19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11NİSAN2000SAU 14 KULTUR [email protected] SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Ayakta alkışlanan oyunlarAnkara'da bu dönem sahnelenen oyunlann sayısı başdöndürücü. Kimi genç tiyatrolar kentın uzakça semtle- rinde aralıklı olarak oyun sahneledık- leri ıçin onlann çahşmalanna ulaştnak zor. Mart ve nisan aylannda birden- bircortaya çıkan tiyatro okullannın oyunlanna yetişmek ise olanaksız. Devlet Tiyatrolan ise hem başka kent- lerdeki sahnelerde hazırlanmış oyun- lan getiriyor, bem de Ankara'da oyun üstüne oyun üretiyor. "Nerede hare- ket orada bereket" sözünün geçer- liliğıni "tartışıhr" kılan bır durum. Çûnkü en tıtız koşullarda bile doğ- ru oyunu doğru rejisör, doğru tasanm- cılar ve oyuncularla buluşturmak ye- terince zorken oyun sayısının artmasıyla "doğru "yu yakalamak gitgide zorla- şıyor. tşte size, gecemi gündüzüme ka- tarak izlemeye ve tat almaya çalıştığım yedi oyunla örnekleme. 'Beni Pûnya Kadar Sev' Dinçer Sümer'ın yazdığı ve yö- nettıği, geçen yıldan süren ve 200 oyunu aşan bir sahne olayı. Oyunun ilk yansı sonunda o gün tiyatro olma- nin mutluluğunu yaşıyorsunuz. Sü- nier, altı oyun kışisini bir kadın ve bir erkek oyuncuya oynattığı oyununda bâşanlı bir kurgu yakalamış görünü- yor. Bir kadın tiyatro sanatçısı, poli- tikaya ve kirli işlere bulaşmış zengin işadamı kocası. kadına âşık bir oyun ypzan. kadının hizmetçisi, onun ko- cşsı, bir de Hollywood filmlerinden fırlama bayan dedikodu/sanat yaza- n. Gülenay Kalkan'ın ve Tank Ün- lüoğlu'nun üçer kompozisyon bo- yunca ulaşüklan başarı seyircıde müt- hiş bır elektriklenme yaratıyor. Ne ki ikincı yanda öykü ıçinden çıkılmaz bır kargasa içine girince film kopuyor. Özellıkle de hızmetçı ve ko- casının oyundaki tek işlevinin, sahne- deki iki sanatçınm bir sonraki kom- pozisyonlan için kımlik değiştirme- leri ıçin "ara doldurmak" olduğu- nu fark ettiğınizde... Georges Feydeau'nun, ilk kez 1960'larda Dormen Tıyatrosu'nun sahneledığı bu sabun köpüğü etkisi ya- pan bulvar komedisinı Ali Hürol sah- nelemış. Dormen Tiyatrosu'nun uz- manlık alanına giren bu oyunun An- kara Devlet Tiyatrosu"nda ne ışi var diye sormayın. ben de bilmıyorum. 60'lardan bu yana benzerlerini onlar- ca kez gördüğümüz ıçın epey yavan- laşmış bir oyun. Bu tür güldürülerde idmanlı olma- yan Devlet Tiyatrosu sanatçılan elle- nnden gelenı yapıyorlar. Reji ikinci arkadaşhğı dıle geliyor. Yönetmen Kazun Akşar'ın çabası, yalnızca söy- leşıme dayanan metinden oyunculuk yorumlan çıkarmaya yönelmiş. Hak- kı Ergök ve Kemal Topal, farklı bi- çimlerde gerçekleştırdikleri "doğaç- lama" ve "rolü içselleştirme" çalış- malannı sahnede sunarken sahnede- ki ilişki ve öykü bir yandan bir yana cuları sunuyor. Egemen ideolojinın bağımsızca yaşamasına izin vermedi, yan insan yan yılan, banşçıl "me- ran"lar topluluğunun bağımsızlık adına "insan" soyuyla buluşup bas- kılara karşı direnişe geçtiği, ama her seferinde susturuldugu, yine de umu- dun ve savaşım gücünün yıtirilmedi- ği, efsaneye dayalı bir oyun. Nurhan YL titiz koşullarda bile doğru oyunu, doğru rejisör, doğru tasanmcılar ve oyuncularla buluşturmak yeterince zorken oyun sayısının artması ile 'doğruyu' yakalamak git gide zorlaşıyor. bölümde yavaşlayıp sarkıyor. Oyu- nun "motor" kişisi Şahap Sayılgan epeyce zorlanırken, oyunun dığer kı- şileri de güldürücülüklennı yitirme- ye başlıyorlar. Ben en çok, Can Öz- topçu'nun konuşma yeteneğini bir yitirip bir bulan Camille kompozis- yonuna güldüm. Plinio Marcos'un ıki erkek oyunu için yazdığı bu Oda Tiyatrosu oyunun- da, berbat ışler yaparak ancak berbat koşullarda yaşayabilen ve aynı oda- yı paylaşan ıki erkeğın çatışması ve savruluyor. Akşar'ın, her yönden "ezil- mişliği" amacı aşan düzeyde "mide bulandırıcı" görsel ve işitsel boyut- lara taşıdığı bu yorumunda tiyatroda estetik duygusunun dibe vurduğunu gözlemliyorsunuz. Bu "deneysel" denebilecek çalışma sanatçılara bır katkı saglamadığı gibı seyirciyı de ti- yatrodan soğutuyor. Ünlü romancımız Erhan Bener'in yıllar önce yazmış olduğu bu oyunu Nurhan Karadağ'ın rejisıyle Diyar- bakır Devlet Tiyatrosu'nun genç oyun- Karadağ, konusu gereği gizemlı bir at- mosfer taşıması gereken oyunu gös- terişli bir dekor önünde, dans ve şar- kılarla bezeyerek sahnelemiş. Sonuç, bale ya da opera boyutlanna kayma- ya çalışan, her ikısı de olamayan, bu arada tiyatrodan da uzaklaşan bir ça- lışma. Bener'in metninin bir tiyatro oyunun- dan çok bır "opera librettosu" olma- ya daha yatkın oluşu, yönetmenin yö- nelişini etkilemiş olabilir. Bır turne oyununu alışık olmadıklan bir sahne- Paul Thomas'ın Berlin'de Arslan Ayı ödülünü almış filmi Manolya'nın gösterimi sürüyor Bol kalıramaıılı kader övküsü Özverili hasta bakıcı Hoffman. Dâhi çocuk J. Blackman. Yaşlı, kurt sunucu P.B.Hall. Vyuşturucu tutkunu VValters. tnsancıl polis rolüyle J.Reilly. Kültür Servisi - Yapraklan pınl pı- nl, büyüleyen bır çiçek. Gızemle do- lu, tüm güzelliğiyle açılmış bir manol- ya. Fılmin afışı ıçin kullanılmış, anlam- lı bir çıçek... Tom Cruise'a Altm Kü- re getıren, Berlin'de en iyi film seçi- len, Hollyvvood'un gündemini uzun süredir meşgul eden montaj harikası 'Manolya' için, yönetmeni Paul Tho- mas Anderson daha güzel bir isim bu- lamazdı herhalde. Anderson'un, son fîlmi için bu ismi tercih etmesinin baş- lıca nedenlerinden biri, yaşadığı ve gerçek Los Angeles'ın orası olduğunu söylediği San Fernando vadisini yaran 'Manorya Volu' "Bu filmi daha çok kadınlar için gerçekleştirdim" diyen Anderson, 'Manorya'yı seçmesinin di- ğer nedenını de şöyle açıklıyor: "Ma- nolya ağacının kabuğunun kanseri iyileştirdiği söyleniyor. Filmimde de hastalıktan bahsettiğim için iyi bir simge olabileceğini düşündüm. Ay- nca efsaneye göre bir gemi okyanus- ta kaybolduğunda Manolya adında bir yere gidiyor ve olaydan yirmi yü sonra gökten o bölgeye bir çapa dü- şüyormuş." Anderson'un tek kelime üzerinde bu kadar tıtizlikle durduğuna bakıhrsa, başanlı bir projeye imza atmış olması pek de öyle şaşırtıcı durum değil. An- derson da. tıpkı meslektaşı Quentin Tarantino gıbı Robert Redfort'un kurdugu Bağımsız Sinema Vakfı Sun- dance Institute'ta yetişmiş. 1992 yı- lmda çektığı kısa metrajlı 'Cigarettes and Coffe' (Sigara ve Kahve) fılmiy- le Sundance Institute'a kabul edilmiş... Sinema eğıtimı veren okullann ge- reksiz olduğunu, ancak, öğrencilerini direkt sinema sektörünûn ortasrna atan Sundance Vakfı'na kabul edıldikten sonra anlayabıldiğini belirten Ander- son, Samuel L. Jackson ve Gwyneth Paltrovv'ın rol aldıklan gerçek anlam- da ilk filmı olan 'Hard Eigth'i de (Zor Sekiz) vakıf sayesinde çekebilmiş. Genç yönetmen bu filmi çekerken ay- nı zamanda, daha sonra, 70'li yıllann porno endüstrisıni anlatacağı filmi 'Bo- ogie Nights'ın temellerini atmış. Eleştirmenlere göre Anderson 'Ma- nolya'da bıraz Scorsese'nin ustalığı- nı, Altman'ın üretkenliğini, biraz da Amenkalılarda 'fazla rastlanmayan' Bertolucci'nin cinselliğe ve gizeme duyduğu ilgıyi harmanlamayı becermiş. Filmin konusu aslında sıradan; Ka- lifonıiya'da sıradan bir gün; futına bek- leniyor. Ölüm döşeğinde olan ve terk ettiği oğlunu son kez görmek isteyen yaşlı bır adam (Kobards), 'cinsellik ta- • 'Bogie Nights'tan (Ateşli Geceler) sonra Paul Thomas Anderson 'Manolya' filmiyle 'kader'e başrolü vererek insanİ değerleri bir araya getiren ve şimdiden gişe hasılatlan kıran bir yapboz filmle karşımızda. Tom Cruise, filmde canlandırdığı 'cinsellik taciri' tiplemesiyle 'Altın Küre' ödülünün sahibi oldu. ciri' oğlu (Cruise), otuz yıldır aynı ya- nşmayı yöneten kurt sunucu Jimmy Gator (B. Hall), özverili bir hasta ba- kıcı (Seymour Hoffman), insancıl po- lis (Reilly) ve yolunu kaybedip uyuş- turucuya esir olmuş genç bir kadının (Walters) kaderleri fırtrnalı günde ça- kışıyor ve füm kaderin türlü cilveleriy- le akıp gidıyor... "Ateşli Geceler'den sonra kısa bir film yapmak istiyor- dum" diyorgenç yönetmen; "Zaman- la bu fikrimden vazgeçerek kafam- da daha önce var olmayan ama as- lında çok yakından tanıdığım kişilik- ler ve kader üstüne çalışmaya giriş- tim. Bütün bunların birleşmesiyle Manolya ortaya çıktı" diye filmin oluşumunu özetliyor... Her şeyi birbirine ekleyerek hızlı, vi- deoklip tekniğüıe benzer bir anlatım yakalayan Anderson'un yaşadığımız çağı, gerek duygu, gerek nesnel açıdan yansıtmayı deneyen bu son projesinde Tom Cruise, başrolde olmasa da önem- li bir yere sahip. Genç bir yönetmenle çalışmaktan önceleri çekinen Cruise, Anderson'la tanışıp eski filmlerini iz- ledikten sonra birlikte iyi bir şeyler ya- pabileceklenne inanmış: "Boogie Nights ve 'HardEıght' filmlerini seyrettikten sonra yönetmenin sinemaya yeni bir bakış açısı getirebileceğini fark et- tim. Ardından Manolya'nın senar- yosunu okur okumaz, projede yer al- mayı hemen kabul ettim." Fılmde, ör- neğin ölüm döşeğındekı babası (Jason Robards)ile karşı karşıya geldiği sah- nenin kendısinı etkıledığını belirten ak- tör, bundan sonra da sıradışı rollerle ka- riyerini renklendireceğini söylüyor. Türk cazının ustaları 24 Nisan'da bir arada Ankara'da cazın onurgecesi Kültür Servisi - Ankara Kavaklıdere Rotaract Kulübü ile Ankara Caz Demeği, 24 Nisan'da Ankara Sheraton Oteli Balo Salonu'nda 'Caza Saygı' adıyla bir gece düzenliyor. Türk cazına emeği geçmiş caz sanatçılannm hazır bulunacağı gecede Ayten Alpman, Selçuk Sun, Hasan Amir Kocamaz, Cüneyt Sermet, Emin Fındıkoğlu, Süheyl Denizci. Tuna Ötenel, Okay Temiz ve Neşet Ruacan'a onur plaketi venlecek. Aynca caza büyük hizmetlerde bulunmuş, yaşamayan isimlerden Ismet Sıral, Nükhet Aruca, Erol Pekcan, Tamer Sağlam, Salim Ağırbaş, Ajlan Büyükburç da anılacak. Sponsorlar arasında Sheraton-Ankara'nın da bulunduğu organizasyonda Kamil Erdem, Bilgehan Erten ve Zafer Gerdanlı'dan oluşan House-band çalacak; aynca törene katılan sanatçılann 'jam-session'ı ile gece sona erecek. Caza Saygı gecesinin biletleri Ankara Caz Derneğı, Dost Music Center ve Ankara Kavaklıdere Rotaract Kulübü'nde satılıyor. Daha fazla bilgi için Ankara Caz Derneğı'nin e-mail adresi [email protected]'e başvurulabilir. de sunma zorlugu, genç oyuncularm yo- rumlannı da aşağı çekiyor. Gereğinden çok bağırdıklannı kendileri de fark et- miş olmalı. Sonuç, tiyatro tadı verme- yen bır sahne olayı. Ankara Devlet Ti- yatrosu iki, Izmir Devlet Tiyatrosu da bir oyunla "kadın" konusunu günde- me getıriyorlar. 'Asiye Nasıl Kurtulur?' Izmir Devlet Tiyatrosu'nda sahne- lenen "Asiye Nasıl Kurtulur", Va- sıf Öngören'in bu çok ünlü yapıtına yalın bir yorum getinyor. Ergin Or- bey, Ankara'da sahnelediği çok Asi- ye'li çahşma yerine, bu kez Asiye'yi bir tek sanatçınm (Şebnem Doğru- er) yorumladığı bir sahneleme ön- görmüş. Ancak sanatçıyla da yete- rince çahşılmadığı için, bu unutul- maz kadın oyun kişisi yeterince de- ğerlendirilememiş. Şebnem Doğruer, rolüne ısınama- mışlığından ancak şarkı söylediği an- larda sıynlıyor. Işte o anlarda sanat- çıyla seyirci arasında tadına doyum ol- maz bir tiyatro alışverişi gerçekleşi- yor. Aynı başanlı çıkış noktalan, Sel- min Barutçuoğlu'nun (Zehra) şarkı- lannda da belirleniyor. Bu iki sanatçımızın müzikli oyun- lanmıza başka katkılan da olmahdır. Oyunun en başanlı sanatçılan ise Se- niye'de Ayün Damcıoğlu ve çeşitli tip- lemeleriyle Türker Tekin. Insanın sorası geliyor: Neden daha incelikli birreji yapılmamış, neden aceleye ge- tiriuniş bu ünlü ve önemli oyun? 'Hepimizin Öykûsfl Aynı' Dario Fo - Franca Rame'nin altı kısa tek kişilik kadın oyunu, Metin Ba- lay'm rejisıyle Ankara Devlet Tiyat- rosu'nda sahnelenıyor. Meral Ülkü, Ipek Bilgin ve Nurşim Demir ikişer oyun sunuyorlar. Deneyim ve oyun- culuk biçemi açısından farklı sanat- çılan aynı yapımda buluşturmanın rejisöre ağır bir görev yükledığını dü- şünüyorum. Oysa Balay, "Haydi ba- kalım gösterin marifetinizi" deyip seyre durmuş sankı. Sonuç olarak da oyunlar arasında daha önce başka sa- natçılardan pek çok kez izlemiş olduk- lanmız özel bir etki yaratamazken benim ilk kez izlediğim iki oyunda Ipek Bilgin hem komedi hem de dram oyunculu- ğuyla öne çıkıyor. Bilgin gibi yeteneklı bir sanat- çıdan Devlet Tiyatrola- n 'nın çok daha süc yarar- lanması gerekir. Usta oyuncu Nurşim Demir'in çabalannın ve çok dısiplinli bir oyuncu olan Meral Ülkü'nün ça- hşmasının yeterince de- ğerlenmemesi, sahne araç gerecinin kullanımında "soyut" ile "somut" ola- nın rasgele birbirine kanş- tırılmış olması, dahası oyunun daha demlenme- den sahneye çıkanlmış ol- ması rejisörün sorumlu- luğunu ağırlaştınyor. 'Kâşif-i Eyvah Nadir Efendi' Ahmet Önel'in yazdı- ğı ve Maral Üner'le Tomris Çetinel'in yöne- tip oynadıklan bu iki ki- şilik kadın meddah (usta ile çırağı) oyununda güzel olan iki şey var. Biri oyu- nun adı, ikincisi de Maral Üner'in "Karadenizli" tiplemesi... İki çok ödül- lü usta sanatçının, "de- neysel" nitelikte de olsa, metniyle, güncel esprile- riyle, danslan ve şarkıla- nylaböylesine "işlenme- miş" bir sahne olayı ko- tanvermeleri şaşırtıyor ın- sanı. Çok sevimliler ve kendı aralannda eğleni- yor gibiler. Ama bu eğ- lence duygusu seyirciye geçmiyor. Sanki ikisi de oyunu hem yönettikleri hem de oynadıklan için sahne olayına uzaktan ba- kamamışlar. Hünerbekli- yorsunuz (çünkü ikısı de hünerli oyuncular) göre- miyorsunuz, güncel esp- rileri izlerken Ferhan Şensoy ve Yılmaz Erdo- ğan'ı anyorsunuz, dans ve şarkılarda ise nüans ve incelık bekliyorsunuz. Alelacele kotanlmış bir yapım var karşınızda. Helva yapmak zor. Bütün malzemelen sağlıklı ola- cak, hem de büyük bir dik- kat ve özenle kotanlacak. Usta helvacılann da za- man zaman ayar tuttura- madığı oluyor. Yazı bo- yunca değindığimiz yedi oyunda olduğu gibi. Boz- duğunuz helvayı konukla- nruza sunmayabilirsiniz. Ama oyunlar seyirci kar- şısına çıkıyor YAZI ODASI SELİM İLERİ Otuz Üç - Otuz Dört YU Demek otuzunu geçmiş. Bir anlamda olgunluk çağı, orta yaş eşiğinde. 1966 yılında doğmuş olanlar için söylüyorum. Yazı masamdaki kitap da Memet Fuat'ın seç- tikleri / Türk Edebiyatı 1967 adını taşıyor. Bir an- toloji. Memet Fuat, her yeni yılın ilk ayında yayım- lardı o antolojileri. Varlık Yayınlan da bir yıllık ya- yımlardı. Büyük heyecanlarla beklerdım. Işte 1966'nın edebiyat dünyasına dönüverdim. Memet Fuat kitap satışlanndan yakınıyor, yılın dökümünü çıkarırken. De Yayınevi henüz yerli yerinde. Birbirinden incelikli kitaplar yayımlan- mış. Gelgelelim Kafka'nın Şato'su 3000'e ancak" ulaşmış; Memleketimden İnsan Manzaralan "2500 b//e"satmamış. Koşup kitaplığıma, Şato'yu ve Memleketim- den insan Manzaralan'nı buldum. Ben kaç yaşın- dayım? O yaşıma döndüm, o sevinçlerie okuma- ya çalıştım. Memleketimden İnsan Manzaralan be- ni her zaman büyüledi. Memet Fuat saptıyor: "Mityonluk şehirieri olan bir memlekette -üni- versiteler, profesörier, doktortar, mühendisler, mi- mariar, hukukçular, iktisatçılar, öğretmenler, gaze- tecileri olan bir memlekette- bu verdiğim rakam- lann ne kadar gülünç, 'ne kadar tehlikeli' oldu- ğunu aniamayanlara bağlanmak güç..." 1966'da doğan bugünün okuryazar Türk yurt- taşı, o sıralar bu tehlikeden habersizdi elbette. önünde uzun yetişme yıllan. Oysa tehlike 2000 yılında büsbütün irkiltiyor. Şato'yu 4000-5000 basmak kımin, hangi yayıncının aklından geçe- bilir günümüzde! Teknik olanaklann gelişkinliği- ne sığınarak, bas en fazla 2000 adetl. Ne var ki, antolojinin sayfalannı çevirdikçe, Me- met Fuat'ın seçtiklerine dalıp gittikçe, nasıl kıpır kıpır, soluk alan, tomurcuklanan, nasıl incelikli, güç- lü, yetişmekte olan genç yazar adaylanna nasıl yol açan bir edebiyat dünyasıyla karşılaşıyorsu- nuz! İlk yazı Sabahattin Eyuboğlu'ndan: "Kitap Üs- tüne Aykın Düşünceler"'. Ve anılar nasıl sökün ediyori Ataköy'de bır apartman katı. FeritAmca'lar- da, Bedia Yenge'lerdeyız. Pencere kenanndadu- ruyor Yeni Ufuklar dergisi, galiba turuncu kapak- lı. O yazıyı ilk o evde okumuştum. Bir iki aforiz- mayı alıntılamadan geçemeyeceğim: "En kötü kitabı yazan bile kitap yasaklayandan daha saygılı ve daha az zararlıdır insanlığa." "Kitabın en iyisiherokuyuşta bir başka türiüan- laşılandır." "Kitap zehir de olsa panzehiri yine kitaptıryal- nız." "Bütün peygamber kitaplan fakirlerden yana zenginlere karşı yazılmış, sonra hepsl altın yalda- lara bürünüp zenginlerden yana, halka karşı birer silah olarak kullanılmıştır." Sait Faik'in "müsveddeleh arasında bulunan" iki mektubu, yanm kalmış bir şiiri. Mektuplardan biri sayıklama gibi. Bu mektup üzerine ben de bir şeyler yazmıştım galiba. Çok acı bir mektup. Ken- dini bağışlatmak isteyen adamın yalan söyleme- si... Cemal Süreya, o yıl, Dağlarca'nın şiirini ince- lemiş. Inanılmaz güzellikte bir yazı. Ahmet Ok- tay, Toplumculuk ve Şiir" diyor. Nermi Uygur'un unutulmaz "Yokülke"s\ de o yıl yayımlanmış, yi- ne Yeni Ufuklar'da. Yazılar, şiirler, öyküler birbirini izliyor. Oktay Ri- fat'la, Attilâ llhan'la, Cahit Külebi'yle... Sanki ilk kez okuyordum bu şairierin antolojideki şiirierini; oysa Attilâ llhan'ınkini kimbilir kaç kez okumuş- tum: "o kadaruğraşınmyalnızlığımdançıkamam"... Şurda birkaç sayfada Oktay Akbal'dan "Ha- liç'ten Esen Rüzgâr" öyküsü. Geçen akşam rad- yoda okumuştum. Haliç'ten mi esiyor rüzgâr, hü- zün dolu bir Oktay Akbal rüzgârı mı esiyor yok- sa? Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Turgut Uyar, Ceyhun Atuf Kansu! Memet Fuat, "Işin kötüyanı, 1965'te okuriann ilgisizliğine hiç aldırmadan işlerinisürdürenyazar- larda, 1966'da oldukça bıkkın göründüler," diyor. Birbirinden güzel, derin, emek ürünü yazıya çizi- ye karşın. 2000 e dönüyorum. Onar milyonluk şehirieriy- le bu ülkede, edebiyatın, derginin, kitabın, şiirin yeri kaç bucak? Takvimde tz Bırakan: "Odaya boncukla işlenmiş, yeşil ve mavi renk- te, acayip hayvan resimleriyle süslü kızıl abajur- dan dökülen yeşil, mavi ve kırmızı gölgeler dolu- yor." Suat Derviş, Hepimiz Birbirimizin örneğiyiz, Oğlak Yayıncılık, 1998. Iran'm üntö oyuncularından Fardln öldil • TAHRAN (AFP) - Iran'rn devrim öncesi film yıldızlanndan Mohammad-Ali Fardin geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti. Oyuncu ve güreş şampiyonu 70 yaşındaki Fardin, Iran'daki Fslami devrimden sonra sinemayı bırakmış ve Tahran'da açtığı bir finnı işletme işini üstlenmişti. Oyuncunun ölümü tran'ın ilerici gazetelerinde ilk sayfadan verildi. BUGUN • AKM Büyük Salon'da, saat 20.00'de tDOB W. A. Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçırma' adlı operasını sahneleyecek. (251 56 00) M BİLGt ÜNtVTRSİTESİ'nde saat 20.30'da Pierrot Le Founun 'Pierrot Goes VVild' adlı filmi izlenebilir. (216 23 15) • BORUSAN KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ'nde saat 18.30'da Pınar Başbuğ'un konuşmacı olarak katılacağı 'El Yapımı Türk Zilleri' konulu söyleşi gerçekleşecek. (292 06 55) • MEBA SANAT EVt'nde saat 20.00'de Mine Ergen'in konuşmacı olarak katılacağı 'Stanislavski Tiyatrosu' başlıklı söyleşi yer alacak. (54713 35) • FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ'nde 12. Uluslararası Kısa Film Günleri çerçevesinde 11.00, 14.30, 17.00 ve 19.30 saatlerinde film gösterimleri gerçekleş_ecek. (252 57 00) • tTALYAN KÜLTÜR MERKEZt'nde 12. Uluslararası Kısa Film Günleri kapsamında 11.00, 14.30, 17.00 ve 19.30 saatlerinde füm gösterimleri yer alacak. (252 57 00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle