25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 KASIM 2002 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLERolay.gorus(5 cumhuriyet.com.tr AÇI MUMTAZ SOYSAL Akılsızlığın Sonu GÖRÜNTÜYE bakın: Akıllı davranılsaydı şimdi- ye kada-çoktan çözülmüşolabilecek bir sorun, ar- tık çözü mesı daha da zorlaşmış bir yumak olarak hâlâ ortadadır. Kıbns sorunu, yanlış ucundan tu- tup çözülmeye çalışıldıkça büsbütün zorlaşıyor. Birleşmş Milletler'den gelen son belge neTürkta- rafını tam anlamıyla memnun etmiştır, ne de Rum tarafını. Niçin? Çünkü başlangıç noktasında ortaya çıkan bir ınat sürüyor: Gerçeği kabul etmeyip hayaller, kur- nazlıklar baskılar, dayatmalar yoluyla sonuca var- ma ınad. Öyle clduğu içındir ki, gün geçtikçe, başlangıca dönüp komşuluğun ortak aklıyla ve yepyeni bir yaklaşımla ışin içinden çıkmak gereği daha iyi an- laşılıyor. Hangi başlangıç? Her sorun, ele alınan başlangıç noktasına gö- re zorlaşır ya da kolaylaşır. Kıbrıs sorunu zamanın derinliklerine gidip oralardan da başlatılabilir, ya- kın tarihın gözle görülür elle tutulur derecede so- mutlaştığı noktadan da: Bizans, Haçlılar, Lüsin- yanlar, Venedıkliler. Osmanlı fethı, Ingiltere, 1960 Cumhurıyeti, 1963 olayları diye de başlarsınız; "Olan oldu, ortaya haritada açıkça görülen şöyle bir durum çıktı" denebilecek noktadan da. Birin- cisi sonsuz hesaplaşmalara götürür sizi; ikincisi ıse, gerçeği kabullenerek geriye dönmeyi düşün- meden, durumu yeni bir anlayışla ele alıp sağlam çözümlere varmayı kotaylaştınr. Avrupa, Ikınci Dünya Savaşı sonrasında bunu yap- tı ve şimdiki duruma geldi. Kıbns ise, yanlış baş- langıç noktası seçip yanlış yöntemlerie sorun çöz- meyeçalışanların hevesleri yüzünden "sorun"ola- rak hâlâ ortada. 1974, olaylann yarattığı kaçınılmaz bır dönüm nok- tasıydı: Adada iki halkı ayıran yeni bir harita oluş- muştu. Bunu bir "olupbitti" saymak ve sonra, san- ki dünyadaki başka haritalar başka olupbittilerie otuş- mamış gıbı, meydana çıkan durumu gerçekdışı Güvenlik Konseyi kararlan, zorlama görüşmeler, dış- tan düşünülmüş yapay formüller, ambargolar ve da- yatmalarla "düzeltmeye" kalkışmak, sorunun bu- günlere kadar sürüklenmesine yol açan temel yan- lıştır. Oysa, düşünün, 1974'ten sonra gelinen nokta- da güneyin ve kuzeyin iki devleti birbirinin ön- ce varlığını, sonra meşruluğunu tanısaydı, karşılık- lı diş bilemek yerine iyi komşuluk ilişkileri geliştiri- lip bir dostluk ve saldırmazlık paktı imzalansaydı, ambargolarla Türkleri ezip üzerlerine Batı dünya- sını sürmek yerine akıllıca davranıp Yunanistan'ın yanına Türkiye'yi de çağırarak sorunlar o birlikte- lik içinde çözülseydi, çok mu kötü olurdu? Başkaları akıllı davranırken Türklerie Yunanlılar ve Kıbrıs'ın iki halkı hep aptallık edip birbirini hır- palamak zorunda mıdırlar? TALIP OZTURK 7947- Durnalar selamın mı getirdi, Toprak mı seni kokuyor yoksa? Ağıtlar arası yolculuklardayız sana özlemli, Hangi yele düşsek kokun sıra, Hangi umuda sorsak seni.? Hatırlamak raı? Yokbeyoldaş.! Seni unutmak kolay değil o kadar.! Ö Ğ R E T M E N YOLDAŞLARIN Ögretmen mücadelesındeki yerinı hiç kimse dolduramadı. Katledıtışımn 23 yılmda. anın onunde sa> gı\ la egılmek ıçın. 16.11 2002. 13 30'da Yeni Kozlu'davız BOBOS'cum meğerse, bukez yanılmış Nâzım Baba! En güzel günlerimiz birlikte yaşadıklanmızmış. Birsen, Doğan, Volkan, Müjde, Derya ÖZSEKMEN VEFAT Güzel Yürekli Insan ERSAN BELEN i 14.11.2002 günü kaybettik. Sevgisi yüreğimizde ölümsüzleşti. Allah'tan rahmet diliyoruz. BELEN AİLESİ Hipokrat'ın Andı, Milletvekilininki ve... PENCERE Günümüzde tıp ahlakının (etiğinin) temellerini oluşturan pek çok ilkenin Hipokrat Andı içerisinde kristalize olduğunu görüyoruz. Günümüzde hekimlerin mezuniyet törenlerinde simgesel bir anlam taşıyan "ant içme töreni", aslında tüm tıp eğitimine yedirilmiş olması gereken ilkelerini bir kez daha yüksek sesle dile getirilmesi gibi gözükmektedir. Ayru zamanda. Hipokrat'a ve onun akılcı tıbbuıa genç meslektaşlannın gönderdiği bir selam niteliği taşıdığı da açıktır. Prof. Dr. Bema ARDA A Ü Tıp Fakültesi Deontoloji (Tıbbı Etik) AD T ıp uygulamasının akılcılaşması ve hekimJerin de taprnaktan çı- karak laik nitelik kazanması gü- nümüzden binlerce yıl önce Hi- pokrat döneminde gerçekleşti- rilmiştir. Bu okuldan (ekolden) günümüze ka- dar gelen önemli bir metin de "Hipokratik anftır. Hekimle hizmet sunacağı toplum arasındaki sözleşmeyi bir takım kurallara bağlayan bu ant metninde hekimin hastası- na önceükle zarar vermemesi, hastalan ara- sında ayınm yapmaması, vetkili olmadığı gi- rişimterde bulunmaması, kendisine başvu- ran hastasının sırnnı saklaması, mesleğin saygınuğının korunmasL_ gibi tutumlar ku- rallaştınlmıştır. Bu metnin başhca yaptınmı, ant içen kişinin kutsal inançlannın yanı sıra onun kişisel onurunun ve saygınhğının kay- bedilmesi tehlikesidir. Günümüzde tıp ahla- kının (etiğinin) temellerini oluşturan pek çok ilkenin Hipokrat Andı içerisinde kristalize ol- duğunu görüyoruz. Günümüzde hekimlerin mezuniyet törenlerinde simgesel bir anlam taşıyan "ant içme töreni", ashnda tüm tıp eğitimine yedirilmiş olması gereken ilkele- rin bir kez daha yüksek sesle dile getirilme- si gibi gözükmektedir. Aynı zamanda, Hipok- rat'a ve onun akılcı tıbbına genç meslektaş- lannın gönderdiği bir selam niteliği taşıdığı da açıktır. Kendisine en fazla ayna tutabilen mesleklerden birisi olan hekimlik için, kuş- kusuz mesleğin uygulaması da, ahlaksal açı- dan sadece mezun olurken törensellik "(ri- tüeflik) bir söz veriş"e bırakılmayacak kadar ciddıdır. Bu nedenle meslek uygulamalan- na yönelik bir denetleme düzeneğinin kurul- muş olduğunu ve birtakım yaptrnmlarla do- natılmış bu kurumlann işletilmeye çalışıla- rak bir tür öz denetim yapıldığı da ortadadır. Adlan konmuş. görev tanımlan yapılmış, yaptınmlan da belirlenmiş bu denetim organ- lannın ışleyişlerinde bile yığrnla sorun var- ken, son derece göz önünde bir "iş," olan millervekilliği için ahlaksal (etik) açıdan ne- ler söyleyebiliriz? Bilindiği gibi hekimlik dışında bazı baş- ka meslekler de uygulamalanna başlama- dan önce genç meslektaşlanna, çeşitli ilke- lere uyacaklanna ilişkin "sözverdirmetören- leri" düzenlemektedirler. Milletvekilliğınin bir meslek olup olmadığı tartışma konusu ya- pılabilir; ben -kişisel olarak- bir meslek ol- madığı kanısındayım. Çünkü meslekler, bi- çimsel olsun ya da olmasın, belirli bir süre eğitim almayı gerektiren ve ancak o süreç ba- şanyla tamamlandıktan sonra bir mal ya da hizmet üreterek geçiminizi sağlayabileceği- niz etkinliklerdir. Bu çerçeveden bakılınca: milletvekilliğinin özel bir eğitim gerektir- memesı, -giderek tam tersine şu anki yerle- şik düzende doğmalık ya da edinilmiş baş- ka becerilere sahip olmayı gerektirmesi- ne- deniyle bir meslek olmadığını, ancak sınır- h süre için yürütülecek bir görev olduğunu kabul etmek daha olanaklı görünmektedir. Bir başka deyişle, millervekilliği, söz konusu ki- şilerin kendi birikimleriyle bu ülkeye neler katabileceklerini, bu ülkeyi nasıl zenginleş- tirebileceklerini, kendilerinden neler verebi- leceklerini sergileyecekleri bir konumdur. Yoksa, sayısız ömeğini yıllardır gördüğü- müz biçimde, bu yoksullaştrnlmış ülkenin son derece seçkin olanaklarla donattığı ve zaten sınırlı bir süre olduğu için. alınabileceklerin en fazlasının nasıl hangi yollarla alınabile- ceğinin hesaplannın yapıldığı bir firsat yeri değildir. Her yasama dönemi başında, televizyon ek- ranlanmızdan odalanmıza kadar giriveren, -hemen tamamı lacivert giysileri yeğlemiş- baylar (ve tek tük kadın milletvekilleri) de bir ant içmektedirler. Bu törende onlann sö- zel olarak ıfade ettiklen nedir? Temel ola- rak "miBetinveküi'' sıfahnı taşıyacaklan dö- nem içerisinde doğruhıktan sapmayacakla- n, ulusal çıkarlan gözetecekleri, bu ülkeyi bu ülke yapan temel değerierin savunucusu ola- caklaru. gibi konularda toplum önünde söz vermektedirler. Sonuçta bu söz venş, sade- ce ve sadece duyumsal (vicdani) yaptınm- larla donanmış bir nitelik banndırmaktadır. Tüm bu verilen sözlerin tutulup tutulmadı- ğına ilişkin bir denetleme olanağı da bulun- mamaktadır. Aslında belki de şu anki genel görünüş bu türden en ufak bir kaygının da- hi duyuhnadığı yönündedir. Sözünü tutma ya da imzasınının arkasında durma biçiminde özetlenebilecek temel dürüst davranış ör- neklerinin göz ardı edildiğini sıkça görüyo- ruz ne yazık ki... Dolayısıyla seçim öncesi kendine bir çatı arama kaygısını ve bunun- la uyumlu bir "semazen davranış biçimi"ni, hiç de umulmadık bir davranış olarak algı- lamıyoruz. Benzer olarak, daha önceki söy- lem ve eylemleriyle taban tabana zıt kişile- ri de siyasal yaşamda yadırgamıyoruz. Ama tüm bunlann kaçınılmaz sonuçlanndan bi- risi de "siyasetin ancak belirli ölçüde pislen- mişlikle yürütülebttir bir etkuıHk" olduğu kanısı ne yazık ki... Bir başka deyişle. nere- deyse dürüstlüğün ve temel ahlaksal değer- lerin kendisine bannacak bir yer bulamaya- cağı bir ortam olduğu görüşünün pekişme- si. Bu görüşün pekişmesi, siyaseti sadece belirli kişilerin ugraşabileceği bir etkınlik konumuna getirmez mi? Binlerce yıl önce bir hekım *Büünvesanat,takdiredirrnediğiyer- den göç eder" demişti. Pek haklıydı ve gü- nümüzde ahlakı da etik'i de onlara ekleye- biliriz gibi görünmüyor mu? Siyasal yaşamda ahlak denince, temel bir- takım ilkeleri göz önünde tutabilen, daha ötesinde onlan yaşama geçirebilen bir diz- genin (sistemin) varlığı söz konusu olmalı- dır. Bu durum partilenn kuruluşlan ve örgüt- lenmelerinde, kendilerini topluma anlatabil- melerine; millervekili adaylarmınbelirlenme ölçütlerinden siyasetin kendini gerçekleştir- me ve toplum önüne çıkma aşamalanna... vanncaya değin, kısacası bu sürecin tümü için işletilebildiğı ölçüde göstermelik olmaktan çıkacaktır. "Siyasetten etik"i (siyaset bakı- mından ahlaksal oluşu) bir "laf ügüzaT' (boş laf) olmaktan çıkarmanın, onu ağzrndan dü- şürmemeyi sadece bir "iyi nh'et gösterisi" olmaktan uzaklaştırmanın ve ahlakı "eteke- miğe büründürmenin" yollanndan birisi. yapılan işı "denetlenebilir vehesabıverilebi- Hr" bir konuma getirebilmektir. Kuşkusuz, bunun siyasal yaşamda edinilen destekler, iş kovalamalan(takipleri) ihaleler... gibi akçe- li işler açısından ne denli yaşamsal olduğu açıktır. Bir başka yol da lider kaynaklı bir an- layış yerine, herhangi bir örgütlenişi "bir parti" durumuna getiren; böylece onu sol bir uygulama olmaktan çıkanp bir ekibin ortak üretimi düzeyine yükseltebilen öğelere ken- dilerini ifade edebilecekleri ortamlar hazrr- layabilmektir. Bu yaklaşım denetlenmeye, öncelikle düşünsel düzeyde hazır bir yapı yaratabilmekle bağlanhlı görünmektedir. Inandıncılıklannı yitirmiş, bezginlik ve bıkkınlık uyandırmaktan başka duygu ya- ratmayan, bir ötekinden farb bulunmayan yı- ğınla parti arasından bir tercihte bulunur- ken; bu tercihimizin içerdiği ahlaksal öğeyi de hesaba katmamız gerekli. Eğer bir siyasal yaklaşımı, belirli bir tu- tarlılığın, bir ölçüde denetlenebilirliğin ve ay- nı zamanda içtenliğin uzağında buluyorsak; hele kendi altyapısına "bir örgût vm uzak- ta; gitmesem de görmesem de; sesine ve dü- şüncesine hiç prim vermesem de o benim ör- gûtümdür r> bakışında olduğunu biliyorsak; bu tür yapılardan oylanmızı esirgemeyi de biliriz elbette. Her tür bireysel ve kurumsal tercihin, ahlaksal bir boyut içerdiğini de he- saba katmak zorundayız gibi görünüyor. Ne dersiniz? Kurumsallıktan Uzaklaşma, Kişiselleşme... Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. SEVAL YILD1Z Uzunca bir süredir CHP'de yönetim aşın ölçüde kişiselleştirildi. Organlar, kurullar ve kurallar kâğıt üzerinde, tüzük ve program kitapçıklarda kaldı. CHP'yi, öteki partilerden ayıran ve üstün kılan özelliği, kurumsallığı zedelendi. Bu gün yaşanan sorun ve sıkıntılann temelinde yatan ana neden budur. Ertllğrul GÜNAY Eski CHP Genel Sekreteri, Hukukçu yönlendirmelerinin, basuun bü- yük bölümünün, öteki partiler- de yaşanan anlaşılmaz bölün- me ve dağılmalann da etkisiy- le, CHP ile AKP arasında geç- ti. CHP'nin sayın Genel Başka- nı, önemli ve uygun bir tarihsel fırsatta "altmış beş milyonun başbakanıohnak" iddiasıyla gir- diği yanşta, on beş ay önce oluş- mu§ bir siyasal hareketin belir- siz ve adsız başbakan adayı kar- şısında -ne yazık ki- yenik düş- tü. Öbür sorunlan erteleyerek, cumhuriyet ve demokrasi konu- sundaki kaygılan öne çıkaran etkili kesimlerin çaresiz deste- ği de, bu kaygılan paylaşan ge- niş bir basın ve kamuoyu gay- reti de, onu, bu hayale yaklaş- tırmaya yetmedi. Türkrve koşuDannda, iki par- tili yanşa dönüşen bir seçimde, sağ ov çoğunhığuna da>anan bir hareketin kazançhçıknıaa doğal görülebilir. Sonuçlar. belki bu açıdan tarüşılabilir ve savunul- maya çahşılabilir. Ancak, bura- da dikkat edilmesi gereken,siya- sal çerçevesi henüz oldukça be- Brsiz yeni bir hareket, kısa süre- de önemli bir oy gücüne ulaşır- ken,Türkiye'nin en köklü ve ku- rumsal olduğuTOrsayılansiyasa] partisinin, kendi doğal tabanını büe yeterince toparlayamamış olmasıdır. Bu seçimde, CHP geleneğin- den gelen partiler açısmdan kay- gı verici bir güç kaybı yaşandı. 1999 genel seçiminde yüzde 30'lan aşan CHPDSP toplamı. 3 Kasım'da (YTP ile birlikte) yüzde 20'lere geriledi. îlk veri- lerden anlaşıldığı üzere, önceki seçimde DSP'ye oy veren önem- li bir seçmen kitlesi (yüzde 10 kadar), bu seçimde sandığa git- medi; CHP'ye oy vermedi. "Cumhuriyet, bilhassa kimse- sizlerin kimsesidir." M.KemalAtatürk 3 Kasun seçimleri, AKP dışındaki tüm partiler için tam bir yenilgi ol- du. Meclis dışında ka- lan partiler, sonucun bu niteliğini şimdilik kabul etmiş görünüyorlar. CHP açısından durum, daha özenli bir irdelemeyi gerektiri- yor. Geçen genel seçimde yüz- de 8.7 oyla baraj altında kalan CHP, bu seçimde yüzde 19.4 oy oranıyla TBMM'ye girdi ve bu ortamda tek muhalefet partisi konumunukazandı. CHPyöne- timi, özellilde sayın Genel Baş- kan, bu sonucu, kısa bir durak- samadan sonra, "büyük bir ba- şan", daha geçen seçimde MHP'nin bile yüzde 8'den 18'e çıkmış olduğunu unutmuş görü- nerek "tarihte görülnıemiş oy arüş^" olarak ilan etti. Şimdi, bu değerlendirmesine herkesi inandırmaya çalışıyor. Sonuç, CHP açısmdan ger- çekten "büyük bir başan"mı- dır? 3 Kasım sonuçlannı bir ut- ku (zafer) diye niteleyerek CHP, geleceğini sağlam temeller üze- rinde geliştirebilir mi? Bu sorulara olumlu yanıt ver- mek kolay görünmüyor. Kuşku- suz. CHP'nin TBMM'ye yeni- den dönmüş olması sevinilecek bir olaydır. Ancak, bu seçimde hedefin Meclis'e girmek ve ana muhalefet konumuyla yetinmek olduğunu söylemek; CHP'ye de, ona umut bağlayanlara da sanınm haksızlık olur. 3 Kasım seçimleri, katılan par- tilerin abartılı sayısına karşın, gerçekte iki parti arasında bir yanşa dönüştü. Seçim, kamuoyu araştırma ve Bu yönüyle 3 Kasım, sosyal demokrat/demokratik sol siya- set açısından, 12 Eylül 'den son- ra yaşadığnnız en kötü sonuçla- n içeriyor. Şimdi, bu başansızhğın ne- denleri arasında genel başkan- dan başlayarak, aday belirleme sürecine, kampanyanın görüntü- süne, söylem ve içeriğine kadar bir çok gerekçe sayılıyor. "Ara- ba devrildikten sonra yol göste- ren çok olur" sözünü doğrular biçimde. kampanyada yıldız di- ye sunulan kişilerin de oy getir- dikleri değil, götürdükleri söy- leniyor. Bütün bu sayılan ve söylenen nedenlerin. başanyı engelleyen etkenler arasmda olduğu tartış- masızdır. Ancak asıl neden, bun- lan da kapsayan biçimde, fakat daha derinde. temeldedir. CHP'nin sorunu yönetim anla- yışıdır. Uzunca bir süredir CHP'de yönetim aşın ölçüde kişiselleş- tirildi. Organlar, kurullar ve ku- rallar kâğıt üzerinde. tüzük ve program kitapçıklarda kaldı. CHP'yi, öteki partilerden ayı- ran ve üstün kılan özelliği, ku- rumsallığı zedelendi. Bugün ya- şanan sorun ve sıkıntılann teme- linde yatan ana neden budur. Yönetimi kişiselleştirme ve ki- şiyi yüceltme çabası, partinin birçok temel doğrusundan ve ana doğrultusundan kopmasma yol açtı. Böyle önemli bir seçim- de, seçim bildirgesi bile yetkili organbnn bflgi ve onayma sunul- madı. CHP tarihinde etkin ve saygın bir işlev taşryan kurullar ve organlar, mifletv eküi olmanın teköJçütünün genel başkanabağ- hhktan geçmesi nedeniyle sus- kun ve devre dışj kakular. Son an- larda devşuilen bazı tanınmış isimJer ve resimler, partinin ilke- lerini ve tarihsel kimliğini gölge- leyen bir görünüm sergilediler. Kurumsallıktan uzaklaşan ve kişiselleşen bir yönetim anlayı- şı, bu yaklaşımıyla, geçen se- çim sonuçlannı da doğru yo- mmlayamadı; gereken dersi çı- karamadı. Bu seçimde Genel Başkanı yüceltmek için kullanı- lan "Sen hep hakü çıktın" slo- ganı, bu yanlış okumanın, hat- ta çarpıtmanın en somut ömek- lennden biridir. Parti tarihinin en başansız seçim sonuçlanndan sorumlu genel başkan, "hep hak- h çıkö" ise, haksız olanlar kim- di? Ona inanmayan, oy verme- yen seçmen kitleleri, yani halk. yani egemenliğin kaynağı olan ulus! Böylelikle CHP, bu seçim sü- recinde, önceki seçimde kendi- sine oy vermeyen seçmen kitJe- lerini eleştiren, hor gören, kü- çümseyen bir siyaset dili kullan- dL Örgütüne, ilkelerine, öğreti- sine dayah halkçıçizgisinden, ör- gütü d^layian, siyaseti bireyseOeş- tiren, magazinleştiren, kola> cı \e halktan kopuk bir çizghe geri çeküdi. Sonuç ortadadır her açıdan öğreticidir: Büyük kentlerin var- lıklı semtlerinde birinci olan CHP. yoksul ve dar gelirli kitle- lerin yaşadığı çevrelerde ve ne- redeyse bütün Anadolu'da, on beş aylık bir oluşum karşısında yenik düştü. Üstelik yalnızca yenilmekle kalmadı, özgürlüğe, eşitliğe, gelişmeye ve dayanış- maya destek vermesi gereken doğal oy tabanınını da önemli öl- çüde yitirdi. Üzüntü ve kaygı verici olan bu- dur. Cumhuriyetçiliğin ve halk- çılığın temelleri üzerinde yük- selen CHP'nin, bu seçimde dur- duğu yer ve vardığı nokta, CHP yönetimini -bırakınız demokra- siyi ve sosyal demokrasiyi- cum- huriyetçiliğin özünü ve temel felsefesini kavTamadığını göster- mesi açısmdan hazindir. Şimdi yapılması gereken, bu anlayışm bir an önce değişme- si için çalışmaktır. CHP bir an önce kişisel hırs ve küçük hesap- lann tuzaklanndan uzak, özüne, özgün tarihsel kimliğine ve ku- rumsal gücüne kavuşturulmah- dır. Geçen üç seçim sonucu, bu- günkü yönetim anlayışı direnme- ye ve dayatmaya devam ederse. CHP'nin adını taşıyan bu siya- sal partinin, gerçekten CHP ol- duğuna toplumu inandırmaya artîk olanak kalmayacağını gös- termektedir. Soru Yamttan Önemli Olduğu Zaman... Günter Verheugen AB Komisyonu'nun geniş- lemeden sorumlu uyesı.. Demiş ki: "- Kopenhag'da Türkiye takvım beklemesin, aday üye olarak kalacak..." İyi etmiş Günter.. Ote yandan Birleşmiş Milletler cenahından Ko- fi Annan cenaplannın Kıbns Planı için Türkiye'nin dışından ve içinden baskı başladı: "- Verkurtul!.." Verelim, gitsin... Zaten şu sırada olmayan bir hükümete başba- kan arıyoruz... Tam zamanı!.. • Bu keşmekeş ne zaman başladı?.. Kemal Derviş, EcevithükumetindelMFzango- cuyken birdenbire dedı ki: - Seçim zamanıdır!.. Istanbul medyasında da evire çevire pazarianan seçim tezgâhı kimilerini ketenpereye getirdi, DSP parçalandı, ANAP tuzağa girdi, MHP heyheylen- di; eskilerin 'sath-ı mail' dedikleri eğik düzeyde sandığa doğru kaymaya başladık; Kemal Derviş bu yoldalsmail Cem'e hız verıp DSP'nın canına oku- duktan sonra Baykal'laanlaşıp CHP'den Meclis'e girdi... Hiç kimse yaşanan olayların kördüğümünü çö- zemıyor: neden böyle oldu?.. Tam Kıbns süreci.. IMF planlaması.. Irak savaşı.. Kopenhag tatavası.. Irak savaşı şimdilik ertelenmiş görünse bile Kıb- rıs sorunu dayatıyor... Kopenhag'ın eli kulağında.. Türkiye AKP davasında.. • Cüneyt Arcayürek, Recep Tayyip Erdoğan'ı kısaca RTE diye vurguluyor.. RTE'nin işi zor!.. Bir yandan sınır dışında çalışıp, öte yandan sı- nır içinde uğraşıp, AKP için güvence sağlamaya ça- balayan 'Gölge Başbakan'... Neyapacak?.. Neresinden bakarsanız bakın hukuk ve yasa en- gellerine dolanmış bir 'Gölge Başbakan', daha Meclis'e bile giremeden, karşısına çıkan Türki- ye'nin büyük davalanna hangi gözle bakacak?.. Bilmece bulmaca.. Dil üstünde kaydırmaca.. • Istanbul'da medyanın haline bakarak hüngür hüngür ağlamaktan başka çare yok... RTE'yi ilerde kullanmak uğruna şimdiden tavla- yıp kafese koymak için yağlama yıkama yayınları tam gaz sürüyor; yalakalık her gün biraz daha ko- rüklenıyor... Kasımpaşalı Erdoğan bu tatavada şaşırır mı?.. Medyanın reçetesi hazır: Kıbns'ta 'verkurtul'.. Irak savaşında 'evef efendim'.. ' Kopenhag'da 'tek ayak üstüne süresiz bekleme cezası'na eyvallah.. • Darboğazdan geçiyoruz.. Neyin ne olduğu belli değil.. RTE iktidar koltuğuna rahatça yerleşip kafasın- dakileri gerçekleştırmek amacıyla dışarda ve içer- de her türlü ödünü vermeyi göze alabilir mi?.. Soru üstüne soru... Kimi zaman soru öylesine ağıriık kazanır ki ya- nıt yanında hiç kalır. DENİZ Mustafa Asım Hayrullahoğlu Sevgili Mustafa, katledilişinın 20. yılında seni özlemle ve sevgiyle anıyoruz. Sen hiç ölmedin. Her zaman yüreğimizdesin. Gülenaz OKYAY, Hüseyin, Fatma, Cem, Arzu ve Mustafa Deniz KARAKUŞ Sensizliğin 4'üncü yılında; Sana sevgi, sana saygı, sana hasret...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle