25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 KASIM 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Git Ahmet Mete Apak: “Tinercilerin saldırısına uğrayan emekli polis memurunu içkili diye suçlayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a: Adam içkiliyse sana ne? Senin görevin saldırganları yakalamak. Alkole bu kadar düşmansan o zaman git İran’da polislik yap!” Ya ğ m u r E k i m AKP’nin vitrini değişecekmiş... “Dekorunu al da git!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bush, Irak’ta boyunun, ülkesinde oyunun ölçüsünü aldı! ÇYDD Türkiye’nin yüz akı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yeni bir saldırı ile karşı karşıya. Şimdi de Soros’la işbirliği yapıldığı dedikodusu yayılıyor. Türkan Saylan’a sorduk; “Meyve veren ağacı taşlarlar” dedi. AB’nin son ilerleme raporundan sonra memleketin büyük adamlarından Emre Gönensay, İlter Türkmen, Murat Karayalçın, Mesut Yılmaz, Mümtaz Soysal, Şükrü Sina Gürel bir televizyon stüdyosunda buluşmuşlar, AB’ye karşı “biraz soluklanma molası” alma konusunda görüş birliğine varmışlar. Ekran başındaki Bülent Esinoğlu da bu “soluklanma”dan şunları anlamış: “Soluklanmak ne demek? Yorulan bir canlının durup dinlenmesi demek. Yani AB kulvarında koşmaya devam etmek demek. Soluklanmayı savunanların dillerinin altındaki bakla ‘şerefli giriş’tir. Batı hayranlığı, Tanzimat alışkanlığı, Türk halkını kandırmanın başka ve daha tehlikeli bir şekli. Sürece bağlı tutulma stratejisine çaktırmadan yardım. Soluklanmayı savunmak Batı’ya zaman kazandırmaktır. Daha açık söylersek ‘Biz sürece bağlı kalalım’ demektir. Batı Türkiye’de kazandığı mevzileri bir güzel yerli yerine oturtsun, Türk halkının muhalefetini de o zamana kadar törpüleriz; nasıl olsa medya elimizde; mandacılık fikrine Türk halkını iyice ısındırırız; bu arada demokratikleşme adı altında federasyon fikrine de halkı alıştırırız; velhasıl Batı’ya kendini hiç savunamayacak bir halk güruhu oluştururuz. Eğer siz de bize layık görürseniz ‘imtiyazlı ortaklık’ gerçekleşir. Önemli olan sürece bağlı kalmaktır. Yoksa bizim niyetimiz AB’ye tam üyelik falan değil! Bu görüş emperyalizmin Türkiye için tasarlayıp, Soluklanmak uygulamaya çalıştığı görüştür. Türkiye’yi AB kapısında bağlı tutmaya razı olanlar ‘Türkiye iddiası’nın sahibi olamazlar. Bağımsızlık sözlerine kimse kanmaz. Emperyalizme az karşı olup, az da karşı olmamak diye bir şey yoktur. Emperyalizme karşı olmak fedakârlık ister. Emperyalizmden icazet arayacaksın, hem de emperyalizme karşı olacaksın. Bu ikisi aynı anda olmaz. Her iki taraf nezdinde irtifa kaybedersiniz. Ayrıca ‘soluklanmak’; emperyalizmin zor durumda olan RTE’ye verdiği zamandır. Seçime giderken halkı iyice kandırması için verilmiş bir süredir. Siz niye buna razı oluyorsunuz? Atatürk hayatta olsaydı ve siz de ‘Biz Atatürkçüyüz, deseydiniz, Atatürk size ne derdi? Hiç düşündünüz mü?” Kadınlarımız Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın hazırladığı “2006 İnsani Gelişme Raporu”na göre Türk kadınları siyasal ve ekonomik hayata katılım açısından mercek altına alınan 75 ülke içinde 72. sırayı almış. Kadınlarımız, Mısır, Yemen ve Suudi Arabistan kadınlarını geride bırakırlarken, İran, Sri Lanka, Peru, TrinidadTobago, Bangladeş, Pakistan, Namibya, Moğolistan, Moldova ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin kadınlarının gerisinde kalmışlar. Şu sıralar kamuoyunun gündeminde daha güncel konular ilk sıralarda olduğundan yarın, olmazsa yarından sonra “ulusal refleksimiz” harekete geçecek ve ağızbirliğiyle söz konusu raporu kaleme alanların paylarını vereceğiz. Bunu yaparken öğretmen, hekim kadınlarımızın sayısından söz edecek, en yüksek yargı organlarımızın başında bulunan kadın yargıçlara işaret edecek, üniversite ve yüksekokullarda görev yapan bilim kadınlarımızı göstereceğiz. Kısacası başka konularda hep yaptığımız gibi kadın eşitliği/kadının toplumumuzdaki yeri konusunda da “mutlak” gelişme ile “görece” gelişme kavramlarını birbirine karıştıracak, bu raporun gerçekleri yansıtmadığına, Türkiye’de durumun gösterilmek istenenden çok farklı olduğuna ilişkin uzun yazılar kaleme alacak, bu raporun da başka birçok rapor gibi toplumumuzu, ülkemizi, Türklüğü küçük düşürmek amacıyla “kasıtlı olarak” hazırlandığı sonucuna varacak, rahatlayacağız. ??? Bir haber: Bitlisli, 22 yaşındaki Güldünya Tören, 2004 yılında evlilik dışı bir çocuk dünyaya getirdiği için iki erkek kardeşi tarafından sokak ortasında vurulur, fakat ölmez. Kardeşleri, Güldünya’nın kaldırıldığı hastaneye aynı gece bir baskın düzenleyerek öldürme “işini” tamamlarlar. Büyük kardeş müebbet, küçük kardeş ise yaşı cinayet sırasında 18’den küçük olduğu için 11 yıl hapis cezası alır. Karar Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde temyizdedir. Avukat Ünal Yavuz’un Yargıtay’daki savunmasından: “Güldünya’yı küçük kardeş F. yaralamıştır. F. memleketinde ‘Senin kardeşin namussuz’ sözlerine maruz kalmış ve tahriklere kapılarak eylemi gerçekleştirmiştir. Güldünya’nın eylemi aile şerefini lekelemiş, namusunu iki paralık etmiştir. Müvekkillerime tahrik indirimi uygulanmalıdır.” Avukat Mehmet Seyhan’ın Yargıtay’daki savunmasından: “Türkiye’deki yasalara göre namus mefhumu mukaddes bir şeydir. Mahkemedeki sanıklara, yasaları çıkaran milletvekillerine bile namuslarıyla ilgili yemin ettirilmektedir. Namus kavramı ne şekilde ele alınırsa alınsın, cinsellik Türkiye şartlarında başı boş bir olay değil, aynı zamanda boşanma sebebidir. Cinselliğin de bir sınırı vardır. Bir başkasının hürriyetinin başladığı yerde diğerininki biter. ‘Ben istediğim gibi cinsel hayatımı yaşarım’ denilemez. Bu aileyi de, toplumu da ilgilendirir. Toplum, fuhuş suçunu cezaya çarptırmaktadır. Namus, sanıklar için çok büyük bir kavramdır. F. insanların yüzüne bakamaz hale gelmiş, bu baskı altında olayı işlemiştir.” ??? Toplumumuzun çoğunluğunun kadına bakışı, 10 Kasım 2006 Posta gazetesinden aktardığım yukarıdaki haberdeki gibidir. 22 yaşında, reşit bir genç kadının evlilik dışı bir çocuk dünyaya getirmesi, onun “çevre tarafından tahrik edilmiş” yakınları tarafından öldürülme nedeni olabilmektedir. Toplumumuz bireylerinde kadının cinselliğinin ailenin namusu ile özdeşleştirilmesi genel bir yaklaşımdır. Erkek de bu “namus”un koruyucusudur; bunun için cinayet işlemeyi, katil olmayı göze alabilmekte, kendisini tahrik eden çevre tarafından “saygı” görmektedir. Erkeklerinin, kadınların cinselliklerinin bekçisi olmasının genel kabul gördüğü bir toplumda kadınerkek eşitliğinden söz edilebilir mi? Bir düşünelim istedim. (eposta: dkavukcuoglu@superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Bülent Ecevit ve basındaki nekrofili BÜLENT Ecevit’in ölümü medya için bir büyük sınav oldu. Sınavın sonucunu Ayşe Meral açıklıyor: “Bakıyorum da malum basın ve malum basının malum köşe yazarları, Ecevit’in ardından methiyeler düzüyor. Ecevit’in başbakanlığını yaptığı 57. hükümetin son dönemlerinde Ecevit’e ‘çek git’ diyenler, şimdi merhumun dürüstlüğü ve dik duruşunu göklere çıkarıyorlar. Normal bir ülkede olağan sayılması gereken, ülkeyi yöneten bir devlet adamında doğal olarak bulunması, olmazsa olmaz olan özellikleri, dürüst ve temiz siyaseti, dik duruşu, Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Gülhan Elmas: “Recep Tayyip Erdoğan; ‘Cumhurbaşkanı olma gibi bir iddiam yok’ demiş. ABD’nin varsa onu bilemez!” İddia Ecevit’in şahsında taçlandırıyorlar. Gazetecilikte, köpeğin adamı ısırması değil de adamın köpeği ısırmasının haber değeri taşıması gibi, siyasette dürüstlük; pusulası AB ve ABD’ye, küresel sermayenin çıkarlarına ayarlı basınımızda, Ecevit kimliği öne çıkarılarak yer alıyor. Dün, Ecevit’i içten ve dıştan çökertme operasyonunda yer alan ve bugün ise dürüstlük abidesi diye Ecevit’i ilahlaştıran malum basınımızdaki bu patoloji, acaba nekrofili yani ölü sevicilik ile açıklanabilir mi? Veya malum medyaya göre en iyi Ecevit, ölü Ecevit mi?” Tarih yazının bulunmasıyla, tarihi çarpıtma ise paranın bulunmasıyla başladı. ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Yapı Denetimi’nde Pazarlık! Ülkeyi sarsan 1999 depremlerinin 7. yılında artık sadece siyasetçiler ve inşaatçılar eleştirilmiyor. Sonu gelmeyen “fay çekişmeleri”yle medyanın “afet starları”na dönüşen kimi yer bilimciler de birbirlerine “deprem rantçısı” demeye başladılar… Depremin “bilinemeyen” zamanı yerine, acil bir imar disiplininin “bilinen” koşullarını tartışmak ise “reyting” yapmıyor olmalı ki ekranların gündemine gelemiyor. Böylece, büyük dersin 7. yılı da depreme değil “ölme”ye hazırlanmakla geçiyor. Tıpkı İstanbul’daki son “deprem tatbikatı” gibi… TRT1’deki ‘örnek’ tartışma Medyada bu aymazlığın dışında kalan bir programı 3 Kasım 2006 gecesi TRT1’deki “Konuşuyorum”da yaşadık… Mete Belovacıklı ve Doç.Dr. Erol Göka, sadece “fay falcıları”yla değil; ilgili alanlarda “konularını bilen”lerle konuştular. En çok tartışılan ise 1999 sonrasında yaratılan “yapı ile bizi kınayıp onu alkışlayan mimarlar, mühendisler bugün ne yapıyorlar; ne diyorlar? Etik dışı ilişkiler İşte o gerilim yaratan uyarılarımıza rağmen başlatılan “yapı denetim pazarı”nda şimdi nelerin döndüğü basından da izlenebiliyor. Örneğin, Bolu’da olanları anlatan Ali Sarıgül özetle şöyle yazmış: “Denetim şirketleri rakiplerini batırmak için acımasız fiyat kırıyorlar. Projeyi de bedava çizerek, mimarlık, mühendislik bürolarını bitiriyorlar…” (Yeni Ufuk7 Kasım 2006) Milliyet’te Önay Yılmaz’ın haberi daha çarpıcıydı. Ulusal Deprem Konseyi Başkanı Prof.Dr. Haluk Eyidoğan anlatıyor: “Denetim şirketleriyle müteahhitler pazarlık yapınca; depreme dayanıksız yapılar ortaya çıkıyor...” Ya aynı haberdeki, Yapı Denetim Kuruluşları Birliği Başkan Yardımcısı Recep Keskin’in benzer sözleri? Özetle diyor ki: “Müteahhit kendi şartlarına uyan kuru ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA SEDAT YAŞAYAN Başıboş şehirciliğin “denetimli” yapıları... denetimi şirketleri”ydi. İş ilişkilerindeki “etik olmayan” tutumlarıyla eleştirilen bu kuruluşların Birlik Başkanı İlhami Ülgür, uygulamayı meslek yerine “para”nın belirlediği söylenince dedi ki; “Önleyemiyoruz; çünkü yasamızda eksikler var…” Bunu duyunca, 1999’u izleyen günleri anımsadım… Yapı denetimini “ticari kuruluşlar”a veren 10 Nisan 2000 gün ve 595 sayılı ilk kararname, Anayasa Mahkemesi’nce Mayıs 2001’de “iptal” edilmesine rağmen “inadına” bir ay sonra 4708 sayılı yasaya dönüştürülmüştü… Buna dayalı kurulan şirketlerdeki kimi mimar ve mühendisler ise inşaat sahibinin seçtiği ve onun ücretli elemanı gibi çalışacak firmalarla sağlıklı denetim yapılamayacağını belirtmemize o kadar kızmışlardı ki Mimarlar Odası’nın kapısına, üzerinde adımız yazılı “siyah çelenk” bile bırakmışlardı… Bugün ise aynı şirketlerin sözcüsü Ülger diyor ki “Keşke paramızı inşaat sahibinden değil, kamusal bir havuzdan alsaydık…” Şimdi çok merak ediyoruz. Uygulama henüz tasarıyken “serbest piyasa denetimi”ni eleştirdiğimizde ateş püsküren dönemin Yüksek Fen Kurulu Başkanı ve yasanın kurmayı Hakkı Usta Ömeroğlu luşla çalışıyor. Denetim ücreti yarıya inince yapılamıyor. İşsiz kalma korkusuyla hatalar da görmezden geliniyor…” (28 Ekim 2006) İşte böylesi bir “yüz kızartıcı” duruma gelen “pazarlıklı denetim” ortamında, kurucuları “belediye meclisi üyesi” olan şirketler bile var. “İmar güvencesi” için onlar tercih ediliyor… Gerçekten mimarca ve mühendisçe çalışmaya özen gösterilen şirketler ise “diğerleri”nin etik dışı rekabetine dayanamıyorlar… Nitekim yasanın kurmayları bunları önceden görmüş gibi kamu yapılarını dışarıda tuttular. Belediyeleri de şirketlerin “tahsildarı” yaptılar. Nasıl mı? Denetim ücretini aksatan inşaatı “şirketin isteğiyle mühürleme” görevini vererek… Zaten bu yasadaki asıl amacın “denetim rantı” olduğu, deprem kuşağındaki “yoksul” illerin dışlanmasından da belli değil mi? Bayındırlık Bakanlığı geçen yıl 50’ye yakın şirketin yetkisini “kurallara aykırı” çalıştıklarından iptal etmişti. Bakalım 2006’da bu sayı kaç olacak ve rezaletin sürmesine “kamuoyu” daha ne kadar göz yumacak? ekinci?cumhuriyet.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bugünkü 1 ırmakların dördüncü 2 çağdan kal 3 ma en eski alüvyonları 4 na verilen ad. 5 2/ İtina... As 6 ker. 3/ Bazı 7 ağaçlardan elde edilerek 8 cilacılıkta 9 kullanılan bir tür zamkreçine... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ö Maden. 4/ Yabancı... 1 B E L L E M E Z E F İ R Bir araştırmanın ya 2 E B E E K E da bir tartışmanın te 3 L E N T O T OG A O K meli olan ana öğe. 5/ 4 L Kısa kepenek... Ya 5 E Z O G E L İ N A L I K U pım. 6/ Kuran’da bir 6 M E İ K B A L sure... Bir nota. 7/ El 7 E F E le sürülen küçük ço 8 İ K ON A D A cuk arabası... Yerip 9 Ö R E K U L A Ş çekiştirme. 8/ Bir kimseye çalıştığı yerce verilen tatil... Erkek ördek. 9/ Çileğe benzer kırmızı meyveleri olan ve yaprakları sepicilikte kullanılan küçük bir ağaç. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Ağırbaşlı, uslu... İskambildeki maça rengine verilen bir başka ad. 2/ Yok etme, giderme... Yunan rakısı. 3/ İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür bilye oyunu... Bilgisayar programlama dillerinden biri. 4/ Şöhret... Yelkenli gemilerde üçgen biçimli yelkenlere verilen ad. 5/ Kuzu sesi... Satrançta bir taş. 6/ Bir anlatımda verilmek istenen öz... Tavlada “üç” sayısı. 7/ Babası ölmüş olan çocuk... İran’da Şiiliğin merkezi olan kent. 8/ Sınır nişanı... Ses kirişlerinin türlü nedenlerle işleyememesi yüzünden sesin kısılıp yok olması. 9/ Balçık... Pide biçiminde ince ekmek. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle