25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2006 PAZARTESİ 6 006 yılında gerek ülkemizde gerekse dünya kamuoyunda en çok sözü edilecek ülkelerden biri İran olacak. Bu süreç başladı bile... Önümüzdeki ay ABD İran’ın nükleer silah edinme çabalarının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne getirilmesi için olağanüstü çaba harcıyor. 1639’da imzalanan Kasrı Şirin Anlaşması’ndan beri sınırlarımızın hiç değişmediği, ama sinirlerimizin sürekli değiştiği İran ile ilgili gelişmeler, doğal olarak Türkiye’nin de gündeminde. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile dünya kamuoyunu tatmin edecek bir işbirliği yapmayan İran, DİZİ 2 SUNUŞ barışçıl amaçla nükleer teknolojiye kavuşmak istediğini her fırsatta yineliyor. Ancak gerek istihbarat bilgileri, gerekse UAEK’nin raporları İran’ın nükleer teknolojiye sadece enerji için değil, silah için de sarıldığını gösteriyor. ABD, İngiltere başta olmak üzere küresel aktörler, gerek nükleer tekno lojinin, gerekse nükleer silahların kendilerinden başka bir ülkede olmaması için çaba harcıyorlar. Bu işin bir yönü. İran da gerek kendisini korumak, gerekse bölgesinde etkin güç olmak için nükleer güce sahip olmak istiyor. Bu da öbür yanı. Ne Batı’nın nükleer bencilliği, ne de rejim anlayışının pek çok bölümü karanlık olan İran’ın böyle bir güce sahip olması kabul edilebilir. Türkiye’deki genel sağduyu bu ikilemde. Önümüzdeki dönemde çok değişik boyutlarıyla tartışılacak olan İran’ın nükleer yolculuğunu bilgilerle ve belgelerle okuyucuya aktarmak üzere bu araştırmayı yaptık. İran’a ilk kez zenginleştirilmiş uranyum ile çalışan reaktörü 1967 yılında Washington sattı ABD tanıştırdı, Rusya geliştirdi 960’ların ikinci yarısında dönemin İran Şahı Rıza Pehlevi, ülkesinin nükleer silahlara sahip olması gerektiği kararına vardı ve çevresiyle şu görüşü paylaştı: ‘‘Nükleer teknolojiye sahip ülkelerin birinden reaktör satın alalım.’’ Şah’ın attığı bu ilk adım, nükleer enerji konusundaki evrensel yaklaşımın tipik örneklerinden biriydi. Barışçıl amaçlı olarak, bilimsel çalışmalar yapılacağı duyurulacak. Ama bu perdenin arkasında nükleer silah geliştirilmesi için her şey yapılacak. O günlerde İran’ın kendisine yardım edeceğini umduğu 3 ülke vardı: ABD, Fransa ve Batı Almanya. Çalışmalar ilk meyvesini 1967’de verdi. ABD, İran’a zenginleştirilmiş uranyum ile çalışan 5 megawatlık reaktör sattı. Soğuk Savaş döneminin koşulları içinde İran, ABD için önemli bir ülkeydi. Kuzeydeki Sovyetler Birliği’ne karşı, İran’ı güçlü tutmak ve Batı’nın dümen suyunda ilerlemesini sağlamak gerekiyordu. ABD’nin bu adımı, Fransa ve Batı Almanya için de cesaretlendirici oldu. 1970’lerin başlarında 6 nükleer reaktör yapmak için ABD’nin yanı sıra bu iki ülkeyle de anlaşma imzalandı. Rıza Pehlevi’nin hedefi 20’yi aşkın nükleer reaktör inşa etmek, bu teknolojiyle tanıştıktan sonra da uranyumu nükleer silahlarda kullanabilecek yeteneğe ulaşmaktı. Bunun için alüminyum ve plütonyum üretimini de başarmak gerekiyordu. İran’ın o dönemdeki liderine göre, ‘‘Şah’’ kendisi ise ‘‘mat’’ da Saddam olmalıydı. Bölgedeki iki ülkenin kendi arasında rekabete girmesi ABD ve öteki Batı ülkeleri açısından hiç de fena bir pazar değildi. 1 TAHRAN’DA 2000 RUS UZMAN 1998 başında İran, UAEK’ye 1000 megawat gücündeki Buşehr Nükleer Santralı’nı barışçıl amaçlı, enerji üretiminde kullanacağını bildirdi. süreli anlaşmalar yapma arayışına girdi. Hedef 90’lı yılların ortasına dek 23 nükleer santral kurmak ve nükleer teknolojinin bütün yelpazesine kavuşmaktı. Bu 3 ülke Şah Rıza’ya tam rıza göstermedi, ilk aşamada 10 yıllık bir anlaşmada karar kılındı. ABD’NİN ‘KÜÇÜK’ RİCASI Şah, yol haritasını çizerken, uzman yetiştirmek için de ayrı bir plan yaptı. 70’li yılların ABD, İran’a nükleer teknoloji konusunda yarikinci yarısında Almanya, Fransa ve ABD’nin dımcı olurken, ‘‘küçük’’ bir ricada bulundu: Lütyanı sıra İtalya, Kanada, Belçika, İngiltere ve fen Nükleer Silahların YaygınlaşmaHindistan’a gönderilen uzman adayı sının Önlenmesi Anlaşması’nı imzaöğrenci sayısı 3 haneli rakamlarla ifalayınız. Bu istemin Türkçesi bugün de ediliyor. Bunlar, İran’ın nükleer de geçerli olan şu ilkeydi: Nükleer sienerji ile ‘‘barış’’ amacı olarak tanışlahlara, küresel aktör olarak kendisima sürecinin evreleriydi. Bunun yani kabul ettirmiş birkaç ülke sahip olanında bir de nükleer silahla ilgili çabilir. Onun dışındaki ülkeler olamaz. lışma devam ediyordu. O dönemin en Bu ülkelerin bunu kabul ettiklerini önemli ve gizli yeri, Amirabad Nükyazılı ve imzalı olarak beyan etmesi leer Araştırma Merkezi’nde nükleer gereklidir. İran, söz konusu anlaşmasilah dizaynı, uranyum zenginleştiyı 1970’te imzaladı. 1974 yılında da Şah Rıza Pehlevi rilmesi ve plütonyum üretimi konuAtom Enerji Kurumu’nu oluşturdu. sunda çalışmalar yapıldı. (Bu kurum zamanla çok geliştirildi. Tahran, Şiraz, Emir Kebir ve Şerif Teknik Üniversitesi HUMEYNİ DÖNEMİ: ÖNCE ASKIYA ile bağlantılı hale getirildi. Eğitim ve araştırALMA SONRA HIZLANDIRMA manın yanı sıra nükleer güç geliştirmesi ve nükleer tesis inşası konularında da uzmanlaştırıl1979’da Şah devrilince yönetime gelen Hudı. İran’dan yurtdışına gidecek öğrenci ve uzmeyni, nükleer silah çalışmalarıyla ilgili şu manların tüm işlemleri, bağlantıları bu kurum kararı aldı: ‘‘Nükleer teknolojiyle ilgili her şey aracılığıyla organize ediliyor. Uluslararası İslami esaslara aykırıdır. Bu konudaki çalışAtom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile bağlantımalar durdurulmalıdır. Yurtdışına gönderilen ları da burası yürütüyor.) uzmanlar geri çağrılmalıdır.’’ Pehlevi, çalışmaların altyapısını oluşturdukEmir Humeyni’den gelince doğal olarak tan sonra ABD, Almanya ve Fransa ile uzun uyuldu. Ertesi yıl 8 yıl sürecek İranIrak sava di. İran, ABD’nin tüm çabalarına karşın 1995’e gelindiğinde Çin ve Kuzey Kore’yle nükleer işbirliği anlaşması imzaladı. Bunu Hindistan’dan alınan 10 megawatlık nükleer araştırma reaktörü izledi. 90’lı yılların ortasından itibaren İran’a yeni bir saha açıldı: Rusya ve eski Sovyetler Birliği toprakları içindeki yeni bağımsız ülkeler. Bunların başında da Kazakistan geliyordu. ABD’nin kayıtlarındaki şu iddia güncelliğini koruyor: İran, 1990’ların ortasında Kazakistan’dan 2 ya da 3 nükleer başlık, bir adet topçu tarafından, bir adet de uçaktan atılabilen taktik nükleer bomba satın aldı. Özellikle altını çizelim, Kazakistan ABD’NİN BASKISI ve İran bu iddiayı doğrulamıyor. 90’lı yıllar Rusya’nın da ekonomiHumeyni rejimi Çin, Hindistan, sinin kötüye gittiği, iç düzenini kurFransa, Almanya ve Pakistan’la gizmakta zorlandığı, Kremlin’deki istikli ilişkilere girip, nükleer programını rarın sürekli sallandığı dönemdi. İran, sürdürmeye çalıştığını bildirdi. ABD, Humeyni öncelikle Sovyet döneminin nükleer uzİran’ın bu bağlarını öğrendikçe, karmanlarını, bilim adamlarını yüksek ücretler şı ülkelere baskı yaptı. Özellikle Almanya ile karşılığında topraklarına çağırdı. Bir ölçüde baekonomik ilişkilerinin iyi olmasını kullanmak şarılı oldu. isteyen İran, Siemens firması, onun alt kolu Bu bağlantıların da etkisiyle Rusya, İran’ın KraftWerke Union’un Buşehr Nükleer SantBuşehr Nükleer Santralı’nı yeniden inşa etme ralı inşaatını tamamlaması için yoğun kulis önerisini 1995’te kabul etti. Anlaşmaya göre yaptı. ABD de karşı baskıyı kurdu ve Siemens, santral 2002 yılında bitmiş olacaktı, bunun İran önerisini reddetti. karşılığında İran, Rusya’ya 750 milyon dolar Bu dönemde İran’ın rahat ilişki kurabildiği ödeyecekti. İran, ABD’nin baskılarına direiki ülke vardı: Kuzey Kore ve Libya. Her iki nebilecek ülkelerle ilişkilere ağırlık verme kaülke de ellerindeki teknolojinin önemli bölürarı aldı. Bunlar Rusya ve Çin’di. Avrupa ülmünü karşılıklı anlaşma ile İran’a aktardılar. keleriyle böyle bir yola çıkmak zordu. 80’li yılların sonunda İran artık füze sahibiyşı başladı. Bu savaş döneminde İran’ın nükleer tesisleri Irak Hava Kuvvetleri tarafından bombalandı. Başta Buşehr Nükleer Enerji Santralı olmak üzere Şah döneminde inşa edilen nükleer tesislerin çoğu kullanılamaz hale geldi. Savaşın en şiddetli günlerinde Humeyni yönetimi nükleer gücü yeniden sorguladı, şu karara vardı: Bizim bu nükleer güce sahip olmamız gerekli. İran’ın yeni dönemdeki arayışları sürerken dünyada da dengeler değişiyor, Soğuk Savaş dönemi sona eriyor, Sovyetler Birliği de tarihe karışıyordu. Tek süper güç haline gelen ABD’nin de İran’a bakışı giderek katılaşıyordu. W ashington’ın 21.’inci yüzyılı şekillendirme çabası O. DOĞU SİLAHÇIOĞLU BD, RusyaÇinİran yakınlaşmasını bir an önce sona erdirmek için ambargo tehdidinden uluslararası yalnızlaştırmaya kadar her türlü yöntemi denedi. 1997’de dünyaya şunu duyurdu: ‘‘İran nükleer, biyolojik, kimyasal (NBC) silah edinmek için ayırdığı parayı arttırdı.’’ İran, daha önce yaptığı gibi bu tür iddiaları reddetmek yerine doğrulamadı ama, hedefinin barışçıl olduğunu açıklamayı yeğledi. ABD bu kez Rusya’ya yoğun baskı yaptı. Rusya bu baskılara boyun eğmediğini, eğmeyeceğini İran’a iletti ama, hemen ardından şunu söyledi: Santralın maliyeti başta konuştuğumuz gibi 750 milyon dolar değil, 1 milyar dolardır. Ödemenin hızlandırılması gereklidir. İki ülke arasındaki yoğun diplomasi 1997 sonunda sonuç verdi, çalışmalara yeniden başlandı. 1998 başında İran’ın UAEK’ye verdiği bilgi şu maddelerden oluşuyordu: İnşası 20 yıldır sürmekte olan 1000 megawat gücündeki Buşehr Nükleer Santralı barışçıl amaçlı, enerji üretmek içindir. İnşaatın halen yüzde 26.4’lük bölümü tamamlanmıştır. İnşaat Rusya ile varılan anlaşma sonucu devam etmektedir. 12 Rus ve 8 İran firması inşaat için çalışmaktadır. Bu amaçla halen 562 Rus İran topraklarındadır. Rusya, anlaşma çerçevesinde İran’a nükleer teknoloji vermektedir. 400 İranlı uzman ve 300 teknisyen 13 ile 45 ay arasında değişen sürelerle Rusya’da eğitim görmüştür. İran’ın Rus uzmanların gerçek sayısını gizlediği, bu ülke topraklarındaki Rus sayısının o dönem 2 bini bulduğu daha sonra açıklandı. ABD bu bilgileri tatmin edici bulmadı, ‘‘Resmi olarak açıklanan bunlarsa, kesin nükleer silah denemesi var’’ yargısını edindi. Bunun ışığında Rusya’ya baskıyı arttırmanın yollarını aradı. Ülke olarak Rusya’ya ambargo uygulayamıyordu, zira iki ülke BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden biriydi. Bunun yerine Rus şirketlerine ABD ambargosu başladı. Rusya buna şu tepkiyi gösterdi: ‘‘Ben, Çeçenistan’da terörle mücadele ediyorum. Ekonomik olarak zor durumdayım. Siz nelerle uğraşıyorsunuz.’’ Rusya’nın ABD’ye karşı bu tutumunu değerlendiren İran, Buşehr Nükleer Santralı yapımını hızlandırmak için Rusya ile yeni görüşmeler yaptı. İran Nükleer Enerji Teşkilat Başkanlığı Enerji Tesisleri Başkanı Asadullan Sabouri, Moskova’ya giderek, yüz yüze görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde alınan kararların tümü halen dünya kamuoyuyla paylaşılmış değil. İran gerçekleri gizledi A 1 2 3 ÇİN’DEN İRAN’A FÜZE YARDIMI İran ile Rusya arasındaki nükleer ilişkilerin sıklaşması, Çin’in Tahran açısından ikinci plana düşmesine neden oldu. Buşehr Nükleer Santralı’na uzman gönderen Çin, 1990’ların sonunda İran ile yaptığı anlaşmaları iptal etti. Ancak Çin açısından İran çok önemli bir petrol kaynağı ve silah pazarıydı. ABD’nin İran’a yönelik tutumu ve İran’ın direnci Çin açısından ayrı bir önem taşıyordu. Çin, her fırsatta Ortadoğu’daki barış sürecini engelleyecek hiçbir girişimi desteklemeyeceğini açıklamasına karşın, Amerika’nın Körfez’deki donanmasının Ortadoğu’dan Pekin’e giden petrol hattını engelleyebileceği endişesindeydi. Bu nedenle Çin, ABD’nin uygulayacağı siyasete karşılık İran’ı kullanmayı hep gündeminde tuttu. Çin bu stratejisine paralel olarak İran’la Şah döneminde başlattığı silah ticaretini geliştirerek sürdürdü. Zaman zaman ticaretin rakamsal boyutu düştü ama, niteliği sürekli gelişti. Örneğin 1996 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, İran’a CFS8 füzeleri sattı. İran aynı dönemde Kuzey Kore’den de ScudC füzesi satın almaya devam etti. Bu dönem ABD’nin Çin’i ve Rusya’yı İran ile işbirliği yapmama konusunda uyardığı bir süreçti. ABD Çin’in İran’la bu derin diyaloğunun ayrıntılarını çıkardığında şunu da gördü: 1980’li yılların sonunda İran füze geliştirme programı başlatmış, Çin de bu programa yardımcı olmuştu. İlk aşamada Çin, İran’a 100 km. menzilli füze satmıştı. İran, 80’lerin sonunda başlattığı füze programını bugün çok daha ileri boyutlara ulaştırdı. 100’ün sağına bir sıfır daha koydu, 1 rakamının yerini de 2, 3 ve 4 aldı. 1irminci yüzyılın son 15 yılına rakipsiz giren ABD; yirmibirinci yüzyılda küresel egemen güç olma konumunu giderek pekiştirmektedir. Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar bölgesini kendi yaşam sahası olarak belirlemiştir. Karşısında hiçbir gücün yer almadığı tek kutupludünyanın devamlılığını varlığı ile eşdeğer görmekte ve bu bakış açısıyla dünyayı ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirme girişimlerini sürdürmektedir. ABD’nin en az 20 yıl daha bu konumunu koruyacağı; Çin, Hindistan, Rusya ya da Avrupa Birliği’nin, 2025’ten önce bu dengeyi değiştirecek bir güce ulaşamayacağı değerlendirilmektedir. Bu yüzyıla, ‘‘21’inci yüzyılı şekillendirme düşüncesi’’ adındaki yeni bir stratejik yaklaşımla giren ABD, yeni ulusal güvenlik stratejisini bu anlayışla oluşturmuştur. Yeni strateji: Hedef ülkelerin tehdit yeteneği kazanmadan vurulması, Hiçbir uluslararası kuruluşun veya anlaşmanın ABD çıkarları ve ABD uygulamaları açısından engel teşkil etmemesi, Y Dünya egemenliğinde ABD’ye rakip olabilecek bir egemen gücün doğmaması, ABD çıkarlarının elde edilmesi için gerektiğinde askeri güç kullanılması, şeklindedir. Bu stratejik yaklaşım, dünyanın ABD ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesini amaçlamaktadır. 11 Eylül 2001 saldırısı sonrasında ABD’nin Afganistan müdahalesi ve 2003’te Irak’ın işgali, bunun ilk adımlarıdır. Bu yaklaşım, Amerikan halkının temel yaşam kaygılarının yok edilmesi ve sahip olunan gönenç düzeyinin sürdürülmesi hedefinden kaynaklanmaktadır. Yeni yaklaşıma göre, uluslararası hukuk, uluslararası anlaşmalar, insani ve ahlaki değerler, hak ve özgürlükler, demokrasi anlayışı, ülkelerin toprak bütünlüğü gibi gerekçeler, ABD ulusal çıkarlarının önünde bir engel oluşturmamaktadır. Bunların her biri, ABD için ayrıntı olarak görülmektedir. ABD Başkan George Bush, bu ayrıntılardan biri olarak değerlendirdiği Birleşmiş Milletler için şu açıklamayı getirmiştir. ‘‘ 21. yüzyılda Birleşmiş Milletler gerekli mi, değil mi? Ona bakıyorum... Arkadaşlarımız bunu araştırıyorlar...’’ ABD; ortada kanıt olsun ya da olmasın, kendi varlığı için tehlike veya tehdit teşkil ettiğine inandığı her oluşuma karşı, hiçbir kurala bağlı kalmaksızın müdahaleden kaçınmaz. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktı’nın dağılması, ABD’ye tüm dünyada hareket serbestisi sağlamıştır. ABD, kendine göre bir tehdit ve tehlike algılama mantığı geliştirmiştir. Askeri güç kullanım sınırlarını, yerine geldiğinde nükleer silah kullanacak kadar ileri götürebileceğini, geçmişte İkin ci Dünya Harbi’nde, Hiroşima ve Nagazaki’de ortaya koymuştur. ABD’nin bugün de aynı yolu izlemesi ihtimal dışı değildir. 2005 tarihli ‘‘ABD Nükleer Doktrini’’ bunun işaretlerini vermektedir. ABD büyük bir nükleer güce sahip olmayı ve gerektiğinde nükleer silah kullanmayı, dünya egemenliğinin bir adımı olarak görmektedir. Aslında ABD’nin dünya egemenliğine yönelişi, yeni bir girişim değildir. 18251918 döneminde ‘‘Monroe Doktrini’’ kapsamında, kıta dışındaki siyasal gelişmelere müdahalede bulunmayan ABD, 1. Dünya Savaşı sonrasında bu politikasından vazgeçerek dünyanın her yerinde askeri güç kullanma stratejisini uygulamaya koymuştur. 2. Dünya Savaşı sonrasından, Irak’ın işgaline kadar olan dönemde, 19 ülkede askeri güç kullanmıştır. Bugün gündemde olan ülkeler İran ve Suriye’dir. Ekim 2005’te ABD Başkanı Bush, İran ve Suriye’yi ismiyle belirterek; bu iki ülkenin olası bir harekatın hedefi olduklarını işaret etmiştir. Suriye şimdilik ABD tarafından acil bir müdahale gerektirebilecek ölçüde etkinlik göstermemektedir. İran daha ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle gelişmeler daha çok, ‘‘ABD İran’’ ve ‘‘İsrailİran’’ olmak üzere birbiriyle bağlantılı iki temel eksende cereyan etmektedir. SÜRECEK YARIN: TAHRAN’DA YERALTINDAKİ NÜKLEER LABORATUVARLAR VE İRAN’IN BATI İLE DANSI CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle