20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 EKİM 2006 CUMARTESİ 6 HABERLER TDİ’nin 163 yıllık tarihindeki ilk kadın kaptan Sedef Esra Ulutürk Dinç Suların ‘efendi kaptan’ı EMRİYE TAŞPINAR CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Babamın Ölümünün Onuncu Yılında Babam on yıl önce, 1996’nın 29 Eylül’ünde yaşamını yitirdi. Daha doğrusu, 28 Eylül gecesi Siyami Ersek Hastanesi’nin yoğun bakım bölümünde onu son kez bir yapay solunum aygıtına bağlı olarak gördüğümde beyin ölümü gerçekleşmişti. Babamın ölümünün üzerinden on yıl geçti. Ona özlemim hiç azalmadı. Tersine, geçen zamanla daha da çoğaldı. Fiziksel görüntümün ona gittikçe daha çok benzemeye başladığını görüyor, huylarımın onunkilerle benzeştiğini duyumsuyorum… ??? “Cumhuriyet”in tek bir gün atlamaksızın sadık bir okuru, köşe yazılarının dikkatli izleyicisi ve gerektiğinde de eleştirmeniydi. Babam Cumhuriyet kuşağının ilk yükseköğrenim görmüş aydınlarından, Ankara Ziraat Fakültesi’nin ilk mezunlarından ve kendini öncelikle yurdunun mutluluğuna adamış bir yurtseverdi. 1940’lı yıllardan emekli olduğu 70’lere kadar Ziraat Müdürü olarak çalıştığı yerlerde onu tanımış olanlara, dürüstlüğünden, hizmetlerinden söz edenlere bugün de rastlıyorum. Bunlar sadece ona özgü kişisel özellikler değil, onun kuşağının, bütün kuşakdaşlarının özelliğiydi. Onlar Atatürk’le aynı zaman dilimlerinde nefes alıp verme mutluluğunu yaşamışlardı. Bunun eşsiz değerini, önemini, sorumluluğunu bilen kimselerdi. Yaşıtlarından, arkadaşlarından, bugün yaşı doksanı bulmuş ve belki biraz geçmiş olanlardan tanıdıklarım, tanımadıklarım, hiç kuşkum yok ki şu anda da aynı düşünceleri ve duyguları taşımaktalar… ??? Daha önce de yazdığım gibi, annemiz de babamız da, 1960’lı yıllarda dördü de “devrimci” olan oğullarıyla hiçbir çelişki yaşamamış, onların cezaevi ve sürgün yaşamlarını da, kederlerini gizleyerek, gözyaşlarını içlerine akıtarak, sabırla, sevgiyle paylaşmışlardı. Böyle davranmaları, sadece bizlere duydukları anne baba sevgisinden değil, yurdu sevmenin o yurdun insanının mutluğu için her türlü sıkıntıyı,özveriyi göze almakla birbirini tamamlayan şeyler olduğunu bilmeleri ve sezmelerindendi. Duvarda, yataklarının başucunda, muhafaza içinde bir Kuran hep asılı dururdu. Ama asla muhafazakâr olmadıkları gibi, dinsel yobazlığın, ikiyüzlülüğün ödünsüz düşmanıydılar. Din onlar için, Cumhuriyetin o ilk kuşaklarından herkes için olduğu gibi, yaşama kültürünün bütünü değil, onu tamamlayan bir parçasıydı. Aslında bugün bile, bunca zorlamaya karşın, toplumumuzun büyük çoğunluğu için böyledir bu. Çağdaşlık ve yurtseverlik ise, tartışılması bile düşünülemeyecek kadar doğal şeylerdi. ??? Babam, onun ölümünden söz eden 5 Ekim Cumartesi tarihli köşe yazıma kadar 1996 tarihli bütün yazılarımı da okudu. Düşüncelerimi, kaygılarımı paylaştı. Bu yazılardan bazılarının başlıkları şöyle: “Esselamünaleyküm Türkiye!” (Erbakan’ın başbakanlıkta ilk basın toplantısında gazetecilere “esselamünaleyküm” diye hitap etmesi üzerine), “Taksime Cami”, “Laiklik Nasıl Savunulacak” vb… Aynı yıl, babamın ölümünden sonra yayımlanan “Ulemâ” başlıklı (yine Erbakan’ın Başbakanlık’ta tarikat liderlerine yemek vermesiyle ilgili) bir başka yazı şu paragrafla sona eriyor: “Bugün iktidar koltuğunda oturmakta olan bu insanların daha da gelişip güçlenmeleri önlenemezse ülkeyi çok kararlı biçimde götürmekte oldukları yeri hep birlikte görmekte de korkarım ki gecikmeyeceğiz…” Bu yazıların topluca bulunduğu kitaptaki “Yozlaşmış Demokrasi ve Tanklar” başlıklı 1Mart 1997 tarihli yazıdan da şu satırları alıyorum: “Yörüngesinden çıkmış ‘demokrasi’ye bir ‘denge ayarı’ yapılması gerektiği yeterince açıktır… Fakat bunun sağlanmasında tanklara umut bağlamak da, tanklara karşı çıkmayı demokrat olmanın ölçütü saymak da bana aynı ölçüde yanlış görünüyor…” Bir cumhuriyet aydını olan babamın ölümünden on yıl sonra, cumhuriyet devriminin yıldönümü yaklaşırken ülkemiz, bugün siyasal iktidarı bir anlamda gasp etmiş olanların inadı ve aymazlığıyla, ancak alçaklaşmış tıynette kimselerin kaygı duymayıp umursamayacakları bir çatışma ve parçalanma sürecine doğru sürükleniyor. Denize olan tutkusu Sedef Esra Ulutürk Dinç’i Türkiye’nin ilk kadın kaptanı yapmış. Erkeklerin dünyasında kendisini kabul ettirmek için yılmadan mücadele vermiş. 1997 yılında önce stajyer sonra güverte zabitliği yaparak çıktığı gemiden bir daha kopamamış. 1999 yılından beri Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nde çalışıyor. Bugün Bandırma feribotunda 2’nci kaptan. Sayın Dinç bu engin deniz sevginiz nereden geliyor? Babamın İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi olması nedeni ile, çocukluğum o zamanki görev yeri olan Gökçeada’da geçti. (Şimdi Ana Bilim Dalı Başkanı) Babamın denizde araştırma yapmak için daima gemide olmasıyla denizin içinde büyüdüm diyebilirim. Çoğu zaman babamla gemiye giderdim. Tabii ki babamın ünite müdürü olması bir çocuk olarak gemiye girmemde büyük bir avantajdı. Bir de adaya her gün gelen Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait büyük yolcu gemileri vardı. Bu gemiler, aynı zamanda bizim anakarayla olan tek bağlantımızdı. Adada yaşayanların her şeyiydi. Bizleri isteklerimize ve sevdiklerimize kavuşturan tek bağımızdı... Bu nedenle deniz ve gemiler beni çok etkilerdi. Gemiye bindiğimde hep kaptan köşküne çıkardım. Kaptanları hayranlıkla izler, onlara sorular sorar, oradaki aletlerin ne olduğunu, ne işe yaradığını sorardım. Onlar da bana büyüyünce kaptan mı olacaksın derlerdi. Çocukluğunuzda denizle iç içe olmanız, babanızın devamlı denizde olması, gemilerin özlemlerinizi bitirmesi, belleğinize denizi yerleştirmiş diyebilir miyiz? Tabii ki bunların tamamında bir deniz sevgisi, bir gemi sevgisi, bilinmezliği vardı. ‘Zoru başarmak cazip geldi’ Erkek mesleği olan ‘Kaptan’ olma fikriniz nasıl oluştu? Çocukluğumdan hatırladığım kaptanlara çok büyük hürmet edilir, saygı gösterilirdi. Onlar beni çok etkilemişlerdi. Ve onlarla ilgili çok hayaller kurardım. Ama benim hayallerimin gerçekleşmesi imkânsız görünüyordu. Henüz ne olduğunu bilmiyordum. Yaşım ilerleyince daha çok denizde olmak için önce yüzücülük eğitimi aldım. Sonra babamın öğrencileri ile birlikte dalgıçlık eğitimi aldım. Profesyonel, sanayi dalgıcı olarak 50 m. kadar daldım. (Çok istesem de şu an yapamıyorum.) Ancak zaman içinde bunlar beni tatmin etmedi. Daha başka şeyler yapmalıydım. Hangi okulu bitirdiniz? 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Sualtı Teknolojileri Bölümü’nden 3’üncülükle mezun oldum. Nasıl kaptan oldunuz? İmkânsızı aşmak, zoru başarmak bana daha cazip geldi. Yolumun uzun, zor, engellerle dolu olduğunu biliyordum. Önce kendime, önümdeki bütün engel ve zorlukları yenecek güce sahip olduğuma inanmakla başladım. Büyük bir güç ve mücadeleyle hiçbir şeyden ve kimseden korkmadan, çekinmeden yoluma devam etmem gerektiğini anlayarak, bu fikri herkese kabul ettirerek ilk adımımı attım. Önce Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin çeşitli büyük yolcu gemilerinde staj yaptım. 1995 yılında önce karada, Kalamış Marina’da liman müdür yardımcısı olarak işe başladım. 1997 yılında özel bir yolcu gemisinde önce stajyer, sonra güverte zabitliği (4’üncü kaptan) yaptım. Bu tercihinizde ailenizin rolü oldu mu? Nasıl yaklaştılar? Duyan herkes, bu erkek işi. Bir Kaptan olmanın iyi yanları: Türk kadınını ve bayrağını yurtiçinde ve dışında en iyi şekilde temsil etmek en iyi ve güzel tarafı... TDİ gibi bir kuruluştasınız. Böylesine eski bir kurumda olmak bir ayrıcalık. Ve bu kurumda bir ilk olmak daha güçlü bir duygu, bir prestijdir. Özellikle yurtdışı limanlara çalışırken bir Türk kadını olarak çok büyük bir gurur yaşadım, yaşıyorum. İlk zamanlar aaa bir bayan, Türk ve kaptan!... Hayret ve hayranlıklar... Tabii ki TDİ’ye ait gemi kaptanı olarak! Gerçekten bunlar Türk kadını olarak çok çok gurur verici gerçekler. Türk kadını her zorluğu aşacak güçtedir. bayan bu işi yapamaz diyerek beni yıldırmaya çalıştı. Annem yüksekokul mezunu olmasına rağmen vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamadı... Belki de geçmişten gelen, deniz ve gemi hobisi olduğundan... Babam benim kızım yapar diye daima destekledi. Babamın gerek tercihimde gerekse gemi hayatımda desteği çok büyük oldu. İşe girişlerde konumu dolayısıyla babanızın bir katkısı oldu mu? Hayır, her şeyi ben başarmak zorundaydım. Çünkü denizde ve gemide ben vardım... 1999 yılından itibaren tekrar Türkiye Denizcilik İşletmesi’ne girerek 4’üncü kaptan olarak başlayıp Karadeniz, Mavi Marmara, Yeşil Ada, Tekirdağ, Ankara, Samsun, Bozcaada gibi kuruma ait diğer büyük yolcu gemilerinde 2’nci kaptan olarak çalıştım. Halen Bandırma feribotunda 2’nci kaptanı olarak görevimi sürdürüyorum. Erkek meslektaşlarınız sizi nasıl karşıladılar? Çok destek olanlar da oldu, engel olanlar da oldu. Meslekte çok eski, işini ve denizi çok iyi bilen, tanıyan baba kaptanlar hep desteklediler. Bir kısmı da engellemek için, bu meslek erkek işidir. Sen git evinde otur, burada ne işin var gibi sözlerle beni yıldırmaya çalıştılar. Ancak bu sözler ve davranışlar, beni yıldırmak yerine mesleğe daha çok itti. Bu itici sözlerin başarımdaki payı ve katkısı çok büyüktür. Bir bayan bu işi de yapabilir dedim. Başardım, bunu herkese ve özellikle de tarihe kanıtladım. Meslektaşlarınızla aranızda bir farklılık var mı? Hayır, hiçbir farklılık yok. Hepimiz aynı statü ve haklara sahibiz. Kaptanlığınız süresince ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Zor bir meslek... Özellikle yurtdışı limanlarda çalışırken, aylarca evinizden, ailenizden, sevdiklerinizden uzaktasınız. Kapalı bir kutu içindesiniz ve çok değişik insanlarla çalışıyorsunuz. Ve tabii ki bir de doğayla mücadele ediyorsunuz.... Hayati kural: Disiplin Kaptan olmak isteyen kadınlara ne gibi önerileriniz olur? Öncelikle, çok istekli, mücadeleci olmak, yılmamak, hiçbir şeyden korkmamak, mesleği çok iyi öğrenmek, tek inanmaları gereken kendi beyni ve kalpleri olmasıdır. Gemideki ilişkilerinde çok mesafeli ve disiplinli olmalarıdır. Bunları yaparlarsa başarılı olurlar. Eskiden ilk ve tek ben vardım. Başka yoktu. Artık fakülteler yeni yeni bölümler açmaya başladılar. Bana da stajyerler geldi, çok öğrenci yetiştirdim. Deneyimlerimi ve bildiğim her şeyi aktardım. Ancak bugüne kadar hiç kaptanlık yapan olmadı... Ben yine ilk olmakla birlikte tek kadın kaptan olarak kaldım. Şirketi Hayriye’den bugüne gelen, bir denizcilik terimi var. 2’nci kaptana efendi kaptan diye hitap edilir. Peki size nasıl hitap ediliyor? İlk başladığımda ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Bana sordular, ben de bu geleneği bozmadım. Aynı hitap şekliyle devam ediyoruz. Hatta bununla ilgili bir anım da var. Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ilk girdiğimde 4’üncü kaptan olarak görevi devralmak için çantamı alıp ‘İlk’ olmanın zorluklarını yaşamak gerçekten büyük bir yük Örnek alacak kimsem yok ? Bir kadının kaptan olmasının zor yanları nelerdir? Birçok erkeğin içinde tek bayan olmak, insana gerçekten çok büyük bir yük getiriyor. Her hareketinize, oturmanıza kalkmanıza, konuşmanıza dikkat etmek zorundasınız... Aynı zamanda bir idarecisiniz, prensipli ve mesafeli olmak zorundasınız... Benim önümde örnek alacağım bir bayan kaptan olmadığından, benden sonra geleceklere iyi örnek olmak için ayrıca özen gösterdim. Güzel sonuçlar elde etmek için doğru yolu takip etmek gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle bayan kaptan imajının doğru yerleşmesi gerekiyordu. sivil olarak gemiye gittim. Yaşlı eski bir personel ‘‘Birini mi aradınız’’ diye sordu. Hayır dedim. Kaptanı mı aradınız? Hayır dedim. Nöbetçi kaptanı mı aradınız? Nöbetçi kaptan benim dedim. Yaşlı gemici yüzüme şöyle bir baktı... Tabii efendim... ‘‘Olur Olur’’ dedi. Uzun süre yüzüme baktı durdu. Haklı olarak inanmamış. Gemi personelinin bana, bir kadın kaptana alışmaları zaman aldı Evli misiniz? Evet, 2000 yılında evlendim. Eşiniz mesleğinizi nasıl karşıladı? Ve nasıl yürütüyorsunuz? Eşim de gemici. İstanbul Teknik Üniversitesi Denizcilik Fakültesi mezunu, gemi makine mühendisi. 1999 yılında Mavi Marmara gemisinde çalışırken tanıştık. Üç yıl aynı gemide çalıştık. Dolayısıyla sorun olmadı. Eşinizin amiri olmanız! Bu pozisyon onu nasıl etkiledi? İkimiz de hiçbir zaman iş ilişkimizi özel ilişkimizle karıştırmadık. Herkes kendi işini yaptı, hiçbir sorunumuz olmadı. Bu anlayışta olmasaydı ikimiz de işimizi yapamazdık. Ve mutsuz olurduk. Eşim ikinci büyük destekçim oldu. Çoğu zaman başka meslekten olsaydı yürütemezdim, diye düşünüyorum. Eşimin benimle gurur duyduğu kadar ben de onunla duyuyorum. Nasıl her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varsa bir kadının da arkasında bir erkeğin olması çok önemli ve özel bir duygu. Çünkü biz kadınlar çoğunlukla eşler tarafından yalnız bırakılırız!.. Veya engelleniriz... Bu anlamda kendimi çok şanslı buluyorum. Eşim Nedim Dinç’e bütün zamanlar için sonsuz teşekkürler ediyorum. İyi ki de varsın ve hayatımdasın. Dileğim bütün eşlerin aynı anlayışta olmasıdır!.. Çocuğunuz var mı? Evet. Üç yaşında bir kızım var, Deniz Dila. Kızınıza kim bakıyor? Uzak sefere çıktığınızda tepkisi olmuyor mu? Olmaz olur mu? Yaşadıklarımın içinde bir kadın olarak bu işi yapmak zor değildi. Ancak bir anne olunca gerçekten çok zor. İlk zamanlar kızımı da sefere götürüyordum. Ancak kışın ağır şartlarından dolayı bebek olduğundan çok yıprandı. Aşırı kusma, hastalık vs. baktım olacak iş değil. Kızımı ve kalbimi karada bırakmak zorunda kaldım. Anneanne ile büyüdü. Hâlâ da o bakıyor. Ne kadar zamanda bir görüyorsunuz? Artık 10 günde bir 10 gün beraberiz. Psikolojik durumu ve size karşı tepkisi nasıl? Uzun süre olmamamı hâlâ çözemiyor. Bana küsüyor ve benimle konuşmuyor. Hâlâ eşinizle aynı gemide mi çalışıyorsunuz? Hayır, gemilerimiz özelleştirildikten sonra eşim İDO Mavi Marmara Gemisi Başmühendisi olarak çalışıyor. Kızınızla eşiniz daha fazla beraberler. Ona bir tepkisi var mı? Hayır, sadece bana. Süvariliğiniz ne kadar zaman? Bir buçuk yılım kaldı. Peki, bu üniforma size neyi anımsatıyor? Ne veriyor? Taşıdığı yüksek sorumluluklar... Bir kadın... Bir eş... Bir anne... Ve Atatürk’ün Türk kadınlarına söylediği sözü yerine getirmenin mutluluğu, gururunu taşıyor olmak... Çok zor da olsa çok özel bir duygu... ataolb?cumhuriyet.com.tr Faks: (0212) 343 72 64 İsviçre’de bakana tepki ? BERN (ANKA) Türkiye ziyareti sırasında ülkesindeki ‘‘Ermeni soykırımı iddiasının inkâr edilmesini suç sayan’’ yasanın ifade özgürlüğünü kısıtladığını söyleyen İsviçre Adalet Bakanı Christoph Blocher, İsviçre’de kilise, ırkçı partiler ve basının tepkisini çekti. İsviçre’nin önde gelen gazetelerinden La Tribune de Geneve, Blocher’in, Adalet Bakanlığı görevini üstlenmesini sağlayan radikal partisinde (PDR) yaygın bir rahatsızlık yarattığını, gelecek yıl yapılacak seçimlerde oy kaybına yol açmasından korkulduğunu belirtti. Diğer büyük İsviçreli gazete Le Temps ise Blocher’in Ankara’da verdiği mesajını, ‘bir adalet bakanına yakışan biçimde iletmediğini’’ ileri sürerek ‘‘Bir devlet adamı olamadı’’ ifadesini kullandı. ‘Karayolu yasası cinayet gibi’ EMRE DÖKER İZMİR Tek gözü görmeyenlerin sürücü belgesi almasına olanak tanıyan yasa, uzmanların tepkilerine neden oldu. Bu yönetmeliğin Türkiye’de uygulanmasının cinayet olduğunu söyleyen Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı Genel Başkanı Ekrem Bulgun, ‘‘Bu yasayla sürücü belgesi alan ve ölümlü kazaya karışan kadar, bu yasaya onay verenler de cinayete ortak olmuş olacaklardır’’ diye konuştu. Avrupa Birliği Uyum Yasaları kapsamında çıkarılan ve TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen ? Yeni Karayolları Trafik Yasası’nda tek gözü görmeyen ve tek kolu olmayan yurttaşlar da sürücü belgesi alabiliyor. Trafik Güvenliği Vakfı ise yasayı ‘Cinayet’ olarak niteledi. Yeni Karayolları Trafik Yasası’nda tek gözü görmeyen ve tek kolu olmayan yurttaşlar da sürücü belgesi alabiliyor. ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde uygulanan yasalar için uzun zamandır çalışan ve dernekleşen yurttaşlar istediklerini kısmen de olsa almanın sevincini yaşarken, Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı Genel Başkanı Bulgun, Türkiye’de altyapıyı düzenlemeden böyle bir yasanın yaşama geçirilmesinin cinayet olacağını söylüyor. İki gözü gören insanların dahi ne olduğunu anlayamadan çukura düşebildiğini belirten Bulgun, ‘‘Tek gözü görmeyen yurttaşlar bu standartlarda çok zorlanacaklardır. Yıllık 5 bin olan ölümlü kaza oranı bu yasanın ardından artacak. Bu yasayla sürücü belgesi alan ve ölümlü kazaya karışan kadar bu yasaya onay verenler de cinayete ortak olmuş olacaklardır’’ dedi. Avrupa’da ne varsa Türkiye’de de aynısının olmasını doğru bulmadığını söyleyen Bulgun, uygulamanın sağlıklı işlemesi için önce küçük yaşlarda eğitim çalışmalarına ağırlık verilmesi ve altyapının geliştirilmesi gerektiğini kaydetti. 2 milyon kişinin yararlanması beklenen yasanın içinde boşluklar bulunduğunu da savunan Bulgun, sürekli araç kullanımının 3 saatle sınırlandırılmasının kim tarafından, nasıl denetleneceğine açıklık getirilmediğini söyledi. Seyri Mesel’e destek gecesi ? İstanbul Haber Servisi Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu’nun (MASAP) Seyri Mesel Tiyatrosu’na destek amacıyla düzenlediği dayanışma etkinliği bu akşam Muammer Karaca Tiyatrosu’nda 19.30’da başlayacak. Sennur Sezer, Cemal Taş ve Nesimi Aday’ın şiirleriyle, Ferhat Tunç, Metin Kahraman ve Mehmet Atlı’nın şarkılarıyla katılacağı gecede Seyri Mesel oyuncuları oyunlarından bölümler sergileyecek. (0 212 244 80 46) CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle