12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN 2004 sonunda tsunamiyle sarsılan Sri Lanka, şimdi de iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Ateşkes dört yıl sürdü ? 2002’de, Norveç’in arabuluculuğuyla ateşkes yapılan Sri Lanka yeni bir iç savaşın eşiğinde. Sinhallerin desteklediği Racapakse’nin devlet başkanı seçildiği kasım ayından beri düzenlenen kanlı saldırıların sayısı arttı. Özerklik isteyen Tamil Kaplanları ve Sinhaller arasındaki gerginlik tırmanıyor. SIMON TISDALL Ölüm Ticaretinin Ardındaki Güç Önce şu çarpıcı saptama: “Dünya dolaşımında olan silahların büyük çoğunluğu BM Güvenlik Konseyi’nin beş ülkesi tarafından üretilip pazarlanmaktadır.” Bu alanda Birleşik Devletler yüzde 60’la başı çekiyor. Dünya güvenliğinin sorumluları, ki bu göreve kimler tarafından hangi gerekçelerle getirildikleri ayrı bir hikâyedir, böyle yaparsa kim, kime şikâyet edilecektir? Aslında sözünü etmek istediğimiz çok sayıda ülke için gerçek bir baş belası olan ve kibarca ‘hafif’ diye adlandırılan kişiye özel tabanca, tüfek gibi ateşli silahlar. Amnesty International’ın uzmanlarından Sylvie Lorthois’nın vurguladığı gibi, silahlar salt doğrudan öldürmekle kalmıyor, şiddete başvurmada etkin bir tehdit öğesi olarak da kullanılıyor. “Zaman zaman nükleer silahlar dahil olmak üzere gündeme gelen silahlanma yarışının önlenmesi ya da en azından frenlenmesi çabalarının tarihi aslında bir hayli eski. Bu yarışın katılımcıları da tıpkı hafif silahlarda olduğu gibi yine Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinden başkası değil. Yarışçılara buna neden gereksinim duyduklarını sorarsanız, size son derecede mantıklı gerekçeler öne sürebilir, yarışın ülke savunma sanayisi, yurttaşlarının güvenliği, giderek onlara daha iyi bir yaşamın koşullarını sağlamak adına yapıldığını söyleyebilirler. Bu yüzden, bırakınız yarışmaya son vermeyi, eser miktarda frenlenmesinden sağlanacak tasarrufla dünyadaki açlık, susuzluk, sağlıksızlık, eğitimsizlik ve doğal afet sorunlarının önemli ölçüde üstesinden gelinebileceğiyle ilgili son derecede ciddi önerileri kös dinlerler. Tıpkı piyasa ekonomisini kutsayanların küresel alanda devinip duran para hareketlerinden yine ‘eser miktarda’ vergi kesilerek toplanacak paralarla yukarda sayılan ‘yaraların’ iyileştirilmesinin sağlanması önerilerine asla yüz vermemeleri gibi.” ??? Amnesty International’ın araştırmaları hafif diye hafife alınan ateşli silahların topluma faturası, ne yazık ki, tam tersine çok ağırdır. Michael Moor’un ünlü ‘Benim Cici Silahım’ anımsandığında, ateşli silahlardan en çok zarar gören ise, bu silahların üretim ve ihracatından en çok parayı cebe indiren ülke, yani Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu ülkede silah satışı serbesttir. Çocukların da kurbanları arasında bulunduğu onca rezalete karşın, hiçbir güç bu konuya el atmaya cesaret edememektedir. Silah satışlarının ardında büyük finans güçleri ve tatlı kârları vardır. Onları dize getirmek de para hükümdarlığı düzeninde kimsenin harcı değildir. Bu konuda silah alıcısı ülkeler de farklı sayılmazlar. Çıkar oralarda da egemendir. Örneğin “on yıldır süren iç savaş sırasında Sierra Leone’de silahlı çocuklar milislerin yanı sıra çok sayıda tecavüz, işkence ve cinayete karışmışlardır” (1). Buna karşın o ülke ve benzerlerinde ateşli silahları kısıtlamayı kimse aklına bile getirmemektedir. Daha çok göstermelik kısıtlamalara karşın Türkiye de kişisel silahlanmadan fazlasıyla nasibini alan ülkeler arasındadır. Silahlanma, geleneklerimiz arasında sayılmaktadır. Bu yüzden de son derece yaygındır. Herkes bir yolunu bulup silah sahibi olma statüsü elde etmenin peşindedir. Soygun, kişisel hesaplaşma, öfke bastırma, haraç alma, töre, düğün dernek kutlamaları vesaire bahanesiyle silaha sarılan maganda ahmaklığının yol açtığı yıkımın ağır faturası toplumun sırtındadır. Kimsenin bu gözü kara gidişe dur demeye niyeti de yoktur. Ölen ölmekte, kalansa bir magandanın atacağı kör kurşuna kurban gitmek için çaresiz sırasını beklemektedir. Amnesty örgütünün silah ticaretini denetleme platformuna göre, dünya ateşli silahlara her dakika bir kurban vermektedir. Küçük bir hesaplama olayın vahametini ortaya koymaya yetecektir. Çatışmalarda doğrudan ölümlerin yüzde 60 ila yüzde 90’ı ise ‘hafif silahlardan’ kaynaklanmaktadır. Azgelişmiş yoksul ülkelerdeki silahlanma furyasının bir başka öldürücü yanını sosyal kalkınmaya ayrılması gereken paraların silahlara harcanması oluşturmaktadır. Yine aynı kaynağın verilerine göre Afrika, Asya, Latin Amerika ve Ortadoğu ülkeleri silahlanmaya yılda 22 milyar dolar harcamaktadır. Bu rakam, sözü geçen ülkelerdeki çocukların tümünün eğitimini karşılayacak düzeydedir. Ölüm ticaretinden büyük kârların yanı sıra siyasal baskı olarak da yararlananların yüzde 88’i, başta yüzde 60’lık aslan payıyla Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Güvenlik Konseyi’nin kalan dört üyesidir. Soğuk savaştaki silah stoklarını ihraç ederek döviz sağlayan kimi Doğu ülkeleri de, oyunun içinde yer almaktadır. Küresel piyasacılığın baş tacı edilip kutsandığı bir dünyanın yırtıcılarının, silah ticaretinin insanların kanıyla beslenip semirdiği umurunda bile değildir. Bu gerçeği bilinçle kavramakta herkes için sayısız yarar var! (1) Camille Bauer, L’Humanite, 14.01.2006 D onanmaya ait bir hücumbota yönelik düzenlenen intihar saldırısı ki bu saldırıdan resmi olarak Tamil gerillaları sorumlu tutuluyor Sri Lanka’nın, ateşkes yapıldıktan sonra zorluklarla dolu dört yılın ardından yeniden iç savaşa gireceği korkularını arttırdı. Ancak uluslararası gözlemciler ve hükümetlerin bu tansiyonu artan krizin farkında olmalarına rağmen iç savaşın nasıl önleceğine dair bir fikirleri yok. 13 kişilik mürettabatın ölümüne neden olan saldırı, Mahinda Racapakse’nin devlet başkanı seçildiği, kasım ayındaki seçimden beri düzenlenen en öldürücü saldırıydı. Racapakse ülkenin büyük etnik gruplarından Sinhallerin partilerinin desteklediği bir devlet başkanı. Ülkenin kuzeyi ve doğusunun büyük bölümünü Geçen yıl kasım ayında, Sinhallerin desteğiyle devlet başkanı seçilen Mahinda Racapakse (solda) yönetimiyle araları her geçen gün biraz daha açılan Tamil Kaplanları arasında çok sayıda kadın da yer alıyor. Batikaola’daki Tamil kampı kadınların görev yaptığı merkezlerden biri. (REUTERS) kontrolleri altında tutan Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (Tamiller de ülkenin bir etnik grubu) başkent Kolombo’dan özerklik istiyorlar ve devlet başkanlığı seçimini boykot ettiler. 60 kişi öldü Son dönemde düzenlenen kanlı saldırılarda toplam 60 asker ve polis öldü. Her salıdırıda Sinhal ve Tamiller birbirini suçladı. Tamil gerillalarının internetteki sitesi ve Sri Lanka İnsan Hakları Komisyonu’nun verilerine göre Tamil’in egemen olduğu, hükümet kontrolündeki Cafna Yarımadası’nda tansiyon yüksek. Siviller kaybolanların, vurulanların sayılarının arttığından ya kınıyorlar. 2002 yılında Norveç’in arabuluculuk yaptığı ateşkesin baş gözlemcisi Hagrup Haukland, ‘‘Eğer bunların arkasında Tamil varsa, durumu savaşa sürüklemeye niyetliler demektir. Hiçbir zaman bu kadar kaygılı olmamıştım’’ diye ülkenin içinde bulunduğu ortamı özetliyor. Sri Lanka’daki durumun kritikliğini, ülkenin adının bağımsız bir kuruluş olan Uluslararası Kriz Grubu’nun kötüye giden krizler listesinin başında yer alması da net bir şekilde ortaya koyuyor. Tamil gerillalarının lideri Velupilay Prabakaran kasım ayında kendilerinin hükümetle görüşmek istediklerini söyledi. Ve, zamanın dolmak üzere olduğunu, bağımsızlıkları için yürüttükleri mücadelenin dozunu arttıracaklarını söyleyerek uyarıda bulundu. Sinhaller arasındaki muhaliflerinin federal çözüm önerisine karşı çıkmasına rağmen Devlet Başkanı Racapakse de görüşmekten yana olduğunu açıkladı. ‘‘Biz hâlâ bu sorunu barışçıl bir yolla çözmeye hazırız’’ diyen devlet başkanı, bu sözleri sarf ederken sindirilemeyeceğini vurgulamaktan da geri kalmadı. Yardım istedi İki taraf henüz karşı karşıya gelecekleri zaman veya mekânı belirlemedi. Durumunu güçlendirmek isteyen Racapakse Norveç’in barış elçisi Eric Solheim’dan ve yabancı hükümet lerden yardım istedi. Sri Lanka’nın bulunduğu coğrafyanın süper gücü Hindistan 1980’lerde bu ülkeye yaptığı müdahaleyi ve Raciv Gandi’nin nasıl suikasta kurban gittiğini unutmadığı için bu işten uzak duruyor. (Gandi 1991’de Tamil Kaplanları tarafından öldürüldü.) Ancak ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice geçen hafta kendisini ziyaret eden Sri Lanka Dışişleri Bakanı’na İngiltere gibi Washington’ın da Tamil Kaplanları’nı terör örgütü olarak nitelendirdiğini ve bu konuyu ‘‘terorizmle mücadelede başka bir cephe’’ olarak gördüğünü söyledi. Bayan Rice, artan şiddet olaylarından duyduğu kaygıyı dile getirdi. Sri Lanka hükümetinin Tamil Kaplanları’nın provokasyonlarına karşı sakin bir tavır uygulamasını övdü. Bu yaklaşım olayları alevlendirecek mi, dindirecek mi tartışma konusu. ABD Sri Lankalı birliklerini eğitmeye başladı ve elçisi Nicolas Burns’ü başkent Kolombo’ya gönderdi. Bir kez daha barış ve savaş arasında bocalayan Sri Lanka’da, 2004 yılındaki tsunami faciasıyla yeşeren, ‘‘Açe stili’’ bir yeniden yapılanma umutları söndü. World Today dergisinde yayımlanan röportajında, hükümet ve Tamil Kaplanları’nın birlikte yer aldığı bir tsunami müdahale inisiyatifi kurulduğunu anımsatan LSE (London School of Economics) öğretim görevlilerinden Marlies Glasius şöyle devam ediyor: ‘‘Ancak koalisyonda yer alan, Sinhala milliyetçilerinin JVP Partisi’nin dolduruşlarıyla özellikle hükümet kanadı kendini geri çekti. Kısa bir süre içinde ulusal bütünlük havası yerini güvensizlik ortamına bıraktı.’’ ‘‘Yeni bir savaşın kimseye yararının olmayacağı kesin’’ diyor Yeni Delhi’deki World Affairs dergisinde yazan siyaset bilimci Surendra Kumar ve şöyle devam ediyor: ‘‘Sri Lanka hükümetinin Siyah Kaplanlar (fanatik intihar birimleri) sorununa getirebileceği askeri bir çözüm yok. Ayrılıkçı savaşları sadece siyasi çözümle, görüşmelerle sonuçlanır. Ancak 2002’de başlatılan barış sürecinin duraklama noktasına geldiği kesin.’’ (The Guardian, İngiltere, 17 Ocak) Batı, İran’a çifte standart uyguluyor erkes, İran’ın nükleer programından kaynaklanan sorunun diplomatik yöntemlerle çözülmesi gerektiği konusunda hemfikir. Ancak tartışılan konu, diplomatik çabaları neyin baltalayıp neyin olumlu etki yapacağı. Avrupa’nın üç büyüğü, meseleyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşımak için büyük çaba sarf ediyor. Ancak uluslararası topluluk bunu yaparken atılacak bu adımın barışçıl bir çözümü kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağını düşünmeli. İran, bu sorunun yanıtına ‘‘hayır’’ diyor. Aralarında Nobel Barış Ödülü sahibi Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed el Baradey’in de bulunduğu birçok uzmanın yanıtı ‘‘hayır’’. Geçmişteki örnekler ki bunların en somut örneği Irak da olumsuz yanıta işaret ediyor. Ve, aynı örneklerden edinilen deneyimler, Güvenlik Konseyi daimi üyesi Rusya’nın başı çektiği birçok gücün İran’a ambargo uygulanmasına karşı çıkmalarının gerekçesi olarak gösteriliyor. Yeni görüşmeler yapılmalı. Belki Güvenlik Konseyi’nin konunun içinde olması da yeniden diyalog başlatılmasının şansını arttırabilir. Geçen hafta, Tahran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun nükleer santrallarına koyduğu kilitleri kaldırma kararı alması ve böylece uranyum zenginleştirme programı konusundaki tartışmayı alevlendirmesinden sonra İran Dışişleri Bakanlığı’nın dün (salı) konuyu görüşmek üzere Avrupa’nın üç büyüğü Fransa, Almanya ve İngiltere’yi davet etmesi cesaretlendirici bir adım olarak nitelendirildi. Bunlar olurken köşe yazarları ABD’nin bundan sonraki hedefi H nin hangi ülke olacağını tartışmaya devam ediyorlar sütünlarından. Tabii, İran hedef listesinin başında yer alıyor birçoğuna göre. İran konusu tartışılırken sürekli dile getirdiğimiz bir sav var. Belki bu sav Arap dünyası tarafından sömürüyle kullanılıyor olabilir ama yinelenen şey, bir kez daha utanmadan uzak bir duyguyla uygulanan çifte standarda tanık olduğumuz. İsrail’e de aynı muamele yapılmalı İran’ın nükleer programını kontrol altına almak için bu kadar çaba sarf eden uluslararası toplum İsrail’den de nükleer silahlarını bırakmasını isteseydi bu ‘‘çok yerinde’’ ve ‘‘hakça’’ bir davranış olurdu. Bazı Batılı yorumcular, nükleer gücü olan İran’ın bölgede bir silah savaşına neden olacağı konusunda kamuoyunu ikna etmeye çabalıyorlar. Onların tezine göre Sünni Araplar Şii İranlıların tehdidi altında hissedecekler kendilerini. Peki İsrail’in elindeki nükleer silahlar herhangi bir risk veya tehdit unsuru oluşturmuyor mu? Birçok kişi İran’ın kendi nükleer programını oluşturmasının en önemli nedeninin İsrail’in nükleer gücü olduğunu savunuyor. Ve, ‘‘İsrail kitle imha silahı üretmemiş olsaydı bölgedeki hiçbir başka ülkenin bu yolda çalışma yapmazdı’’ diyor. ABD Başkanı George W. Bush’un ‘‘Güç kullanmak bir seçenektir’’ görüşü hem gerçekçi değil hem de sorumsuzca bir davranış. Blöf yapmak şimdiye kadar Bush yönetimini hiçbir yere götürmedi. Blöfçülük taktiğinin bundan sonra işe yarayacağını düşünmek de zor. (Jordan Times, Ürdün, 18 Ocak) ABDnin değişen yüzü A BD Başkanı George W. Bush ikinci kez başkan seçildikten sonraki yemin töreninde yaptığı konuşmasında Amerikan politikasının hedefinin ‘‘dünyamızda vahşeti sona erdirmek’’ olduğunu söylemişti. Onun Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, bu hedefe ulaşmayı sağlayacak yöntemi ‘‘dönüşüm diplomasisi’’ olarak nitelendiriyor. Şimdilerde ise bu diplomasinin nasıl işleyeceğinin detaylarını veriyor. Rice, salı günü George Town Üniversitesi’nde verdiği konferansta, önümüzdeki birkaç yıl içinde Avrupa ve ABD’de görevli yüzlerce diplomatın Brezilya, Çin, Mısır, Hindistan, Fas, Endonezya, Lübnan, Nijerya ve Pakistan gibi ülkelere gönderileceğini açıkladı. ABD’nin dünya üzerindeki varlığı, diplomatlardan oluşan ‘‘somut makamlar’’ ve internetteki bir siteden oluşan ‘‘sanal makamlar’’la daha çok yaygınlaşacak bakanın söylediklerine göre. Rice’ın bütün bu söyledikleri, güvenliğe ilişkin tüm tehditlerin devletler arasında değil devletlerin içinde olduğuna inandığını gösteriyor. Ve, günümüzde gücün uluslararası anlamda paylaşımından çok rejimlerin köktenci karakterlerini anlamanın daha önemli olduğuna inandığını. Önce zihniyet değişmeli Bayan Rice Amerikan diplomasisinde, 2’nci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrasında görülen değişimin görüleceğini söyledi. Ama bu onun memurlarının zihniyetinde köktenci bir değişim sağlanmadan yapılabilecek bir şey değil. Onlar çok uzun zamandır, atandıkları ülkelerde yönetimlerinin politikalarını pazarlamayı başaramıyorlar. Diğer ülkelerin bürokrasileriyle kıyaslandığında büyükelçilikler ‘‘pasif’’ kalıyor, Dışişleri Bakanlığı ise ‘‘ulaşılamaz’’ durumda. ABD Dışişleri Bakanı Rice bu eksikliği anlamış olacak ki George Town’da konuşurken ABD’li diplomatlara Arapça, Farsça, Urdu ve Çince dillerinin öğretilmesinin gerekliliğinden, diplomatların El Cezire gibi medya kuruluşlarında canlı yayına çıkmalarının gerekliliğinden bahsetti. Bayan Rice’ın ABD Dışişleri’ni değiştirme planları, bizimki gibi büyükelçilik ve konsolosluk kapatma planları yapan Batılı hükümetleri zorlayacak gibi görünüyor. Patronu dünyayı değiştirmeyi hedefliyor. Şimdi Rice’ın ihtiyacı olan tek şey inançla patronunun vizyonunu pazarlayacak diplomatlar. (Daily Telegraph, İngiltere, 20 Ocak) BAŞSAĞLIĞI Değerli üyemiz Aydın Güven GÜRKAN’ı kaybettik Ailesinin ve Camiamızın başısağolsun. Mülkiyeliler Birliği CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle