Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 31TEMMUZ2005PAZAR
10 P A Z A R YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Hephayata gidiyoruz...ş saymazsak, 800 nüfuslu
kuçücük bir Isviçre köyündeyim.
Lozan'ın köylerinden biri Lavigny.
AvTupa'da yaşayan 848 kuş türünün
hepsi de burada, üısan nüfusuyla yanşıyor
sanırsıruz. Daha önce hiç görmedigün
yüzlerce rengârenk kuş, hemen varlıklarını
hissettiriyor. Ama penceremdeki çifti
tanıyorum; kırlangıç. Az önce kalktığım
yatakta Nabokov uyumuş olabilir. Odanın
adı Nabokov. Karşımdaki Camus, onun
yanında Hemingway odalan. Bitişik
komşum Faulkner... Penceremi aşıp göğe
yükselen kavak ağacı belki de 500. yazını
yaşıyor. Önümde uzanan sonsuz yeşillikteki
kiraz, armut, ceviz ağaçlan daha genç
olabilir. Leman Gölü olmasa karşı kıyıdaki
Fransa toprakJarına dek uzanacak yemyeşil
çayırlar, tepeler, ağaçlar... Ama göl, orada
olmalı, akşamüstü yazarlar esinlerini
kâğıtlara döküp odalanndan çıktıklannda
hep birlikte kucaklamalıyız serin sularını -
ve ona, daha önce kollaruıa atılmış
Canetti'leri, Hemingway'leri, Joyce'lan,
Camus 'leri anımsatmalıyız. 1732'de,
Lavigny Derebeyi Gabriel Henri de
MesfraJ'in yaptırdığı bir şatodayız. Şatonun
son sahibi Heinrich Maria Ledig-Rowohlt,
yazar dosru bir yayıncı. Dünyadaki ılk cep
kitabı onun yayınevinden çıkmış. Dünya
yazarlannı bu şatoda konuk etmiş. Salonun
duvarlannda Henry Mifler'ın yaptıgı üç
tablo asılı! Çokrenkli, naif resimler... Hatta
delidolu. Bence Miller'a uygun. "İküıd
Dünya Savaşı'ndan sonra edebiyat dünyasını
canlandıran adam" diye anılıyor Rovvohlt.
Wolfgang Borchert, Gide, Silone, Lorca,
Saint-Exupery, Steinbeck, De Beauvoir,
Sartre, Camus, Durrell, Arthur Miller,
Jean Genet, Thomas Pynchon, Amado...
Daha pek çok yazar, Almanca dünyasındaki
varhğını onun sayesinde kazanmış ya da
sürdürmüş. Rovvohlt bazı yazarlan
kendisi Ahnancaya çevirmiş - belki bu
yüzden çevirmenlerle yazarlan
aynı konukseverlikle ağırlıyor şato.
Ledig-Rowohlt öldükten sonra eşi dünya
yazarlanna bırakmış burayı.
1996'dan beri her yaz dünyanın
çeşitli ülkelerinden 6 kişilik
gruplar halinde toplam 30 yazar
konuk oluyor. Tek istedikJeri,
kitaplannızdan birini bırakmanız
ve başka yazarlann da davet
edildiği bir okuma gecesinde
çalışmalannızdan bir parça
okumanız. Ben, Feridun Andaç'ın
îngilizceye çevirdiğim Yaşar KemaJ'ın
Sözlerinde Yaşamak kitabını armağan ettım
kitaphğa. Okuma Gecesi'nde, Ferit
Edgü'nün Hakkâri'de Bir Mevsim
romamndan bir bölüm okuyacağım.
Şatonun ilk Türk konuğu olduğumu söyledi
Sophie Kandaouroff. Başka Türk konuklan
da ağırlamak istiyor. Sophie Şato'nun
yönetimini üstlenmiş. Ne istersek alıyor.
Makedonya'dan Goce Smüevski vejetaryen,
ona ıspanak gerek. Amerikalı yazarlar
Janet ve Ahin Amerika'yı Lozan'a
taşımışlar adeta, dilekleri yok şimdilik.
LOZAN
ŞEMSAYEĞİN
VioletaTauragiene, Litvanya diline
çevirdiği Beckett'tan başka bir şey
düşünmüyor. Ben, siyah zeytin istiyorum.
Tamam, diyor Sophie, ama siyah zeytin var
dolabınızda. Sophie her şeyi düşünüyor...
Salonda, köşedeki masanın üzerinde
1901 'de çekilmiş fotoğraflan içeren bir
albüm... Telli etekli, şapkalı hanımlar,
yetişkin giysili çocuklar... Sonra şatoda
yaşayanlann günümüze kalan resimleri...
îkisi çevirmen altı konuk hayalet görme
yanşına giriyoruz. Kimin odasına kim
gelecek? Kimse kimseye
gelmeyecek diyorum onlara,
gelin biz hayata gidelim. Lavigny
köyünü keşfedelim. Kiraz
toplayalım, yeşil kabuklu taze
ceviz yiyelim... Bence burada
herkes her an hayata gidiyor.
Televizyon Isviçrelinin günlük
konuşmalannda yer ahruyor.
Kadınlar pencerelerde evlere
hayat veren sardunyalannı suluyor,
bisikletlerine atlayıp hayata gidiyorlar.
Günlük turunu tamamlamış orta yaşh bir
erkek, bisikJetini otomobilinin başında
durduruyor, suyunu içiyor, bisikleti
arabasına yerleştiriyor, direksiyon başına
geçiyor, başka bir hayata uzanmak üzere
gidiyor. Sokaklarda oynayan çocuk yok.
Hepsi bir kitaba, bir müziğe ya da resim
yapmaya vermiş kendini. Bir evin alt
katnıda, üzerinde "açık" yazılı (dükkân
olduğu neredeyse zor anlaşılan) bir kapı.
Giriyorsunuz, içeride açılan bir kapıdan
(yani evinden) dünyadaki birinci yüzyılını
tamamlamasına ramak kalrruş bir harum
çıkıyor. "Bonjour" diyor size. Otobüs
saatleriyle ilgili sorunuzu yanıtlıyor.
Sonra dükkândan bir şey ahnadığınıza
içerlemeksizüı kapıya dek uğurluyor sizi.
O, hayarın içinde. Biz, hayata gidiyoruz.
Köyümüzden uzaklaşıp çayırlara, tepelere
vuruyoruz kendimizi. Ne hayaletlerden ne
de hayatın içindeki insanlardan
çekinmeksizin kuşlarm müziğiyle
tırmanıyoruz ıssız dağ yollannı. Işte yeni
bir hayat: Auborn köyündeyiz şimdi.
Leman Gölü'ne karşı soğuk bira içiyoruz.
Hepimiz hayata içiyoruz. Bir delikanlı, az
ilerideki bir şatoyu tarif ediyor. Gidiyoruz.
Şatolar yaşıyor burada. Konuşuyorlar.
Geçmiş hayatlan anlatıyorlar. Bahçelerinde
süslü atlı arabalar görüyoruz. Telli etekli,
şapkalı bir hanımın dantel eldivenli eli,
kendisini bekleyen sevgiliye uzandı az
önce, arabadan indi, basamaklan çıkıp
şatonun içinde kayboldular. Onlan o
hayatın içinde burakarak Leman kıyılanna
iniyoruz. Ve kendimizi, kim bilir
kimleri kucaklamış sulara bırakıyoruz.
Ülkelerimizdeki kaygılanmızdan uzakta,
hayata gidiyoruz. Hayatın durup dururken
kimseye gelmediğini bilecek yaştayız. Artık
biz, hayata gideceğiz. Ciçeklerin, kuşlann,
dağlann, otların, ırmaklann, kitaplann,
resimlerin, müziklerin bize gelmediğini
biliyoruz. Beklemiyoruz. Bakıyoruz,
soruyoruz, öğreniyoruz ve gidiyoruz;
hep ama hep hayata gidiyoruz.
Komünizm
artık müzede!t 12'ye yaklaşmış,
gece yansına az kalmış.
Iç avlular, arka bahçe,
kemerli salonlar, uzun
koridorlar insan dolu. Çoğu
kocaman tahta masalara
oturmuş, yer bulamayan
ayakta. Ellerde bira bardaklan.
Sigara dumanı, uğulfu.
Konuşuyorlar, gülüyorlar.
Herkes neşeli, kafayı çoktan
bulmuşlar. Fakat bağınp
çağıran yok. Bira insana
yorgunluk veriyor, onu
suskunlaştınyor, banşçıl
yapıyor. Kremecova Sokak,
11 numaradaki birahane,
Wenzel Alanı'na yakın. Prag'a
her gelişimde uğrarım oraya.
Bu akşam daha önce
Na Bojisti Caddesi'ndeki
U Kalicha'ya gitmiştim.
Fakat insanlar kuyruk ohnuştu,
Aslan Asker Şvayk'ın
birahanesinin kapısında...
Yazar Jaroslav Haşek burarnn
devamlı müşterilerindendi.
Dosru yazar Egoo Ewin
Kirsch'le U Kahcha'da
çekerlerdi kafayı. Ünlü tiyatro
oyununda köpek satıcısı
Şvayk (bizde Genco Erkal
oynamıştı), Avusturya
ordusunda savaşmak üzere
askere alındığında,
yakın dostu
Voditska'ya,
"Savaştan sonra
saat altıda burada
buluşmak üzere"
diye veda eder
U Kalıcha'da!
1968'deterketmek
zorunda kaldığım
Prag'a son 10 yıldır sık sık
geliyorum. Dört Varşova Paktı
üyesi ülkenin ordulanru peşine
takanRuslaroyıl21
Ağustos'ta Prag'a girmiş,
tanklaruıı az ötedeki Wenzel
Alanı'nda üzerimize sürmüştü.
Çekoslovakya'nın zamanla
güç kazanacağından,
insanlannın özgürleşeceğinden
korkmuşlardı. Artık nefes
alamayacaklannı kavrayan
200 bine yakın insan, kısa
sürede bir yolunu bulup ülke
dışına kaçmıştı. Yazarlar,
akademisyenler, düşünürler,
sporcular... Ruslar, bireyin
özgürlüğüne biraz olsun izin
vermiyordu. Benim gibi
gönlünce yaşamasını sevenler
için de ülke artık bir hapishane
olmuştu. Ben daha 1948'de
anlamıştım, komünizmin ne
demek olduğunu. 18 yaşında
bir gençtim o günlerde.
Gelecekten umutlu, başanlı
bir boksördüm. Altımda bir
Amerikan askeri cip,
kimseyi umursamadan gezip
tozuyordum. Cipin üzerinde
Amerikanca yazılar vardı.
Amerikalılardan satın
almış olan bir dostum bana
devretmişti. Savaştan sonra
PRAC
AHMETARPAD
Pilzen'e kadar ilerleyen
Amerikan ordusu geri
çekilirken ardında çok şey
bırakmıştı. 1945'te Ruslarla
Yalta'da anlaşmışlardj,
savaşın ardından Avrupa'yı
nasıl paylaşacaldannı...
Çekoslovakya topraklannın
tümü Moskova'nın hükmü
altına girecekti.
Antrenörümden ve kulüp
başkamndan birkaç kez firçayı
yiyince cipi bambaşka bir
renge boyatmış, yazılan da
sildirtmiştim. Başanh bir
boksör olmama karşın artık
mimli biriydim. Fakat ben yine
de delidolu yaşamımı 196O'lı
yıllara dek sürdürmüştüm.
Ne de olsa ülkede insanlar beni
tanıyordu, yöneticiler kılıma
dokunamıyordu. 1968 sonunda
yerleştiğim Kanada'da açtığım
boksör okulu beni zengin
etmişti. Şimdi yaşlılık yıllanmı
elimden geldiğınce Prag'da
geçiriyorum. Bira su gibi
gidiyor. Yanm litrelik kadehi
boşalanın önüne garson
sormadan bir dolusunu
hemen sürüyor. Yaslandığım
tezgâhtaki musluklar aralıksız
akıyor. Dikkat ediyorum,
7 saniyede bir kadeh doluyor.
Her akşam binlerce
litre sert bira
susuzluk gideriyor.
Dünyada en çok
bira benim ülkemde
içiliyor. insanlar
eskisine göre şimdi
daha mı mutlu?
Evet, düşünce
özgürlüğüne
kavuştular. Fakat kapitalizm
ve yeni AB üyeliği günlük
yaşama rekabeti, işsizliği,
geçim derdini de beraberinde
getirdi. Eskiden insanlar
düşündüğünü söyleyemiyordu,
fakat aç da kalmiyordu.
Komünizmden "paldır
küldür" kapitalizme geçmek
benim insanıma göre değil.
Henüz altından kalkamıyorlar
bu yeni yükün, elde
ettikleri yaşam özgürlüğü
ile ne yapacaklannı pek
bilemiyorlar! Prag
sokaklannda gülen insana
eskiden de rastlanmazdı.
Sovyetlerl953'teBerün
ayaklanmasını bastınrken,
1956'da Macaristan'da
insanları kurşunlarken, 1963'te
iki Ahnanya arasma duvar
çekerken ve 1968'de Prag'da
üzerimize tanklan sürerken
günün birinde komünizmin
çökebileceğini mutlaka
akıllannnı ucundan bile
geçirmiyorlardı. Bugün
Prag'da komünizm artık
müzeye kalkmış! Na Prikope
Caddesi, 10 numarada,
McDonalds'a birkaç adım
ötede müzesi var...
www.ahmet-arpad.de
El bebekgül bebek.
Doğduktan kısa süresonra annesini kay-
bedensevimlikanguru, bakıcısının kuca-
ğmdan inmiyor. Avustralya'nın Sydney
kentindcki Taronga hayvanat bahçesinde çahşan Rachel Laing, 8 aylık kanguru yavrusunu akşamlan evine
götürüyor. Çünkü küçük kangurunun birkaç saatte bir besknmesi gerekiyor. Bakıcısıüzerine titrevip gözü gi-
bi baktiğı yavruyu, bir bebekmisçesine kucağuıda biberonla besüyor. (Fotoğraf: REUTERS)
Saraydaki 'Beyaz Hanım'/" Stockhobn Sarayı'nın
L salonlanru geçerken uzun ve
W beyaz eteklerinin yere
sürttnesinden başka bir ses
işitümiyor. Uzun boylu ve endamh
bir hanım. Bakışlan çok ciddi, teni
solgun. Siyah saçlan. yas tutan
dullann kullandığı cinsten ama
beyaz renkte bir peçe var. Uzun
ekîivenleri siyah renkte. Ona
'Beyaz Hanım' diyorlar ve o ne
zanıan belirirse, kraliyet
ailesinden biri ölecek demektir.'
"Stockholm'un HayaJeffi Evleri"
adlı kitapta Stig Linell böyle
yazıyor. Evet, her gölde nasıl bir
canavar varsa, her kentte de
bulunduğu binaya pek sadık kalan
hayaletler vardır. Stockhohn,
meraklısı için bu bakımdan bir
hazine. Saray'daki beyazlı hanımın
bir avantajı, resmi kayıtlara geçmiş
olması. Kraliçe Lovisa 1871 "de
öldüğü zaman da Beyaz Hanım,
ısrarla ortalıkta gözükmüş. Onu
görenler arasında veliaht prensi
Oscar da var. Onun 1907'de
öhnesinden önce de aynı hanım
görülüyor. 1920'dePrenses
Margareta ağır hastayken, Saray'ın
çatısındakı bayrağrn yanya inmiş
olduğu görülüyor. Bir deniz eri,
bayrağı göndere çekmek için
gönderiliyor ama genç adam emri
yerine getiremeden, bembeyaz
yüzle dönüyor. Bayrak direğinin
önünde Beyazlı Hanım nöbet tutar
gibi bekliyormuş. Aym gece
Prenses Margareta ölüyor. Kimdir
bu Beyaz Harum? Bazı tarihçiler,
onun, 14. Yüzyılda yaşamış olan
Ahnan asılh Kontes Agnes av
Orlamünde olduğunu yazıyorlar.
Albrecht adlı yakışıklı kontla
evlenebilmek için çocuklaruıı
öldürtmüş ve bu yüzden mezannda
huzur bulamıyormuş. Onun, aym
de\irde yaşamış olan Agnes av
Meran adlı bir hanım olduğunu
iddia edenler de var. Stockholm'un
en eski mahallesi, Eski Kent,
minik bir adacıktrr ve
Stockhohn 700 yıl önce
burada kurulmuştur. Eski
Kent'in daracık sokaklan,
birbiri üzerine eğilen
evleri ve tarih kokusu, her
çeşit hayalet için ideal bir
ortam oluşturur. Her ne
kadar daha çok fareler ve
dazlak Neo-naziler
ortalıkta görülüyorsa da, bu semtin
tarih boyunca birçok kanh olaya
sahne ohnuş ohnası da, geceleri
dolaşan garip ripler hakkında
masalımsı efsanelerin yaratıhnasına
katkıda bulunur. Semtin en yüksek
yerinde ve tam ortasında, Stortorget
adlı meydan v
r
ardır. Danimarka
Krah Kristian II, 1520 yılında
Stockhohn'ü basıp yakaladığı
asilzadeleri, 8 Kasım gecesi bu
meydanda kılıçtan geçirrmişti.
Kendisi de, meydana bakan
20 numaralı evin penceresınden,
82 kişinin kafasının Jürgen Homuth
STOCKHOLM
GÜRHANUÇKAN
adlı cellat tarafından kılıçla
kesihnesini izlemişri. Rivayet odur
ki, bugün bile 8 Kasım'ı 9 Kasım'a
bağlayan gece oradan geçerseniz
ve hele bir de yağmur yağarsa,
oluklardan kan aktıgını görürsünüz.
Bu adacığuı Saray tarafındaki
Devlet Arşivi adlı bina da pek
tekin değildir. Birkaç yıl önce
gece fazla mesai yapan bir memur,
"Tannnlanması imkânsız" dediği
bir yaratıkla karşılaşuıca çıldırmış
ve akıl hastanesine kaldınhnıştı.
Günümüzde de bu binada
yahıız başına dolaşana
pek rastlanılmaz, yani
dolaşan insana. Zaten
binanın görünüşü de pek
iç açıcı olmadığı için,
çoğu insan önünden bile
geçmez. Bendeniz kent
dışında oturuyorum.
Aynı sokakta üç ayn
binada oturdum ve "künseyle''
karşılaşmadım. Ancak bir öğleden
sonra salonda oturmuş, televizyonda
yayımlanacak bir futbol maçının
başlamasını beklerken, ensemin
hemen yanında üç kez "havada
şaklatüan larbaç gibi" bir şey
patlamıştı. Yaklaşık brrer dakika
arayla. Son iki şaİdamaya, bir başka
aile ferdi de kulak tanığı ohnuştu
ama hiçbir şey görmemiştik.
BeUd de "iyi saatte olsunlar"
futboldan hoşlanmıyordu.
Ne bileyun? Enikonu ben de
fani biriyim. Yani, inşallah...
Tiyatro
gerçek
olimpiyattır
~r T lkemde adı Olimpiyat ile başlayan
/ / birahaneler, lokantalar, çay bahçeleri,
V-X büfe ve gazinolann sahipleri bu
yazıyı mutlaka okumalı. Zira Amerika'da,
Chicago'daki "Olympic Theatre", Türkçesiyle
Olimpiyat Tiyatrosu'ndan sonra, sıra belki
onlara da gelecek. Olimpiyat Komitesi,
mitolojik tann Zeus'un zirvesinde yaşadığı
kutsal dağm adını kimselere vermek
istemiyor. Sanki onlara, tann Zeus ve kıskanç
kansı Hera tarafmdan miras bırakıhnış gibi
bu ismi sahipleniyorlar. Komite, bu ısrannı
geçenlerde "Impıw Olympk Theater" adh
25 yıllık komedi sahnesinin kurucu ve
yöneticisi Bayan Charna Halpern'e
gönderdiği mektupla açıkça ortaya koydu.
Eğer tiyatro, admda yeralan olimpiyat
ibaresini değiştirmezse, ABD yasalanna göre
tazminat davasıyla karşılaşacaktı. Tiyatrocu
Halpern, sürekli komedyenlerle birlikte
yaşadığından, ilk başta bu mektubu günlük
alışkanlıkla bir şaka sanmış. Avukatı işin
ciddiyetini ona açıklamakta epeyi zorlanmış
ohnalı. Aynı zamanda oyuncu ve yönetmen
olan Halpern, davadan kurtulabihnek için
adını değiştirmeye hazırlanıyor ve
"Tharromun OKmphat Komitesi'nden daha
meşhur olduğu böyiece anlaşıbyor", diye
kendine teselli anyor. Bunda da haksız
sayıhnaz! Çeyrek asu^lık tiyatronun yetişirdiği
ünlü isimler, bugün Broadway sahnelerinde,
bir çoğu da Saturday Late Night ya da Mad
TV gibi çok tanınan, izlenen televizyon
gösterilerinde yer alıyorlar. Mike Myers, Tina
Fey ve Andy Dick gibi yönetim karşıtı isimler,
hep oradan rahle-i tedrisat almışlar.
Charma'nın işte bu ünlü tiyatrosu, bizim
tsmail Dümbüllü-Müııir Özkul-Ferfaan Şensoy
geleneğinin Amerika'daki izdüşümü gibidir.
Haberi gündeme taşıyan, Chicago Tribune
gazetesinden muhabir Jamie Francisco oldu.
Haberinde kullandığı başlık "Gûlûnecek Bir
Şej' Yok"! Charna Halpern ise olanlara
gülüyor, Olimpiyat adının evrensel bir anlamı
bulunduğunu, bütün dillerdeki öteki genel ad
ve adıllar, üngeler gibi ortak kullanıma ait
olduğunu vurgulamak için şaka yollu şunlan
söylüyor: u
Avukaüma taömat verdim.
KuOanacağnn yeni adın içindeki the belgisini
aynen taşry^an kim varsa hepsini ben de dava
edeceğim. Örneğin rv'lerde The ToNight Show
ya da The Conan O'Brien gibi olanlan." Adlan
geçen bu gösterilerin sunucu ve yapımcılan
hep onun tiyatrosundan
yetişme birer öğrenci
olduklanndan, gerçekte
bu söz konusu
olamayacak. Bayan
Halpern bunu söylerken
göz kırpryor ohnalı... Bu
haberlerin Amerikan
basınına yansımasmdan
sonra tepkiler de doğal
olarak arttı. Internet söyleşi sitelerine
tiyatroyu destekleyen yazılar gönderenlerin
sayısı binleri buluyor. Tepkisini dile
getirenlerden biri, "Olimpiyatçüara
soruyorum: ABD'de yanm miryon civarmda,
girişinde Oümpryat Pizza adlı tabelası olan
dükkânlan ne yapacaksnuz?" diye
yazmaktaydı. Bundan cesaret almca, ben de
işgüzarlık yapıp sayılan binlerce olan
"OBmpiyat Kuru femizlemeci''lerini bu
sitelere duyurmak istedim, ama bir
gazetecinin olaylara müdahale etmemesi
gerektiğinden, sonra bundan vazgeçtim.
Gerçekten de bu ismi dünyanın her köşesinde
kullanan o kadar çok işyeri, işletme, kuruluş
var ki... Benim anımsadığım, Istiklâl
Caddesi'nde bir seyyar kokoreççi bile var.
Bunlan önemsemeyip mesleki kurallara
uyarak, haberin kaynağnıa inmem
gerekiyordu. Bayan Halpern'e telefonla
ulaşamaymca, e-mail yolunu denemekten
başka çare kalmadı. Aramızdaki karayolu da
uzundu; gidemedim. Nezaket gösterip beni
yamtladı ve şunlan öğrenebildim: "Açılacak
davaya karşı direnecek gücümüz yok. Antik
Yunanulann Otimpiyat Komitesi'ne bu
konuda yazıh bir belge vermemiş olmalanna
karşın, Yunan tarihinden bir parça olan bir
ada birilerinin nasıl sahip çıküğı anlaşıhr
gjbi değıL Büyükler daima kazanrvor." Şimdi
ben, Olimpiyat Komitesi'nin bu istemini,
globalleşme peşinde olan başkalan gibi "~
her yana yaymasından korkanm. O vakit
Antalyamızuı güzel Olympos'unu da
değiştirirler mi? Bizim Olimpos'un
turizmcileri ve gelen giden turistleri tam
bu ada alışmışken... Bunu, Kadir'in Yörüğü
adıyla beynehninel maruf, ağaçevleriyle ünlü
tatil yeri işletmecisi Kadir Bey, bence
şimdiden dikkate almalı. Bununla birlikte,
henüz korkulacak bir şey yok! Umudunuz
kınhnasm. Bu olimpik yanşmadan kesinlikle
tiyatro galip çıkacaktır. Niye mi? Hiçbir
çağda yenilmedı de ondan. Ne diktatörler,
ne de tiranlar baş edemedi bu asi, başma
buyruk, ama efendi sanatla! Tiyatro,
çünkü evrenseldir, insanın sözel yanşıdır
ve alt edilemez. O halde olimpiyat adım
her şeyden önce, aslında o hak eder.
Gazetemdeki büyüğüm, spor yazan ustamız
Abdöl Ağbi, (Abdülkadir Yöcelman) izin
verirse, şu skorlan yazmadan geçemeyeceğim.
Siz de şimdiden spor-toto tahminlerinde
bu yollu kolon doldurabilirsiniz!
Yanşmada iyi şanslar dilerim:
"Tîyatro = 1, OBmpiyat Komitesi = 0..."
msenol34(â yahoo.com
INDIANAPOLIS
MAHMUTŞENOL