18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 OCAK 2002 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Buyrun Kapalı Radyo'Fransız bürokrasisi tarih boyunca "Tekel Devk* ve Milli Birtik" ağırlıklı, Fransız Devrimi'den sonra da (1789) daha ziyade "Jakoben" sıfaöyla anılacak "Büyük DevJet" geleneğiyle ûnlenmiştır. Örneğin 11. Louis daha 15. yüzyılın ikinci yansında her türlü iletişim aracına "Kraliyet BütünJügu" adına el koymus. Yahu, o devirde hangı iletişim aracı, kıme karşı demeyin? Roma împaratorluğu kalıntısı kilise ve üniversitelerin haberleşme ağı ciddi bir rekabet oluşturuyor, meTkezin otoritesini(!) sarsıyor, sakıncalı ve ahlaksız şebekelerin(!) kurulmasını kolaylaştınyormuş. Türkıye Cumhuriyeti'nin ilk yapılanmasında "taldiderden sakmabm" diyebilecek pek kimse olmadıgına (olası muhalifler muhtelif (!) gerekçelerle temizlenmiş) göre balıklama atlanmış modelin ûstüne. Yüzyıllann kitlesel sosyal mücadele süzgecinden süzülüp gelmiş beyin kaldıracı, "deştirisdfik" de gökten zembille inmeyeceği için, kör topal iJerleyen bir demokrasi süreci tûm hız ve hızlanmasına karşın, en "Açık" radyolan büe "Kapatmayı" engelleyememiş. En Ust'ûn Kurul bile "Yassah kardeşim yassah! Mzam, intizam bunu gerektiriyor™ Ey Radyo olacak! Senin adm östönde_ AçıksaçıkşeyJer yamurthıyorsun, Sakmcah (yüce devJetin koyduğu yasalara aykın) ve ahlâksc (tophıin huzuruou bozaca) şebekeJerin kurubnasını kolajlaştinyorsun" demekten öteye geçemiyor. "Benim (gücüm) görevün piyasada serbestsaûlan khâba (yetişmez) kanşmaz. Bukowski denen adama Nobel verseter ne yazarü! Nilgün Cerrahoğlu hanımın da işi gficö yok, o keş leflgüi43.900 internetsitesitespite0niş.Git5İn o herit içioden çıknğı tophunu koknştursunü! Ben keodi çöplüğümfi korumakla yükmnlöymn. Ona mikrofon tntaniara da, ben devteüm, haddini bildiririm. Benim başbakanım x nıilyar dotar ve Irak hatmna 'En Büyük Devlet'in sağbk ve aJal gözetiminden geçse de; Howard Stern isimti Amerika'nm en popüJer radyocusu konuklannı seviştirip hınttılannı dinkyicileriyle paylaşsa da benim çöptiiğümün alilâkı benden sorulur. Aaak da Kapalı Radyo' oisunlar da görsünler bakahm!". 1997,1999 ve 2000 yıllannda Fransa'dan Türkiye'ye üç kez ortak radyo bulmak, işbirliği amacıyla görevli yollandı. ficisi kamu radyosundan (RFI- PARİS UGUR HÜKÜM Uluslararası Fransa Radyosu), biri de özel-ticari radyodan (Radio Nova) üç uzman Tûrkiye dönüşü kurum ve üst düzey amirlerine raporlar sundu. Hepsinin gözlemi şöyle bir saptamada birleşti: Türkiyede harikulade özgün bir radyo yaşıyor. Bilim ve sanatı, eğlence ve düşünmeyi bir kanalda götüren bir radyo. "Kainatuı Bütün Ses ve Renklerine Açık", tasavvuf ve Osraanlı müziğinden caz ve dünya müziğine; savaş zanaatından mimarlık sanatuıa; Cava'dan Tunanın beri yanına uzanan, çoğu zaman her biri, işinin erbabı programcı ve animatörlerin eşliğinde bir radyo... Fransa'da kendı alanlannda en yetkin ve başanlı addedilen France Musique, France Culture, France Inter, Radio Nova, Radio Classique, TSF gibi radyolann alaşımı bir radyo: "Açık Radyo". Yasalann insanlar tarafindan insanlar ıçin yapıldığını; eğri büğrü de olsa, sonuçta "dün* için düzenlenenlerin "bugün" aşılabileceğini. aşılması gerektiğini; kâğıt üstündeki eksiklerin kâğıt üstünde düzeltilmelerini beklemeden akıl ve sağduyu ile çözülebileceğini beceremediklerinden ötürü bugün "Kapah Radyo"... Anonim dinleyiciye yayın yapan radyo istasyonu fikri ilk kez, tam 90 yıl önce Fransız Mühendis Raymond BraiOard'dan geliyor. 'Açık Radyo'nun yayınının durdurulduğu tarihten tam 20 yıl önce, yani 15 Ocak 1982'de, Fransız Resmi Gazetesi'nde yayımlanan bir yasayla 'Korsan Radyolar\ 'Özgür Radyolar'a dönüştürülüyor \ e birkaç hafta içinde Fransa'nın her yerinde mantar gibi FM radyolar bitiyor veya yasadışılıktan kurtuluyorlardı. Mevcut denetleme mekanizması kendine tanınan yetkileri geniş oranda "atan makas tutan efler" olmak yerine, ilk adımda teknik ve hukuki altyapıyı hazırlamaya yönelik kullanıyordu. O günkü Fransız RTÜK'ü CSA, bin türlü politik ve ticari çıkann da cirit attığı bir ortamda, giriştiği adımın bilincinde, kulağı hükümette, gözü kamuoyunda, olabildiğince(!) haysiyetle ve mesleki bir tutumla ve de ne yeterli ahlâki ne de hukuki verilere sahip obnadan, bugünün altyapısını hazırlıyordu. Bugün bütün siyasi ve etnik gruplann (Türklerin yok) Fransa'da çeşitli yayın olanaklan var. Üstelik (daha önceleri birkaç kez belirttiğimiz gibi) Fransızlar için radyo, TV ve yazılı basından daha güvenilir bir haber kaynağı. Elbetteki herkes için durum aynı değil. Örneğin yine 15 Ocak 2002'deAfrika'nın Zimbabvesi'nde onaylanan bir yasayla, radyolann yayınlan kısıtlanıyor ve daha yakın takibe aluııyor. Gerekçe mi? "Dış mahfiffi yılacı ve anlâk bozucu oiumsuz yaymlann önünü almak" (!! f). Sözcükler sizlere "onüarda* çok şey ifade ediyor sanınz. Işte sayuı üst-üst kurullar en kısa zamanda tercihlerini yapmak zorundalar. Çağ ip atlar gibi atlanmıyor. Yukanda, hep yukanda kalmanın yollan Kara Afrikalı "Kapah Radyo" modellerinde aranacaksa, haklısınız beyler sanlın statükoya! Yoksa gelin Fransız uzmanlann bile hayranlığını kazanımş bir "Açık Radyo"nun yanında yer alabin. Diyeceksiniz ki peki hani nerede "ldtiesel seferbertikler, imza ve dayanışma kampanyalan"? Sız de haklısuuz... Buyrun "Kapah Radyo"ya... [email protected] Kongo'yakar yağmca fareler cirit attı lsveç kış ülkesidir, malum. Halk kış sporlanna çok düşkündür. "Ispanya'da bfle kar var, burada yok" diye yakınırlarken bir geldi pir geldi beyaz rahmet! Işte o zaman Stockholm'de bir başka kış sporu kent sakinlerini bu kar soğuğunda terletmeye başladı: tşe gidip işten eve dönme sporu! Hadi ilahi güçlerin takdirine sual olmaz. ama, halkın oyuyla göreve gelmiş politikacıların takdiri sınıfta kaldı. Stockholm'de metro, banliyö treni ve otobüs taşımacıhğından Stockholm Yerel Trafık îdaresi (SL) adlı belediye kuruluşu sorümludur. Eh artık bu "sosyal devfct" STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN de küreselleşiyor ya, bir süredir özel taşeron şirketler, hizmetleri sözleşmeli olarak yüklendi. Birisi metrovu, öteki banliyö trenlerini ve birkaç şirket de semtlere göre otobüsleri devraldı. Fransız şirketi Connex metro işletimini devTaldıktan sonra işe istasyonlan parlatarak bedavacüarı önlemek için giriş yerlerini daraltarak ve kontrolleri arttırarak başladı. Ne var ki, önce sinyal sistemi değiştirilirken sorunlar yaşandı, ardından hemen her şeyde. Halk, peronlarda beklemeye ve bahk istifi yolculuk etmeye ahştınldı. Derken kar yağdı ve ilk birkaç gün metro hemen hemen hiç işlemedi. Yerine otobüs koymaya çalışular, o da olmadı Banliyö trenlerini devralan Citypendeln de başta vagonlarda kahve servisi yapmaktan söz ederken insanlan saatlerce istasyonlarda bırakmaya başladı. Kar yagınca durum daha da kötüleşti. Halk, işe gitme sporunu yaparken çüdıracak hale geldi. Toplu taşımacıhk toptan hapıyuttu. Otobüsler -hem özele devredilmiş olanlar hem de hâlâ belediyenin işlettikleri- karlan temizlenmeyen yollarda, bir metre kara saplanıp terk edilen otomobüler arasında sefer yapamaz oldu. Neden temizlenmiyordu yollar? Çünku kent, semt semt farkh taşeron temizlik şirketlerine teslim edilmişti. Politikacılar taşeronlan, onlar da hava koşullanm suçladı. Evlerin damlanndan sarkan buzlar bir başka sonm oluşturmakta. Daha bir gün önce 14 yasındakı bir oğlan, kentin en civcivli caddesinde kaldınmda giderken başına buz parçası düşmesı sonucu yaşanunı yıtırdı. Damlan kim temizleyecekti? Konut sahibi şirketlerin görev verdiği özel şirketler. Onlar da artık yenşebildikleri kadar iş yapıyorlardL Paran kadar iş. Peki, belediye ne yapıyor? Görevini yapamayan taşeronlann mukavelelerini iptal ediyor; onun yerine görevi kendi mi devir alıyor? Ne gezer!.. Bir başka özel şirkete veriyor. Ha unutmayalım, çöp toplama hâlâ belediyenin işi. Ama çöpler toplanamıyor. Karlar ve terk edilmiş araçlar yollan geçümez hale getirdiği için çöp kamyonlan bınalara yaklaşamıyor. Çöp yığınkn artnkça, sokakta cirit atan fareler de arüyor. Hele çöplerin tasnif edilerek atüması için evlerin alt katlannda açılan "çevre istasyonlan(.')'' ciritçi farelerin h ş soğuğundan kaçarak sığmdıklan merkezler haline geldi. Diyebiliriz knz ve kaos bir onlann işine yaradı. Serbest pazar ve rekabet denirkenhalk unutulmuştu yani. Seçimle göreve gelen pohtikacılar, sorumlulugu da özelleştirmişti. Gazeteler, öflceli okur mektuplanyla dolu. "Burası kış ülkesi değil mi" diye soruyor insanlar. Yok canım, hiç olur mu? Belli ki kar tsveç'e değil Kongo'ya yağdı... **rt İTsıtfnni^iAİ A^şanistan'danABO'ıu^Küba'dakiC^ıantananiofissmıegetirilenElKa- Vt nllJtSItll SAtveTalebanüyesiesüierin 11 Ocak'taçekilenfotoğraflanöncekigün Pentagon tarafindan basına verildi. Turuncu tulumhı ve efleri bağh tut- saklar, tel kafeslerine konulmadan önce diz çöktürulerek bekletiHyor. Ingiliz istihbarat ajanlanda 110 tutsak ara- smdaki 3 Ingüiz yurttaşuu sorgulamak üzere dün üsse ulaşti. (Fotoğraf: AP) Soyadından kaybedenlerDış görünüşü, etnik ya da dinsel kimliği, siyasi geçmişi nedeniyle sosyal paylaşımdan hak ettiğince yararlanamayan ldşilerin öyküsünü çok dinlemiştim. ama saydığım gerekçelere bir kişinüı soyadınuı da eklenebileceğini hiç düşünmemiştim. Geçen cumartesi akşamı Danimarka televizyonunda haberleri izleyince soyadından kaybedenler de bulunduğunu öğrenmiş oldum."Soyadınızda üçten fazla nece varsa ya da soyadmız '-oğlu' sözcüğüyk bitiyorsa tüm kariyer hayaDerinizi bir tarafa koyun, eünizdeki ile yetinmeye bakm." Böyle dedi haber spikeri. Soyadım tarife uyuyordu. Her ne kadar Danimarka KOPENHACbenim ülkem değilse de, benim soyadım onlannki ile aynı dilden değilse de, dünyadaki insanlarm birbirine benzediği inancun nedeniyle, ne kadar ürkütücü olduğunu biraz sonra açıklayacağun haberi dikkatle izledim. Haberde; Danimarka'da, bizde "-Oğlu'' ap)arpina gelen "-Sfin" soneki ile biten soyadı taşıyan Danimarkalı sayısının hızla azalmakta olduğu anlatıhyordu. Azahna yalnız doğal nedenlerle değil, suni seçilimle gerçekleşiyordu. Çocuk sahibi olan çiftlerden birinin soyadında "-sen" soneki yoksa doğan çocuk bu soyadım alıyor; Nielsen, Jensen ve Hansen soyadlan da bu şekilde tarihin derinliklerine gömülmeye başhyordu. 1970'lerde bu üç soyadına sahip Danimarkalı sayısı toplam 1 milyon iken bu sayı günümüzde 850 bine düşmüştü. Bunun en önemli nedeni ise halkın giderek bireysel düşünmeye başladığı ve diğerlerine benzemekten rahatsız olduğu idi. Başka bir önemli neden ise soyadı "-sen" ile biten ldşilerin iş görüşmelerinde taşralı ve köylü mentalitesine sahip olduklan düşünülerek tercih edihnemeleriydi. Haberde görüşlerine başvurulan birkaç kişi de düşünceleri doğrulayan sözler ediyorlardı. Özetlersek "-Sen" (oğlu) soneki ile biten soyadı, zarar veren bir sosyal miras olarak görülüyordu" Danimarkanlar arasmda. Danimarka halkuun yüzde 59'u soyadında "-sen" sonekini taşıyordu habere göre. Benzer bir haberi de yaklaşık bir yü kadar önce lsveç gazetelerinde görmüştüm. Isveçüler de aynı gerekçelerle Ericsson soyadmdan vazgeçmeye başlamışlardı. Haber bundan sonra bu satırlann yazan için ürkütücü SADİ TEKELİOĞLU bir hal aldı, zira Danimarkalı ünlü masalcı H.C. Andersen 1859 yılında benzer bir konuyu ele aldığı "Çocuk konuşmaian" adlı bir öykü yazmıştı. Öyküde birbirlerine caka satan çocuklardan biri diğerlerine "Ben salonlarda büyüdüm, bodnunda değil, soyadı '-sen' ile bitenlerden uzak durdum. Siz de uzak durun" diyerek gruptaki çocuklardan birini kızdmnaya çalışıyor. Kızdmlmaya çalışılan çocuğun babası ise zegin bir tüccar ve soyadı Madsen'dir. O "Babam bana >üz torba şeker alacak kadar para verir. ben de o kadar şekeri ahr lağana atanm, naber!_" diyerek cevap verir. Salonlarda büyüyen altta kalmaz ve "Sen ne dhorsun? Herkes benim babamdan korkar, benim babam istediği kişininadını gazeteye koyar. _ ^ _ _ Benim babam gazete sabibidir'1 cevabmı verir. Zaten haberi izleyince kendi soyadım nedeniyle moralim bozuunuştu, bir de Andersen'in öyküsünü tekrar okuyunca ve bunun ardından internette sayfası olan — gazetelerimizm köşe yazarlannm soyadlannı inceleyip de o gün ilaç için olsun bir tane "-oğhı" ile biten bir yazar soyadına rasüayamayınca ne yapacağımı şaşırdım. Kendi kendime "Andersen büe 1859 yıhnda yazmış, soyadından kaybediyorsun işte. Bu-ak bu yazı çia işlerini, git kendine başka bir iş bul" önerisinde bulundum. Neyse, Andersen'in öyküsünün devarmnı da anlataymı da, benim gibi soyadı "-oğlu" ile biten okurlanmızın pazar gününü zehir etmeyeyim. Soyadı tartışması yapan çocuklan kapı aralığuıdan izleyen fakir mi fakir bir oğlan ise duyduklannı düşünüp şöyle der, "Ne gazete sahibl, ne de bana yûz torba şeker alacak bir babam var, sonu"-sen " De biten bir soyadım var. En iyisi ben doğduğuma. dün>a>a geldiğime sevineyim" diyerek usulca oradan aynlır. Doğduguna ve dünyaya geldiğine sevinen oğlan; yıllar sonra, Kopenhag'da kendi adını taşıyan müzede eserleri sergilenecek olan dünyaca ünlü Danimarkalı heykeltıraş Bertel Thorvaldsen'dir. Her ne kadar siz benim soyadımın gazeteye konduğunu da görseniz, yazıyı okuduktan sonra bizim ülkemizde gündemi dolduran siyasetçi, sanayici, sanatçı kişilerin soyadlannı bir gözden geçirin yine de. Hem pazar eğlencesi olur, hem kimbilir belki de Danimarkah ve îsveçlilere hak verirsiniz. Insan neyi hayal ediyorsa ona koşuyorSabahleyin, rapraprap, trenlerden, metrolardan boşalıp dağılır kalabahklar,raprap rap. Uygun adun, ciddi, ağîrbaşlı, mecbur. Kovanlara girip çıkan arılar gibi. Öğlenleri de benzer bir koşturmaca, omuz omuza yemek, ahşveriş, asansör kuyruklan. Akşam omuzlar çökmüş, rap rap, trene koşulur,rapraprap.Koltuğa çökünce bir oh çekilir; oh, bugün de geçti işte. Sonra o gün kazanılan bir zafer anımsanır, dudaklarda bir gülümseme belirdiğinde birisinin kendisine baktığı fark edilip toparlanılır. Yaşh bir amca her gün bu yanşı izler oturduğu Starbuck kafede. Onun da gözlerinde hafıften bir gülümseme var. Sanıyorum kazandığı bir zaferi düşündüğünden değil. Sokakta gelip geçenleri, içeri girip çıkanlan izlerken mutlaka bir şeyler görüyor, biz koşturanların fark edemediği. Onu fark etmemek elde değil, özellikle her öğlen aynı yerde nefes alan benim için. Dikkatli gözlemciliğini ve gözlerindeki gülümsemeyi saklamayı düşünmeden ısrarla bakar insanlann yüzüne. Bazen başıyla hafif bir selam verir. Gittiğim saate bağlı olarak kimi zaman yalnız bulurum onu, kimi de karşısında kendı yaşına yakın bir hanım teyzeyle. Onları böyle uzaktan izlerken başladım hikâye yazmaya, geç yaşta aşkı bulmuş bir çifttiler. Yaşh amca her gün onu burada bekliyordu, teyze ise belkı kızma, oğluna veya torunlanna hesap vermekten kaçarak gizlice evden süzülüyordu. Gelemediği günler oluyordu elbette, amca sabu"la bekliyordu. Ama her gün bu saatlerde burada. Gelgelelim neden burası, ne işleri var burada sorusuna ce\'ap bulamıyordum. Birbirlerinin gözlerinin içine bakabümek için, çalışma hayatımn en yoğun yaşandığı bölgelerden birinde, an kovanı gibi işleyen bir kahvede ne anyorlardı ki? Yakın masalara oturmaya çalışıyordum ya da fark ettirmeksizin onlan izleyebileceğim masalara, ağızlanndan alayım hikâyelerinı diye. Almanca konuşuyorlardı aralannda. Yine de TORONTO BERMA DE>ÜRYOL umudu kesmedim, izlemeye dev am ettim ben de ısraria, belki onun da beni izlediğini artık fark ettiğimdem. Hikâyeyi daha fazla geliştiremiyordum amma, amcamn sakin ve bu dünyanın dışındanüğım izlemek bana huzur veriyordu. İçeri yüzüm kıpkırmızı daldığımda. her zaman oturduğu köşe masada buluyordum onu, sakin, huzurlu ve izleyen. Ara sıra göz göze geliyorduk, başıyla selâmlayıp gülümsüyordu. Bir gün oturduğum masaya gehp Amelie'yi izleyıp izlemediğimi sordu. Henüz gitmemiştim filme. Çok tatlı, mutlaka git deyip şimdiki filmlerin hep gürültülü olduğunu sıkıştırdı araya ve uzaklaştı. Artık iyiden iyiye amcayı daha yakm tammak merakı beni sarmışken bir gün beni masasuıa buyur etti, bugün gelmeyecek diyerek. Kimden bahsettiğini bih'yordum, her gün burada buluştuğu sevgilisinden bahsediyordu. Sanki yıllardır tanışırmışız gibi konuşmaya başladı hemen: "Afganistan'dabergün yüzlerce insan ölüyor, künseyi kandıramazlar. Ben drvorum Id filozoflar kitaplannı sadece üniversite mezunlarma yazryorlar. neden her şeyi karmaşıklastımorlar dersin, sen Krisnamurti'yi, Rumi'yi bfliyor musun, onlar sade ve açık. Onİan anlayabfliyorum. Her şey birbirinin kopyası haline geimeye başladı, kopya, kopyanın kopyaa, kopyanm kopyasmm kopyası!" Dışanda bir yandan bir dakikalar iki dakika daha doğurmaya de\'am ediyor, ellerinde paketler koşturan insanlar ve ildde bir kulağınıza çarpan birbirînin tekran "Nod, ahşveriş" sözcüklen ve burada karşımda oturmuş, bütün bu hengâmeye alabildiğine içerlediği halde her gün sakin ve alaycı, onlan izleyen, adını hâlâ bilmediğim ak saçh birisi. Zamanla sunm aldım ağzuıdan: Her gün buluştuğu, eşi imiş... Eşi buralarda çalışıyormuş, kendisi de bir yayınevinde kapak tasanmı işleri yaparmış, ama artık bilgisayarlar var, insana gerek kahnadı, uzun zamandır çalışmıyorum o yüzden, diyor. Sonuçta çoğunlukla kendı başuna ve elimde otobüs beklerken meditasyon gibi hızımı yavaşlatan kitaplarla geçen öğlenlerim, artık amca ile birbirimizin içini karartarak geçmeye başladı: "Bir de bakacaklar bir gün eOerinde yaşanacak bir toprak parçası, içecekJeri su kabnamış" diyor arkadaşım. Savaşlar, silahlar, açlık ve insanın insana uyguladığı vahşet. Sonuna değin zorlukla dayandığun ve bana son derece ürkütücü gelen Yüzüklerin Efendisi filminden çıktığımda, henüz şöyle tatlı bir geleceği hayal eden, içinde kuzulann meleşip kuşlann cıvıldaştığı bir film izlemediğimi düşündüm. Sanınm amcamn dediği hiç de uzak değil, insan neyi hayal ediyorsa, ona doğru koşmuyor mu zaten?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle