19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 HAİİRAN 2004 PAZAR CUMHURİYET SAYFA J V U J_j X LJ JX kurturfa cumhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SUNAY AK1N Herşey sudan ibaret...Anne kamındaki suda bir batık gibı bekledik dokuz ay, orm gün... Ve doğarak, bir ba- tıktan kurtarılacak en güzel hazine olan insanı sunduk ya- şama... "Topraktan geldik, topra- ğa döneceğiz" deruliyor... Sudan geldik oysa... Bunun en güzel kanıtı da hâlâ sudan nedenlerle birbiri- mizi kırmamız, incitmemiz değû mıdır 1 ' 1 Suyun kaldırma gücünü usuyla bulan Arşimet'ten yıl- lar önce yapılan Nuh'un Ge- misi tufanda batsaydı ne olur- du? Suyun içi, yeni bir evrimi kaldıracak canlılarla dolu de- ğil midir? Sahi, kurbağa nere- deydi; gemıde mi, tufanın içinde tni yoksa?.. Kızılderililer, dünyanın bir balık gibi, Tann tarafından ol- tayla uçsuz bucaksız bir sudan yakalandığına inanırlar. Ba- billilenn yaratıhş efsanesinde rastladığımız, dünyanın bir su kütlesi olduğu inancı, Mısırlı- larda da çıkar karşımıza. Fıra- vun Pepinin gömülü olduğu pıramıdın duvarında şunlar yazıhdır. Pepi sudan doğmuştu Gökyüzünden evvel Dünyadan evvel Dağlardan e\yel Usun, yaratıhş efsanelerinde ilk sıraya suyu koyuşuna Altay Türklerinde de rastlanz: "Da- ha yer ve gök yaratılmadan evvel, her şey su- dan ibaretti. Ne toprak, ne sema, ne Güneş ne de Ay vardı." Ne yaşamın kaynağını tam olarak tarif ede- bildi usumuz ne de aşkın nasıl bir şey olduğu- nu!.. Usumuzu başımızdan alan aşklaryaşadık. "Nasıl, güzel mi' 5 diye sorulduğunda "Bir içim su" yanıtını verdik. Güzelliğın tanımında kul- landığımız su, aynı zamanda ılk aynamız oldu, ayna zamanında!.. Ilk suda gördük saçlanmızı, gözlerimizi, yüzümüzü... Ama su, yalruzca ken- dimizi değil, düşlerimizi de gösterecek gücü ba- nndırdı içinde... Yerebatan Sarnıcrna ne zaman gitsem, Bizans'tan kalma suya bakanm. O an, bir Bizanslı şair de bana bakar sudan. El salla- nm, o da bana el sallar... Ve sudakı yansımam, başlar bir Bızans şiin okumaya: - Niye iç çekiyorsun boyuna? - Âşık oldum da. - Oğlan mı, kızmû - Kız. - Güzel mi? - Bence güzel. - Nerde tanıştın? - Dün gece bir ziyafette. - Sana yüz verecek mi dersin ? - Elbette dostum. Ama gizli tutacağım. - Yani evlenmek istemiyorsun 9 - Kızın tek kuruşu vokmuş dostum. - Soruşturdun demek. Âşıkmaşıkdeğilsin sen. Yalan söylüyorsun. Kalp, aşk eline düşerse hesap yapamaz ki! Su falına baktırdık, bir şeyler öğrenmek için yannlardan. İnsanlığıngeleceğınınhabercısı su- dur gerçekten de. Ay'da su olmadığı anlaşılın- ca başka gezegenlere taşıdık, koloni kurma dü- şümüzü... Bilımin yıldızlarda izini sürdüğü su, usun gehşimındeki etkenler arasında ilk sırada- dır. Tıp mesleğinin kurucusu sayılan Hipokra- tes, ınsan sağlığını etkıleyen faktörleri "hava, yiyecek, topografya ve rüzgâr" diye açıklar; listenin ilk sırasına da tabii ki suyu yazar. Sahi, yeri gelmişken sorahm: Hipokratyemi- nini unutarak "eşşek sudan gelinceye kadar" dövülen bir insan için "tşkence görmemiştir" raporu yazanlara ne demeli 0 Su banştır!.. "Su içene yılan bile dokun- maz" sözü, hoşgörü anayasasının ilk maddesi- dir herhalde. Bütün mahkemelerde gözler su üstüne bakar. Sonuçta ne de olsa, gerçeklerin çı- kacağı yer su üstüdür!.. Güzellık, banş, adalet... Bu kavramlarda suyun saygınlığını görürüz. Bir de "su karılmamış olmak" diye bir değer koy- muşuz orta yere. Özünden bir şey kaybetmemış olmayı anlatmak için kullandığımız bu deyım- de su olumsuzlanır. Aziz Nesin şu sözüyle toplumsal kirlenmeyi, çöküşü ne de ustaca anlatmıştır: "Yaptığımız en güzel şey ayrandır. Onu da yoğurda su ka- tarak yapıyoruz!" 2 Temmuz 1993 'te, Sıvas'ta, laık Cunîhunyet karşıtlan her bırının usu birer okyanus olan sanatçılan dın dıri yakarken itfa- iye arabasının yangın yerine ulaşmasını engel- lemeye çahşanlann usu, karanhk bir kuyunun dibindeki su kadardı. Yangın önlemı olarak res- mi dairelerin kondorlanna konulan ıçleri su do- lu kovalar altı tanedır. Bunun da nedeni 'yan- gın' sözcüğünün altı harften oluşmasıdır. Sizi bilmem, ama önlemin bir sözcükteki harf sayısından oluştuğu bu görüntü beni hep güldü- rür. lyi ki 'yangın' yenne üç-dört harfli bir söz- cük kullanmamışız! Dokuz, on, hatta on bir harfli bir sözcük kullansaydık, aldığınuz önlem daha ciddi boyutta olurdu!.. OPKAPISARAYI'NDA Ertuğ &Kocabıyık Yayınları tarafından düzenlenen sergi 30 Haziran'a dek sürecek. Istanbul ve Edirne hattından mimari örneUer Kültür Servisi - Ertuğ & Kocabıyık Yayınlan'nca düzenlenen tstanbul ve Edirne Mimari Mirasrru yansıtan fotoğraflardan oluşan sergi, 30 Haziran'a dek Topkapı Sarayı'nda özel düzenlemeyle yer alacak. Yüksek mimar Ahmet Ertuğun çektiği fotoğraflardan oluşan sergi ile kültür mirasımızın tanıtımı hedefleniyor. Dışişleri Bakanlığı'nın teşvikiyle Saray'ın II. Avlusu'nda 'Bab-üs Saadet Kapısı' yanında başlıyor. Ağırlıkh olarak Ayasofya ile Kariye Müzeleri, Mimar Sinan'ın yapıtlan ve 16. yüzyıl çinilerinin fotoğraflannm bulunduğu sergide, Mimar Sinan'ın olgunluk döneminin zirvesi olması sebebiyle Edirne'deki Selimiye Külliyesi'nin fotoğraflanna da yer veriliyor. Sergilenen fotoğraflar Ertuğ & Kocabıyık Yayınlan'nm yayımlamış olduğu 'Gardens of Paradise' ve 'Sinan an Architectural Genius' adlı kitaplardan seçildi. 100 x 125 cm. boyutlanndaki yüz adet fotoğraf. şeffaf akrilik şövaleler üzerinde sunuluyor. Serginin 2004 yılı sonunda, Fransız kültür mirası yetkilileri tarafından Paris'te de tekrarlanması tasarlanıyor. Ertuğ'un fotoğraflan daha önce 'II. OECD Bakanlar Konferansı' ve 'tslam Konferansı Örgütü' toplantısında da sergilendi.Ertuğ, Osmanlı mimari yapıtlannı konu alan fotoğraf çalışmalan sergilendiği Londra Ağa Han Kültür Merkezi ve Paris Güzel Sanatlar Akademisfnde de büyük beğeni toplamıştı. Ressam, yazar ve reklamcı Mehmet Günsür'ü genç yaşında kaybettik 'Je doute': Bir aydınınşüpheleri ERSİN SALMAN Üçünü bir arada hatırlı- yorum, Mehmet Günsür, Salih Ecer, Işıl Kasapoğ- lu. Galatasaray Lıse- si'nden, sanınm, aynı sı- nıftandılar. Türkiye Işçı Partisi'nin nitelikli kadro- lan içinde yaratıcılıklan, üretkenlikleri, entelektüel düzeyleriyle sivrilen bir yerleri vardı. Sevgilı Behice Bo- ran'ın genel başkan oldu- ğu dönemdi. Ben Türki- ye'nin önemli reklam ajanslanndan Ada'nın or- tağıydım ve partinin Ba- sın, Propaganda, Haber Alma Bürosu'nda çalışı- yordum. Ne zaman bir kampanya başlatacak olsak, bu üçlü- nün de içinde olduğu genç grubun, su gibi akan zekâlan, azımsanmayacak kültürel biri- kimleriyle hızla yol aldığımızı hatırhyorum. Disiplinli. çalışkan birer partiliydiler ama ne güzel ki bir o kadar da bağımsızdılar, insandılar, bireydiler. Her biriy- le aramızda sevgili, saygılı, de- rinlikli ilişkiler yeşerdi. Salih şiire, sinemaya, Işıl ti- yatroya eğilimliydi. Daha sonra- lan Salih has bir şair, Işıl'sa ül- ke tiyatrosunda çığır açan bir yönetmen oldu. Mehmet; se- vinçlerini, kızgınhklannı, coş- kulannı hiç gizlemeyen; fakat derinliklerini de kolay ele ver- meyen bu genç insan türünün yakışıkh örneğiydi. Resimle, yazıyla iç içeydi. Daha sonra tü- tnüyle resim aldı yaşamını... Blrblrlnl Izleyen adımlar Yalçın Küçük'ün, kımine gö- re haklı gerekçelerle de olsa, ya- kışıksız bir yöntemle partiden ihraç edildiği günlerdi. Bizim gençler, bütün engelleme çaba- lannı boşa çıkaran ödünsüz ki- şilikleriyle derhal istifa ettiler. • Şüphe duydu, şüpheler duydu, inançlannı sınavlardan geçirdi. Hayata bakışı, ölüme bakışı, bakışlarının derinliği, nice çilelerden geçmiş, artık bilen, anlayan bir dergâh piri düzeyine yükseldi ve erdi, Mehmet Günsür oldu. gisinı bulandırmadık. Bütün bu hoşluklann, daha çok onun, Mehmet'in düzeyli kişiliğinden geldi- ğıni söylemeliyim. Ben sı- nırlan aşmaya ne kadar ça- nak tutarsam tutayım, o, bu kolaycıhğı hep görme7den geldi, saygı derinliğinı hiç azaltmadı. Mehmet reklamcıhkta ustalaştıkça, kendine, res- me. yazıya zaman ayırma- yı becerir oldu. Dinozor re- simleri yaptı bir sıra. Son zamanlardaysa, taş resim- lerine başladı. Evet, taş re- simleri! Üstlerinden duy- gu akan, yumuşacık taş re- simleri... şüphelenlyorum1 Ve Mehmet'in 1955'te Büyük- dere'de başlayan yaşamı içinde, birbirini izleyen adımlardan bi- ri daha atılmış oldu. Galatasaray Lisesi. Güzel Sanatlar Akade- misi, Türkiye Işçi Partisi. Sıra bir sonrakine gelmişti... 1984'tü. 12Eylülfaşizmibir karabasan gibi üstümüze çök- müş, partimiz kapatılmış. ya- şam alanımız daralmıştı. Bir gün Mehmet. Ajans Ada'ya gel- di, reklamcı olup olamayacağı- nı sordu. Bir an düşündüm... Mehmet gibi bir yeteneğin ajansta çalış- masını çok ısterdim. Ama böy- le bir yeteneğin reklamcılık mesleğinde körelip gitmesinı de hiç istemezdim. Sen iyi bir res- samsın dedim. iyi bir ressam ol- ma yolundasın. Resim insanın, tüm zamanını vermesi gereken bir yaşam bıçi- mi. Eğer reklamı hakkıyla yap- mak istersen, resme \ereceğin zamandan çalmak zorunda ka- lırsın. Yok, o zamanı resme ayır- maya devam edersen, reklam yazan olman zorlaşır. Çünkü reklam da insandan zamanının büyük bölümünü talep ediyor. Bir ikilem çıkabilir karşına: Resim mi, reklam mı? Ben res- sam olmanı yeğlerim ama karar senin, istiyorsan yann gel, işe başla. Mehmet ertesi gün gelip reklamcılığa başladı. Aradan bir sure geçti, reklam yazan olma yolunda hızla gelişti. Ama res- me ayırdığı zaman azaldı, azal- dı, sonunda tükendi, sıfira indi. Mehmet resim yapmaz oldu. çok yakm bir dost... Küçük aralıklarla başka yerle- re gidip gelmesinin dışında, 1984'ten bugüne çok yakm bir dostluk ilişkisi içinde birlikte ol- duk. Reklam yaptık. sivil top- lum işlerine emek verdik, birbi- rimizin ilk öykülerinı, en taze şiirlerini ilk birbirimize okuduk. Bıı.iıue denize, denizciliğe e- mek verdik, yolculuklar yaptık, yelken açtık, dümen tuttuk. Or- tak gezi aruları, denemeleri yaz- dık, yayımladık. Birbirimizin aşklannı ilk bız bıldik. Sofralar kurduk, kadehler kır- dık, dumanlar çektik. Ama bir kez bile gönül kıncı olmadık, bir kez bile ağabey- kardeş sev- Kavramsal sanatçı Ben'in çahşması, hep oda- sının bir köşesinde durdu: 'Je doute'. Türkçe söylemeye çah- şırsak, 'Şüphe içindeyim', 'Şüpheleniyorum'. Şüphe duy- du, şüpheler duydu, inançlannı sınavlardan geçirdi. Hayata ba- kışı, ölüme bakışı, bakışlannın derinliği, nice çilelerden geç- miş, artık bilen, anlayan bir der- gâh piri düzeyine yükseldi ve er- di, Mehmet Günsür oldu. Bu yazıyı, ortak dostumuz Füsun Akatlı'nın yazısından bir aluıtıyla bitirmek ıstiyorum: "Elim kalem rutsa, kalemim- de mecal kalmış olsa, hikâye- lerini okuyanlara, okuyacak olanlara asıl onu, o güzelim in- sanı anlatmayı çok isterdim. Nasıl hakiki, ne kadar sahici ve hem dipteki çakıllann gö- rülebileceği kadar duru, hem dibe innıeyi sonsuz bir mace- ra haline getirecek kadar de- rin olduğunu, hüznünü gü/el- leştiren neşesini, sevinçlere si- per ettiği kederini, cömertçe paylaştığı şölen anlannı, her tehdide karşı özenle koruyup sakındığı lekesiz ahlakını... AnlatabilsevdİHi." ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Yağma ve Talandan Işgalciler Sorumludur 1990 yılına kadar, bütün Ortadoğu ülkeleri arasında kültürel mirasına, kültür ve tarih de- ğerlerine, arkeolojik sitlerine, müzelerine en iyi ve en çok sahip çıkan ülke Irak olduğu halde, bu tarihten sonra bunca yağma, talan ve tah- ribatın hem mağduru hem de kaynağı nasıl ola- bildi? Geçmişimiz için bir gelecek: Kültürel Miras Kavramının Yeniden Tanımlanması ve Korun- ması İçin Sempozyum'da, önceki gün en çok bu sorunun yanıtı arandı. Bir gün önce yüreklerinde ve gözlerinde yal- nız acıyı büyütenlerin bir gün sonra öfkelerine tanık oldum. Bağdat Müzesi Müdürü Donny George Yo- ukhana günbegün, saat ve saat Bağdat işga- lini ve müzeyi koruma çabalarını anlatırken, in- sanlık adına utanç duydum. öfkelenmemek olanaksızdı. Iraklı katılımcıların ne denli dolu olduklarını görünce, yaralarının asla kapanmayacağı duy- gusuna kapıldım. Batılı meslektaşları, Batı'nın bilim adamlarıyla bilimsel konulardatartışırken bile yaranın kanamakta olduğunu gördüm. 1990'dan sonra, birinci Körfez Savaşı ve son- rasındaki ambargoyla, yaptırımlarla Irak açlığa, yokluğa mahkûm edilirken, yağma ve talanın da yolu açılmış oluyordu. Feîaket beklentisi Kültür mirası tahribatının ekonomik boyutla- rı üzerinde durulurken örgütlü suç ağlarından sık sık söz edildi. Bu ağın bir ucunda dünyanın en varlıklı mer- kezlerinde hazır bekleyenler var. Bir felaket beklentisi içinde olanlar. Deprem, sel, savaşya da bir iç savaş bekleyen, elinde telefon bekle- yen, düğmeye basmak, aracıları, satıcıları ve alıcıları harekete geçirmek için bekleyen bir "güç"... Ve ağın öteki ucunda, yiyecek içecek hiçbir şeyi olmayan, ailesi. çocukları açlığa, yokluğa mahkûm, yaşamını sürdürebilmek için evinin kapısına dek her şeyini satmış insanların ku- mun altından çıkardıkları minicik bir parçayla yaşama dönebilmeleri. O anda elinde tuttuğu bir mührün kaç bin yıllık olduğunun hiç önemi yoktur onun için. Üzerinde resim varsa 50 do- lara, yoksa on dolara satabileceği bir taştır sa- dece... Ve bu andan sonra, bu ağın yoksul tarafında olanlar için, yağmacı olmak ya da yağmayı ön- lemeye çalışan bekçi, korucu, polis olmak ara- sında hiçbir fark yoktur. Çünkü yağmalayan da, "bekçi" de yoksulluğun pençesindedir, o ak- şam yemek yiyebilmek için her an taraf değiş- tirebilir. O ya da bu tarafta olmak tamamen rastlantısaldır. Kim kazançlı? Elbet Irak, tek örnek değildi. Peru, Meksika, Guatemala, El Salvador, Kamboçya, Afganis- tan... Hepsı bu çarktan, bu "felaket beklenti- s/"nden nasiplerinı almışlardı. (Bu çarkı kırma- nın, önlem almanın yolları, sempozyumun son oturumunda tartışılacağından, bu yazıda ona yer veremiyorum.) Peki sonuçta Irak'ta (ya da daha önceki, yu- kandasıraladığım öteki ülkelerde) bu yağma ve talandan kim sorumluydu? Soruya en net, en açık seçik yanıt "Irak işga- linden kim kazançlı çıktıysa sorumlu odur" di- ye verildi. Batılı katılımcılar da, Irak'ta yaşanan, yaşan- makta olan, hâlâ sürmekte olan trajediden söz ederken, "işgal güçleri"n\ sorumlu tutmaktan geri kalmadılar... Yanı ABD ve Ingiltere'yi... Sorumluluk konusu tamam... Ancak "kazanç- lı çıkmak" konusunda ben çok emin değilim... Sizce ABD ve Ingiltere Irak işgalinden çok mu "kazançlı" çıktı? e-posta: zeynep zeyneporal.com Faks:(0212)257 16 50 Umudun mavi rengi • Kültür Servisi - Ressam Nilgün AJcdemir'in ilk kişisel sergisi yann Yunus Emre Kültür Merkezi'nde açılacak. Sergisinde yer alan yapıtlannda kadın ve kedi figürlerinin dikkat çektiği sanatçı, ma\i rengin umudu temsil ettiğini, insanlan ayakta tutanın da bu olduğuna inandığını söylüyor. 1955 yılında Ankara'da doğan ve bir dönem bankada çahştıktan sonra emekli olan Nilgün Akdemir'in sergisi 12 Temmuz'a kadar görülebilecek. (0 212 661 19 41/42) BUCUN • BEYOĞLU StNEMASI'nda 'Sinema Yazarlarının Seçtikleri 04' kapsamında 12.15, 14.30, 16.45. 19.00 ve 21.15'te '28 Gün Sonra' adlı filmin gösterimi. (0 212 251 32 40) • BİLGİ ÜNtVERSİTESİ DOLAPDERE KAMPUSU'nda 14.30'dave 19.30'da 'Otobüs Durağı', 16. 30da 'Tann Kent' adh filmlerın gösterimi. (0 212*311 50 00) -
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle