Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3 NİSAN 2000 PA2ARTESİ
DIZI
İçine düşürüldüğümüz kör
dövüşü: Kavram karmaşası
F
akat ilginçtir, bugüne dek. ön-
ce üretimle ilgili Marksist kav-
ramlara yönelik olarak başlatı-
lan, ancak giderek öteki alanla-
ra, örneğin yönetsel, siyasal.
ideolojik, hatta sanatsal kav-
ramlara kadar kapsamı genişletilen Soğuk Sa-
vaş'm bu stratejisi de, sankı Sovyetler Birli-
ği 'nin ansızın dağılmasıyla birden önemlı bir de-
ğişikliğe uğratılmış ve kavramlar, artık salt an-
lam yozlaştınlmasına uğratılmakla da yetinil-
meyıp birbirleriyle olan anlam ilişkilerinden ve
bütünlüklerinden kopartılarak yalnızlaştınlma-
ya başlanılmıştır.
Galiba bu nedenle de, bugün, güya aynı söz-
cükleri kullanarak konuştuklan halde. aydınla-
nmızın birbirlerini anlayabildiklerini dahi söy-
leyebilmek gerçekten olanaksızdır, gördüğü-
müz kadanyla.
Yoksa, Türkiye'nin en çok satan haftalık ya-
yın organlanndan biri olduğunu savlayan bir
dergınin yazıişleri müdürü, "Bizim için önemli
olan laiklik değü, demokrasidir" diye nasıl ko-
nuşabılirki...
Nitekim, Soğuk Savaş'ın ünlü ideologlarından
Francis Fukuyama da Sovyetler Birliği'nin da-
ğıtılmasından sonra acele kaleme aldıgı "Tari-
hin Sonu ve Son İnsan" adlı kıtabında. "zaman
içinde çok olumsuz çağnşımJaria bütünleştiği
için
1
" artık "kapıtalizm" sözcuğunu dahı kullan-
madıklannı ve yerine "serbest pazar ekonomi-
si" dediklerini açık açık yazmıştır. (Sımavi Ya-
ymlan, s. 73)
Yoksa. bu üJkenin cumhurbaşkanı, toplumun
günlük dilinde sanki "şeriat" sözcüğü yokmuş
gibı. verdiğı demeçlerde "Halkı laikler ve laik
olmayanlar diye ildye bölmeyin" diyerek niçin
"laik" kavramının karşıtını, "laikobnayanlar"
biçiminde bir yeni tamlamayla anlatmaya kal-
kışsınki...
Yargıtay Başkanlığı'na seçilmiş, üstelik aka-
demık sana sahip bir hukukçu, yoksa, adli yı-
lın açıhşında Yargıtay Başkaru olarak "Is-
lam. içtihad'a (bağımsı/ karar vermeğe). şû-
ra'ya (danışmaya). icma'ya (uzlaşmaya) açık
olduğu için, laikliğe elverişli bir dindir" diye
nasıl konuşabilir, Yarabbi.L
Örneğin, "îkinci Cumhuriyetçüer" diye
adlandınlan birkısım aydının, şiddetle eleş-
tirdikJeri laikcumhuriyedyıkmak için bun-
ca zahmete, salt kurulacak yeni cumhuriye- •
tin başına "Udnci" sıfatını ekleyebilmek uğ-
runa katlandıklannı söyleyebilmenin gerçek-
ten olanağı var mıdır hiç, Allah aşkına...
Amaç. hiç kuşku yok ki, laiklik, cumhuri-
yet, demokrasi. insan haklan, eşitlik, özgür-
lük, tolerans, hoşgörü v b. gibi çağdaş kav ram-
lan karman çorman ederek kafalan kanştınp
devlet kavramı ile laiklik kavTamını bırbirinden
ayırmak, cumhurryet kav ramını laik kavramın-
dan kopararak yalnızlaştırmak, laikiikile demok-
rasryi sankı birbirlerinin karşıtı kavTamlarmış gı-
bi göstermek. tolerans ile hoşgörü kavramlan-
nı birbırine kanştırmak, din ile laiklik kavram-
lannı, sanki her ikisi de ideolojik kavramlarmış
gibi bütünleştirmeye kalkışmak", vb. vb'dir... Ya-
ni, güya aynı sözcükleri kullanan insanlan bir-
birlerini anlamaz hale getirerek siyasal ortamı
tam bir kör dövüşüne döndürmektir asıl amaç,
kısacası...
Sivil toplum örgütü' mü, yoksa
'uygar toplum örgütü' mü?
İlginçtir, bu süreçte yalnız mevcut kavramlar-
la oynamakla da yetinilmemiştir, bu kavram
karmaşasını daha yogunlaştıracak şekilde. be-
lirli bir merkezce yeni yeni çarpık kavramlar da
türetilmiştır sanki büinçli olarak.
Örneğin. bugün cumhurbaşkanmdan orta-
okul öğrencisine kadar hemen herkesin coş-
kuyla sık sık kullandığı "sivil toplum örgütü"
kavramı da, bu karmaşanın yoğunlaştınlmasıri-
da gerçekten çok önemli rol oynayan yeni türe-
tilmiş çarpık kavramlann en tipiğidir, bizce.
Anımsanacağı gibi. geçen yıllarda Istanbul'da
düzenlenen HABÎTAT toplantılan sırasında,
Avdınlanmız,
Laisizm ve
.Mustafa Kemal
D E M İ R T A Ş C E Y H U N
toplantıyı düzenleyen uluslararası kuruluşlann,
ancak "Non Government Organization olan,
yanı "hükümetle ilişiği bulunmayan örgütlere"
parasal yardım yapabıleceğıni açıklaması yüzün-
den. kimi aydın çevrelerin (!) diline derhal, bu
Ingilızce sözcüklerin başharflerı
NGO'nun, gene Ingilizce oku-
nuşlanndan hareketle "En-
cio Örgütier" diye çar-
pık bir kavram da-
ha girmiştir
Ancak, ga-
liba hem
Batılı ül-
kelerde
kişi-
le-
A
^JL çık açık görüldüğü gibi, ta
1950'lerden beri usta işi
politikalarla sürdürülen aydın
kıyımlannın, eğitimin
yozlaştınlmasının, kışkırtılan
kimlik tartışmalannın, yaratılan
kavram karmaşalannın tek
hedefi her zaman laisizm
olmuştur.
Bilindiği gibi, "sivil" sözcüğü dilimıze yıllar
önce Fransızcadan girmiştir ve "asker olma-
yan, ûniformalı olmayan, devlet memuru olma-
yan" anlamında kullanılmaktadır. Oysa, Ingi-
lizce "dvil" sözcüğü, ömeğin "uygarkk" anla-
mındaki "civüization" kavramı-
nın köküdür ve "uygar"
anlamına gelmekte-
dir. Bu nedenle
"civil law"
kavramı-
nın
Türk-
çe
nn
hü-
küme-
te herhan-
gi bir bilgi
vermeden ke-
yiflerince ör-
gütlenme hakkına sa-
hip bulunmalarına karşılık,
Türkiye'de Dernekler Yasası'na
göre bir örgüt kurabilmek için mutlaka polise
birtakım belgelerle birlikte başvurmak gerek-
tiğinden, ola ki ülkemizde zaten gerçek anlam-
da bir NGO'nun olamayacağı düşüncesiyle,
hem de Encionun NGÖ demek olduğunu,
NGO'nun da "devlet ve hükümede ilişiği bu-
lunmayan örgüt" anlamına geldiğini kitlelere an-
latabilmenın neredeyse olanaksızlığı yüzünden
sanınz. bu kez de acele îngılızce "ChilSociety"
kavrammdan, "civil" sözcüğünün "sivil" diye
okunmasının da verdiğı kolaylıkla Türkçeye
"sivfltoplum örgütü" diye çevirerek bir yeni tam-
lama daha icat etmişlerdir bu kavram için.
kar-
şıhğı
"me-
deni ka-
nun"dur.
"CivU
'• rights" veya
"Civil liberty"
kavTamlan "uygar-
uk haklan" veya "in-
san haklan" demektir. "Ci-
vU engineer" de, günümüzün ge-
reksindirdiği gökdelenleri, asma köprüleri, tü-
nelleri, metrolan yapan "inşaatmühendisi" an-
lamına gelmektedir.
Fakat ne yazık ki, Ingilizce "dvfl Sodety"
kavTamından dilimize aktanlmış bu "sivil top-
lum örgütü" deyimı, kuşkusuz Türkçedeki "si-
vil" sözcüğünün yönlendirmesi yüzünden, kav-
ramın tam karşılığı olan "uygar veya çağdaş
toplum örgütü" anlamında değil. "üyeleri as-
ker veya memur olmayan örgüt" anlamında bir
deyim olarak kullanılmaktadır kesinlikle. Bu
nedenle de, kimi aydınlanmızca bugün. örne-
ğin Nakşibendi tarikatı, akla değil vahiye daya-
nan bir inancı savunmasına ve ta on dördüncü
yüzyılda kurulmuş olmasına bakılmadan, salt
üyelerinın sivil oluşu yüzünden bir "siviltoplum
örgütü" sayılabilmektedir kolaylıkla. Oysa. gü-
nümüzdeki anlamıyla örgütier ve örgütlenme bi-
linci, ulusal çoğulculuğun ve katılımcılığın ger-
çekJeştirilebilmesindeki olmazsa olmaz önemi
nedeniyle, bugün artık demokratikleşmenin te-
mel öğelerinden biri olarak değerlendirilmek-
tedir. Dolayısıyla da, bugün önemli olan örgüt-
lerin üyelerinin kimliği, sivil \r
eya asker oluşu
filan değil, örgütlerin tüzelkişiliklerinin savun-
duğu ilke ve düşüncelerdir.
Kısacası, bugün gereksindiğimiz "siviltoplum
örgütleri" değil, "uygar toplum örgütleri"dir.
(Bu yanlış deyimi dilimızden bir an önce çıka-
np atmahyız mutlaka.)
Gerçekten, laiKllk' nedlr acaba?
Burada hemen şunu da belirtelim ki, HABİ-
TAT toplantılan sonrasının iyi nıyetli, coşkulu
telaşı içinde bile yapılmış olsa, İngilizce "civil"
kavramıyla dilimizdeki "shil" kavramının öz-
deşleştirilmeye çalışılmasının altında gene de.
ülkemizde lafaazmi hâlâ ayncasız ve odünsüz sa-
vunan tek kurum olduğu için orduya karşı du-
yulan tepkinin önemli bir rol oynadığından, ga-
liba kuşkuya düşmemek de olanaksızdır doğ-
rusu. Çünkü, açık açık görüldüğü gibi, ta 1950'ler-
den beri usta işi politikalarla sürdürülen aydın
kıyımlannın, eğitimin yozlaştınlmasının, kışkır-
tılan kimlik tartışmalannın. yaratılan kavram kar-
maşalannın tek hedefi her zaman laisizm olmuş-
tur.
Nitekim, Yargıtay Başkaru Saym Sami Sel-
çukbile, 6 Eylül 1999 günü yaptığı adli yılı açış
konuşmasında ilk hedef olarak Türkiye'deld la-
iklik uygulamasına saldırmıştır, anımsanaca-
ğı gıbı.
Sayın başkana göre, Türkiye (Mustafa Ke-
mal), "Jakobenlerin Fransası'ndan, ruhban
sınıfina karşı yapılmış, kincL tepkki bir dev-
rimin ürünü olan", "salt akümerkezci militan
bir anlaytştaki" laiklik anlayışını aldığı ıçm,
Türkiye'deki uygulama "gerçek laiklikten,
sekülerleşmekten uzak" bir laikhkrir. "Ülke-
mizde çarpıcı kınlmalara uğranuşOr." "Dine
saygısızdır, saldırgandır." Bu nedenle, Türki-
ye"dekı uygulama laiklik değil. "laikçiliktir".
Oysa, "tslam, bağunsız karan (içtihad'l), da-
nışmayı (şûra'yı), oydaştnayı, uzlaşmayı (ic-
ma'yı/ consensus'u) benimsediği" için "laikli-
ğe elverişli bir dindir" aslında. Ama ne var ki
"Fransız tarzı laiklik uy gulaması bunu engelle-
miş"tir. Nitekim, "Beİçika laiklik konusunda
Fransa'nın din ve devlet aynnu ilkesini redde-
dip, din >e devletin karşıhklı bağımsızhklan il-
kesini benimsediğinden. Fransız laikçiliğinin do-
ğurduğu açmazları yaşamamış"tır Türkiye
(Mustafa Kemal). "Beİçika laikciliğimBkalayıp",
örnek almamakla yazık etmiştir.
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'a göre ise Tür-
kiye'nın hâlâ demokratıkleşememesinin tekne-
deni de bu İaikliğin uygulaması'dır. "Clkemi-
zin demokratikleşmesinin önündekien büyiik en-
gel, 75 yıkhr uy gulanan bu Fransız tarzı laiklik
olmuştur." Ancak, 23-29 Eylül 1999 tarihli Ak-
tüel dergisinde çıkan konuşmasının daha ba-
şında her ne kadar, "Türkiye'nin şartlan disku-
ru"diyealayaalarak. "Türkrye''ninşartlanbaş-
ka, o nedenle laikliği de kendine göredir" görü-
şüne şiddetle karşı çıkmakta ıse de, ilginçtir. Sa-
yın profesöre göre de, Türkiye'ye Anglosakson
tarzı bir laiklik, Fransız tarzı bir laiklikten da-
ha fazla uygundur aslında. Yani; "Anglosakson
tarzı İaikliğin Türkiye'ye uymayacağı tezinin
hiçbir bilimsel temeli yoktur."
Gene çok ilginçtir, sayın profesöre göre, Js-
lamın Türkiye'de radikalleşmesi de bu laiklik
uygulaması yüzünden olmuştur. "Türkiye'de
bir radikal tslam varsa, bu, radikal İaikliğin so-
nucudur. Türkrye'de laiklik radikalleştikçe İslam
daha çok yeraltma inecek ve daha çok radikal-
leşecektir."
Sürecek
SlFIR NOKTASI /ORAL ÇALIŞLAR
Hüseyin'le Bergkamen'dan Düs-
seldorf'a gidiyoruz. Hüseyin, Ana-
dolu'nun ücra bir köyünden gelip
sürücü belgesini Almanya'dan almış
bir yurttaşımız. 200 kilometreye ya-
kın yol boyunca büyük bir özenle
bütün trafik kurallarına uyuyor. Bu
arada kuraltan uygularken bana da
anlatıyor.
Türkiye ortalaması içinde kuralla-
ra çok dikkat edenler sınıfına girebi-
lirim. Hüseyin'in özen gösterdiği bir-
çok kurala Türkiye'de uymadığımı
fark ettim. Örneğin iki sokağın kesiş-
tiği bir kavşağa çıkarken Hüseyin
önce sağına bakıyor ve sağda bir
araba varsa önce onun geçmesini
bekliyor.
Bunu da kendi kendine konuşarak
"Sağdakini beklememiz gerek" di-
yerek ıfade ediyor.
Hüseyin, otobana fabrikada duy-
duğu bant kelimesinden esinlene-
rek yanlışlıkla "otobant" diyor. Dili-
ne öylesi uygun geldiği için kelime-
yi yanlış kullanıyor. Yüzyıl geçse yi-
ne de otobant diyecek belli. Iş ku-
ralları uygulamaya gelince tam bir
Alman gibi davranıyor. Örneğin oto-
banda araba kullanırken hiçbir zaman
Trafikle Demokrasinin îlişkisi
ısrarla sol şeritten gitmiyor. Nedeni-
ni de şöyte anlatıyor: "Oral Abi, eğer
sürekli sol şentten gidersek, radar-
lar bizi tespit eder. Önümüzde ara-
ba yoksa ve bir arabayı geçmeye-
ceksek, sol şerıdi kullanamayız. Ku-
rallara uymazsak cezayı yeriz."
•••
Almanya'da bir başka arkadaşım,
hemen her hafta birkaç kez, yanlış
yere park erttiği için ceza yediğini
söyledi. Hatayı affetmeyen ceza sis-
temi ve toplumun denetimi yoluyla
bizim yurttaşlarımız, birçok konuda
değişmeseler bile trafik konusunda
iyi eğitilmişler. Onların trafikteki öze-
nine şaşıp kaldığımı söyleyebilirim.
Çünkü birçok konuda Almanya'da-
ki düzene uyamıyorlar, geleneksel
savrukluklannı, adam sendecilikleri-
ni sürdürüyorlardı.
Trafığe bunca özen gösterilen Al-
manya'da, sokak aralarında dola-
şan ve üzerinde "Trafik Vakfı" yazılı
ve trafiği berbat eden çirkin çekıci-
lere rastlamadım. Almanlar, henüz
Türklerin bu büyük keşfinin farkına
varmamışlardı. Almanyadönüşü ha-
vaalanına indiğimde, dört beş tane
trafik çekicisinin arka arkaya sıra-
landığını görüp şaşınp kaldım.
Belli ki, yeni havaalanının uyanık
müteahhitleri, otoparka daha fazla
araç yollayabilmek için trafik polis-
lerini harekete geçirmişlerdi. Alanda
ne kadar polis varsa, hiçbir aracı bir
saniye bile bekletmemek için ortalı-
ğı birbirine katıyorlardı. Kurala uy-
mayan varsa gelip cezanı yazarsın.
Hayıröyleyapmıyorlar. Önce bir gü-
rültü ile üzerinize geliyorlar. Eğerara-
banın içinde yoksanız bir çekici ya-
naşıyor ve arabanız derdest edilip
yeni otoparka doğru yola çıkıyor.
Sonra ara ki bulasın.
Havaalanındaki otopark ücretleri de
dünyanın en zengin ülkeierinden Al-
manya'nın birkaç katı. Almanya'da
ortalama havaalanında biraracın bir
saatlik otopark ücreti 1 markcivann-
da. Bizde ıse 5 mark. Bunun adını
açıkça soygunculuk koysak daha iyi
olacak. Örneğin bu ücretleri kim be-
lirliyor? Devletin, belediyenin bir kont-
rol mekanizması yok mu? Bunun bir
ölçüsü, sınırı yok mu?
•••
Havaalanında ilginç bir sohbete
tanık oldum, onu da aktarmak isti-
yorum. Dış hatların girişinde, valiz-
leri taşımak için dizilmiş el arabala-
rının başında bir görevli bekliyordu.
500 lirayı verince size bu arabalar-
dan birisini teslim ediyor. Almanya'da
çalışan bir ışçi yurttaşımız, Bunu
daparalıyapmışlar. Hayret" diyerek
görevliye söylendi. Görevli ona ilginç
bir cevap verdi: "Devlet adam ol-
saydı da, havaalanını kendisı yaptır-
saydı. Havaalanını biz yaptık, para-
sını da alacağız." Komik bir cevap-
tı.
Dış hatlardan içeri girdiğinizde, pa-
saport kontrolünden geçerken eli-
nizdeki arabayı bırakıyorsunuz. içe-
ri girince eğer elinizde ağır bir şey var-
sa, daha küçük yeni bir el arabası di-
zisi sizi bekliyor. Onun başında da bir
veya birkaç görevli, eğer isterseniz
yeniden sızden para alarak bu kez
bu yeni el arabalarını veriyor.
Trafikte yaşadığımız keşmekeşîn
önemli bir nedeni tabii ki altyapı ek-
sikliği. Yeni binalara ruhsat verilirken
belediyenin dikkat etmesi gereken ku-
rallann başında otopark olup olma-
dığını kontrol etmesi geliyor. Ancak
hiçbir yeni binanın otoparkı yok. Be-
lediyeler de bu konuda doğru dürüst
bir çalışma yapmıyor.
Ancak daha önemlisi bu işin bir
kültür ve sistem sorunu olduğunu
kavramak. Bütün acımasızlığımız,
savrukluğumuz ve kontrolsüzlüğü-
müz trafikte karşımıza dikiliyor. Erzin-
can'ın bir köyünden gelip arabayı ilk
kez 30 yaşından sonra Almanya'da
gören Hüseyin'e kurallara uymayı
öğreten Almanya'daki oturmuş sis-
tem. Bu sistemi oturtan ülkelerde
demokrasi daha iyi işliyor. Arabanın
direksiyonunda oturup "Nasıl olsa
bir şey olmaz" diyerek ölümlere ve
acılara neden olan anlayışla, baskı-
cı rejime destek veren anlayışın ara-
sında bir paralellik olduğu inancın-
dayım.
Her gün trafikte yaşadıklarıma ba-
kıp bakıp, "Bu ülkeye demokrasi zor
gelir" diyerek söyleniyorum. Çaresiz-
lik işte...
2000 Lİ YILLARDA
ERDAL ATABEK
e-kuşağı...
"e-kuşağı"nm artık yaşamaya başladığımız özel-
liklerini çok geç kalmadan -ya da daha geç kalma-
dan- görmeye çalışmamız, anlamaya çalışmamız
gerekiyor. Çünkü bu kuşağın çocukluklannı, ergen-
>liklerini, daha sonraki yıllannı ancak böyle kavraya-
bileceğiz.
Bugün hepimiz "elektronik- dünya "nın bir biçim-
de üyesi oluyoruz. isteyelim istemeyelim.. yaşımız,
durumumuz, konumumuz ne olursa olsun bu yeni
dünya bizi içine çekiyor. Bu gerçeğin reklamlara
yansıyan çarpıcı örneği, "ixir"\e internet'e girişi ta-
nrtan "kestaneci" ile "kokoreççi" tiplemesidir. Ar-
tık konu işlevi de geride bırakmış, yeni dünyalı ol-
manın bırstatüsembolü, birilerleme basamağıdu-
rumunu belirtiyor.
"e-dünya"nın en önemli özelliği "uzaktan yöne-
tilir" olmasıdır. Bu kavram aramıza televizyonların
"uzaktan kumanda cihazı" ile gelmiş, böylece üç
yaşındaki çocuğumuz evin televizyonunu yönetir du-
ruma geçmiştir. Elektronik gereçlerin bu "tele-uzak-
tan" özelliği kendinden önceki dönemlerin bir ki-
şiyi tanımak, bir yeri görmek, bir olayı anlamak için
gerekli duyusal işlemlen de azaltmaktadır. Beş du-
yumuz olan "görme-duyma- dokunma-koklama-
tatma" işlevleriyle tanıdığımız dünyayı artık sade-
ce "duyma" ile, kimi zaman da "duyma ve görme"
ile tanımaya çalışıyoruz. Bu biçimde tanımayı ye-
terli saymak, giderek tanımanın bu olduğunu san-
mak yavaş yavaş dünyayı algılama biçimimizi oluş-
turuyor.
Insanlar artık birbirinin yakm mesafelerinde olma-
yı gereksiz, giderek anlamsız, hatta tehlikeli bulma-
ya başlıyorlar. Uzaktan yapılan "elektronik sohbet-
chat", insanlararasındaki ilişkiler için uygun, yeter-
li ve korunaklı sayılmaya başlıyor. insanlar artık bir-
birlerinin beden dilini göremiyor, davranışlarını gö-
remiyor, davranışlara karşı duyarsızlaşıyor, empati
kurma becerisini kazanamadığı için de kendisinden
beklenenleri anlayamıyor.
Sosyal kimliklerini yeterince bulamamış yaşlar-
da "8-16yaşlannda" birbirini tanımadan kurulan iliş-
kiler "kimliğini gizlemeye", "karşı cins rolü oyna-
maya", "uzaktan dert ortağı olmaya" olanak veren
iletişim biçimiyle kimlik oluşumuna yanlış etkiler
yapabilecek bir ortam yaratmaktadır.
Küçük yaşlardaki çocuklann bilgisayaria resim yap-
maları, onlara dokunma ve koklama duyguları ver-
meyen görsel algı işlevıyle yetersiz bir oyun olmak-
ta, ancak çocuğun gelişimine yaptığı etki istenen
düzeye ulaşamamaktadır. Bilgisayar oyunlarının
çocuğa verdiğı aktif rol de tuşlarta sınırlı bir yanıl-
samadır. Gerçekten çocuğu aktif kılan eğitim yön-
temleri beş duyuyu da ortak bir hedefe yöneltebi-
len ve çocuğu yapıcı kılan gerçek dünyanın araç ve
gereçleridir.
Sanal dünya ile ilişkiler "Eğitim, alışveriş, bilgi kay-
nağı, eğlence, oyun, kültür vb." alanlara yayıldık-
ça pek çok olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Za-
man ve uzam (mekân) sınırlan olmaksızın dünya-
nın her yanına ulaşmak çok büyük bir kolaylıktır. Bil-
giye ulaşmanın bu özelliği hepimizin desteklemesi
gereken bir gelişmedir, Ben de bilgisayarve (nter-
net erişiminin heryönünden yararlanffıaya çaltşiyo-
rum. Çünkü bu teknolojik gelişme hepimizin yarar-
lanmasına hizmet edecektir.
Ancak, iki noktaya çok dikkat etmek zorundayız.
Birincisi, çocuklanmızın ve gençlerimizin bu "uzak-
tan yönetme gücü" veren teknolojiyi "duyusal ge-
lişme engeli" olmadan kullanmayı öğrenmeleri, "ile-
tişim kurma", "empati kazanma", "sosyalleşme
eksikliği" yaratmadan yararlı kılmalandır. Bu sorun
hepimizin büyük bir sorunudur. Bu sorunun çözü-
mü için gençlerimizi "kendini yönetmeyi bilen kişi-
ler" olarak yetiştirmemiz ve onları yalnız bırakma-
mamız gerekmektedir. Hepimiz bilgisayarve Inter-
net kullandığımız zaman çocuklarla ve gençlerle
paylaşımımız artacaktır.
Ikinci nokta çok daha önemlidir. Bu da Internet'in
giderek ticarileşmesi, bu yolla para kazanmak için
reklamlann, aşın tüketim pompalanmasının, bu ara-
da pomografinin de yaygınlaşmasıdır. Bu da kulla-
nıcılann bilinçlenmesi ile dengelenebilecektir.
Teknolojik gelişmelerin hızla ileriemesi insanlann
bireysel ve sosyal sorumluluğunu azaltmamakta, gö-
rüldüğü gibi arttırmaktadır.
Bu nedenlerie de "e-kuşağı"nm anne babalığı
da, öğretmenliği de, ilerde çalışmalan da çok çe-
şitli araştırmalarta anlaştlabilecektir. Bugünden ken-
dimizi uyarmalıyız, bugünden geleceği görebil-
meliyiz.
SİVİL TOPLUM GÜNDEMİ
• Kanser Haftası ne-
deniye beledıyeler ve
üniversiteler bilgilendir-
me toplantılan düzenlı-
yor. Toplantılann yer ve
saatleri şöyle:
• Fatih Zübey de Ha-
nım KültürMerkezL Sa-
at 10.00.
• Zeytinburnu Nıkâh
Salonu. Saat 10.00
• Büyükçekmece Kül-
tür MerkezL Saat: 10.00
• l.Ü. Işletme Fakül-
tesi. Saat: 13.00
• I.Ü. Orman Fakülte-
sL Saat: 14.00
• Memur emekhleri
tedavi hizmetlerine getı-
nlen kısıtlama nedeniy-
le Maliye Bakanhğı'nı
protesto edecek. Kızılay
Bavrampaşa Şubesi önü.
Saat: 11.00
• tstanbul Tabip Oda-
sı ÇocukHaklan Komis-
yonu'nun, "Sokak Ço-
cuklan, Madde Bağım-
hhğı ve Çocuk Haklan"
paneli. Bakırköy SSK
Kadın ve Çocuk Hasta-
nesi. Saat: 1230- 14.00.
• Gilles Bertrand'ın
"2010'un AvTupası Üze-
rine Senaryolar" konu-
lu konferansı. Boğaziçi
Ünıversitesi Kültür Mer-
kezi. Saat: 15.00.
ACI KAYBIMIZ
Merhum Gazeteci Niyazi Ahmet
Banoğlu'nun sevgili eşi, ÇYDD Yönetim
Kurulu Üyesi Gazeteci Deniz Banoğlu ve
Sema Güney'in sevgili annelerı, Hakan ve
Aylin Güney'in anneanneleri,
ANNA
BANOCLU'nu
1 Nisan 2000 günü kaybettik.
Cenazesi, 4 Nisan Salı günü, saat 14.00'te
Bebek Rum Kilisesi'ndeki törenden sonra,
Kandilli Rum mezarlığına defnedilecektir.
KIZLARI
Not: Çiçek getirilmemesi, dileyenlerın
ÇYDD'ye bağışta bulunmalan rica olunur.
Tel: 0212 252 44 33