18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 NİSAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Türkiye Ziraatçiler Derneği’nin ‘SebzeMeyve 2006’ raporu tarım sektöründeki sorunları gözler önüne serdi 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Meyve bahçesiyiz ama... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye yıllık 4345 milyon ton sebzemeyve üretimi ile dünya üretiminin yüzde 4’ünü karşılıyor. Sektördeki sorunlar arasında ise kaliteli tohumluk ve fidan kullanılmaması ile bilinçsiz gübre kullanımının yaygınlığı gibi nedenler gösteriliyor. Toptancı hallerinin gerekli işlevi yerine getiremediği vurgulanırken kaçak sebzemeyve dolaşımına da dikkat çekiliyor. Türkiye Ziraatçiler Derneği’nin (TZD) hazırladığı ‘‘SebzeMeyve 2006’’ başlıklı raporda, Türkiye’nin Avrupa ve dünya pazarı içindeki yeri belirtilirken temel sorunlara da dikkat çekildi. Buna göre, Tür İşsizliğin İki Yüzü (II) Geçen haftaki yazıda işgücüne katılma oranının az olması ve bundan kaynaklanan bağımlılık ilişkilerine değinilmişti. İşgücü piyasasının asıl sorunlarından biri de çalışanların bir sosyal sigorta kurumuna kayıtlı olup olmadıkları ya da kayıt dışı çalışıp çalışmadıklarıdır. Aralık 2005 verilerinde, sosyal güvenlik kurumlarına kayıtlı olup olmadıklarına bağlı olarak kayıt dışı çalışanlar çok büyük sayılara ulaşıyor. Sosyal güvenlik; vergiler; ücret düzeyi; iş güvenliği ve çalışma koşulları bakımından görünmeyen, bilinmeyen; tamamıyla karanlıkta bırakılmış olanlar, toplam 21 milyon 332 bin içinde toplamı 10 milyon 240 bin dolayına ulaşıyor. Kayıt dışı çalışanlar, Tablo’dan da izlenebileceği gibi, toplamın ‘‘ortalaması’’ olarak yüzde 48.0’dir. Ekonominin yarıya yakını kayıt dışı çalışıyor. Çalışan kesimlere ya da çalışanların niteliğine göre kayıt dışılık oranı çok büyük farklılıklar gösteriyor. Kayıt dışı çalışan oranı, ücretlilerde yüzde 23.8; yevmiyelilerde yüzde 91.5; işverenlerde yüzde 25.7; kendi hesabına çalışanlarda yüzde 66.3 ve ücretsiz aile işçileri arasında yüzde 95.4’e ulaşıyor. Ücretli ve yevmiyelilerin kendi istekleriyle kayıt dışı çalışması söz konusu olamaz; aynı olgu ücretsiz aile işçileri için de geçerlidir. Çalışanların kayıt dışı kalmasının sorumluluğu tümüyle işverenlerin üzerindedir. Gerçekte, işverenlerin dörtte biri kendileri de kayıt dışı çalışıyor. Önceki yıllarda kayıt dışı ortalaması yüzde 50’nin üzerindeydi. Aralık 2005’te bu oranın azalmış olması, alt kesimlerdeki gelişmelere farklı yansıyor. Örneğin geçen yıl ile karşılaştırıldığında, özellikle tarım dışında çalışan ücretlilerle kendi hesabına çalışanlar; tarım kesiminde de işverenler arasında, kayıt dışılık oranı artıyor. Buna karşılık, kayıt dışılığın olağanüstü yüksek olduğu yevmiyeliler ve ücretsiz aile işçileri arasında kayıt dışılık çok sınırlı bir ölçüde de olsa azalıyor. Kayıt dışılığın durumu, yani, kayda alınmayanların çokluğu ve bunlara bağımlı yaşayanlar, toplumsal dokunun ‘‘asıl güvensiz yapısını’’ gösteriyor. İşsizlikten sonra çalışan kesimin en büyük sorunu budur. Kayıt dışı çalışan yalnız sosyal güvenlikten yoksun değildir. Ek olarak, bunların, ücret düzeyi, iş güvenliği, çalışma koşulları ve özellikle de ‘‘çalışma süreleri’’ yasalara göre olması gereken düzeyden gerçek anlamda çok uzaktır. Bunlara, işsizliği; çocuk işçiliğinin yaygınlığını; kadınların işgücüne katılma oranının yüzde 20’lerde kalan azlığını da eklemek koşuluyla yapılacak bir değerlendirme çalışma hakkının gerçek yapısını yansıtıyor. Türkiye’yi yönetenler ve yönetmek isteyenler, bu sorunlara çözüm getiren politikalar üretmedikçe, sağlıklı bir ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişme süreci beklenemez. Bin kişi olarak Ortalama olarak Toplam kayıt dışı kayıt dışı Oranı Çalışan(1) Çalışan(2) Yüzde (2/1) Toplam 21 322 10 235 48,0 Ücretli 10 761 2 550 23,7 Yevmiyeli 1 405 1 286 91,5 İşveren 1 152 290 25,7 Kendi Hesabına 5 252 3 482 66,3 Ücretsiz Aile İşçisi 2 761 2 634 95,4 Kaynak: Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları, Haber Bülteni, 27 Mart 2006, Tablo: 4 ? Türkiye’deki meyve üretimi AB ülkelerinin toplamının yüzde 40’ına ulaşmasına karşın Türkiye’de üretilen meyve ve sebzenin ancak yüzde 8’i ihraç edilebiliyor. kiye’nin sebze üretimi AB üyesi ülkelerin toplam üretiminin yaklaşık yüzde 20’sini, meyve üretimi de yüzde 40’ını oluşturuyor. Bu üretimin yalnızca yüzde 78’inin ihraç edilebildiğine dikkat çekilirken ihracat rakamının düşük olmasının başlıca nedenleri arasında, ihracatı teşvik amacıyla verilen primin düşük olması gösterildi. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) meyvesebze istatistiklerine de yer verilen raporda, 2005’te toplam ihracatı 73.4 milyar dolar olan Türkiye’nin, yaş meyve ve Türkiye’de sebzemeyve üretimine hâkim olan işletme yapısının ‘‘küçük üretim’’ olduğuna işaret edilen raporda, üretimdeki temel sorunlar şöyle sıralandı: ? İşletmelerin genellikle küçük ölçekli olması, üretim maliyetlerini yükseltirken yeni teknolojileri takip etmelerini zorlaştırıyor. ? Üretici ve ihracatçılar yesebze ihracatı 974.3 milyon dolar düzeyinde kaldı. Buna göre, sektörün toplam ihracat içindeki payı yüzde 3.3, tarım ürünleri ihracatı içindeki payı ise yüzde 26 oldu. meyve ile patlıcan, biber ve benzeri sebze girdiğine ilişkin bilgiler alınıyor. Geçen yıllarda olduğu gibi aynı bölgeden yoğun bir kaçak kavun karpuz girişinin başlaması da bekleniyor. Kaçak girişler İran’dan Rapora göre, ülke içi kaçak dolaşımın yanı sıra Türkiye’de yurtdışından da büyük ölçüde kaçak sebzemeyve girişi oluyor. Kaçak girişin en fazla gerçekleştiği yer, İran sınırındaki giriş kapısı. Buradan her gün yaklaşık 4050 minibüs dolusu elma, armut, kivi, muz gibi terli örgütlenmeye sahip değil. ? Kaliteli tohumluk, fide ve fidan kullanımı yaygın değil. ? Toprak analizi yapılmadan bilinçsiz gübre kullanımı yaygın. ? Üretimde kimyasal ilaç kalıntısı ve depolamadan kaynaklanan toksinlerin varlığı ihracatta engel oluşturuyor. ? Dış pazarın isteklerine uygun ürün çeşitleri ve standartları yeterince gelişmemiş durumda. ? Toptancı hallerinin yeterli donanıma sahip olmadığının da belirtildiği raporda, hallerin denetlenmesi konusundaki en büyük engellerden birinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile belediyeler arasındaki yetki tartışması olduğu kaydedildi. Bursa’ya ‘olağanüstü’ hal Ekonomi Servisi Avrupa’nın geçen yüzyıldan beri kapalı alana çektiği büyük hal konsepti Türkiye’de ilk kez Bursa’da Avrupa Birliği normlarında uygulanıyor. 200 bin metrekarelik alana yayılan yeni Bursa halinde 22 bin metrekaresi alışveriş, 20 bin metrekaresi komisyoncu dükkânları, 2 bin 400 metrekaresi yönetimlokantaofis ve otel olmak üzere toplam 44 bin 400 metrekare kapalı alan bulunuyor. Kalan 158 bin 600 metrekarelik açık alan ise yük boşaltma ve sandık depolama faaliyetleri ile TIR parkı, otopark ve yeşil alana ayrıldı. Alışveriş mekânı, yoğun mal, araç ve insan trafiğini kolaylaştırmak için koridorlara bölünmek yerine akışkan elips bir form olarak tasarlandı. Örgütler yetersiz, haller denetimsiz Yeni nesil uçak projesi, ABD ve Avrupa şirketlerini karşı karşıya getirdi Havada Türkiye kapışması ? JSF uçaklarının başüreticisi Amerikalı Lockheed Martin, türk savunma sanayiine 3.5 milyar dolarlık üretim işi vermeyi öneriyor. WASHINGTON (AA) Türkiye’nin yeni nesil savaş uçağı alımı projesinde, ABD önderliğinde geliştirilmekte olan Joint Strike Fighter (JSFMüşterek Av/Bombardıman Uçağı) ile Batı Avrupa ülkelerinin ürettiği Eurofighter Typhoon uçağı arasında rekabet büyüyor. JSF’nin başüreticisi konumundaki Amerikan Lockheed Martin şirketinin, bu uçağın tercih edilmesi durumunda Türkiye’ye değeri 2002 yılı rakamlarına göre 3.5 milyar dolardan fazla üretim işi vermeyi önerdiği belirtildi. Teklifin bugünkü değeri 4 milyar doları aşıyor. Ağırlıkla JSF uçaklarının bir bölümünün gövde ve kompozit malzemelerinin üretiminin Türkiye’deki TAI tesislerinde yapılması öneriliyor. Türkiye’nin 100 adet yeni nesil savaş uçağı için gelecek 20 yılda yaklaşık 10 milyar dolara yakın harcama yapmayı planlandığı, ancak ödenecek rakamın yüzde 50’si karşılığındaki imalat işinin, Türkiye’de yapılmasının şart koşulduğu bildirilmişti. A S E L S A N ’ D A N T E K N O L O J İ ATA Ğ I DEV MADENSEN: 11 milyon çalışanın hiçbir güvencesi yok ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’de işçilerin yüzde 52’sinin güvencesiz çalıştığını belirten DİSK’e bağlı Türkiye Devrimci Maden Arama ve İşletme İşçileri Sendikası (Dev MadenSen) Genel Başkanı Çetin Uygur, ‘‘Ülkemizde 21 milyon çalışan olduğunu düşündüğümüzde, bunların 11 milyon kadarının sendikasız, sigortasız, yani hiçbir güvence olmadan çalıştığını görüyoruz’’ dedi. Halkevleri Adana Şubesi’nce düzenlenen ‘‘Dünyadan Türkiye’ye İşçi Hareketleri ve Toplumsal Mücadele’’ konulu toplantıda konuşan Uygur şunları söyledi: ‘‘Ülkemizde, 21 milyon işçinin bulunduğunu, bunlardan yüzde 52’sini oluşturan 11 milyon kadarının sigortasız, güvencesiz ve sendikasız bir şekilde çalıştırıldığı kara bir tablo önümüzde durmaktadır.’’ AraştırmacıYazar Metin Yeğin de çalışanlara, haklarını aramaları için sendikaların çatısı altında birleşme çağrısı yaptı. Ulusal savunmada devler ligine doğru ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TUSAŞ/TAI, ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN, çalışmalarını Savunma Teknolojileri Holding adı altında ortak sürdürecek. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül yaptığı yazılı açıklamada, Savunma Sanayii Yeniden Yapılanma Projesi kapsamında, TUSAŞ/TAI, ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN’ın kurulacak Savunma Teknolojileri Holding A.Ş. bünyesinde faaliyetlerine devam edeceklerini söyledi. Holdingin öncülüğünde Türk Savunma Sanayii Sektörü’nün bugün yüzde 25 civarında olan TSK ihtiyaçlarını yurtiçinden karşılama oranının orta vadede yüzde 50’nin üzerine çıkmasının beklendiğini ifade eden Gönül, ‘‘Holding, dünya savunma sanayii şirketleri sıralamasında ilk 80 firma arasına girecek olup, önümüzdeki dönemde ilk 50 firma arasına girmesi hedeflenmektedir’’ diye konuştu. Öte yandan Türk savunma sanayiinin önde gelen kuruluşlarından ASELSAN, zırhlı keşifgözetleme aracı geliştirdi. MarsV KeşifGözetleme Aracı Projesi, zor savaş koşullarında hedeflerin tespit edilmesi ve toplanan bilgilerin komutakontrol kademelerine iletilmesini amaçlıyor. Gündüz/gece her türlü hava şartlarında görev yapabilen aracın özellikleri arasında, görev teçhizatının tümüyle bilgisayar kontrollü olması da bulunuyor. [email protected] Beyaz eşya ihracata çalıştı Ekonomi Servisi Türkiye’nin beyaz eşya üretimi, son 5 yılda yüzde 138 artışla 12 milyon 363 bine ulaştı. Beyaz eşya ihracatı da 5 yılda, yüzde 289 artışla 7 milyon 788 bin adedi buldu. Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği’nin verilerine göre, Türkiye, 2005’te ürettiği 12 milyon 362 bin adet beyaz eşyanın yüzde 63’ünü de ihraç etti. Öte yandan Vestel Beyaz’dan yapılan açıklamaya göre, hisselerinin yüzde 27.4’ünün halka arzı için çalışmalarını tamamlayan şirket, 1112 Nisan tarihlerinde talep toplamaya başlayacak. Vestel Beyaz hisseleri nisan ayının üçüncü haftasında İMKB’de işlem görmeye başlayacak. Halka arzın ardından şirketin mevcut ödenmiş sermayesi 138 milyon YTL’den 190 milyon YTL’ye çıkmış olacak. Halka arzda hisse fiyat aralığı 3.123.78 YTL olarak belirlendi. erginy?tr.net DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Siz bu yazıyı okurken CUMOK tarafından, 789 Nisan tarihlerinde düzenlenen İzmir İktisat Kongresi 2006’da, ‘‘Ulusal İktisat Politikaları Bağlamında IMF’den Kopma YollarıUlusal Kalkınma StratejisiTürkiye İçin Seçenek Var’’ başlıklı oturuma katılmış ve geri dönüyor olacağım. Bu oturuma sunduğum görüşleri, katılma olanağı bulamayanları düşünerek sizlerle paylaşmak istiyorum. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA IMF programları niye var? IMF 1950’lerden beri var, ama bugünkü işlevini, iradesini dayatma gücünü 1980’lerde, dünya ekonomisinin özgün bir döneminde elde etti. Gelişmiş kapitalist ülkelerin, 1950 sonrası yaşadıkları güçlü ve istikrarlı ekonomik büyüme dönemi, 1968 Paris Baharı’yla I. Petrol Krizi arasında bir yerde sona ermiş, The Economist’in deyişiyle ‘‘altın çağ bitmişti’’. Durum, kabaca şöyle özetlenebilir: II. Dünya Savaşı’nın Avrupa ve Japonya’da yok ettiği kapasite yeniden inşa edilmeye, sendikalar güçlerini toplamaya başlayınca, zaman içinde bir aşırı birikim (kapasite fazlası sorunu) ortaya çıktı. Sendikal hareketin gücü, sermayenin bu krize uyum sağlamasına olanak vermedi. Bunun üzerine sermayenin mali alana kayması ve uluslararasılaşması, 1970’lerde hızlanmaya başladı. Bu genişleme çabası merkez ülkelerde stagflasyon yaratırken çevre ülkelerde de 1983 borç kriziyle sonuçlandı. Böylece 1970’lerin başında merkez ülkelerde başlayan kriz, 1980’lerde genelleşmiş oluyordu. IMF’nin, 1980’lerin başında Türkiye’de de denedikten sonra gündeme gelen programı, bu borç krizini yönetmeyi ve borç lu ülkelerin borç sorununu çözmeyi amaçlıyordu: Rivayete göre... Gerçekten de, IMF programları sayesinde, 198389 arasında borçlu ülkelerden alacaklı ülkelere 242 milyar dolar net transfer gerçekleştirildi. Ancak aynı dönemde, gelişmekte olan ülkelerin 1970’te 100 milyar dolar düzeyinde seyreden dış borçları, 1980’lerde 650 milyar dolardan 1.4 trilyon dolara yükseldi. IMF borç yükünü azaltmadı, arttırdı. Üstelik, IMF programlarını en yoğun biçimde uygulayan Latin Amerika ülkelerinde kişi başına gelir 196080 döneminde yüzde 82 oranında artmışken 19802000 arasında artış hızı yüzde 9’a geriledi ve 20002005 döneminde de yüzde 1’de kaldı. Asya krizine, Arjantin’in başına gelenlere, Türkiye’nin iki mali krizden sonra yine kriz bekleyen bir noktaya gelmesine de bakınca, IMF’nin başarılı olduğunu savunmak kolay değil. Ama 198389 arasında, alacaklılara yapılan 242 milyar net transfer başarı sayılmaz mı? Sayılır; aslında IMF’nin başarısı çok daha kapsamlı. Önce 11 Eylül olaylarını anımsamamız gerekiyor. 1973, 11 Eylül olaylarını, Şili’deki... Çünkü IMF programının tohumları, burada Pinochet darbesiyle, Kondor operasyonuyla atıldı. Sermayenin önündeki tüm ekonomik, siyasi, insani engeller ilk kez buralarda kaldırılmaya başlandı. Özelleştirme, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, dışa açma, sendikal hareketin, muhalefetin tasfiyesi, emek piyasasının esnekleştirilmesi, toplumsal harcamaların kısılarak elde edilen fazlanın sermayeye aktarılması ilk kez burada (Hadi hakkını yemeyelim; beş yıl önce, Endonezya’da 1 milyona yakın insanın canına mal olan Suharto darbe IMF Programlarının Alternatifi Var mı? I sini de anımsayalım) gerçekleştirildi. Bu uygulamalar, sermaye birikiminin yeniden düzenlenmesinde ne kadar etkin oldukları görülünce, merkez ülkelerdeki aşırı birikim krizinin etkilerini hafifletmek üzere, bu kez evrenselleştirilerek IMF reformları adı altında uygulamaya sokuldular. Sermaye, kriz ve seçenek Krize girmeye başlayan sermaye, kabaca dört yoldan ilerler: (1) Emeğin maliyetini düşürmeye çalışır Sendikalara, çalışma koşullarına saldırır. (2) Dolaşım hızını arttırarak atıl kaldığı süreyi azaltmaya çalışır Ulaşım, iletişim teknolojileri, yeni yönetim yöntemleri geliştirmeye ağırlık verir. (3) Yeni avlanma alanları aramak için yeni coğrafyalara göç eder Burada mallarını satacak, birikmiş servetlere, ekonomik ya da siyasi zorla el koyacaktır. (4) Ucuz hammadde, mamul madde ve işgücü kaynakları arar. Örneğin sermaye, büyüme dö nemlerinde yaratılan özel ve kamusal birikimlere, kredi mekanizması, özelleştirme, devalüasyondan sonra ucuza kapatma yoluyla el koyabilir. İthalatı, değerinin altında (destekli) ihracatı teşvik edecek bir dış ticaret rejimi dayatabilir. Böylece hem yerli üreticiyi imha ederek kendine yeni pazarlar açabilir hem de kendi ülkesinde işçilerin tükettiği malları ucuza ithal ederek işgücü maliyetini sınırlar. Ancak bunların gerçekleşebilmesi için hedef ekonomilerin yeniden düzenlenmesi, gerekli yasaların çıkarılması, muhalefetin susturulması gerekir. Bu da yetmez, bu yeni düzenlemelere uygun insanları yetiştirecek bir medya ve eğitim sistemi gerekir. IMF programlarının başarısı, işte esas bu alanlarda yatar. Bu açıdan bakınca, IMF başarılı bir kurumdur: Birikmiş servetlere el konmasını ve ülke dışına taşınmasını kolaylaştırdı. Bu taşıma işi bitince de ister istemez ekonomiler çöküyordu. O zaman IMF yeniden geliyor, ‘‘Büyük ekonomiye geçiş’’ söylemiyle talan edilecek yeni kaynaklar, alanlar açılmasına yardım ediyordu. Peki bu programlar neden kabul görüyorlar? Birincisi, serbest piyasa, küreselleşme, diye sunulan düzenleme programları, daha yıkıcı etkileri belli olmadan, medyanın yardımıyla, kendilerine uygun insanlar yetiştiriyor. İkincisi, ülke içinde, uluslararası sermayeye entegre olmuş sermaye grupları, siyasetçiler bu süreçten çıkar sağlıyor, bu programları istiyor ve koruyor. Üçüncüsü, IMF programları, hegemonyacı ülkenin siyasi taleplerini da yatmasını kolaylaştırmakta, şantaj aracı olarak kullanılıyor. Öyleyse bu programlara alternatif olacak programlar, işe ekonomik coğrafyanın, üretilen artıdeğerin dışarı kaçmasını engelleyecek bir biçimde yeniden düzenlenmesiyle başlamak zorundadır. Sıcak para girişine, ihracata dayanmak yerine, yerli üretici korunarak iç piyasa canlandırılabilir ve derinleştirilebilir. Emeğin örgütlenmesine olanak sağlanır. Bu hem iç talebi güçlendirecek hem de kamu yararına, toplumsal dayanışmaya olumlu gözle bakan insan türünün yeniden ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. Yabancı yatırımlar ve yabancı malların girişi, bir piyasa erişim (market access) rejimine, örneğin teknoloji transferine, asgari doğrudan yatırım koşullarına bağlanabilir. Kaynak dağılımı, katma değer oranı yüksek dalların gelişmesine, araştırmageliştirme harcamalarına, eğitime, sağlığa yönlendirilecek biçimde planlanabilir. Ancak bunların gerçekleşebilmesi için, önce ülkedeki kültürel hava değişmeli, halkçı (dayanışmacı), bağımsızlıkçı ve demokratik bir iklim oluşmalıdır. Bu alanda çok ufak adımlar bile önemli sonuçlar yaratabilir. Ancak halkçı ve demokratik bir ortamın yaratılmasına, kaynak dağılımına yönelik bir ekonomik programı olmayan ‘‘ulusalcı’’ söylemlere de çok dikkat etmek gerekir. Çünkü bunlar Truva Atı işlevi görecek, ulusalcılığı, antiemperyalist, halkçı, demokratik refleksi bastırmak, emperyalizmi arka kapıdan içeri almak için kullanacaklardır (Çarşambaya devam ediyorum). CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle