‘‘dâhi çocuklar’’ arasında gösterilen Sgouros, 12 yaşında Atina Konservatuvarı’ndan hem piyanist hem de piyano eğitimcisi diplomalarıyla mezun oldu. 13 yaşında New York’taki Carnegie Hall’de, Mstislav Rostropoviç yönetimindeki ‘‘Washington Milli Senfoni Orkestrası’’ eşliğinde Rahmaninof’un 3. Piyano Konçertosu’nu seslendirdi. Bu konser, yüzyılın en etkileyici konseri olarak kabul edilirken ünlü müzik adamı Rostropoviç, Sgouros için ‘‘Bu çocuk doğanın bir mucizesi, Tanrı’nın gönderdiği bir müzik dâhisidir’’ yorumunu yaptı. ‘Müzisyen bazen intihar komandosudur’ Dimitri Sgouros. layan piyanist, sanatçı olmayı ‘‘intihar komandosu’’ olmaya benzeterek şunları söyledi: ‘‘Müzisyenler bazen ya çalarsın, ya ölürsün anlayışıyla davranırlar. Beethoven’in ‘İmparator’ adlı piyano konçertosu da sanatçıyı sanatçı yapan öğeleri ortaya çıkaracak nitelikte bir yapıt. Hele akustiği bu kadar iyi bir salonda, dünyaca tanınmış bir şef ve orkestra eşliğinde konser vermek çok heyecan vericiydi.’’ Daha önce de Türkiye’de ve Ankara’da konserler verdiğini söyleyen piyanist, ‘‘Türkiye’de ne dinlediğini, nerede alkışlaması gerektiği bilen bir klasik müzik dinleyicisi var’’ dedi. Siyaseti asla müziğine karıştırmadığını vurgulayan Sgouros, bir Yunanlı olarak Türkiye’ye geldiğinde hiçbir sıkıntı yaşamadığını ve pek çok kalıcı dostluk kurduğunu söyledi. Türk klasik müziğini Yunanistan’da daha geniş kitlelere dinletmek için girişimlerde bulunduğunu da anlatan ünlü sanatçı, ‘‘Bilkent Orkestrası gibi işinde profesyonel bir ekibi Yunanistan’da ağırladık. Böyle konserleri sürdüreceğiz’’ açıklamasını yaptı. Kültür Servisi Siemens’in geleneksel ‘Siemens Opera Yarışması’nın sekizincisi 911 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Her yıl verdiği sanat ödülleri ile gençleri teşvik etmeyi ve toplumu sanata özendirmeyi amaçlayan Siemens’in düzenlediği yarışmada, bu yıl ön eleme 9 Mayıs’ta, yarıfinal ve final 1011 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilecek. Yarıfinal ve final bölümlerinin halka açık yapılacağı yarışmanın sonuçları 12 Mayıs’ta dereceye giren sanatçıların sahne alacağı ödül töreni ile açıklanacak. Birinciye 1 yıllık burs Siemens Opera Yarışması’nın birincisi Karlsruhe Operası’nda bir yıllık burs ve Goethe Institut Inter Nationes İstanbul’un desteğiyle 4 aylık Almanca bursu; ikincisi Salzburg Mozarteum Müzik Akademisi’nde 6 haftalık yaz bursu ve Goethe Institut Inter Nationes İstanbul’un desteğiyle 2 aylık Almanca bursu; üçüncüsü ise 2000 Avro para ödülü kazanacak. Opera yönetmeni Doç. Dr. Yekta Kara, Devlet Sanatçısı Mete Uğur, Dresden Operası Genel Sanat Yönetmeni Prof. Dr. Gerd Uecker, Karlsruhe Operası Genel Sanat Yönetmeni Achim Thorwald ve Siemens Kurum Temsilcisi Özen İncecik’in seçici kurul üyeliği yaptığı yarışmanın son başvuru tarihi 5 Mayıs olarak belirlendi. (0212 270 52 32) KadıköyGeleneksel başlıyor... ? Kültür Servisi Nâzım Hikmet Kültür Merkezi aralık ayındaki ‘KadıköyCaz’ın ardından bu kez de geleneksel müziğimizin ustalarını ve genç isimlerini ‘KadıköyGeleneksel’de aynı çatı altında buluşturuyor. 8 Nisan’da başlayan etkinlikte bugün 20.30’da Erkan Oğur ile İsmail H. Demircioğlu, 15 Nisan Cumartesi 18.30’da Sabahat Akkiraz, 16 Nisan Pazar 16.30’da Engin Gürkey Ensamble, 7 Nisan Cuma 20.30’da Grup Pervane, 17 Nisan Pazartesi 20.30’da Uzunyol Üçlüsü, 24 Nisan Pazartesi 20.30’da NHKM Gençlik Korosu konser verecekler. (0 216 414 22 39 www. nazimhikmetkulturmerkezi.org) ‘‘Türk ve Yunan halkları arasında, geçmişte yaşanan olumsuzlukları anlamsız bulduğunu ve tüm bunların müzik ve sanat yoluyla aşılacağını’’ söyleyen Sgouros Türk klasik müziğinin çok gelişmiş bir yapısı olduğunu belirterek Leyla Gencer ve İdil Biret’i hayranlık duyduğu Türk sanatçıları olarak andı. Konserinde Beethoven’in ‘‘İmparator’’ başlıklı piyano konçertosunu yorum CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle