Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 20 OCAK 2002 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
Buyrun Kapalı Radyo'Fransız bürokrasisi tarih boyunca
"Tekel Devk* ve Milli Birtik"
ağırlıklı, Fransız Devrimi'den
sonra da (1789) daha ziyade
"Jakoben" sıfaöyla anılacak
"Büyük DevJet" geleneğiyle
ûnlenmiştır. Örneğin 11. Louis
daha 15. yüzyılın ikinci yansında
her türlü iletişim aracına
"Kraliyet BütünJügu" adına el
koymus. Yahu, o devirde hangı
iletişim aracı, kıme karşı
demeyin? Roma împaratorluğu
kalıntısı kilise ve üniversitelerin
haberleşme ağı ciddi bir rekabet
oluşturuyor, meTkezin
otoritesini(!) sarsıyor, sakıncalı
ve ahlaksız şebekelerin(!)
kurulmasını kolaylaştınyormuş.
Türkıye Cumhuriyeti'nin ilk
yapılanmasında "taldiderden
sakmabm" diyebilecek pek
kimse olmadıgına (olası
muhalifler muhtelif (!)
gerekçelerle temizlenmiş) göre
balıklama atlanmış modelin
ûstüne. Yüzyıllann kitlesel
sosyal mücadele süzgecinden
süzülüp gelmiş beyin kaldıracı,
"deştirisdfik" de gökten
zembille inmeyeceği için, kör
topal iJerleyen bir demokrasi
süreci tûm hız ve hızlanmasına
karşın, en "Açık" radyolan büe
"Kapatmayı" engelleyememiş.
En Ust'ûn Kurul bile "Yassah
kardeşim yassah! Mzam, intizam
bunu gerektiriyor™ Ey Radyo
olacak! Senin adm östönde_
AçıksaçıkşeyJer
yamurthıyorsun, Sakmcah (yüce
devJetin koyduğu yasalara aykın)
ve ahlâksc (tophıin huzuruou
bozaca) şebekeJerin kurubnasını
kolajlaştinyorsun" demekten
öteye geçemiyor. "Benim
(gücüm) görevün piyasada
serbestsaûlan khâba (yetişmez)
kanşmaz. Bukowski denen
adama Nobel verseter ne yazarü!
Nilgün Cerrahoğlu hanımın da
işi gficö yok, o keş leflgüi43.900
internetsitesitespite0niş.Git5İn
o herit içioden çıknğı tophunu
koknştursunü! Ben keodi
çöplüğümfi korumakla
yükmnlöymn. Ona mikrofon
tntaniara da, ben devteüm,
haddini bildiririm. Benim
başbakanım x nıilyar dotar ve
Irak hatmna 'En Büyük
Devlet'in sağbk ve aJal
gözetiminden geçse de; Howard
Stern isimti Amerika'nm en
popüJer radyocusu konuklannı
seviştirip hınttılannı
dinkyicileriyle paylaşsa da benim
çöptiiğümün alilâkı benden
sorulur. Aaak da Kapalı
Radyo' oisunlar da görsünler
bakahm!".
1997,1999 ve 2000 yıllannda
Fransa'dan Türkiye'ye üç kez
ortak radyo bulmak, işbirliği
amacıyla görevli yollandı. ficisi
kamu radyosundan (RFI-
PARİS
UGUR
HÜKÜM
Uluslararası Fransa Radyosu),
biri de özel-ticari radyodan
(Radio Nova) üç uzman Tûrkiye
dönüşü kurum ve üst düzey
amirlerine raporlar sundu.
Hepsinin gözlemi şöyle bir
saptamada birleşti: Türkiyede
harikulade özgün bir radyo
yaşıyor. Bilim ve sanatı, eğlence
ve düşünmeyi bir kanalda
götüren bir radyo. "Kainatuı
Bütün Ses ve Renklerine Açık",
tasavvuf ve Osraanlı müziğinden
caz ve dünya müziğine; savaş
zanaatından mimarlık sanatuıa;
Cava'dan Tunanın beri yanına
uzanan, çoğu zaman her biri,
işinin erbabı programcı ve
animatörlerin eşliğinde bir
radyo... Fransa'da kendı
alanlannda en yetkin ve başanlı
addedilen France Musique,
France Culture, France Inter,
Radio Nova, Radio Classique,
TSF gibi radyolann alaşımı bir
radyo: "Açık Radyo". Yasalann
insanlar tarafindan insanlar ıçin
yapıldığını; eğri büğrü de olsa,
sonuçta "dün* için
düzenlenenlerin "bugün"
aşılabileceğini. aşılması
gerektiğini; kâğıt üstündeki
eksiklerin kâğıt üstünde
düzeltilmelerini beklemeden akıl
ve sağduyu ile çözülebileceğini
beceremediklerinden ötürü
bugün "Kapah Radyo"...
Anonim dinleyiciye yayın yapan
radyo istasyonu fikri ilk kez, tam
90 yıl önce Fransız Mühendis
Raymond BraiOard'dan geliyor.
'Açık Radyo'nun yayınının
durdurulduğu tarihten tam 20 yıl
önce, yani 15 Ocak 1982'de,
Fransız Resmi Gazetesi'nde
yayımlanan bir yasayla 'Korsan
Radyolar\ 'Özgür Radyolar'a
dönüştürülüyor \ e birkaç hafta
içinde Fransa'nın her yerinde
mantar gibi FM radyolar bitiyor
veya yasadışılıktan
kurtuluyorlardı. Mevcut
denetleme mekanizması kendine
tanınan yetkileri geniş oranda
"atan makas tutan efler" olmak
yerine, ilk adımda teknik ve
hukuki altyapıyı hazırlamaya
yönelik kullanıyordu. O günkü
Fransız RTÜK'ü CSA, bin türlü
politik ve ticari çıkann da cirit
attığı bir ortamda, giriştiği
adımın bilincinde, kulağı
hükümette, gözü kamuoyunda,
olabildiğince(!) haysiyetle ve
mesleki bir tutumla ve de ne
yeterli ahlâki ne de hukuki
verilere sahip obnadan, bugünün
altyapısını hazırlıyordu. Bugün
bütün siyasi ve etnik gruplann
(Türklerin yok) Fransa'da çeşitli
yayın olanaklan var. Üstelik
(daha önceleri birkaç kez
belirttiğimiz gibi) Fransızlar için
radyo, TV ve yazılı basından
daha güvenilir bir haber kaynağı.
Elbetteki herkes için durum aynı
değil. Örneğin yine 15 Ocak
2002'deAfrika'nın
Zimbabvesi'nde onaylanan bir
yasayla, radyolann yayınlan
kısıtlanıyor ve daha yakın takibe
aluııyor. Gerekçe mi? "Dış
mahfiffi yılacı ve anlâk bozucu
oiumsuz yaymlann önünü
almak" (!! f). Sözcükler sizlere
"onüarda* çok şey ifade ediyor
sanınz. Işte sayuı üst-üst kurullar
en kısa zamanda tercihlerini
yapmak zorundalar. Çağ ip atlar
gibi atlanmıyor. Yukanda, hep
yukanda kalmanın yollan Kara
Afrikalı "Kapah Radyo"
modellerinde aranacaksa,
haklısınız beyler sanlın
statükoya! Yoksa gelin Fransız
uzmanlann bile hayranlığını
kazanımş bir "Açık Radyo"nun
yanında yer alabin. Diyeceksiniz
ki peki hani nerede "ldtiesel
seferbertikler, imza ve dayanışma
kampanyalan"? Sız de
haklısuuz... Buyrun "Kapah
Radyo"ya...
ugnr.hukiim@paris.com
Kongo'yakar
yağmca fareler
cirit attı
lsveç kış ülkesidir,
malum. Halk kış
sporlanna çok
düşkündür. "Ispanya'da
bfle kar var, burada yok"
diye yakınırlarken bir
geldi pir geldi beyaz
rahmet! Işte o zaman
Stockholm'de bir başka
kış sporu kent sakinlerini
bu kar soğuğunda
terletmeye başladı: tşe
gidip işten eve dönme
sporu! Hadi ilahi
güçlerin takdirine sual
olmaz. ama, halkın
oyuyla göreve gelmiş
politikacıların takdiri
sınıfta kaldı.
Stockholm'de metro,
banliyö treni ve otobüs
taşımacıhğından
Stockholm Yerel Trafık
îdaresi (SL) adlı belediye
kuruluşu sorümludur. Eh
artık bu "sosyal devfct"
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
de küreselleşiyor ya, bir
süredir özel taşeron
şirketler, hizmetleri
sözleşmeli olarak
yüklendi. Birisi metrovu,
öteki banliyö trenlerini
ve birkaç şirket de
semtlere göre otobüsleri
devraldı. Fransız şirketi
Connex metro işletimini
devTaldıktan sonra işe
istasyonlan parlatarak
bedavacüarı önlemek
için giriş yerlerini
daraltarak ve kontrolleri
arttırarak başladı. Ne var
ki, önce sinyal sistemi
değiştirilirken sorunlar
yaşandı, ardından hemen
her şeyde. Halk,
peronlarda beklemeye ve
bahk istifi yolculuk
etmeye ahştınldı. Derken
kar yağdı ve ilk birkaç
gün metro hemen hemen
hiç işlemedi. Yerine
otobüs koymaya
çalışular, o da olmadı
Banliyö trenlerini
devralan Citypendeln de
başta vagonlarda kahve
servisi yapmaktan söz
ederken insanlan
saatlerce istasyonlarda
bırakmaya başladı. Kar
yagınca durum daha da
kötüleşti. Halk, işe gitme
sporunu yaparken
çüdıracak hale geldi.
Toplu taşımacıhk toptan
hapıyuttu.
Otobüsler -hem özele
devredilmiş olanlar hem
de hâlâ belediyenin
işlettikleri- karlan
temizlenmeyen yollarda,
bir metre kara saplanıp
terk edilen otomobüler
arasında sefer yapamaz
oldu. Neden
temizlenmiyordu yollar?
Çünku kent, semt semt
farkh taşeron temizlik
şirketlerine teslim
edilmişti. Politikacılar
taşeronlan, onlar da hava
koşullanm suçladı.
Evlerin damlanndan
sarkan buzlar bir başka
sonm oluşturmakta.
Daha bir gün önce 14
yasındakı bir oğlan,
kentin en civcivli
caddesinde kaldınmda
giderken başına buz
parçası düşmesı sonucu
yaşanunı yıtırdı. Damlan
kim temizleyecekti?
Konut sahibi şirketlerin
görev verdiği özel
şirketler. Onlar da artık
yenşebildikleri kadar iş
yapıyorlardL Paran kadar
iş. Peki, belediye ne
yapıyor? Görevini
yapamayan taşeronlann
mukavelelerini iptal
ediyor; onun yerine
görevi kendi mi devir
alıyor? Ne gezer!.. Bir
başka özel şirkete
veriyor. Ha unutmayalım,
çöp toplama hâlâ
belediyenin işi.
Ama çöpler
toplanamıyor. Karlar ve
terk edilmiş araçlar
yollan geçümez hale
getirdiği için çöp
kamyonlan bınalara
yaklaşamıyor.
Çöp yığınkn artnkça,
sokakta cirit atan
fareler de arüyor.
Hele çöplerin tasnif
edilerek atüması için
evlerin alt katlannda
açılan "çevre
istasyonlan(.')'' ciritçi
farelerin h ş soğuğundan
kaçarak sığmdıklan
merkezler haline geldi.
Diyebiliriz knz ve kaos
bir onlann işine yaradı.
Serbest pazar ve rekabet
denirkenhalk
unutulmuştu yani.
Seçimle göreve gelen
pohtikacılar,
sorumlulugu da
özelleştirmişti. Gazeteler,
öflceli okur mektuplanyla
dolu. "Burası kış ülkesi
değil mi" diye soruyor
insanlar. Yok canım, hiç
olur mu? Belli ki kar
tsveç'e değil Kongo'ya
yağdı...
**rt İTsıtfnni^iAİ A^şanistan'danABO'ıu^Küba'dakiC^ıantananiofissmıegetirilenElKa-
Vt nllJtSItll SAtveTalebanüyesiesüierin 11 Ocak'taçekilenfotoğraflanöncekigün
Pentagon tarafindan basına verildi. Turuncu tulumhı ve efleri bağh tut-
saklar, tel kafeslerine konulmadan önce diz çöktürulerek bekletiHyor. Ingiliz istihbarat ajanlanda 110 tutsak ara-
smdaki 3 Ingüiz yurttaşuu sorgulamak üzere dün üsse ulaşti. (Fotoğraf: AP)
Soyadından
kaybedenlerDış görünüşü, etnik ya da
dinsel kimliği, siyasi geçmişi
nedeniyle sosyal paylaşımdan
hak ettiğince yararlanamayan
ldşilerin öyküsünü çok
dinlemiştim. ama saydığım
gerekçelere bir kişinüı
soyadınuı da eklenebileceğini
hiç düşünmemiştim.
Geçen cumartesi akşamı
Danimarka televizyonunda
haberleri izleyince
soyadından kaybedenler de
bulunduğunu öğrenmiş
oldum."Soyadınızda üçten
fazla nece varsa ya da soyadmız
'-oğlu' sözcüğüyk bitiyorsa
tüm kariyer hayaDerinizi bir
tarafa koyun, eünizdeki ile
yetinmeye bakm." Böyle dedi
haber spikeri. Soyadım tarife
uyuyordu. Her ne kadar
Danimarka
KOPENHACbenim ülkem
değilse de,
benim
soyadım
onlannki ile
aynı dilden
değilse de,
dünyadaki
insanlarm birbirine benzediği
inancun nedeniyle, ne kadar
ürkütücü olduğunu biraz sonra
açıklayacağun haberi dikkatle
izledim.
Haberde; Danimarka'da, bizde
"-Oğlu'' ap)arpina gelen "-Sfin"
soneki ile biten soyadı taşıyan
Danimarkalı sayısının hızla
azalmakta olduğu
anlatıhyordu. Azahna yalnız
doğal nedenlerle değil, suni
seçilimle gerçekleşiyordu.
Çocuk sahibi olan çiftlerden
birinin soyadında "-sen"
soneki yoksa doğan çocuk bu
soyadım alıyor; Nielsen,
Jensen ve Hansen soyadlan da
bu şekilde tarihin derinliklerine
gömülmeye başhyordu.
1970'lerde bu üç soyadına
sahip Danimarkalı sayısı
toplam 1 milyon iken
bu sayı günümüzde 850 bine
düşmüştü.
Bunun en önemli nedeni ise
halkın giderek bireysel
düşünmeye başladığı ve
diğerlerine benzemekten
rahatsız olduğu idi. Başka bir
önemli neden ise soyadı "-sen"
ile biten ldşilerin iş
görüşmelerinde taşralı ve
köylü mentalitesine sahip
olduklan düşünülerek tercih
edihnemeleriydi.
Haberde görüşlerine
başvurulan birkaç kişi de
düşünceleri doğrulayan sözler
ediyorlardı. Özetlersek "-Sen"
(oğlu) soneki ile biten soyadı,
zarar veren bir sosyal miras
olarak görülüyordu"
Danimarkanlar arasmda.
Danimarka halkuun yüzde
59'u soyadında "-sen" sonekini
taşıyordu habere göre. Benzer
bir haberi de yaklaşık bir yü
kadar önce lsveç gazetelerinde
görmüştüm. Isveçüler de aynı
gerekçelerle Ericsson
soyadmdan vazgeçmeye
başlamışlardı.
Haber bundan sonra bu
satırlann yazan için ürkütücü
SADİ
TEKELİOĞLU
bir hal aldı, zira Danimarkalı
ünlü masalcı H.C. Andersen
1859 yılında benzer bir konuyu
ele aldığı "Çocuk
konuşmaian" adlı bir öykü
yazmıştı. Öyküde birbirlerine
caka satan çocuklardan biri
diğerlerine "Ben salonlarda
büyüdüm, bodnunda değil,
soyadı '-sen' ile bitenlerden
uzak durdum. Siz de uzak
durun" diyerek gruptaki
çocuklardan birini kızdmnaya
çalışıyor. Kızdmlmaya
çalışılan çocuğun babası ise
zegin bir tüccar ve soyadı
Madsen'dir. O "Babam bana
>üz torba şeker alacak kadar
para verir. ben de o kadar
şekeri ahr lağana atanm,
naber!_" diyerek cevap verir.
Salonlarda büyüyen altta
kalmaz ve "Sen ne
dhorsun? Herkes
benim babamdan
korkar, benim
babam istediği
kişininadını
gazeteye koyar.
_ ^ _ _ Benim babam
gazete sabibidir'1
cevabmı verir.
Zaten haberi izleyince kendi
soyadım nedeniyle moralim
bozuunuştu, bir de
Andersen'in öyküsünü tekrar
okuyunca ve bunun ardından
internette sayfası olan —
gazetelerimizm köşe
yazarlannm soyadlannı
inceleyip de o gün ilaç için
olsun bir tane "-oğhı" ile biten
bir yazar soyadına
rasüayamayınca ne yapacağımı
şaşırdım.
Kendi kendime "Andersen
büe 1859 yıhnda yazmış,
soyadından kaybediyorsun işte.
Bu-ak bu yazı çia işlerini, git
kendine başka bir iş bul"
önerisinde bulundum.
Neyse, Andersen'in
öyküsünün devarmnı da
anlataymı da, benim gibi
soyadı "-oğlu" ile biten
okurlanmızın pazar gününü
zehir etmeyeyim. Soyadı
tartışması yapan çocuklan kapı
aralığuıdan izleyen fakir mi
fakir bir oğlan ise duyduklannı
düşünüp şöyle der, "Ne gazete
sahibl, ne de bana yûz torba
şeker alacak bir babam var,
sonu"-sen " De biten bir
soyadım var. En iyisi ben
doğduğuma. dün>a>a geldiğime
sevineyim" diyerek usulca
oradan aynlır.
Doğduguna ve dünyaya
geldiğine sevinen oğlan; yıllar
sonra, Kopenhag'da kendi
adını taşıyan müzede eserleri
sergilenecek olan dünyaca ünlü
Danimarkalı heykeltıraş Bertel
Thorvaldsen'dir.
Her ne kadar siz benim
soyadımın gazeteye
konduğunu da görseniz, yazıyı
okuduktan sonra bizim
ülkemizde gündemi dolduran
siyasetçi, sanayici, sanatçı
kişilerin soyadlannı bir gözden
geçirin yine de. Hem pazar
eğlencesi olur, hem kimbilir
belki de Danimarkah ve
îsveçlilere hak verirsiniz.
Insan neyi hayal ediyorsa ona koşuyorSabahleyin, rapraprap, trenlerden,
metrolardan boşalıp dağılır
kalabahklar,raprap rap. Uygun
adun, ciddi, ağîrbaşlı, mecbur.
Kovanlara girip çıkan arılar gibi.
Öğlenleri de benzer bir koşturmaca,
omuz omuza yemek, ahşveriş,
asansör kuyruklan. Akşam
omuzlar çökmüş, rap rap, trene
koşulur,rapraprap.Koltuğa
çökünce bir oh çekilir; oh, bugün
de geçti işte. Sonra o gün
kazanılan bir zafer anımsanır,
dudaklarda bir gülümseme
belirdiğinde birisinin kendisine
baktığı fark edilip toparlanılır.
Yaşh bir amca her gün bu yanşı
izler oturduğu Starbuck kafede.
Onun da gözlerinde hafıften bir
gülümseme var. Sanıyorum
kazandığı bir zaferi düşündüğünden
değil. Sokakta gelip geçenleri, içeri
girip çıkanlan izlerken mutlaka bir
şeyler görüyor, biz koşturanların
fark edemediği. Onu fark etmemek
elde değil, özellikle her öğlen aynı
yerde nefes alan benim için.
Dikkatli gözlemciliğini ve
gözlerindeki gülümsemeyi
saklamayı düşünmeden ısrarla
bakar insanlann yüzüne. Bazen
başıyla hafif bir selam verir.
Gittiğim saate bağlı olarak kimi
zaman yalnız bulurum onu, kimi de
karşısında kendı yaşına yakın bir
hanım teyzeyle. Onları böyle
uzaktan izlerken başladım hikâye
yazmaya, geç yaşta aşkı bulmuş bir
çifttiler. Yaşh amca her gün onu
burada bekliyordu, teyze ise belkı
kızma, oğluna veya torunlanna
hesap vermekten kaçarak gizlice
evden süzülüyordu. Gelemediği
günler oluyordu elbette, amca
sabu"la bekliyordu. Ama her gün bu
saatlerde burada. Gelgelelim neden
burası, ne işleri var burada sorusuna
ce\'ap bulamıyordum. Birbirlerinin
gözlerinin içine bakabümek için,
çalışma hayatımn en yoğun
yaşandığı bölgelerden birinde, an
kovanı gibi işleyen bir kahvede ne
anyorlardı ki? Yakın masalara
oturmaya çalışıyordum ya da fark
ettirmeksizin onlan izleyebileceğim
masalara, ağızlanndan alayım
hikâyelerinı diye. Almanca
konuşuyorlardı aralannda. Yine de
TORONTO
BERMA
DE>ÜRYOL
umudu kesmedim, izlemeye dev am
ettim ben de ısraria, belki onun da
beni izlediğini artık fark
ettiğimdem. Hikâyeyi daha fazla
geliştiremiyordum amma, amcamn
sakin ve bu dünyanın dışındanüğım
izlemek bana huzur veriyordu. İçeri
yüzüm kıpkırmızı daldığımda. her
zaman oturduğu köşe masada
buluyordum onu, sakin, huzurlu ve
izleyen. Ara sıra göz göze
geliyorduk, başıyla selâmlayıp
gülümsüyordu. Bir gün oturduğum
masaya gehp Amelie'yi izleyıp
izlemediğimi sordu. Henüz
gitmemiştim filme. Çok tatlı,
mutlaka git deyip şimdiki filmlerin
hep gürültülü olduğunu sıkıştırdı
araya ve uzaklaştı. Artık iyiden
iyiye amcayı daha yakm tammak
merakı beni sarmışken bir gün beni
masasuıa buyur etti, bugün
gelmeyecek diyerek. Kimden
bahsettiğini bih'yordum, her gün
burada buluştuğu sevgilisinden
bahsediyordu. Sanki yıllardır
tanışırmışız gibi konuşmaya başladı
hemen: "Afganistan'dabergün
yüzlerce insan ölüyor, künseyi
kandıramazlar. Ben drvorum Id
filozoflar kitaplannı sadece
üniversite mezunlarma yazryorlar.
neden her şeyi karmaşıklastımorlar
dersin, sen Krisnamurti'yi, Rumi'yi
bfliyor musun, onlar sade ve açık.
Onİan anlayabfliyorum. Her şey
birbirinin kopyası haline geimeye
başladı, kopya, kopyanın kopyaa,
kopyanm kopyasmm kopyası!"
Dışanda bir yandan bir dakikalar
iki dakika daha doğurmaya de\'am
ediyor, ellerinde paketler koşturan
insanlar ve ildde bir kulağınıza
çarpan birbirînin tekran "Nod,
ahşveriş" sözcüklen ve burada
karşımda oturmuş, bütün bu
hengâmeye alabildiğine içerlediği
halde her gün sakin ve alaycı, onlan
izleyen, adını hâlâ bilmediğim ak
saçh birisi. Zamanla sunm aldım
ağzuıdan: Her gün buluştuğu, eşi
imiş... Eşi buralarda çalışıyormuş,
kendisi de bir yayınevinde kapak
tasanmı işleri yaparmış, ama artık
bilgisayarlar var, insana gerek
kahnadı, uzun zamandır
çalışmıyorum o yüzden, diyor.
Sonuçta çoğunlukla kendı başuna
ve elimde otobüs beklerken
meditasyon gibi hızımı yavaşlatan
kitaplarla geçen öğlenlerim, artık
amca ile birbirimizin içini
karartarak geçmeye başladı: "Bir de
bakacaklar bir gün eOerinde
yaşanacak bir toprak parçası,
içecekJeri su kabnamış" diyor
arkadaşım. Savaşlar, silahlar, açlık
ve insanın insana uyguladığı vahşet.
Sonuna değin zorlukla dayandığun
ve bana son derece ürkütücü gelen
Yüzüklerin Efendisi filminden
çıktığımda, henüz şöyle tatlı bir
geleceği hayal eden, içinde
kuzulann meleşip kuşlann
cıvıldaştığı bir film izlemediğimi
düşündüm. Sanınm amcamn dediği
hiç de uzak değil, insan neyi hayal
ediyorsa, ona doğru koşmuyor mu
zaten?