Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2 KASIM 2003 PAZAR
10 P A Z A R YAZELARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Çarebulunamayan dert:dilyarasıO OE zamanlarda bir de bu hikâye başladı;
Oişyerinde elin Avrupalılanyla efendi gibi
çalışııken biıdenbire pek de sohbetinizin olmadığı
bir iş arkadaşınız yanııııza yanaşıp ilginizi
çekehlmek için bir iki atraksiyon yaptıktan ve bir
iki kelime "lyi gunleee" "Nasnhiiiıınfaf" gibi bir
ginşten sonra, "Beri baak, ben Türkçe ögrenmeye
basbdmı gayri" gibi Türkçe bir laf ediyor. Donup
kaüycrsunuz. Ve sizden, "Hadi ya_ ne güzel, vaDa
bravo. ne de güzel konusmorsun, nerede
öğreomeye başladın?" gibi bır karşılık beklemeye
başlıyor. Tabii adamın ülkesinde ömür boyu
misafır bir çalışan olunca ve de aynca işyerinde
gayet uyumlu görünme gayreti içinde olunca, "Ne
dryosun hemşerim, ne bu şimdi bana ne", ya da
"Yav bu nasıl Türkçe" gibi laflar edemeyip, aynen
onun beklediği gibi davramp "Aaaa hadi ya_ wat
leuuuk!". "Yani ne gûzeeed" gibi yanıtlarla ortamı
şenlendirmeye başlıyorsunuz. Sonra olayın iç
yüzünü öğrenmeye başlıyorsunuz ki, bu iş
arkadaşınız ya mahallesındeki bır Türk'ten ya
da mahallede faaliyet gösteren bir semtevındeld
Türkçe kursundan ders almaya başlamış. Onun
içın de. normalde çocuklanmızın bıle
kulaklanna asıhp "Evladna, düzgün Türkçe
konuş" gibi uyanlarda bulunmamıza rağmen
böyle arkadaşlara pek ses çıkaramıyoruz.
Yaşanan yerde Türk nüfus fazla olunca benzer
sorunlara başka yerlerde de rastlanabiliyor.
Örneğin Amsterdam'da toplu taşıma araçlannın
duraklannda Hollandaca, Ingilizce, Fransızca'nın
yanı sıra Türkçe açıklamalar da görmeniz
mümkün. Yalnız her ne şekılde ve kımlere
hazırlatılıyorsa bu çevirilen anlamakta güçlük
çekeceğinize eminim. Tramvayın içinde şöyle bir
Türkçe yazı dikkatinizi çekebılır: "Arkalardan
doğru ilerieyetim mL yoksa önler dumlmaz
halde"... Yanı, söylenmek ısteneni anlayabilirsiniz.
ama bu sizin acı çekmenize engel olmuyor.
Konuyu bir süre araştırdım ve de anladım ki
AMSTERDAM
YAKIT
KARAHAN
yazılann bazılannı
buralara yıllar önce gelmiş
bır kısım uyanıklar
yazıyorlar. Bunlar ellerinı
çabuk tutup tercümanlık
belgeleri de almış
olduklanndan,
Hollandahlar,"Kapıgibi
belgesi var adamm kardeşinr dıyerek bu tercüme
bürolanna çevirilerini yapünyorlar. Bir kısmını ise
bizim ikinci kuşak arkadaşlanmız yapıyorlar.
Avrupa dillerini gayet güzel konuşan, hatta
buralarda üniversıte okumuş, kariyer yapmaya
başlamış bu arkadaşlanmız sohbetin orta yerinde,
"Giz ghnz görû\t)iınuuu--geageMvı
erryodujıı
garüL." ya da. "Oturup dath daüı yiverenm garnB"
diye de konuştuklan ıçın yapmış olduklan
çevirilerde de aynı dili kullanıyorlar diyebıliriz.
Yani burada kullanılan Türkçe, bizım ikinci kuşak
arkadaşlanmızın anadilleri değil de "analannın
dfli" diyebiliriz sanınm. Hollanda, Türkçe anadıli
derslerinı kaldırdı. Bu yıla kadar ılköğretımde
çocuklara kendı anadilleri öğretüırken ya da
öğretilmeye çalışılırken çeşitlı gerekçelerle buna
son verildı. Bu uygulamanın sona ermesinden
dolayı çocuklanmız mağdur olurlar mı
bilemiyorum... Zira Türkçe anadıli derslenni veren
öğretmenlerin yeterli olduklan ve dersleri itinayla
verdiklerini söylemek çok zor. Hatta ilk gelenJer
anlatırlar, zamanında Hollandahlara, "Bak bu
benim üniversiteden öğretmenük yapabileceğime
dair dipJomam" diye lise diplomalannı gösterip
Türkçe anadıli öğretmenliği yapanlar olmuş.
Burada büyüyen çocuklanmızın konuştuğu
Türkçe'ye bakıldığında da bu çalışmalann özensiz
ya da yetersiz olduğunu söylemek mümkün.
Çocuklar şimdi farklı yollarla kendi dillerini
öğrenmeye çalışacaklar. Ya ana babalannın dili ile
yetınecekler ya da Kuran kurslan ve camılerde
açılan Türkçe kurslanna katılacaklar. Çocuklann
durumunu zaman gösterecek. Fakat öğretmenlerin
durumu da vahım denılebılir. Uygulama bitince
hemen hemen bütün Türkçe anadıli öğretmenleri
ışsız kalacaklar. Yaşlan kırkın üzennde olan ve
neredeyse tamamının Hollandaca sorunu bulunan
bu öğretmenleri zor günler bekliyor. Belki bir-ikı
yıl maaşlarmı alabilecekler, daha sonra ışsizlerin
yararlandığı sosyal ödenek haklan olacak. Işsizler
için verilen bu ödenekle bir yandan geçinmeye
çalışıp, ki bu normal maaşlannın üçte ya da dörtte
biri kadardır. bir yandan da yetersiz
Hollandacalanyla ış arayacaklar. Özgeçmişlerine
yazacaklan, 'daha önce Türkçe anadili dersleri
öğretmeniydim' gibi bir iş deneyimınin de faydası
olmayacağından, dil yetmezliğinden ve de artık
rakipleri de yirmili yaşlardaki daha ucuz ve daha
verimli çalışabilen gençler olacagından pek de
şanslan olduğu söylenemez. Önümüzdeki dönem,
Hollanda'da Türkçe öğreten, öğrenen iki kesün
ıçın de zor geçeceğe benziyor.
Malavi...
Afrika'nın
minik ülkesi
Malavı Türk medyasmda
kaç kez yer bulrnuştur
bilemiyorum; pek az olsa
gerek. En son haziran
sonlannda Ankara'daydrm ve
arka sayfalarda "küçük Doğu
Afrika ülkesi Malavi'de
yakalanan fldsi Türk 5 El
Kaide üyesinden" söz
ediliyordu. Ben Lilongve'ye
geleli bir ayı biraz geçti.
Henüz "Bayıbyorum buraya"
demek için erken, Afrika'ya
alışmak zaman alacak, hele de
eski komünist bloku üyesi bir
ülkeden geliyorsanız... Afrika
ülkeleri de, eski Doğu bloku
ülkeleri de kalkınma
çalışmalan açısından aynı
kategoriye konuyor. Aynı
yardım kurumlan bu ülkeierde
örgütlenmış, ancak aradaki
dağlar kadar farkı hemen
görebiliyorsunuz. 2 yıl
geçirdigım Bakû, Lilongve'yle
kıyaslanınca Londra gibi
geliyor; Azerbaycan gibi
ülkelere geçiş ekonomileri
denilmesinin haklıhğrnı
anlıyorsunuz. Malavi denize
bağlanüsı olmayan, 11 milyon
nüfuslu bir ülke. Mozambık,
Zambiya ve Tanzanya arasında
yer alıyor, bölgeye gelen
turistlerin çoğunluğunu da bu
ülkelere kaptınyor. Malavi'de
Mozambık'in olağanüstü
plajlan, Zambiya'nin safari
parklan yok. Yüzölçümün
dörtte birini kaplayan Malavi
gölüyse Afrika
merâklısı
turistlere
bakarsanız aynı
şey değil. Gene de
Malavi güvenlik
açısından bu
ülkelerin önünde ^ _ ^ _ _ _
geliyor. Şehirlerde
suç oranı daha düşük ve
gündüz her yerde rahatça
dolaşabıliyorsunuz. Ama
işlerinizi saat 5 buçuktan
sonraya bırakmayın. bir anda
gece bastınvenyor "bir
battaniye gibi üstünüze." Buna
alışmak zor, gün erkenden
bith'eriyor. Dükkânlar, ofısler
5'te kapanıyor, ortalıkta insan
kalmıyor. Lilongve'ye yeni
gelen herkes gibi biz de
sorduk, "Herkes nerede,
neredebu 11 milyon?".
Sokaklarda. pazarlarda
karmaşa ve insan yığınlan
bekliyorsunuz; satıcılardan
başka kimseyi görmüyorsunuz.
Onlar sizi gördüğü anda da
kovalamaca başlıyor, arabanıza
kadar takip edip çilek,
hindistancevizi veya süpürge
satmaya çalışıyorlar. Malavi'de
kahvenin, çayın tadı bir başka.
Malavi cintoniği gibisi yok.
Kahve, çay, şeker ve tütün
dışında pek bir tanm faaliyeti
yok. Son yıllarda dünya
pazarlannda talebi arttığı içın
canlanan paprika, hafıf acıçok
acı biber ve sos üretimı bu
ülkeyi dünyanm en fakir 6.
ülkesi olmaktan kurtanr mı
bilemeyiz. Yardım eden
ülkeler îngiltere, ABD,
Almanya ve Norveç, tanmın
yanı srra sağhk, eğitım ve
sosyal hızmetlere de ağırlık
veriyorlar. HTV/AIDS alanında
çalışan onlarca sıvil toplum
örgütü var. îlk dikkatimi çeken
şeylerden bin de genç nüfusun
yoğunluğu oldu. Nüfusun
yüzde 57'si 20 yaşın altında
LILONCVE
GÜLDEN
BAYÂZ
gençlerden oluşuyor. Nereye
baksanız çocuk yaşta kadınlar
ve kucaklannda, daha dogrusu
sırtlannda bebekleri
görüyorsunuz. Afrika
üısanınrn meşhur sabn
bebeklerde bile mevcut. O
kadar bebek gördüm, ama hiç
ağlayanını görmedim. Evdekı
hizmetlimız, çocuklan
olduğunu söylemese
anlamayacaktık. Arka
bahçemizde küçük evlennde
yaşamalanna rağmen hiç
sesleri gelmiyor, AIDS
öylesine yaygm ki adeta elle
tutulur bir gerçeklik haline
gebniş. İşyerinde, evde sızinle
çalışan insanlar bir anda yok
oluyorlar, sebebini sormamayı
ögreniyorsunuz. Tüberküloz
ve sıtma da çok can alıyor. Bu
hiç şaşırtmıyor, bu insanlar ne
yiyor, nasıl yaşıyor diye
düşünmekten alamıyorsunuz
kendinizi. Ülkedekı elektrik
abonesi 75 bin. Bir o kadar da
kaçak kullanan olduğunu
varsayıyorlar, yine de rakama
bakar mısınız? 11 milyon
insan içinde ancak on bınler
elektriğe sahip. Elektrik
kesintileri günlük hayatın
parçası. Lilongve'nin
merkezinde bir internet kafeye
giriyorsunuz ve her zamanki
yanıtı ahyorsunuz:
"HeknTghnizkesik."
tnsanlann ınanılmaz cana
yakınlığı şaşırtıyor. Herkes
gülümsüyor,
öğrencıler el
saJlıyor,
bisikletliler
durup
"Kaybolmadınız
umanm, yardım
_ _ ^ ^ _ ^ edebiür miyim"
diyorlar. Ara sıra
beyaz Malavililere ve Hint
asılh Malavılilere
rastlıyorsunuz. Hint asıllılann
neredeyse tümü özel işyeri
sahıpleri. Tüm marketler,
dükkânlar, kuru
temizlemeciler Hint asıllılann.
Beyazlar genelde tütün
üretimiyle uğraşıyorlar. Gelir
gelmez tamştığımız yan
komşumuz Yunan tütün tüccan
çıkıyor. Bizi evlerinde misafir
ediyorlar. Dünyanın bu- ucuna
geldim, Yunan komşum oldu
diye seviniyorum. Londra'daki
üniversite günlerimde Yunan
öğrenciler hep yakın
arkadaşlanm oldular. Bütün
aksaklıklara rağmen
Lilongve'yi seveceğun
sanmm... Afrika'da olduğumu
tekrarlıyorum bazen kendime,
heyecanlanıyorum. Ömürde
bir ele geçecek bir deneyım,
herkes Avrupa'ya, Kuzey
Amerika'ya gider... "Ben
Afrika'da yaşıyonım" diyorum
ve ınsanlann gözlerindeki
şaşkınlığı gözlüyorum.
Yamyamlar, kaynayan kazanlar
fılan yok burada, eski binalar
ve bakım isteyen altyapı var.
Ekonomılerin 1960'lara
kıyasla gerilemesi, 40 yıldır
yapılan yardrmlar ne işe yaradı
diye düşündürüyor insanı.
Sosyal ve ekonomik gelişme
için sadece Afrika insarunın
sabn yermeyecek; dikkatler
buraya çevrilmeli, kararlı ve
tutarh kalkınma politikalan
uygulanmalı, Afrika'yı
dünyaya yeniden
kazandırmalı...
Eşcinseller
haklannı
istedi
Tayvan'ın başkenrj
Taipei'de dün
yürierce eşcinsel
haklan için yürüyüş
yapü. Kadınh erkekh
300 eşcinsel,
kendilerine evlenme
hakkı tanınmasını
istedL Başkentte
yürüyen eylemciler,
Uginç kılıklara
büründükr. Eyiemin
düzenkyicileri,
bir Asya ülkesinde
ilk kez eşcinsel eylemi
düzenlendigini
belirtti
(Fotograf: AP)
Sonbahann o garip çıplaklığı41>eni terk et/îçimde sonbahardan başka
.Dbahar kalmadT Bu güzel dizeleri,
Ayten Muriu'nun "Taş Ayna" (Ötekisiz Y.)
adlı kitabındaki "Gitmek" şiirinden aldım.
Ne zaman ruhum daralsa, şiire sığınınm.
Insanın yaşamına sığan sonbaharlann sayısı
arttıkça, ruh darahnalan da sıklaşıyor.
Nedendir bihnem ama, benimkiler daha
çok sonbahara rasthyor. Bu yıl benden size
bir "eylül" yazısı çıkmadı. Bazı
"sayfadaşlanm" yılın en güzel ayı olan
eylüle gayet güzel değindiler. Şimdiye dek
üç kez eylülü farklı bir ortamda yaşama
şansını elde ettım: Paris'te, Roma ve
Londra'da. Zaten sittin senedır yurttışında
yaşayan biri olarak pek fazla bir yer
görmedim de. Her defasında, sonraya, ileri,
gelmeyecek bir bahara buaktım zevkli
şeyleri. Hep "bugün" önemliydi. Yukanda
andığım başkentler, yaşayan birer metropol.
Stockholm ise büvöicek bir köy.
Cumartesıleri öğleden sonra ortalık boşalır.
Hareket yalnızca kent merkezinde ve
göçmenlerin çok olduğu dış semtlerde
vardır. Içiniz daha 16.00'da kararmaya
başlar. Sonra. eylül geride kalınca, yalnızca
ıçiniz değil hava da... Uzun bir kış, kara
duvaklı bir gelın gibi çöker kentin üzerine.
Sular karanr, parklar sanşınlığı bir yana
bırakır, sıyahrn farklı tonlanyla garip bir
çıplaklığa "soyunur". Güneş yalnızlık
burcundan çıkmış, hüzün burcuna girmıştir.
Akla kavuşmalar değil, terk edilmeler gelır.
Timur Sdçuk'un 45'liği "Derbeder
0 0 1 1 ^ 1 ^ koyarsınız pikaba, yalnızlığınızı
kesmez. 0 zamandan bu zaman bır 30 yıl
atlayarak -dıle kolay- CD çalardan,
Yaşar'ın ağzından, Attüa Ilhan ın "Beş
Dakika Bekk Git"inı dinlersıniz, yetmez.
Oturup böyle bir pazar yazısı yazar,
başkalannın da içini karartırsrnız. Ama
yılmamak
STOCKHOLM gerek! Sıze
sonbaharda
Stockholm'ü
görmenizı
önereceğim
yıne de. Bunca
karanlıktan
sonra yıne de
yılmadıysanız. Çünkü güneşli bir havaya
denk gelirse, çok güzeldrr bu kent.
Hareketlilik, canlılık meselesı ayn bir konu.
Ama yerler sapsanyken ve göller ve deniz
gökyüzünün mavihğini cömertçe
yansıtrrken, görühneye değer bu kent. Hava
karannca, alışveriş yaparsınız, müzelerin
son bır-ıki saatıne yetışırsıniz fılan. Nasılsa
kışı burada geçirmeyeceksiniz, ne acelenız
var? Dolaşın işte! Dolamp kalmayın,
dolaşın. Üstelik, Iskandinavya'nın en
yüksek kulesi de burada. Akşamüstü oraya
GÜRHAN
UÇKAN
çıkar, Isveç bayrağı gibi san- mavı kente
yukandan bakar ve ardından, yerden 155
metre yükseklikte bir yemek yersiniz.
Mavi- beyaz, kırmızı-beyaz gemılerle
günübırliğıne Finlandıya"ya da
gidebılirsiniz. Her gece, büyük bir tatil
köyünün bir aylık elektnk tüketirru kadar
elektrik harcayan bu gemılerde, yok yoktur.
Üstelik, dünyanın en girintili-çıkıntılı
sahillerini de görmüş olursunuz.
Geçenlerde, kent merkezındekı büyük bir
otelin önünde iki turist otobüsü gördüm.
Binne "Ankara", ötekine de "îzmir"
levhası ıliştinlmişti. îçım ısındı bırden.
Hazırlıksız yakalanmıştım. Oysa son
jıllarda bu kentte Türk turistler görmek
doğal hale geldı. Yine de. Eğer "memleket"
ınsanın süreklı ıçindeyse, en ufak bir
dürtüşte kıpır kıpır oynamaya başlar. Ayten
Mutlu. aynı kitabındaki "YMk" adlı şiirinde
şu nefis saptamayı yapıyor: "Yok artık
diyorlar o kınk gülümseme/bu şehrin
süinmiş adreslerinde" Stockholm de
yapacak bır şey kalmadı mı? Açın bir
telefon bana, aynı aileden değil mıyız,
Cumhunyet aılesınden? Vardır bızim de
elbet görülmeve değer bir tarafimız! Ama
şimdi ıznınızle. Bugün pazar ya, benım
oğlanla kız mantı tutturuyor. Elımden
gelmesıne gelir ama, plastık sanatlardan hiç
anlamam!.. Hadı rasgele.
Amerika'da olmaz demeyin...A menka'da araba, hayatın
/vzonınlu bir parçası.
Arabasızlığa uzun süre
katlandıktan sonra. sonunda,
ikinci elden bir araba aldım.
Ama sevıncini yasayamadan
sıkmhlannı yaşadım ve bu
süreçte gördüm ki her ülkede
bürokrarik işler aynı.
Uluslararası ehliyetim bir yıl
geçerli. ama araba sigortasınrn
Amerikan ehlıyetı olanlar için
daha ucuz olduğunu öğrenince
ehliyet sınavına girmeye karar
verdim. Sınava girmek çok
kolay; 23 soru var, 10
dakikahk da dıreksıyon sınavı.
Sınava girmek için neler
gerektiğini sordum, "Pasaport
ve sosyal sigorta numara
kartunz*' dediler. (Burada
sosyal sigorta numarası çok
önemli). "Karo kajbettim,
üniversiteden resmi belge
getirsem ohır mu" diye sordum:
"Tabii. dekandan bir mekrupla
kabul formunuzu getirirseniz
ohır'" Dekana çıktım. mektup
rica ettim, gerekli belgenin
kopyasını aldım. hatta fazladan
birkaç belge de edindim, sonra
arkadaşımla trafik şubesine
gıttik. Formlanma bakan hanım
sinirlendi: "Bu ne? Sosyal
sigorta karünız nerede?"
Durumu anlattım, ama o,
"Bunu kabul edemeviz. Sosyal
Sigorta Ofîsi'nden belge almanız
lazmT dedi. (Yabancı olanlara
ekstra "dikkat" gösteriliyor.)
Ertesi gün Sosyal Sigorta
Ofisi'ne telefon
ettim, ne tür
belgeler gerektiğini
sordum.
"Ünh'ersitenin
Uluslararası
Öğrenciler
Kurumundan
öğrenci olduğunuza "~^^~^~
dair mektup lazım"
dediler. UOK'ü aradırn: "Bizbu
mektubu yazmr, oruz. Oğrenci
Kabul Ofisi'nde yazacaklarf
Hata olmasın diye Sosyal
Sigorta")i tekrar aradım:
"Mektubu UÖK değil, Kabul
Ofısi verecekmiş; onu kabul
eder misiııiz?'':"TabiL''
"Gerçekten mi?": "TabükL
Kabul Ofisi'nin mühüriü
mektubu da kabul edilir." Ertesi
gün beni ehliyet sınavına
götüren arkadaşım Sos>'al
TEKSAS
Sigorta Ofisi'ne götürdü. Sıra
bana gelınce kâğıtlan hanıma
uzattım. "Bu ne?"
"Kabul OfisTnden mektup."
"Bunun Liuslararası Öğrenciler
Kurumundan olması lazun."
"UÖK böyle bir mektup
veremezmiş; beni Oğrenci
KabureyoUadüar."
"Ama bu olmaz."
"Size sordum,
ohır dedmiz."
Neyse ki hanım
şefkatliymiş.
kâğıdı kabul etti.
Sosyal sigorta
numaramı aldı,
~^~"~~^~ bilgisayarda
baktı.
"Inanmryoruın'
1
dedi. "Ne
oldu?" "Soyadınızyanlış.."
"Nasıl???" "Gunersel yerine
Sunersel yazmışlar!" INS
(ABD'deki yabancılarla ilgili
hizmetler) Amerikan devletinin
en önemli kurumlanndan.
Ülkeye girip çıkan tüm
yabancılardan sorumlu; 11
EylüFden sonra kurallan daha
da sıkılaştırdı. "Nasıl ohır?!!
Ben 1998'den beri bu ülkedevim
ve bu benim sigorta numaram!"
ADALETBARIŞ
GÜNERSEL
Bunun üzerine hanım ıld saat
uzaktaki şehre gidip INS
merkezine başvurmam, ismimi
düzelttirmem gerektiğım
belirth. Bunun üzerine bir ton iş
daha çıktı! Düşunün, 1998'den
beri üniversitede çahşıyorum,
yani her sene vergi ödüyorum.
Vergi öderken künse dönüp
"Sovadınız yanuş yazıhnış"
demedi ya da kimse bu komik
yanlışı düzeltmedi. Ama ne
zaman kı benim sosyal sigorta
numarasına gerçekten ihtiyacım
oldu, o zaman sorun fark edildi!
Ve INS 11 Eylül "den sonra
yabancılara iyice katı kurallar
koydu - her şeyinizi
denetliyorlar, ama kendileri
soyadımzı doğru yazarmyorlar!
Daha da fenası, 5 senede bu
hatayı fark edemiyorlar! Bu
başıma gelenler Türkiye'de olsa,
"İşte, Türkfye burası.'! Böyle bir
şey asla Avnıpa'da ya da
Amerika'da ohnaz!" denz. Ama
oluyor. Her yerde oluyor.
Kendini "dümanın efendisi" ve
"Birinci dünya ülkelerinin
birincisi" olarak gören ABD'de
de oluyor.
bgunersel2@hotmail.com
Bufilmi
daha önce
görmüştümA merikalılann, savaşrn yıkıcılığını. kontrol
/Vedilemezliğini, yarattığı kaosu ve
kanşıklığı anlatmak için kullandıklan bir
deyim var: The fog of war (Savaşın sisı). Bu
deyım, geçen hafta sona eren 41. New York
Film Festivalf nın odak noktasını oluşturan
belgesel fîlmin de adıydı. Birçok arşiv
görüntüsünün de kullamldığı fllm,ilginç
bir şekilde günümüz siyasal ortamına da
çağınşım yapıyor. Errol Morris'ın yönettıği
belgesel fılm. biyografik ve tanhı yeni bir
materyal yaratan bır 20. yüzyıl hıkâyesi. Geçen
yüzyılın en önemli olaylanna tanık olmuş.
1930'lann ekonomik bunalımını yaşarruş,
savaş yıllannın sosyal coşkusunu görmüş,
tarihin en yıkıcı savaş makinesı B-29
bombalannın ürerim sürecıni çok yakından
ızlemiş bir adam anlatıyor hikâyeyı: Robert S.
McNamara. 2. Dünya Savaşı'nda Amerikan
ordusunun askeri stratejisti. Vıetnam Savaşı
sırasında Amerika'mn Savunma Bakanı olan
teknokrat Robert S. McNamara ıle yapılan
sinemasal bir diyalog fılm aslında. Sorulan
soran yönetmen Morris'i ekranda hiç
görmüyoruz, arada bır sesini duyuyoruz. Fakat
Moms'in kullandığı özel bir alet sayesinde
McNamara. ızlevicının gözünün tam içine
bakarak yanıtlıyor sorulan. 2. Dünya Savaşı
yıllannın "deha" olarak anılan bu gözde
teknokratının Başkan Lyndon B. Johnson ile
atom bombasının atılmasından önce yaptığı
telefon konuşmalan ve Vietnam Savaşı
sırasında Başkan John F. Kennedy ile yaptığı
görüşmelerin kayıtlan kullanılmış filmde. Bu
telefon kayıtlan, iki başkanın farklılığmı da
çarpıcı biçimde ortaya çıkanyor. McNamara
hakkmda daha önce yazılmış birçok kitap \e
belge var. Fakat bu fılm. bazı konularda
oldukça detaylı bılgiler veriyor. Ömeğin, ünlü
Amenkan
NEW YORKgenerali Curtis
LeMay ıle
McNamara
arasındakı ılişki
ve bu ıkilinın
1945"te67Japon
kentindeki
bombalamadakı
rolleri. The Fog
Of War'da ele alınan bır başka olav' ise 1962
Küba krizi. Film, alışılagelmişin aksıne John
Kennedy'nin dünyayı nasıl kurtardığını değil,
rasyonel karar verme sürecının tıkanışının
dünyayı nasıl etkilediğinı anlatıyor. Filmden
soniaki basın toplanhsında Morns. 2. Dünya
Savaşı'mn sadece bır savaş olarak
görüldüğünü. müttefîklerin iyilerin taraftnda
yer alarak savaştığına ve bunun da savaşı haklı
çıkardığına manıldığını söylüyor. .\rdından da
ekliyor: "Fakat çok az sayıda insan bilir ki
Amerika'mn Hiroşima ve Nagazaki'ye atom
bombası armasından önce, Le May'in B-29
bombalan, Tokvo'da bir gecede 100 bin Itişi
dahil, Japonva'da 1 milyon insanı öldünnüştü."
Fihnde atom bombalan konusu anlahlırken.
kendi kendisıni ahlaki açıdan )r
argılıyor
McNamara: "Sa>'aşı kazanmak adına. bir
gecede 100 bin Japon sivfli öktüren bir ulus
hakh olabinr mi?" Ardından içıne düştükleri
açmazı sergileyen bir başka soru soruyor: "100
bin Japon'u öldürmek yerine >
T
üzbinİerce
Amerikahnın ha>atını bir Japon sakhrtsinda
kavtıeönek ahlaki ohır muydu?" Film
süresince bazen ağlıyor, bazen kendini
savunuyor. bazen olaylann akışı içinde içine
düştüğü çıkmazdan söz ederek çaresizliğini
anlatıyor McNamara. McNamara, bugün
savaşın yanlış olduğunu söylüyor. "Tarihte
ovTiadığınız rol nedeniyle hiç pişmanhk
duydunuz mu?" sorusunu gözleri dolu, çenesi
titreyerek yarutlıyor: "Ben sadece çahştığım
başkanlarm işini kota>laşürmak üzere görevimi
yapOğımı düşünüyordurn. Bir mckanizmanm
parçasıydnn. Fakat yenildik." Dünya üzerinde
kim McNamara'nın yerinde olmak ister? Hiç
kimse. Bundan 50 jıl sonra buna benzer
fılmler vapılacak kuşkusuz. Devlet adamlan ve
yöneticileri ne kadar hatalı olduklarım, suçsuz
insanlarm nasıl öldürüldüklenni anlarıp
ağlayacaklar kameralann önünde. "Ben bu
fîlmi daha önce görmüştünT diyeceğiz. Ne
garip ve acıdır ki, başrol oyunculannı ve
öykülerini şimdiden biliyoruz.
kzulal(« yahoo.com
ZULAL
KALKANDELEN