20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 MART 1999 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER 21. Yüzyıl; Televizyon ve Ultramodern Kölelik! Prof. Dr. ŞERMİN TEKENALP Kota'eh Cm. Radyo TVSınema Böl. Başk. hefftR8ffa"G<S5n metcek attına yatınlıyor- du. Aslında yalanı ortaya çıkaracak tek bir araçlan değil, araçlardan söz etmek gere- kir. Bu araçlann başmdapolitikacılann ol- ması gerekirken, ne o günne de bugün po- litikacılardan böyle bir şey beklendiği yok; çiinkü, George On*rfl'in dediği gi- bi. politika yüzyıllardan beri "savunul- maa savunmasanatj" olaraktarihteki ye- rinı almıştır. Yakm geçmişte, en gelişmiş ülkelerden en az gelişmişine kadar, poli- tikacüann insanlık için neler yaptıklan- nı, nasıl yalan söylediklerini. kendilennin ve partılerinin çıkarlannı nasıl her seyin üstünde tuttuklannı anlamak için fazla düşünmeye gerek yok. Özellikle ekono- mik gücü elinde tutanlann tüm yaşam alanlannı kontrol altına aldıklan günü- müzde. yalanı ortaya çıkaracak araçlann başında sivil toplum örgüflerinin gelme- sinı arzu etmemize karşın, bu örgütler en büyük patron medya tarafindan ne kadar destekleniyorlar? Ekonomik ve siyasi gü- cü elinde tutan elit tarafindan nasıl dışla- nıyorlar? Hepsinden önemlisi, giderek umarsızlaşan, tepkisizleşen geniş halk yı- gınlan arasında ne kadar destek bulabili- yorlar? Bu durumda, yalanı ortaya çıka- racak. tüm ekonomik ve siyasi elit ve ge- nış halk yığınlan üzerinde büyük etkisi olan medya, medyanın ıçmde de bir meta med- ya durumuna gelen tetevizyon, 21. yüzyı- İın en etkili aracı durumuna geliyor. Te- levizyon yalanı ortaya çıkarabilir mi? 21. yûzyılda insanoğlu televizyonu yalanı or- taya çıkaracak bir meta mednım(üstaraç) durumuna getirebilır mi? Tarih bilgimizin uzandığı kadanyla, in- sanın kültür tarihi sözel kültürle basla- mış; çivi yazısından başlayarak,matbaamn bulunuşu ile hızlanarak yazılı kültür dö- nemine girmiş ve 20. yüzyıhn ikinci ya- rısından itibaren büyük ivme kazanarak görsel kühür dönemine geçmıştİT. Görü- nen odur ki, görsel teknolojideki yeni bu- luşjarla 21. yüzyıl bir görsel kültür yüz- yüı olacak ve görsel iletişim araçlan altın çağını yaşayacaktır. 1950'lerdebaşlayan Y ırminci yüzyılı devret- meye bir yılımız kaldı. Son 30 yılda modern, postmodern, küreselleş- me tartışmalanyla daha çok günahlann öne çıka- rıldığı yüzyıl, 21. yüzyılın nasıl bir yaşam sunacağınm imlenni (işaretlerini) verdi. Reel ekonomiden (üretime dayalı, dene- timli ekonomı) sanal ekonomiye (serma- ye hareketlenne dayalı denetimsiz spe- külatif ekonomi) geçışı yaşadık. İnsanın metalaşöğı; yurttaşın yerıni müşterinin aldığı; parlamentonun. yurttaşinsarun çı- karlanndan çok. metalaşan ve müşteri du- rumuna gelen insanın çıkarlannı koruyan bir kuruma dönüştüğünü; politikalann bu felsefe çerçevesinde oluştuğunu. politi- kacılann bu anlayışa hizmet eder duruma geldiğini hep birlikte gördük. Bu anlayı- şın sonucu olarak, ülkemizin nasıl ucuz emek cennetı gıbi gösterildığinı, bir baş- ka deyişle, yurttaşa nasıl köle gibi bakıl- dığını ırkilerek ızledik. Dünyanın en gev- şek ve özgür serbest piyasa (pardon ser- best sermaye) ekonomisini uyguladık: bu- nun sonucunda, devletın mafyaveçeteler- le iç içe geç'tiğini bir serüven ve korku fil- mi izler gibi ızledik. Ahlakicöküşünapa- çık sergilendıği, ekonomik tehlike çanla- nnm en sağır kulaklara bıle ulaşmaya baş- ladığı son günlere kadar, nasıl özgürleş- rigimizi ve geliştığimizi böbürlenerek bir- bınmize anlattık. Medyamız genel içeri- ğiyle bütün bunlara destek oldu. Ara sıra çatlak sesleîe yer verse de, bu sesler bir şelalenin içindeki su damlacıklan gibi ge- nel gidişatı etkilemeden aktı gitti. 1920'de Amerikah düşün adamı Wal- ter Lipmann şöyle diyordu: "'Yalanı or- taya çıkaran bir araca sahip olmavan bir topluluközgüıiüğe kavuşamaz." Lıpmann bunu söylerken, televizyon henüz keşfe- dilmemişti. Yalanı onaya çıkaracak en önemli araç basındı. Basmın kamuoyu üzerinde çok büyük bir etkisi vardı. Ga- zetecıden tarafsız, doğru, sorgulayıcı, araş- tıncı habercılik yapması bekleniyor ve televizyon yayınlannın serüveni daha uzun yıllar etkisini giderek arttırarak devam edecekrir. Görsel kültür dönemine giriş- le okuryazarlık, daha doğrusu iyi okur yazarlık eski öneminı kaybetmiş; tartış- malardadiyalektik, yorum, derinlik, man- tık, akılcılık, tutarlılık ve bütûnlük yerini görsel çarpıcılığa, imaja, tutarsızlığa, an- lam ve mantıkta kopukluklara, yorum- suzluğa ve sıglığa terk etmiştir. Bütün bunlar kasıtlı olarak değil, görsel tekno- lojinin dogasından kaynaklanan gereksi- nimle ortaya çıkmıştır; yazı kalıcıdır, gö- rüntü ve söz anhknr, uçup gkier, öyleyse teknolojinin hızına ayak uydurmak, uçup giden zamanı en etkileyici ve çarpıcı bi- çimde yoruma girmeden, fazla uzatmadan, sıkmadan kullanmak gerekir. Televizyonla yoğun bir iletişim (enfor- masyon) bombardımanına tutulan insan- larda bilgıye karşı bir ügisiznk, dikkatstz- Bk oluş.mayabaşİamıştır. Birbirinden ko- puk, neden-sonuç ilişkisinden yoksun, içi boşaltılmış. çarpıcı göruntü ve efektlerle ilgi çekilmeye çalışılan haber program- larmı insanlarbirillüzyonshw,bireğlen- ceprogramı izler gıbı ızlemeye başlamış- lardır. Haber programlan, televızyonun doğası gereği, insanlardamerak, korku, acı- ma, nefret, sevinç gibi anlık duygusal et- kiler yapmış, ancakonlann yorum ve ana- litik düşünme yetilerini köreltmeye baş- lamıştır. Programcilar. ışıkhızıyla akan en- formasyon bolluğu içinde insanlan sıkma- mak, onlan ekran basmda tutup reyting- lerini arttırmak için bilgiyi eğlence ara- cma dönüşturmenin en etkileyici yollan- nı keşfetmişlerdir. tnsanm aklına değil de anlık duygulanna seslenen yorumdan ve içerikten yoksun iletışımin uzun dönem- de eylemsizliğe, uyuşukluga, ilgısizliğe yol açtığı kabul edilmekte ve henüz tersi ka- nıtlanmamaktadır. Tarhşmalardaki oyun! Tartışma prognunlarmda sunucunun yaptığı şey, iyi görüntü veren, iyi giyim- li, iyi konuşan konuşmacılara zamanı anımsatmak. bütünlüğü olmayan sorular sormak olmuş; konuşmacılar ise, rolleri- ni iyi oynayan bir konuyu derinlemesine tartışmaya zaman ve ortam bulamayan aktörlere dönüsmuşjerdir. Tartışmalarda, tartışmanın özünden çok kimin daha iyi konuştuğu ile ilgilenilmiş; tartışmayı en eğlendirici, en az sıkıcı biçimde götüren daha çok alkış almıştır. Zaman sıkışıklı- ğı ve daha çok alkış alma isteği, tartışma- larda yorumu sığlaştırmış, bütünlüğün- den koparauş, böylece tartışmaprogram- lan da birtakim karşılasması şeklinde eğ- lence gösterisine dönüşmü^tür. Tecimsel (tican)reklamlar, ürünün niteliğindençok izleyicinin zevk ve tatmin duygulannı ön plana almışlar. bir başka deyişle ürünün ya da hızmetin niteliğinin anlaşılması için değerlendinlecek zaman, tanıtılmaya ça- lışılan ürünle insanın tatmin duygulannı özdeşleştiren görsel işitsel efektlere aynl- mış; amaç, ürünün niteliklerini tanıtmak değil; ürünle birlıkte insanlan bir düs dün- yasmda dolaştınrken, sloganlarla, görsel efektlerle drama şeklinde eğlendirmek ol- mustur. Tecimsel reklamlann elde ettiği başan siyasal rekbunlan da aynı çizgiye çekmiş; politikreklamlannda amacı, po- litikacının ya da partinin niteliklerini, ya- pacaklannı aynntılı bir biçimde onaya koymak değil, insanlann gözünü boya- mak olmuştur. tşte biz böyle bir yüzyılı geride bırakı- yoruz ve doludizgin aynı dünya görüşü ile yeni bir yüzyıla giriyoruz. Disneyland uzay trenine binen insanlar gibi, televız- yonun sunduğueğfencedfinyasmdakiyol- culuğumuz doludizgin devam ediyor. Far- kında olmadan bu aracın kölesi durumu- na gelmişiz. Bu öyle bir köiefik ki kırbaç yok, aşağılama yok, hiçbir ceza yok, sa- dece teknolojınin sunduğu eğlence dün- yasına katılmak!.. Bize sunulanlarla eğ- lenmek, bütün sorunlanmızı unutmak, tartışma, yorum yapmamak.. sadece ama sadece eğlenmek var!.. Ekrandan insana venlen ileti (mesaj) adeta şöyle: Eğlenme- ne bak, cahil olduğunu unut, biz seni hiç kımseden ayırmıyoruz, herkese verdıği- mizi sana da veriyoruz; bu bakımdan son derece demokratız, senden hiçbir şey giz- lemıyoruz, bilmen gerekenlerin hepsini öbür insanlarla birlikte sana da söylüyo- ruz; tutarsızlıklan, çelişkileri görme.. ka- fanı hiçbirşeye takma, sana verdıklerimiz- le yetin ve eğlenmene bak!.. Yirmibirinci yüzyılı kendine ve yaşa- dığı topluma karşı bu şekilde umarsıdaş- tinlan, bir insanlık devralıyor. Biz o den- li tepkisiz duruma getirildik kı, televızyon bize gizli kalmış her şeyi, toplumun ve ya- şadığımız dünyanın bütün yanlışlannı en ehıl ağızlardan açıklasa. bunu kaçınılmaz olarakgörsel teknolojınin eğlendirme for- matlan içinde yapacağından, bızler, izle- diklerimizle hoşça vakit geçinp, birileri- nin bizim yenmıze düşündüğünün reha- vetiyle sıcak yataklanmıza girip, uykula- nmızı uyuyacağız. Ertesi gün, izledikle- rimizin çoğu kafamızdan sılinmiş, tekrar yaşam telaşına dalacağız. Akşam, günün acılannı ve yorgunluğunu yeniden ekran shomı izleyerek atmaya çahşacağız. Za- man zaman çevremizdekilerle konuşup vicdanlanmızı rahatlatmanın dışında, yan- lış ve felaketlere karşı tepkısızlığimizi, eylemsizliğimizi sürdüreceğiz. Dâhiyanebuluş! Hayh karamsar bir tablo çizdıgimi bi- liyonım. Televizyonun insanlığa armağa- nını günümüzdeki tablodan hareketle ir- delemeye çalıştım. Hiç mi güzellikler, iyi- likler olmayacak. Kuşkusuz, olacak. in- sanoğlu milyonlarca yıldır üreterek. ya- ratarak olağanüstü buluşlanyla ayalcta kal- mayı başarmıştır. İnsanlık. etkiden tepki yaratnuş, kurtuluş yollarını her zaman bulmustur. Ancak görünen o ki. 21. yüzyıl insan- lık için ultra modern.gönüllü biretektro- nik kölelik dönemi olacaktır Açlığın, ge- lir dağılımmdaki adaletsizılğin arttığu sevgisizliğın ve ahlaksal değerlerin düş- tüğü; şiddetın, terörün toplumu sardığı bu yeni küresel dünya düzeninde tüm üısan- Uğa umut dağıtacak ortak bir küresel din ortaya çıkmayacağına göre, ınsanlığın acılannı yatıştırmak, kaosu önlemek, kısaca ezilen insanı sakinlestirmek için yine insanoğlunun dâhhanebir buhışu değil mi şu televizyon!. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Yıldızlar Söner mî?Birsen Başaran'ı bilir misiniz? Bilmezsiniz! Ar- tık yaşamda yok! Öğretmendı, anaydı, eşti, Köy Enstitüsü ocağından yetışmiş biraydındı. ünce kı- zını yitirdi, Deniz'i... Ki, o da usta bir yazardı. şair- di. Canına neden kıydı genç yaşında? Kim çöze- biMr bu gizleri? Yıllarca uzaklarda yaşadı çaresiz. İyi biF yurttaş olmak, halkını sevmek bir suç mu- dur? Şair dostum Mehmet Başaran eşini şöyle ta- nıtmış: "Toprak damlı bir evde dünyaya gözlerini aç- mıştı. 'Kız' dendiğinde babasının yüreği de 'az' etmışti, yöre koşullandırmalanna göre. Adını Nes- li Hatun koydular." Uzun süre amansız denilen bir hastalık çekti Nesli Hatun Birsen Başaran... Ama hep bilincini korudu. O güne dek ortaya yazar olarak çıkma- mıştı. Öyledir, gizli yazarlar, saklı şairler vardır, tıp- kı Behçet Necatigil'in 'SaWı Su' şiirindeki gibi, giz- lice, içlerinde bir gizi, bir gömüyü yaşatırlar kim- seye sezdirmeden... Belki de gerçek şaırier, ya- zarlar, onlardır!.. Birsen Başaran da son yıllannı bir defterle paylaşmış, düşüncelerini duygulannı... 'Can Evimde Morlsırgan' (Papirüs Yayını). Işte bu acılı, ama kendini bu dünyadan koparmayan, her anını olanca coşkusuyla yaşayan bir insanın gündelik notlan... Hatun Birsen şair eşinin gölge- sinde kalmamış. Belki zamanında sergilernemiş yaz- dıklannı; kimileri böyle yapar, bekler gününü sa- atini... Birsen de bu dünyadan kopmayı mı bek- lemiş, bilemem. Mehmet Başaran o defteri gün ışı- ğına çıkarmasaydı edebiyatımızdan bir Hatun Bir- sen Başaran'ın geçtiğinı nereden bilecektik? Işte birkaç yaprak yaşantısından: "Kemoterapi günlerinin en zor dönemi. Iğne- ler, yatıştıncı etkınlıkler. Mehmet'in kahrolduğu, el- lehnin ayaklannın birbirine dolaştığı günler." "Ke- moterapi sonrası korkunç, ama alıştım artık..." "Mehmet'in kitaplannda hep Elif'tir benim adım. Kocasmın kaçaklığı döneminde Elif'in yaşadıkla- n, Isveç'ten dönüşümüz, kızımızm olaylarla çar- pılışı. Kimi zaman gözlerim yaşardı. Okudukça 'kanserimin kökü bu kitapta' dedim. 12 Eylûlkim- bilirkaç aileyi daha bunalımiara sokmuştur. İnsan- lar demir olsa çıkabilir miydi o günlerden?" ••• "Kapı kollannda, camlarda, duvariann doku- sunda I riızgâr arıyonjm- kimbilir I biliyorum bu son eğilişi dalın. bu son dalga, bu son hışırtı I bu son." Mustafa Zfyalan ı lise öğrencisi döneminden ta- nırırm. Sanat tarihi öğretmeni şair Fatma Süzme Afyonlu nun oğlu... Babası da şair; aktör Nihat Zi- yalan... Baba-ana şair olursa, Mustata da şairiiği ilk uğraş olarak benimseyecekti elbet. Uzman bir hekim, ABD'de görevli bir aydın, ama önce bir şi- irtutkunu... 'New York'un Arabı 'adlı şiir kitabı yeni çıktı (Yor- dam Kitapları). Önsözde, "Babam Adanalı, anam Afyonlu, Karadenizkıyısındadoğdum, eskiSaraç- hane, Fatih, Aksaray'da büyüdüm" demiş... 'Dün- le Yann Arasında' adlı bir şiir kitabı daha var. Yıl- lardır ABD'de yaşıyor, babası Avustralya'da yaşa- mını sürdürüyorsa, öyle... Degişik bir şiir tadı. Bir bilim insanının, duyarlı şiir doğası ile uzman bir hekimin bileşiminden do- ğan bir derinlik, bir şiir evreni... Nice yeni çalışmalara şair Dr. Ziyalan... • • * Yıldızları artık söndü mü? Istanbul, bir anda yok mu oldu? Geçenlerde sordular, yanrtladım: "Be- nim Istanbul'um artık yalnız düşlerimde yaşıyor" dedim... Sevgili Selim lleri'nin 'YıldızlarAltonda /s- fanbu/'unu (Oğlak Yayınlan) okurken kendimi Se- lim lleri'nin anasının-babasının, tüm ailesinin ya- şadığı o semtlerde, sokaklarda, evlerde buldum. Ziya Osman gibi sordum: "Sizler yaşadınız mı" diye... Kitaptaki yaşantılara, lleri'nin çizdiklerine, anlattıklanna, o semtlere, mahallelere... Selim lleri, önceleri bir teleskop istermiş yıldız- lara bakmak için; "Yıldızlar hayallerimdi. Onlarda saklıydı her şey. Bakar bakmaz hayallerim canla- nacaktı. Şimdi bir 'zaman makinesi' istiyorum Er- guvanın altında, yıldızlar altında Istanbul." DGM'ler: Görüşümüz ve Önerimiz Prof. Dr. ZAFER GÖREN Dokuz Eylül Üniv. Hukuk Fak. Dekanı A nayasa md. 143. fıkra (f) ll'ye göre: " DGM'de bir başkan. Ud asılveikiye- deküyeilebir sava \cyeteri kadar sav- cı yardımcısı bulunur." III. fıkraya göre: "Başkan, bir asıl ve bir yedek üye ile sava birinci sınıfa ayrürruş hâkün ve cum- huriyetsavcıian arasmdan, bir asıl \« biryedeküye, birinci sınıf askeri hâkimler arasından, sava yar- duncüan ise cumhuriyet savcüan ve atkeri hâ- kimler arasından özel kanunlarda gösterikn usu- ie göre atanır." 2845 sayılı DGM'lerin Kuruluşu ve Yargılama L'sulleri Hakkında Kanun md. 34 f.ll'ye göre: ''As- keri yargrya mensup hâkim ve cumhuriyet sava yanhmalan hakkında verilecek yargıtay notlan ve adalet müfcttişlerince düzenleneceksiciller ile aske- ri >"argıyamensupcumhuriyetsavayardınKilan hak- kında cumhuriyet savctsı tarafindan verilecek sicil- ler ve bunlar hakkında adalet müfetüşterince yapı- lacak soruşturmalara iuşkin evrak, Mülj Savunma Bakanugı'na gonderilir." 19 Man 1954 tarihinde onaylanarak iç hukukumuza giren Avrupa Insan Haklan Sözleşmesi'ne (AİHS) yandaş olan her devlet sözleşme kurallannı kendi ulusal hukukuni- teliğinde değerlendirip uygulamakla yükümlüdür. Anayasamızın 90. maddesinin son fikrası gereğin- ce AlHS kanun hükmündedir. Bu sözleşme kural- lanna karşı Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz. Bir şikâyet durumunda (bireysel ya da devlet baş- vurusu) denetleme organlan (komisyon, mahke- me) sözleşmeye aykınbirtasarrufubelirlediklerin- de şikâyet olunan devlet belirlenen aykınlığı vebu- nun sönuçlannı kaldırmakla yükümlüdür. AtHS'ye ters düsen kurallan üye devletler iç hu- kuklanna koymamakla yükümlüdürler. Bu sözleş- me ile, ilgili devlet Anayasası arasındabir çatışma söz konusu olduğunda yargının uygun yorum yön- temlerini kullanarak anayasanm sözleşmeye uy- gun yorumlaması ya da anayasanm değiştirilmesi gerekmektedir. DGM'nin üç üyesındenbirisi birin- ci sınıfa aynlmış askeri hâkimler arasından atan- maktadır. Bu asken hâkim üzlükişkri bakımından Milli Savunma Bakanlığı'na bağhdır. Bu durum AİH Mahkemesi'nin 9 Haziran 1998 tarihli İN- CAL davasmda belirttiği gibi DGM'nin bağımsız yargı mercii olma niteliğine gölge düsürmektedir. Askeri hâkimler Anayasa md. 139 ile sivil hâ- kimlere tanman bağımsızlıklardan yararlansalarda Mflli Savunma BakankğV na bagholarakgörev yap- malan. AİH Mahkemesfnin karannda yürütmenin yargıya müdahalesi olarak yorumlanmaktadu-. İncal karannda, DGM'de askeri üyelerin varh- ğından çok, onlann özlûk haklan yönünden yeter- li güvenceye sahip olmamalan AlHS md. 6 f.I'e ay- kınlık oluşturduğu saptanmıştır. Sözleşmenin 53. maddesine göre sözleşme tarafı devletler dıvanın kararlanna uymayı taahhüt etmişlerdir. AlHS md. 6 f.I'e göre "Herkesgerekmaddihak veyOkümlülükleri ik u\ uşmazlıklar. gerek ceza hu- kuku alanında kendisine >öneltilen suçlamalar ko- nusunda karar \crecekolan kanunla kurulmuş ba- ğımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafindan davas»- nın makul bir süre içinde hakkaniyete u\gun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptirf tncalkaranna göre; AlHS md. 6,1 gereğu herkes davanm bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafin- dan adil biçimde görübnesi hakkına sahiptir. Oy- sa DGM bağımsız ve tarafsız değildir. Çünkü DGM'de görevli askeri hâkim seçilmesi, terfü ve sorumluluğu açısından nesnel bağımsızdeğildir. Bu durum mahkemenın tümünün bağımsızlığına göl- ge düsürmektedir. AtH Mahkemesi, bünyesinde asker hâkimin bulunması nedeniyle mahkemenin bağnnsızlık ve tarafsızhğuun zedetendiğine oy çok- luğuılekararvennıştır. DGM,suçlannişlenmesin- den önce kurulduklanndan olağanüstü yargı mer- cileri olmayıp, nitelıkleri bakımından özellik taşı- yanbelli suçlarabakmak, cezaetkinliğini sağlamak ve yargılamayı çabuklaştırmak için kurulmuş uz- manhkmahkemeteriniteliğindedir. L znıanlık mah- kemefcri ise dogal hâkim ilkesine a>kın değildir. Devletin varhğmı tehlikeye düşüren ve onu yık- mak isteyenlere karşı hukuksal sınırlar çerçevesin- de önlemler almması amacıyla gerekli hukuksal düzenlemelerin, yapılacağı açıktır. DGM, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını ve bö- lünmez bütünlüğünü tehdit eden eylemleri (Fülle- ri) yargılamak amacıyla kunılmuştur. Bu eylemle- rin, kalkışmalann değerlendirilmesi ve etkili bir şekilde yargılanabilmesi doğal olarak uzmanhk ge- rektirmektedir. Bu durumdada askerlerin teknikbil- gilerine başvurulması akla ilk gelen çözüm yolu- dur. Bu nedenle DGM'den ve onlann asker uyele- rinden vazgeçümcsi mümkün değildir. DGM'den ve onlann asker hâkımlerinden ödün vermeden DGMIerdeki askerihâkımlenn özlükhak- lan, atanmaları. sicillen ve disıplın kov r uşturmala- n yönünden sadece özel kanunlannda (Askeri Hâ- kimler Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nir Kunıluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun) güvencelerini arttıncı yönünde gerçekleştirilecek değişikliklerle AvTupa Insan Haklan Mahkeme- si'nin anladığı anlamda AlHS mad. 6. f.l'ın gere- ği yerine getirilmiş olacaktır. PENCERE YIUN EN BUYUK SPOR ORGANIZASYONU AVUSTHALYADAH MAKkSN YAYIN Anadolu İnsanı... Anadolu aydını... Anadolu Müslümanlığı... Anadolu insanı... Anadolu, zamanda ve uzamda bir bütündür. Zaman tüm tarihi kapsar; bu coğrafyada yaşan- mış ne kadar uygarlık varsa bizimdir. Uzamda bu coğrafyanın tüm insanlan bütün sayılır; birliktelik bilinci ağır basar. Etnik aynmlan pompalayarak Anadolu'yu par- çalamaya çalışanlar, 20'nci yüzyılın sonunda bir kez daha ağır yenilgiye uğradılar. • Ham hayalleri ve çirkin hırslan, gerçeğin sert duvanna çarparak tuzla buz olanlann dünya ça- pındaki işbiriikçileri, şimdi Avrupa'da kıyameti ko- panyoriar. Nafıledir. 1922'de de böyie olmuştu. Anadolu'nun parça- lanması üzerine kurulan uluslararası tasanm, Iz- mir Körfezi'nde 9 Eylül günü suya düşünce, Av- rupa'da ortalık karışmıştı. Yunanistan'da darbe oldu, Ingiltere'de hükümet düştü; Fransa ve Ital- ya 'Anadolu'yu işgal'öen daha önce vazgeçtikle- ri için fırtınayı daha sakin atlattılar; basın çalkala- nıyordu, "barbar Türic/er" şimdi neyapacaklardı?.. Olayın ardındaki gerçek neydi?.. • Anadolu insanı, Osmanlı mozaiğinde yan yana yaşamaya alışmıştı; ama etnik topluluklara dtşar- dan "milliyetçilik" aşılanınca, banş bitti. Yine de Çar'ın orduları Erzurum'a dek Anado- lu'ya silahla girmeseydi "Ermeni Dramı" yaşan- maz, "zorunlu göç"e gerek duyulmazdı. Ermeni- terin Anadolu'dan sürülmesinde Rusya'nın payı bü- yüktür. Ya Anadolu Rumlan?.. Yunan Krallığı'nm silahlı kuvvetleri, en başta In- giltere olmak üzere emperyalist devletlerin des- teğiyle Izmir'i işgal edip Anadolu içlerine yürüme- seydi, Anadolu Rumlara haram olur muydu?.. Anadolu mozaiğindeki Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı'nda "tehcir"\e, Rumlar Ulusal Kurtuluş Sa- vaşı'ndan sonraki "mübadele" ile silindiler. Her iki etnik topluluk, dışardan Anadolu'yu par- çalamak isteyenlerin kurbanı oldular. • Kürtlerin durumu değişik... Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçilikle dinsel boyut birbirine kanştığından, aynı zamanda Hıristiyan- Müslüman çatışması yaşanmıştı. Kürtler emper- yalizmin karşısında yerlerini aldılar, Anadolu'yu savundular, Anadolu'yu bölen Sevr'ekarşı durdu- lar. Güneydoğu'daki halk bugün de Anadolu'yu böl- mek isteyen PKK'nin yanında yer almadı; bölge- deki "gerilla savaşı tasanmı" bu nedenle tutma- dı; çatışmaterör kx>yutunda kaldı, "düşükyoğun- luk"\a sürdü; PKK'nin yenilgisiyle noktalandı. Apo yakalandı. Dışarda kopanlan kıyamet, yenilginin şaşkınlı- ğıyla eşanlamlıdır; yaşanan olayın boyutlannın ne denli geniş ve derin olduğunun göstergesidir. • Kürt de -Türk gibi- Anadolu Müslümanı, Ana- dolu insanı, Anadolu aydını olmak zorunda... Yoksa dış güçlerin ajanına dönüşür. Avrupa'da yaşayıp PKK'yi desteklemenin artık hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur, Kürt sorunu dağ- dan düze inmek zorundadır, silahı tümden dışla- yıp hep birlikte Anadolu insanının demokratik hak- larını savunacağız. Anadolu'nun binlerce yıllık tarihınden çıkanlacak ders budur. ODTÜ'nün ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü'nün oluşumuna çok büyük katkılarda bulunmuş, pınl pınl zekâsıyla hep doğruyu araştırmış değerli hocamız, sevgili dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz, NAZtF TEPEDELEMİOĞLU aramızdan aynlmıştır. Onu tanımak mutluluğıma ermiş bütün dostlann başı sağoğlsun. ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü'nden Dostları ve Öğrenciler Tören: 8 Mart 1999 Pazartesi günü 10.30'da ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü, 12.00'de Maltepe Camii, dahasonra Karşıyaka Mezarlığı. ı Mahye Bakanlığı eski Gelırler Kontrolörö, Yeminli Mali Müşavir AHMETALPER TEJiAY'mölûmünü üzüntüyle öğrenmış bulunuyoruz. Ailesine, dostlanna ve tüm meslek mensuplanmıza başsağlıgı dılenz. MALİYE ESKİ GELİRLER KONTROLÖRLERİ YARDIMLAŞMA VE MALt EĞtTİM VAKFI VE MALÎVE GELİRLER KONTROLÖRLERİ DERNEĞt Aşkolsun Aziz Abi... Demek kitabında daha genç yaşta bizi böyle bırakıp gitmek de vardı... Nereden bilelim. Bizi yine çok haztrtıksız yakaladın ve şimdi dost muhabbetleri sensiz ve neşesiz. Söyle bakalım güzel insan, biz bu boşluğa nasıl alişacağız. ARKADAŞLARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle