05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19ARALIK2003CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur(â cumhuriyet.com.tr 15 Brezilyalıyönetmen HectorBabenco'dan hapishanegerçekleri üstüne sert birfilm gösterimde SUNGU ÇAPAN Yönetmen: Hector Babenco / Senaryo: Drauzio Varella'nın romanından Victor Navas, Fernando Bonassi, H. Babenco / Kamera: VValter Carvalho / Müzik: Andre Abujamra / Oyuncular: Luis Carlos Vasconcelos, Milton Gonçalves, Rodrigo Santaro, Lazaro Ramos, Ivan De Almeida, Wagner Moura, Ailton Graça, Maria Luisa Mendonça, Aida Leiner, Milhelm Cortaz /Brezilya 2003 (Barbarianturkfilm) Brezilya'nın tüm suçlularıBugün gösterime giren yeni film- lerden Carandiru. bu yıl Cannes'a seçilmış, 2.5 saatlik, sert bır Brezil- ya yapımı. 1989'da Sao Paulo'daki Carandiru Hapishanesi'ndeki AIDS'lı, uyuşturucu bağımlısı, ve- remlı, eşcınsel, uyuz ve acınası du- rumlardakı mahkümlann tedavisin- de gönüllü çahşmış ve anlattıklannı bizzat yaşamış Doktor Drauzio Va- rella'nın yazdığı, 1999"da Brezil- ya'da ilk yayımlandığında, gerçek olaylara dayandığından olsa gerek, umulmadık şekılde çok satarak bir o- lay kitaba dönüşen 'Estaçao Caran- diru' adlı romandan perdeye uyar- lanmış, Pisote, Örümcek Kadının Öpücüğü, Ironweed-Sonsuz Ma- tem gıbı fılmleriyle kıymete binmiş, oldukça az çalışan (30 yılda sadece 8 fılm yapmış 1973'ten günümüze), 1980'lenn gözde yönetmenı Hector Babenco elıyle AiDS'li ve eşclnsel cehenneml En fazla 4 bın kişilik hapishaneye 7 bın mahkûmun tıklım tıkış doldu- rulduğu Carandiru'da karşılaştığı, çok zor şartlarda yaşamaya, ayakta kalmaya çalışan, onlarca, yüzlerce mahkûma sevecenlikle yaklaşan, idealist doktor Varella'nın kitabını perdeye yansıtmaya soyunan Baben- co, ilk anda CINE 5'te şifresiz ekra- na gelen Oz dızisıni akla getiren ve yer yer belgesel kıvamında seyreden, çok karakterli, gerçekçi, toplumsal içerikli bir iş çıkarmış. Doktorun (Luis Carlos Vascon- celos), Ezequiel'den Zico'ya, Lady Di'den Deusdete've kadar tek tek dinleyip dertlenne derman olmaya çalıştığı, 'kader kurbanı' mahkûm- lannın trajikomık hıkâyelerini, ayn ayn geriye dönüşlerle veren Baben- co, oldukça uzun tutulmuş bu kıyıcı filmiyle, öteden beri özellikle Ame- rikan sınemasında Alkatraz Kuşçu- su. Cool Hand Luke, Brubaker, The Shawshank Redenıption, vb. gibi fılmlerle başlı başına bir alt tür oluşturagelen hapishane dramalan geleneğine, farklı ve sert bir çentık atıyor 1992'de Carandiru'daki çınl- çıplak soyundurulmuş mahkûmlar- dan 111 "inin, patlak veren toplu is- yanı bastırmak üzere ateş emri alan kolluk km-vetlennce. otomatık sılah- larla taranarak hunharca katledıldiği, şiddetle zulmün yeğın bır karmaşa- ya çanak tuttuğu fınalde. adı çıkmış bu namlı hapishanenın 2002 'de kapa- tılıp yıkıldığını da öğreniyoruz. Nicedır F tıpı cezaevi uygulaması- nın hayata geçirildiğı \e her an pat- lak verebilecek şoke edıci terör-şid- det eylemlenne şerbetlendığımiz ül- kemizde, ıbretle seyredılecek bir Brezilya filmi Carandiru sonuçta. Amerikalının Paris aşh depreşirseKate Hudson ve Naotni H'atts filmin Kaliforniyalı kızkardeşleri. Kırk yıldır uyum içinde, birlikte çalışarak sinema tarihine geçen yönetmen James Ivory, senanst Ruth Pravver Jhabvala, yapımcı Ismail Merchant üç- lüsünün Le Boşanma adıyla geçen hafta göste- nme gıren 23. filmleri Le Divorce, Fransız kültürünün mıknatıs gibi çektiğı, Pans tut- kusuna kapılmış Amerikalılan anlatan ki- taplanyla ünlenen Diane Johnson'un çok satan Le Divorce adlı romanından uyar- lanmış. Kadın-erkek ilişkisi, evlilik, boşan- ma, para, vb. konular çe\Tesinde gidip gelen ve Amerikalı olmakla Fransız olmanın farkhhğına vurgu yapan film komediye dümen kınyor. Henry James, E.M. Forster gibi klasik yazarlardan yaptıklan ede- biyat uyarlamalanyla, başanlı dö- nem filmleriyle tanınan, Ivory- Jhabvala-Merchant üçlüsünûn alı- şılmış çizgilerinden saparak bu kez komediye yelken açtıkla- n filmin odağında Paris'te- ki iki Kaliforniyalı san- şın kız kardeş var. Evli oluşuna bakmadan başka bir ka- dına âşık olan şair Fransız ko- cası tarafından (Melvil Poupaud) terk edilmenin sarsıntısıyla bunalıma girmiş, ha- mile ablası Roxy'ye (Naomi Watts) destek vermek için Paris'e gelen, dolu dolu yaşamaya aç. fettan mı fettan, arzulanna gem \urmaz, tipik Amenkalı genç, özgür kadın Isabel'in (Goldie Hawn'ın, boynuz ku- lağı geçer sözünü doğrulayacağa benzer kızı Kate Hudson) gözünden anlatılıyor hikâye. Bu arada Isa- bel, eniştesinin çapkın diplomat amcasıyla (Thierry Lhermitte) mercimeği fmna vermekten de geri kal- mıyor.. Eyfel'ln tepeslnden Paris'e bakmak... Kültür farklannın belirgın kıhndığı bu ıki ailenin Pans fonundakı kanşık ıhşkilerine yoğunlaştığımız zengin bır kadroya sahip film, Ivory'nin Manzarah Bir Oda, Bay-Bayan Bridge, Hovvards End, Gün- den Kalanlar gibi, vaktiyle sinemaseverin damağın- da ve dimağında hoş tatlar bırakmış kimi başyapıtla- nnın düzeyinde değilse de özenle çekilmiş, yer yer komik ve ahlaki dersler v eren, neşeli ve oyalayıcı ola- bilen bir eğlencelik. Her zaman iyi bir hikâye anlatı- cısı olagelmiş, hep oyunculanndan iyi verim alması- nı bilmiş, en A\Tupalı Amerikan yönetmeni James Ivory'nin ağırbaşh, aynntılı, seçilen mekânlann hak- lanı veren, her sözcüğün, ağırhğının ve tınısının tar- tılarak ince ince tasarlandığı, mükemmeliyetçi anla- tımıyla ilgiyle seyrediliyor. Bu hafif ve uçan film, sonuçta çok tatmin edici bu- lunmasa da kahveleri, şaraplan, eşarplanyla günümü- zün Paris'inde geziye çıkanyor meraklısını. En azın- dan tepeden panoramik bir Paris görünümü sunan bir Eyfel turu attınyor ki bu bile öncelıkle şımdiye ka- dar yolu hıç 'ışıklar kenti'ne düşmemişler için Le Boşanma'yı görmeye değer kılıyor bizce. İZLEYİCİ CÖZÜYLE. ERDAL ATABEK Yaruıı kalmıshklar üstüne... Ferzan Özpetek gibi, gizli duyarhlıkla- ailgiduyanbiryönetmenindördüncü fil- ni 'Karşı Pencere' özlemlerin, gizli arzu- ann, dikizciliğin, kaçamaklann pencere- idir. Dokuz yılhk aşınmış bir evliliğin bu- lalttığı iki çocuklu genç kadın için 'karşı )encere' bir kaçıştır. Günlük yaşamın tek- üizeliğinden, artık kendisini pek ilgilen- iirmeyen kocadan, değişmeyen sıkıntılar- ian kaçmak için 'karşı pencere' bir umut capısıdır. 0 pencereden görünüp kaybolan :enç bir erkek hayalleri süslemeye yarar. jenç erkeğin 'karşı pencere'sinde görü- ıüp kaybolan dalgın kadın da belkı bır fır- at olacaktır. 'Karşı pencere'nin en önemli özellıği, zörüntünün kayganlığıdır. Orada görünüp ie ıç gıcıklayan kişi bir görünür. bir kay- bolur. Orada olup olmadığı bile belli de- ğildir. Işin güzelliği de buradadır. Bu şıır- selliği bozup da onu yanıbaşınızda kanlı canlı biri olarak görmeye kalkarsanız bü- yü bozuluverir. Giovanna, bu dokuz yıllık tekdüzeleş- miş evliliğinin bunalttığı kadın, evinın 'karşı penceresi'nden bakarken bır şeyler yapmayı umuyodu. Karşı penceredeki Lo- renzo da gizli arzularla bu kadını istiyor, uzakta olmanın kurgusuyla da kendisini besliyordu. Giovanna'nın kocası Filıppo ise günlük tasalann, gece mesaisinin ne zaman gündüze çevrileceğinin kaygılannı yaşıyordu. Giovanna ile sevişmeleri Filip- po için kendi boşalmasıydı ama Lorenzo için düşlerdi. Ferzan Özpetek'in yeni filmi, 'yarım kalmışbklar'ı anlatıyor. Arzulann, anıla- nn, yapmak istenenlerin hep 'yarım kal- mışlığıV Belki de onlann aklımızda kalış- lan, bir türlü onlardan kurtulamayışımız bu yüzdendir. Bitirilemeyişleri, yanda kal- malan, sona erememeleri bizi hep düşün- dürecek, hep duygulandıracaktır. Yitirilen bellekle yanda kahverenyaşam, karşı pen- cereden görünen adamın başka bir yere gi- divermesı, bir işten aynlıverme hep 'ya- rım kalmışlıklar'dır Film, bir sona ahşmış izleyici için buruk, yanda kalmış, tatmine ulaşmamış duygu- lar uyandınyor. Herkesin beğenisini kaza- namayabilir ama iyi özümsendiğinde ya- şamı anlattığı anlaşılıyor. Yaşamı, aşklan, başanlan, başansızlıklan. Filmin Italya'da ödüllere boğulması da sanınm, günümüz insanının bu çok önemli sorununa el atma- sından. "•- Ferzan Özpetek, Giovanna Mezzogiorno'nun başro- lünü üstlendiği filmini Massimo Girotti\ve adamış. KEDt GOZU VECDİ SAYAR Kurultay Geçen hafta Istanbul'datoplanan 'IV. Sanat- çılarKurultayı'naTC'nin ilk Kültür Bakanı Prof. Talat Sait Halman'ın davet edilmesi üzerine, Deniz Kavukçuoğlu'nun yazdığı yazılara ge- çen hafta bu köşede değinmiştim. Bugün de tiyatromuzun usta yazarlarından Güngör Dil- men'in bu konudaki görüşlerini sizlerle (ve el- berte sevgili dostum Deniz'le) paylaşmak isti- yorum. Dilmen, Kavukçuoğlu'nun 12 Mart mağdurlarından söz ettiğini, ama aralarında Sabahattin Eyuboğlu, Magdi Rufer, Azra Er- hat, Vedat Günyol gibi isimlerin de yer aldığı dostlannın Halman'dan incindiklerini hiç işit- mediğini söylüyor ve ekliyor: "Sayın Oağlarca 15 Eylül2001 tarihinde Hal- man için yapılan bir törende onur konuğuydu. Erdal Öz onu suçluyor olsaydı, 'Sözün Büyü- sü' programına katılmazdı. Yakın arkadaşı oldu- ğunu söylediği Yüksel Pazarkaya da Talat'ın yakın arkadaşı. 12 Mart dönemınin mağdurla- rından şairTahsin Saraç sağ olsaydı kendi an- latırdı. Kalp hastasıydı, hapishanede ölebilirdi. Onu hapishaneden ve 12 Martpaşalarının elin- den Talat Halman kurtardı. 12 Eylül Kültür El- çiliği konusunda da bilgi eksikliği var. Halman, bu görevi 'başarıyla' sürdüremedi. Görev baş- ladığı yerde bitti. Çalıştığı üniversiteden istifa etmiş olduğu için uzun süre işsiz kaldı." Güngör Dilmen, açıklamasını şöyle noktalı- yor: "Sayın Kavukçuoğlu'nunyazısınınsonbö- lümü beniiyice şaşırttı: 'Gazetedeki haberi oku-: yunca telefonun başına geçip, erişebildiğim dostlarımı aradım, uyardım. Fakat 2003 yılının Türkiye'sinde, kimin elinin kimin cebinde oldu- ğu bilinmeyen bu sisli ortamda uyarılarımın bir yararı olmadı.'... Ben mi yanlış okuyorum? Bu zehir gibi cümle, dostlanm dediği kişileri töh- met altında bırakmıyor mu? Saygılarımla"... Ben, bu satırları aynen aktarmakla yetinmek ve 'Sanatçılar Kurultayı'na dönmek istiyorum. • • • Geçen hafta, Tarih Vakfı'nın sekreteryasını üstlendiği 'STK'ler ve AB' konulu bir sempoz- yum düzenlendi. Toplantıda, Avrupa Birliği'nde sivil toplumun rolü üzerinde duruldu ve ülke- mizdeki STK'lerin durumu tartışıldı. Konuşma- cılar, Avrupa'nın pek çok ülkesinde STK'lerin herhangi bir tüzelkişiliğe sahip olmak zorunda olmadıklarını, her türlü örgütlenmenin en yakın yerel yönetime bilgi vererek çalışmalarını sür- dürebildiğini anlatıyordu. Bizde ise inisiyatifle- re, platformlara pek iyi gözle bakılmadığını bi- liyoruz. özerk Sanat Konseyi'nin düzenlediği Sanatçılar Kurultayı'na Kültür ve Turizm Ba- kanlığı'nın ilgisiz kalmasının nedeni de bu olsa gerek diye düşünüyorum (Bakanlık, sanat ör- gütlerini bir bütün olarak muhatap almak yeri- ne, seçtiği STK'lerle bire bir ilişki kurmayı yeğ- liyor anlaşılan, her dönemde olduğu gibi). Sırası gelmişken Sanatçılar Kurultayı'nın so- nuç bildirgesine değinmekte yarar var. Bildirge- de, kültür ve sanat alanında kamu adına yapı- lacak her türlü tasarrufun, siyasetin gölgesinden kurtarılması gerektiği vurgulanıyor ve bu sakın- cayı gidermek için bu hizmetin Bakanlık eliyle değil, Türkiye Sanat Kurumu aracılığı ile yerine getirilmesi öneriliyor. Bu kurumun, 'özerk ve de- mokratik işleyişe sahip, bilimsellik ve saydamlık ilkeleri doğrultusunda çalışan bir kurum olması gerektiği' belirtildikten sonra, 'özerkliğin sanat- sal yaratma özgühüğünün temel güvencesi ol- duğu' vurgulanıyor. Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasansı'nda, 'kültür ve sanatın da içinde yer aldığı pek çok kamu görevinin yerel yönetimlere devrinin, ka- munun kültür ve sanat alanındaki işlevini terk et- mesi sonucunu doğurabileceği' görüşünde bir- leşen 76 sanat örgütü, bu alanın özel sektörün eline bırakılmasının, yurttaşlarımızı en temel in- san haklarından biri olan kültür ve sanattan ya- rarlanma hakkından yoksun kılacağını vetekel- leşmenin önüne geçemeyeceğini söylüyor. Kültür ve sanat alanında yerelleşmenin ve yerinden yönetimin gerçekleşmesinin, ancak 'Türkiye Sanat Kurumu'nun kurulması ile müm- kün olabileceğini belirten örgütler, 'bu alanın, yeterli bir bilgi ve birikime sahip olmayan yerel yöneticilerin insafına terk edilemeyeceği' görü- şünde birieşiyor. Ayrıca, kamuda (kamu kültür ve sanat kurumlarında) yapılacak yeni bir dü- zenleme öncesinde, mevcut sanat kurumları- nın özerkliğinin sağlanmasının ve personel po- litikasına ilişkin yeni düzenlemelerden önce iş- sizlik sigortası gibi yeni kurumlarının devreye sokulmasının zorunluluğunu vurguluyorlar. Özerk Sanat Konseyi, kısa vadede 'Türkiye Sanat Kurumu' yasa taslağı üzerindeki çalış- malannı tamamlayarak hükümete ve siyasi par- tilere sunmayı, bu arada Türkiye'nin tüm ille- rindeki kültür ve sanat örgütleri ile iletişim ku- rarak 'özgür Sanat İçin özerk Sanat Kurumu' tezini güçlendirmeyi hedefliyor. Tepki vermekle yetinmeyip kollan sıvamanın zamanıdır. vecdisayar(â yahoo.com BUGUN • ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'nde 19.30'da İDSO konseri. Şef: Rengim Gökmen Solist: Achille Gallo (piyano). (0 212 251 56 00) • KADIKÖY BELEDİYESt EVLENDtRME DAİRESİ'nde 20.00'de Çamlıca Musiki Derneği konseri. Yöneten: Ayhan Haksal. Solist: Dilek Aktaşoğlu (0 212 259 75 28) • NARDİS JAZZ CLUB'da 21 30da Spin konseri. (0 212 244 63 27) • BABYLON'da 23 OO'te Radio Oxi - gen Retro Nights. (0 212 292 73 68) • NÂZIm KÜLTÜREVt'nde 19.00'da sanatçılann katılacağı 'İşgale Karşı Bir Çift Söz' adh etkinlik. (0 212 245 04 81) • YAPI KREDİ SERMET ÇİFTER SALONU'nda 18.30'da 'tbni Sina ve Etik' konulu 'cogito atölyesi'. Konuşmacı: A. Sait Aykut. (0 212 252 47 00) •» *
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle