15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 KASIM 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Sakarya köyü müzesi ilgi bekliyor Tırnaksız, Sakarya Meydan Savaşı’nın kanlı kapışmalarına tanıklık etmiş bir köy. Ağustos 1921’de Türk ordusu, Yunan karşısında tutunamayarak Tırnaksız’ı ve arkasındaki Velidede Tepesi’ni boşaltarak çekilir. Köy 15 gün işgal altında kalır. Savaştan sonra Atatürk’ün oluşturduğu ‘‘Tetkiki Mezalim Komitesi’’ 10 gün köyde incelemeler yapar. Polatlı’da kulakburun boğaz uzmanı olarak görev yapan Dr. Mansur Sezginer, Atatürk’ün savaş sonrası ‘‘Sakarya’’ adı ile onurlandırdığı o köyde doğmuş, büyümüş. Yurtseverlik duyguları ve tarih bilinci, onu önemli bir sorumluluk üstlenmeye itmiş. Dr. Sezginer, Sakarya köyünde bir ulusal kurtuluş müzesi oluşturmada kararlı: ‘‘Halide Edip Adıvar’ın köyde kaldığı ev, yıllar karşısında yorgun, fakat ayaktadır. Halide Edip’in kaldığı evin sahibi, o dönemde Kılıç Ali ve Cevat Abbas ile dosttur. Zaman zaman köye gelerek misafir olmaktadırlar. Hatta bu evde yaptığımız araştırmada Kılıç Ali’nin fotoğrafını bulduk. Çocukken, Velidede Tepesi’nden topladığımız savaş kalıntılarının artık kalmadığını sanıyordum. Fakat bir araştırmamda köylünün elinde hâlâ kalıntılar tespit ederek müze oluşturma konusunda faaliyete başladım. Köylüleri toplayarak konuyu anlattım. Köy dışında yaşayanlarla oluşturduğumuz grupla konuyu işlemeye başladık. Köydeki taşımalı eğitim nedeniyle boş okulu devraldık, Kaymakamımızın desteğiyle de bakımını yaptık. Fakat tam yeterli hale getiremedik. Müzede kuruluşundan bugüne köyün tarihini, ailelerin soyağaçlarını, Sakarya Savaşı’ndaki olayları ve kalıntılarını sergilemeye çalışacağız.’’ Sakarya köyü müzesi, hem düşünsel, hem de ekonomik anlamda katkı sağlayabilecek kurum ve yurttaşlardan destek bekliyor. Bu işe gönül vermiş olan Dr. Mansur Sezginer’e ‘‘3126233280’’ numaralı telefondan ya da ‘‘[email protected]’’ adresinden ulaşılabiliyor. SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Siyasetçi ağabey gözlüyor Sistemin kısa adı UYAP. Uzun adıyla Ulusal Yargı Ağı Projesi... UYAP kapsamında olan Adalet Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı, mahkemeler, savcılıklar ve Yargıtay, hatta Adli Tıp Kurumu da dahil tüm birimler işlemlerini bu sistem içerisinde bilgisayar ortamında gerçekleştiriyorlar. Böylece tüm veriler, merkezi bilgi bankası niteliğindeki UYAP’ta toplanıyor. Sisteme, ‘‘Aman ne güzel, herkes her aradığını bulacak’’ diyecekler çıkabilir. Hele bir dinleyin Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nu da ondan sonra karar verin ne olacağına: UYAP’a ilişkin kaygılarınız neler? Anayasaya göre, hızlı ve en az masrafla çalışmak yargının görevidir. Bu görev yargınındır, Adalet Bakanlığı’nın değil. Adalet Bakanlığı UYAP yoluyla, yargı sahasına girmekte, yargılama ve soruşturma faaliyetleri, Adalet Bakanlığı kapsama alanı içerisinde gerçekleştirilmekte, bu verileri, bilgi ve belgeleri elinde toplamaktadır. Bu bilgilerden bakanlığın yararlanması değil, böyle bir müdahale ve erişime ortam yaratabilmesi, sorunun özünü oluşturmaktadır. UYAP, diğer bakanlıklar bünyesindeki merkezi projelerdeki anlayışla yürütülemez. UYAP’ın bir farkı vardır. Çünkü UYAP yargısal alanla ilgilidir. Örneğin Türkiye’nin herhangi bir yerinde UYAP’a dahil bir adliyede yürütülen bir soruşturmadaki tüm ifadeler bu sistemde yer aldığından, bu bilgiler yürütme organının erişimine açıktır. Oysa soruşturma gizlidir. Kaldı ki bu durum, soruşturmayı yürütenlerin etki altında çalışamamasına neden olabilecektir. Üstelik sistemde yazılan karar taslakları bile görülebilmekte, taslakların ne zaman, nasıl bir içerik aldığı da izlenebilmektedir. Çözüm nedir sizce? UYAP ivedilikle durdurulmalıdır. UYAP işletimi bağımsız, yürütmenin etkisi altında olmayan bir üst/ yüksek kurula devredilmelidir. Bu yolda YARSAV’ın 15 Kasım’da Adalet Bakanlığı’na başvurusu olmuştur. Bakanlık 60 gün içerisinde UYAP’tan elini çekmezse, ülkesel alanda uygulanan projenin durdurulması ve iptali için Danıştay’da dava açılacaktır. “Medeniyet Tıraşı” (2) Geçen haftaki “Medeniyetler İttifakı” toplantısının İstanbul’da yapılacağını, bu sütunda bir buçuk ay önce (23.09.2006) ilk ben yazdım. Toplantının “resmi gerekçesi”, İstanbul’da da ortaya konduğu üzere, BM bünyesinde hazırlanan “Medeniyetler İttifakı raporunu, projenin öncüleri Annan, Zapatero, Erdoğan’ın başkanlığında sunmak” olacaktı... Ancak eylül yazımda da belirttiğim üzere, bu sunum için seçilen “zamanlama” ve “yer” ilginçti. Niye New York ya da Madrid değil de İstanbul? Ve niye kasım ayı? Söz konusu toplantının İstanbul’da yapılacağını duyuran 21 Eylül tarihli “El Pais” gazetesi, habere şöyle girmişti: “Zapatero, Papa Ratzinger’in ziyaretinden önce İstanbul’a gitmeyi planlıyor!” Yani kimselerin ne olduğunu anlayamadığı, Arap ve Avrupa basınının geniş ölçüde ilgisiz kaldığı “Medeniyetler İttifakı raporu” işin gösteri kısmıydı. İspanya Başbakanı Zapatero, buraya asıl “Papa’nın ziyareti öncesinde ortamı yumuşatma misyonu” ile geliyordu! ‘Emirin eşi burada ya!’ “Medeniyetler İttifakı”, taşıdığı ismin çağrıştırdığı iddia denli önemli bir projeyse; bunun ön hazırlığının uluslararası zirvelerin tantanasına yakışan bir ciddiyet içinde planlanması gerekmez mi? “İttifak”(!) çatısı altında bir araya gelen ülkelerin yayın organlarına sözgelimi, bir ön bilgilendirme yapılması icap etmez mi? Çırağan’daki basın toplantısında mesela, İspanyol gazeteci soruyor: “Hani Arap basını nerede? Niye burada yok?” Erdoğan’ın yanıtı şöyle: “Canım işte Arap Ligi Başkanı Amr Musa ile Katar Emiri’nin eşi var ya!” Medya, “Medeniyet çatışmasının taraflarını oluşturan ülkelerin basını niye yok?” diye soruyor. Bizimki, bir “Arap Ligi bürokratı” ile “emirin eşinden” söz ediyor. Dikkatinizi çekerim: Emirin kendisi de değil... “eşi”! Artık ciddiyetsizlik mi demeli, cehalet mi, bilemeyeceğim. Bildiğim bir şey varsa, o da bu “projenin”; ne yaptığını çok iyi bilen bir “Batı medeniyeti projesi” olduğudur. “Ne yapıldığını” bildiğimiz sürece, bizim de bu “Medeniyet İttifakı” masalının bir ucundan tutmamamız için neden yok gerçekte. Örneğin Zapatero, ne yaptığını gayet iyi biliyor. “Homoseksüel” evliliklere yeşil ışık yaktığı günden beri, Vatikan’la sayısız sorun yaşayan İspanya Başbakanı, Papa’nın zorlu Türkiye ziyareti öncesinde bu olayı bir tür “arabuluculuk rolü” üstlenmek için kullanıyor! Konu sadece bununla da sınırlı değil. Şeker uyarısı Şekerİş Başkanı İsa Gök, kâr oranı yüksek Bor, Ereğli ve Ilgın şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin Türkşeker’e bağlı diğer fabrikaları olumsuz etkileyeceğini, 1518 fabrikanın kapanmak zorunda kalacağına ilişkin uyarılarını sürdürürken bir de önemli anımsatma yapıyor: ‘‘Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi çalışmalarına yardımcı olmak üzere görevlendirilen üçlü konsorsiyumda ED & F Man İstanbul Pazarlama Ltd. Şti. de yer almıştır. ED & F Man, 220 yıldır uluslararası şeker ticaretiyle uğraşmaktadır ve bu alanda dünya lideridir. Ülkemizin şeker üretimindeki her azalış, bu şirket için kâr anlamına gelecektir.’’ Çin’de Çince, İsrail’de İbranice yazabiliyorsunuz, Türkiye’de Türkçe asla! Açın cep telefonlarınızı, ileti yazarken Türk abecesindeki ‘‘ç, ğ, ı, ö, ş, ü’’ harflerini kullanabiliyor musunuz, bir bakın. Kullanamıyorsunuz. Kullanabildiğiniz durumlarda da ileti bedeli artıyor! Dil Derneği, uygulamanın yazı dilimizi ve söz varlığımızı olum Cep Türkçesiz suz etkileyeceğine dikkat çekmek amacıyla cep telefonu işletmenlerinin yöneticilerine ve Telekomünikasyon Kurumu Başkanlığı’na birer mektup yazdı: ‘‘Cep telefonlarında abecemizde yer alan ‘ç, ğ, ı, ö, ş, ü’ harflerini içeren ileti metinlerinin yazılamamasından, yazılsa bile bu harflerle yazılan metinlerin alıcı tarafa iletilirken ‘c, g, i, o, s, u’ harflerine dönüştürülmesinden kaygı duyuyoruz. Bu uygulama, özellikle bilişim ve iletişim teknolojilerinden yoğun olarak yararlanan çocuklarımız ve gençlerimiz için sakıncalıdır; genç kuşak, abecemizdeki harfleri kullanmaksızın yazma alışkanlığı edinmektedir. Türkçeye, söz varlığımıza, dilimize, ulusal kimliğimize yabancılaşmaya yol açan bir uygulamayı salt teknik bir sorun olarak kabullenip sessiz kalmak, toplumsal ve kültürel etkilerini görmezden gelmek olanaksızdır.’’ Mektubu kaleme alan Dil Derneği Genel Yazmanı Hülya Küçükaras, ortak anlaşma aracımız Türkçemize sahip çıkılacağını umuyor ve girişiminin sonucunu merakla bekliyor. ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Sosyal güvenlikte yeni bir dönem: 2007 yılı 29 Ekim 1923’te laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türkiye’ yi çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkarmak için, gereken devrim yasaları, “ardı arkası kesilmeksizin” bir bir çıkarılmış ve uygulanmasına da hiç zaman yitirilmeden başlanmıştır. Bu devrim yasalarından biri de 2 Ocak 1926 tarih ve 260 (iki yüz altmış) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve aynı gün yürürlüğe giren 698 sayılı “Takvimde Tarih Başlangıcının Değiştirilmesi Hakkında Yasa”dır. 698 sayılı yasanın 1. maddesi ile: “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde resmî Devlet takviminde tarih” başlangıç olarak uluslararası takvim başlangıcı “kabul edilmiştir.” 2.Maddesi ile de : “1341 senesi kânunuevvelinin 31’inci gününü takip eden gün, 1926 senesi” ocak ayının birinci günüdür. Böylece, uluslararası, çağdaş takvim 1 Ocak 1926 günü Türkiye’de kullanılmaya başlanmıştır. Sıra giderek, sosyal güvenlik sistemine gelmiştir. Önceleri çeşitli kurumlarda çalışanlarının gelecek ve sağlık güvencelerini sağlayan, “tekaüt sandıkları” yasayla kurulmaya başlamış ve sonuçta, kamu görevlilerinin tümünü içine alan 7 Haziran 1949 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Yasası yürürlüğe girmiştir. Yasayla kurulan eski “tekaüt sandıkları” da yürürlükten kaldırılarak yerlerini “Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı”na bırakmıştır. İlk sosyal güvenlik kurumu, 16 Temmuz 1945 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 4792 sayılı yasa ile kurulan “İşçi Sigortaları Kurumu” olmuştur. İşçi Sigortaları Kurumu’nun görev alanına giren sosyal güvenlik yasaları: 1) İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası Kanunu 2) Hastalık ve Analık Sigortası Kanunu, 3) Maluliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Kanunu’ dur. Bu kanunlar Türkiye’de sosyal güvenliğini öncüleridir. İşçi Sigortaları Kurumu, “27 Mayıs 1960 Devrimi” sonucu dönemin en seçkin bilim adamlarınca hazırlanan 1961 Anayasası’na, 27 Mayıs 1960’tan önce kullanılması çok sakıncalı olan ve kullananın başına “bin bir bela açan” “sosyal” sözcüğü ve türevlerinin girmesiyle, 27 Mayıs Devrimi sonucu, İşçi Sigortaları Kurumu’nun adı değişmiş, 29,30,31 Temmuz ve 1 Ağustos 1964 günlü Resmi Gazete’lerde yayımlanan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası böylece 1965 yılında yürürlüğe girmiştir. 14 Eylül 1971 tarihinde yayımlanıp, 1 Nisan 1972’de yürürlüğe giren 1479 sayılı yasanın getirdiği sosyal güvenlik hükümlerini uygulamak üzere, “Esnaf ve Sanatkârlar ve diğer bağımsız çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu” 1972 yılında kurulmuştur. Kurum kısaca “BağKur” diye anılır. 1945 yılından 1972 yılına kadar çeşitli tarihlerde kurulan sosyal güvenlik kurumları : 1) İşçi Sigortaları Kurumu (19451965) 2) Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı (1949) 3) Sosyal Sigortalar Kurumu (1965) 4) Bağ – Kur, (1972) Bugün yerlerini, işlevlerini, mal varlıklarını 20 Mayıs 2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 5502 sayılı Yasa ile kurulan “Sosyal Güvenlik Kurumu”na bırakmışlardır. Bu devirteslim yasanın Geçici 1.maddesinde açıkça belirtilmiştir. “4947 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatı Kanunu ile kurulan Sosyal Güvenlik Kurumu, 4958 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile kurulan Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı’nın; merkez ve taşra teşkilatlarının kadroları ile kadrolarında görev yapan memur ve işçileri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4 üncü maddesinin (B) bendi gereği çalıştırılan personeli mevcut statüleri ile her türlü taşınır ve taşınmazları, tapuda bu Kurumlar adına kayıtlı olan taşınmazları ve hizmet binaları, araç, gereç, malzeme, demirbaş ve taşıtları, alacakları, hakları, borçları, iştirakleri, dosyaları, yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtları ve diğer dokümanlar ile birlikte hiçbir işleme gerek kalmaksızın bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte Kuruma devredilmiştir.” 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın yürürlüğe gireceği 1 Ocak 2007’de “Sosyal Güvenlik Reformu” yasaları adı verilen bu yasalarla güvenlik kurumlarında yeni bir dönem başlayacaktır. Sosyal güvenlik reformunun getirdiği 5502 ve 5510 sayılı yasalar okunduğunda üzerinde çok konuşulacağı ve eleştirilere de çok açık olacağı anlaşılmaktadır. Yasaların yazılımı, “Da Vinci’nin Şifresi” isimli eserden esinlenildiğini düşündürmektedir. Sosyal Güvenlik Reformu yasaları adı verilen bu yasalarla güvenlik kurumlarında yeni bir dönem başlayacaktır. Sosyal güvenik reformunun getirdiği 5502 ve 5510 sayılı yasalar okunduğunda üzerinde çok konuşulacağı ve eleştirilere de çok açık olacağı anlaşılmaktadır. Yasaların yazılımı, “Da Vinci’nin Şifresi” isimli eserden esinlenildiğini düşündürmektedir. İspanya’nın ki belli, bizimki ne? Jose Luis Rodriguez Zapatero; gerçekte projenin fikir babası. İki yıl önce, öneriyi BM Genel Sekreterliği’ne getiren o. İspanya muhalefetinin sert eleştirilerine maruz kalmak pahasına, Zapatero gibi prestijli bir lider bu pandomime niye zaman harcıyor dersiniz! Bunun iki nedeni var: İspanya şaka değil 800 yıl Arap hâkimiyeti altında kalmış bir ülke. Bu nedenle hâlâ kendisini “ön safta” hissediyor. 800 yıllık geçmişin bu güne yansımaları var... İspanya, “Mağrib ülkelerinden” önemli bir göç alıyor. Bu Mağribli göçmenler hâlâ, “Endülüs”ü kendilerine karargâh ediniyorlar. Ve zaman zaman İspanyolların tüylerini diken diken eden bir “reconquista”dan (yeniden fetih) bahsediyor, İslam adına misyonerlik faaliyetleri yürütüyorlar. Zapatero, İslam dünyası nezdinde bu nedenle iyi kötü “piar faaliyeti” yapmak istiyor. İki yıl önceki Madrid bombaları; böyle bir piar’a İspanya açısından ayrıca aciliyet kazandırıyor. Diyeceğim o ki; bu “proje” kocaman bir balon olsa dahi; bir yanda Vatikan, bir yanda İslam, Zapatero’nun anlaşılabilir bir ajandası var. Erdoğan’ın ajandası ne peki? Fikrimiz var mı? TC Başbakanı niye “bu şovun” içinde? Medeniyetin “öteki kanadından” Katar Şeyhi’nin eşiyle, bir Arap bürokratı ötesinde kimseleri dahil edemiyorsa; kameralar önünde kendi reklamını yapmaktan başka ne yapıyor? İşte İspanyol basınının yanıtını aradığı soru bu! Bizim de bilmek hakkımız değil mi? Not: Geçen haftaki “İnsan Ecevit” başlıklı yazım Özellikle de “Ecevit Çayı” bölümüyle çok sayıda okurun ilgisini çekti... Telefonla arayan okurlar için, tekrar yazıyorum. Çay, kuru değil; “soğuk suyla” demleniyor. Hepsi bu! Demliğinizi çaydanlıkla birlikte ocağa koyarken; çaydanlığın üzerindeki “demliğe” doğrudan soğuk su ekliyorsunuz. Altta su ısınırken, soğuk suyla koyduğunuz çay da yavaş yavaş demlenmiş oluyor. Ecevit’ten öğrendiğim bu çayın gayet lezzetli ama çok daha hafif olduğunu siz de göreceksiniz... Afiyet olsun! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek?hotmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 20 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yerli bir pirinç cinsi. 2/ 1 Osmanlı dev 2 letinin Müslü 3 man olmayan uyruklarına 4 verilen ad... 5 Şarkının sert 6 bir biçimde 7 vurgulandığı disko müzik 8 üslubu. 3/ Bir 9 tür hamur tat1 2 3 4 5 6 7 8 9 lısı. 4/ Ağırlama... Bir yerde biriken sıvıla 1 K A R A Y E M İ Ş T O K A rı dışarıya akıtmakta 2 A R A S T A P A N kullanılan oluk ya da 3 L A F boru. 5/ Bir tür geçi 4 A K H İ L E rimsiz toprak... Vila 5 K A R A B O D U R E R E N L A yet... Bir nota. 6/ Ka 6 Ş A P le duvarlarında düş 7 S A V A T mana ok atmak için 8 A Z İ Z S EME açılmış deliklere ve 9 K A R A Ç U V A L rilen ad. 7/ Bir soru eki... Bir ilimiz. 8/ Sürdürme, devam ettirme... İskambilde bir kâğıt. 9/ Osmanlı devletinde iki alaydan oluşan askeri birlik... Ankara’daki özel bir tiyatronun kısa yazılışı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Halk dilinde cevizli sucuğa verilen bir başka ad... Balçık. 2/ Tavlada “üç” sayısı... Yersiz ve zamansız davranışları olan kimse. 3/ Bağ, bahçe ve bostanlarda sebze, meyve dikmek için ayrılan bölümler... Tuzağa düşürülen şey. 4/ Kuru soğuk... Avrupa’da bir başkent. 5/ Şöhret... Çam, ardıç, sedir gibi ağaçların yaprağı. 6/ Üç bentten oluşan bir Batı şiiri türü. 7/ Asya’da bir ülke... Kısa süreli eğitim etkinliği. 8/ Doğaüstü varlıklarla ilişki kurma sanatı... Telli bir çalgı. 9/ Pastırmalı bir börek. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle