15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 1999 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER İstanbura Kuzeyden Bir îniş ÇELİK GÜLERSOY B u şehir. genelde kuzeyini iyi tammaz. Yaşamını gü- neydeki yoğun yerleşim- de geçırip, üstyöreleri bir kez bile görmeden yitıp gitmış çok kışi vardır. Bu neden böy ledir? Yanı İstanbul niçin, da- ha çokMarmara kryılannda birikmiştir? Bunayol açan etkenler.bir dizi: Önce. bu şehrin aıt olduğu ülke, güneyde ve do- ğuda! Sonra kuzey, kocaman ve zor bir deniz. Kuzey, kolayca yok edilemeye- cek ormanlarla kaplı. Ve de Karadeniz soğuk. Marmara ıse ılıman. Bu yüzden. antik kent güneyde kurul- duğu ve tarih boyunca öyle kaldığı gibi, II. Cıhan Savaşı sonrasındaki çılgm bü- yüme de, daha çok Izmıt ve Tekirdağ yönlerinde yayıldı. Havanın çok seyTek olarak açtığı (ya- ni gökyüzününbirkaçyılöncesüıe kadar yaşandığı gibi, mavileştiği ve güneşin de ışıklannı gönderebildiği) bir gün (. 16 Ocak. Pazar) biraz Bati'ya doğru gidip. sonra kuzeye çıkan, sonunda doğudan gü- neye, yani şehre ınen, bir gezı yaptım. "Divar-ı küfrü gezdim. beldeler, kâ- şdneier gördüm > Dolaştım mülk-ü islâ- mı. bütün virâneler gördüm" Içime. ınan olsun. yine kan oturdu. Şehrin kuzeyindekı kuşak. ülkede olup ' bitenlerin tam bir sergisi halinde. Bir yandan doğanın elde kalabılen zengin- liklerinm. öte yandan toplumun tüm iç hastalıklannın. uzun ve açık bir sergisi. Geziyi başlattığım Çatalca, hızlı bir ya- pılaşma ıle dikkatı çekiyor. Kenarda kal- mış bu kasabanın içı, uluslararası çizgı üstündekı Çorlu ve Lüleburgaz'dan fark- Iı değil: lki sıra, duvar gibi yapılar, çar- şı boyundan hayır bırakmamış. Çatalca'nın dışı, yani eski cânım ça- yrrlar, pıtrak gibi üreyen "villalara" ku- cak açmış. Bunlann pek çoğunun bir şe- ye benzemeyen "kreasyonlar'* olduğu- nu yazmak zorundayım. Tuhaf kuleler, sıvri külahlar, acayip çatılar... Bunlar. kimin işi? llla değişik modeller üretme tutkusundakı mimarlann mı, görgüsüz kalfalann becerisi mi. yoksa sadece sa- hiplerinin aklı mı? Hele bahçe duvarla- nna, merdiven kenarlanna ve balkonla- ra bol-bol dizilmiş "balustrad"lar! Al- lahın kullan! Bu. 18/19. yy Frenk yapı sanatmın bir dekoru ama. onlar bunu. önce böyle mermer tozundan dökme- miş, küskû ile her birini taştan oymuş ve aklına düşen her yere de dizmemiş. Çatalca'nın -ortada at filan da gözük- meyen- "çiftükleriıü"" de arkada bıraktık. Bir süre. Osmanlfdan kalma yaşlı ağaç- lann ikı keçeli dizıldiğı eskı. güzel yoi- lardan geçtik. Sonra köyler başladı. Ama ne köyler? "Ey kimsesiz, avare çocuk- lar. hele sizler. hele sizler!" Bunlarda. bildiğimız köy değil. Gam- lı görüntüleri, bakımsız halleri, eskisi gibi. Ama bütün eski -ama hiç değılse ki- reçle badanalı- bannaklar, 3,4,5, katlı beton kutulara dönüşmüş. Bunlar da, gn suratlan bir yana, tersıne-türsüne. rast- gele yer tutmuş. Ilaç ıçin, bir tane. gö- nül açan ve "İşte köy** dedirtecek yerle- şim yok. Yol kıyısında bir tuğla fabnkası. Ma- şallah, önünden geç-geç bitmıyor. Ara- zisi stokla dolu. Allah daha fazlasını ver- sin. Ama bu firmanın, karşısındakı kö- yü olsun. "imar etmesi" gerekmez mi? Nasıl olsa malzeme elinin altında. Sen \ermesen, ben \ermesem, biz vermesek, işler nasıl düzeiecek. Bu yurt nasıl yük- selecek? Bir yerden sonra şose, tam bir "ücra köy yolu" oldu. Tümü çamur, yer-yer çökük. Ara sıra içimızi. ağaçlandırma çalışmalan açtı. Zfimrüt yeşili çam dizi- leri, "bir yurdun nasıl olması gerektiği- ni" bir ressam çaüşması gibi sergüiyor- du. Bu taze fidanlar kadar. eskı orman- lardan kalıntılar da, kuzeyin tek olumlu yanını oluşturuyordu. Aşağılarda boğu- lan yoğun şehrin, su ve oksijen kaynak- lan. Sonra, tam bir karabasan başladı... Bu kez ne villa. ne köy. Kömür ve kum "is- tihsaOeri** ortalıgı hallaç daz-dazı gibi at- mıştı. Her yer, kraterler gibi dev çukur- larla dolu. Görüntüler ve durum, kor- kunç. Şimdi burada. ön plandakı suçlu ya da sorumlular olarak, kömür- kum firmalan gözüküyor, değil mi? Bu, var tabii. Özellikle de, Roma hukukundan be- n geçerh olan bir kurala göre "Bir roa- h. aldığın durumunda geri vereceksin." Bunlann da, delıkJeri doldurma ve ağaç- lama gibi bir borçlan olmalı. Ama ben merceği geniş turuyonım: Halkın hiç mi sorumluluğu yok? Isınmaveyapımmal- zemesı tüketimini çılgın boyutlara ulaş- tıran baş olgu, nüfus artışı, yani insan- lann, eninı-boyunu düşünmeden çoğal- ması değil mi? Dünyanın da bir dayan- magücü var, yani. Bu ınsan yığılmasına ne su, ne enerji, ne oksijen, ne de tuğla yeter! Oyuklar ve uçurumlar bölgesini de geçtik. Amerikanca adlı bir lüks uydu- kentegeldik. Dokuz yıl önce bunun ya- ni başındaki koca çöplüğü ve eteğmden geçen yüksek gerilim hatlannı yadırga- mıştım. Çöplüğe bir çözüm getiriliyor- muş. Ama bu kez yerleşim, trafik dama- nnın altına da kaymış. Bir göl görüntü- sü kenanna "yah/ konaklar" kondurulu- yor. Kapış-kapış alanlara mübarek ol- sun. Önceadlanaklımatakıldı: Hem ya- lı, hem konak olmaz ki. Ya biri. ya öte- ki. Sonra, Boğaziçi aklıma düştü, hüzün duydum: Bir zamanlann. masmavi de- nizinL yemyeşil kıyılannı süsleyen. kalyon- lar gibi görkemli ahşap sara> \a\ruları- na denirdi, yah. Şimdilerde Allahın da- ğındaki su birikıntilerinin "konaklan- nın" adı. Bir de. bu uydukent'e çekılmekte olan, çok şeritli bir oto-yolu konusu var. Uzak ve sahipsiz yörelerimizı bir yana bıraka- lım. Istanbul'un iç yollan delik-deşik dururken. (ve herkesın belinı kaydınrken) buradakı ayncalık lüksüne ne demeli? As- lında onda da şaşılacak bir çelişki yok. Her şey,bir uyum içinde: Meclisin turun- cu koltuklanndan, Yeşilköy'ün pistleri- ne kadar... O gün, güneş batarken Hasdal'a ulaş- tık. Kışlanın tüm çevresi ağaçlandınl- mıştL Yıllar öncesinden. şehrin gıdişini görerek, buraya bir orman kuran kışla yö- netımlerine, içten bir saygı ve sevgi du- yarak. buradan, doğu ve gfiney uftıkla- nna baküm: Şefar-i Shanbul,Maslak yörelerinı kap- layan yoğun kirlilikler içinden, yenı gök- delenlerinin nuzraklannı sivriltmeye ça- lışıyor. güneydeki beton kargaşalan ise, üstlerine çöken mor ve kahverenkli bu- lutlann altında boğuluyordu. Evımiz o yönde olduğundan, biz de o cehennemin içinedoğru sürdükarabamı- zı. Mavilıkler ve güneş, arkada, yani ba- tıda ve kuzeyde kalmıştı. Güneyde ya- şayanlann. ortamlannın bilincine var- malan için, kirli bavanın eüeri ile tutabi- lecekleri bir yoğuniuğa ulaşması mı ge- rekivordu? EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Sonuçlar Az Çok Belli Gibi! 1994 belediye seçimini anımsayalım! Üç büyük "kentte, İstanbul, Ankara, Izmir'de, yüzde yirmilik oylarla başkan seçmiştik! On milyonluk Istanbul'u yüzde 23lük bir oy alan Refahçı başkan üç yıl yönetmiştı. Izmir öyle, Ankara öyle!.. Şimdi bu yanlışlığı, herkesin gördüğü, yazdığı, bildiği buyuk yanlışlığı, 1999 Betediye seçimlerinde , yeniden yapıyoruz! Yine, yüzde yirmilik başkanlar ; göreve gelecek! Yüzde sekseniik oy gücü havaya 'uçmuşolacak!.. Ankara'da, CHP Murat Karayalçın'ı, DSP Doğan Taşdelen'i, gösterdi. Ikısı de sol seçmenlerce beğenilen kişiler. Oylar ister istemez bölünecek. Sonunda neTaşdelen ne de Karayalçın seçilecek! Aynı durum Istanbul'da da, Izmir'de de yaşanmayacak mı? CHP adayı Polat'la DSP adayı Temizel'in bu -seçımde üstün çıkmalannı düşünebilıyor musunuz? önce, sola yakın oylar bu adaylar arastnd* bölüneceği, aynca da Polat'ın sosyal demokrat seçmenlerce hiç mı hiç tanınmadığı, Temizel'in ise vergi yasasındaki terslikler, özellikle telif hakları konusundaki anlayışsızdavranışı yüzünden büyük oranda oy yitireceği ortada iken... Izmir'de bir kez daha 1994 olayı yaşanacağa benzer. CHP adayı, ki o zaman SHP adayı, Yüksel Çakmur yüzde 23 oy almıştı. DYP adayı Ozfatura bırazcık daha oy kazanmış görünerek belediye başkanı seçilmiştı. Çakmur'un yenilgisine DSP'ye giden oylar yol açmamış mıydı? Şimdi bir yanda Çakmur, öte yanda Priştina seçmenin karşısına çıkıyor. Oylar çaresiz bölünecek, böylece sağ partilerden birinin adayı başkan seçilecek... Izmir'de DSP'nin yüzde 15 oyu vardı geçen seçimde, bu kez bıraz daha artacağı düşünülebılir, CHP eski oy oranı yüzde 23'ü korusa bile sosyal demokrat adaylann ikisi de yenik düşme tehlikesi ıle karşı karşıyadır. Yalnız belediyelerde mi? Milletvekillıklerinde de aynı durum söz konusu. CHP ve DSP oyları ayrı kümelerde toplandığında bir kez daha yenilgi kaçınılmaz olacaktır. Geçen genel seçimlerde DSP yüzde 15, CHP yüzde 10.5 oy almıştı. Bu kez Ecevit'in Başbakanlığı, Apo olayı DSP'ye yüzde on fazla oy getirecek gibi görünüyor. Yüzde yirmi beşe yaklaşan bu oy nereden getecek? Çoğunlukla CHP seçmeninden... Şu günlerde, CHP'liler yüzde 10'luk ülke barajını aşıp aşamayacaklarını tartışıyorlar. Atatürk'ün partisi, laiklığin, devrimlerin savunucusu sayılan CHP, barajı geçemezse, hele MHP bu barajı geçer de Meclis'e kırk elli kişi sokarsa!.. O zaman TBMM'deki denge aşırı sağa kaymayacak mı? DYP, FP ve MHP yeniden bir Milliyetçi Cephe iktidarını yaratmazlar mı? Tehlike büyüktür. DSP ile CHP'nin anlaşmazlığı, sosyal demokrat gücün etkisizleşmesi sonucunu ortaya çıkartacaktır. Ecevit'in DSP'si istediği kadar oylarını arttırsın, aşırı sağ daha da güçlü çıktı mı, sonuç 1977 seçimlerine benzer. Anımsanırsa, o seçimde CHP Meclis'e 212 milletvekili getirmiş, ama iktidar olamamıştı. Milliyetçi Cephe partileri bir araya gelip hükümetler kurabilmişlerdi. CHP ancak AP'den kopardığı 11 kişiyle hükümet kurmuş, ama aşırı sağ karşısında bir kez daha yenik düşmekten kendini kurtaramamıştı. Sonuç aşağı yukarı önceden bellidir. Bunu yazmak söylemek bir görevdir. Gerçi iş işten geçti. Partilerin adayları açıklandı. Bir buçuk ay sonra sandık başına gideceğiz. Ne acı ki ülkemiz açısından beklenen güzel sonuç yine elden kaçacak. Yüzde yirmilik oylarla DYP'ler, MHP'ler, Fazilet'ler, ANAP'lar yurt yönetiminde etkinliklerini sürdürecek, sosyal demokratlar ise bütün iyi niyetli uyanlara aldınş etmemenin acısını, daha doğrusu cezasını çekecek!.. TİRE ASLİYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN 1998 158 Davacı Zeki Soylu tarafından davalılar Pervin Güral, Nevın Güral \e Nafiz Güral aleyhine açılan ferağa icbar davasında: Davalılara çıkanlan tebligatlann bilaikmal ia- de edılmesı. C. Savcılığı'nca yapılan araştırmada da ad- reslerinin tespıt edılememesi nedeni>le davalılara da\a dı- lekçesinin ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar ve- nlmiştır Adı geçenlerin. duruşmanın ertelendiği 22.3.1999 günü saat 09.30'da mahkememizde hazır bu- lunması veya kendilenni bir vekille temsil ettirmesı ge- rektığı. duruşmaya gelmedikleri \eya kendilenni bir ve- kılle temsil ettınnedikleri takdırde HUMK'nin 377. mad- desi gereğince yargılamanın yokluklarında devam edece- ğı ve hüküm verileceği, 7201 saytlı kanunun 29.30. 31 ve müteakıp maddelen gereğince dava dılekçesı yerine kaim olmak üzere ilanen teblığ olunur. Basın: 7613 Cemal Nadir'den... YAVUZ BAKAN T ürk basırunda bir döneme damgası- nı vuran, Türk karikatürünün en bü- yük ustası Cemal Nadir'i 27 Şubat 1947'dekaybetmişnk. 52 yıl sonra bu- gün onu sevgi ve minnetle anıyoruz. Bu bağlamda. ben de, -benımle bır- likte yok olmaması için- ona ait bir anımı (anım- sayabildiğim kadar) dıle getirmek ıstiyorum: Yılını anımsamıyorum, ölümünden en az bır- kaç yıl önceydı sanıyorum; bir okul arkadaşım onun İstanbul Teknik Üniversıtesf nde, karikatür konusunda birkonferans \ereceğini söyledi. "Ka- dim dostum" Nurettin Sepken'le birlikte izleme- ye gittık. Konferans, teknik üniversitenin alt ka- tında. büyükçe bir salonda ıdi. Bu konferansı kaç kışı izledi? Bugün kaçı hayatta ve bu olayı anım- sar. bilmiyorum? Yalnız, izleyenler arasında değerli karikatürcü- müz Sayın Semih Bakıoğlu nun da bulunduğunu öğrendim. Ve bu konferansın ışıkçılığını, o yıllar- da tTÜ'de okuyan. bugünkü Cumhurbaşkanımız Sayın Süley man DetnireTin yaptığını da duymuş- tum. Amfı şeklindeki salonun du\aqnda koca bir , karatahta ve öminde kürsü vardı. Cemal Nadir kürsüyeçıkarak bızj sejao^ladı. Büyük bir alkış kop- tu. Alkıştan sonra: - Dükkândan bir şey alınca karşılığında ücretı- ni ödersiniz. Oysa, beni onurlandıran bu alkışı hak etmek için sizlere henüz bir şey vermedim ki, dı- ye kendisine yaraşan bir alçakgönüllülükle söze başladı. Ve daha büyük bir alkış aldı. Kendisine İTU'de konferans teklif edilince çok onurlanmış. Fakat, karikatürün bir tekniği olmadığına göre, hiç değilse tanhinden söz etmeyi düşünmüş. Bel- gelikleri(arşivleri)araştırarak karikatür konusun- da anekdotlar bulmuş. Bir tanesi çok zarifti: Eski bir Osmanlı Meclisi'nde karikatür konusu tartışı- lırken milletvekillerinden biri söz alarak: **Hükü- metimizin karikatüre ihtiyaa yoktur!** demiş. Daha sonra. ılk çıkan kankatür dergilerinden söz etti: Bunlardan birtanesinın adı u E4ek"miş. Baş- lığında da masa başmda yazı yazan bir eşek res- mi varmtş. Dergi çok rutmuş ama, dergiyi satanlann -bel- ki de kasten- sokakta "eşek, eşek" diye bağırma- ları bazı gerçek eşekleri rahatsız etmiş olacak ki, kapatılmış. Dergi tekrar çıkmış. Bu kez adı: "Ki- bar!" Başlığında da yine aynı eşek, birazcık ma- sanın altına kaymış durumda. Kîbarda kapatılmış. Ve yeniden çıkmış. Bu kez adı: "Yuh!" Masa- da bu kez eşeğın yalnız başı görünüyor. "Yuh!" da kapatılınca onun yerine çıkan dergi- nin adı: "Malûm!" Bu seferki başlıktaki masa- dan, eşeğin yalnız kulaklannın ucu görünüyor- muş. Cemal Nadir daha sonra sorulan yanıtladı. Bun- lardan ikisi ilginçti: Soru: "Konu bulmakta zorhık çeker misiniz?** Yanıt: "Hayır, konu beni bulmaktazortukçeker." Soru: "Kendi çizdiğiniz karikatüre güler misi- Yanıt: "Hayır gülmem!" Resim yapmakta da oldukça usta imiş. Bunu bir anısıyla şöyle anlattı: Kendisi Bursalıydı. Karikatüristlik yapmayı ak- lına koyarak tstanbul'ageliyor. Ayakkabılan ada- makıllı eski. Hatta, bir tanesinin deliğinden de ayak parmaklan görünüyor. Cemal Nadir bu par- maklan siyaha boyamış ve kimse bu deliğin far- kına \3rmamış. Daha sonra söz Amcabey'e geldi. Onu nasıl çizdiğini sordular. O, hem anlattı. hem karatahtaya çizdi: - Önce, Amcabey konuya burnunu sokar. (Ara- cabey'in burnunu çizdi.) - Sonra konuyu ıncelemesi gerekir. (Gözlükle- rini çizdi.) - Sonra her konuya gülümseyerek yaklaşır. (Am- cabey'in geniş tebessümünü ekledi.) - Sonra düşünür. (Başını çizdi.) - Sonra da "İşkembesinden aüyor" dedikleri o heybetli göbeği. (Göbeğini ve öbür aynntılan çiz- meyi sürdürdü ve resmı, elinde şapkasıyla hepi- mizı selamlayan bir Amcabey olarak tamamladı; uzun uzun alkışlandı.) Cemal Nadir. içinde yaşadıği topluma, olayla- ra nasıl daha sevecen bir açıdan bakılarak daha ne- şeli ve mutlu olunabileceğini öğretmeye çalışmış, fakat erken yitirdiğimiz talihsiz bir halk çocuğu- muz, ama dev bir karikatür ustamızdı. Bir ara "Arkadaş" adıyla çok güzel bir çocuk dergisi de çıkarmıştı. 17. sayıya kadar ulaşabilen bu güzel dergi ne yazık ki daha fazla yaşayama- dı; belki de yaşatılmadı. O, yine de ehnden gele- ni yapmıştı. Her şeye karşm. şükürler olsun ki, onun ve onun, gibilerin savaşı sürüyor. Ve bu bir bayrak yarış,ıy- ,.sa eğer, hiç kuşkunuz olmasın, bu bayrağı taşıyan güçlü bilekler her gün daha da güçlenerek çoğa- lıyor ülkemizde ve dünya durdukça çoğalmaya dev^am edecek. Öbneden önce son sözleri de şunlardı: - Terlilderimi giysem, resimlerimin başına geç- sem. Doğduğu yer Bursa'da, bu halk çocuğunun anı- sına, adını taşıyan bir sokak, bir park var mı, bil- miyorum. Vefakâr Babıâli ise bir sokağına onun adını vererek ölümsüzleştirdi. Nur içinde yat Cemal Nadir. w w Evet5 Azami Ucret Neden Yok? 8 Şubat 1999tarihliga- zetemizın 2. sayfasm- da Sayın Av. Dr. Cen- giz Abbasğil "Asgari ücret var da azami ücret neden yok?" diyor, çok haklı ola- rak. "De\eye demişler ki, ne- den boynun egri,o da ntrem doğru ki" demiş. Bir ülke ki. her şeviyle rastlantılara kalmış, gelip gidenlerin ıki dudağı ara- smda idare edilır. anayasa- sı keyfi delinir. suçlulan dı- şanda, masumları içerde- dir, tanm alanlan betonlaş- tınlır. tanm ülkesiyiz denir tanm ürünleri ıthal edilir, nüfusunun dörtte biri İstan- bul'a ıstif edilir. başka yer- de arazisı yokmuş gibi sa- nayisi Marmara'ya sıkıştı- nlır, ormanlan ve belediye arazileri yasa ile birtakım iş- güzarlara satılır- sattınhr. icranm işlevini çeteler yü- rütür, ilim yuvası üniversi- telerde şeriat kol gezer. ai- le planlaması hiçbir oku- lunda anlatılmaz- hatta ko- nuşulması ayıp olmaktan çıkanlamaz, azami ücretli- ler asgari ücretliler yanında büyük mutluluk duyarlar (!), bazı ücretler yabancı para ile ödenir (USD), sos- yal güvenlik kurumlan bi- le yağmalanır, iki yıl TBMM üyeliği yapan en üst düzeyden özel emekli maaşı alır, o ülkede azami ücret saptanamaz. Çünkü, azami ücreti alanlann sayı- sı asgari, asgari ücret alan- lann sayisı azamidir. Her ikisini de asgari sa- yıdaki azami ücret alanlar saptar. Dünyanın hiçbir ülkesin- de devletin denetimi ve bil- gisi dahilinde vatandaşı fik- ren ve parasal olarak böyle soyulmamaktadır. Mustafa Aksoy Kan Yataş Home ve Puffy Centeriarda peşin fiyatına taksitle! YATAŞ PENCERE DGM Sorununun Anahtarı... \ AİHM (Avrupa insan Hakları Mahkemesi) Apo'yu yargılayacak olan DGM'yi (Devlet Gü- venlik Mahkemesi) bağımsız ve yansız saymı- yor. Diyelim Apo DGM'de yargılandı.. Hüküm giydi. Apo'nun dosyası bir başvuruylaAİHM'ye gön- derildiği zaman iş sarpa sarabilir.. Niçin?.. Türkiye, AİHM'nin yargı yetkisini benimsedi- ğine ilişkin anlaşmayı daha önce imzalamış... Ama gereğini yerine getirmemiş. Bizim kurnaz politikacılar, hep böyle yapıyor- lar; dışa dönük yüzlerinde demokrat görünüyor- lar; içe dönük yüzlerinde gerçek kimliklerini gös- teriyorlar; altına imza attıklan uluslararası anlaş- malan askıda bırakıyorlar. Bu aldatmaca sürü- yor... Hem de yanm yüzyıldan beri!.. • Şimdi yumurta kapıya geldiği için bizimkiler- de birtelaş, birtelaş... Avrupa diyor ki: - DGM'de yargıçlar kurulunun bir üyesi as- kerdir, bu mahkemenin kararlan bizim için ge- çersizsayılır, DGM'yisivilleştir... Apo tutuklandı, Meclis toplanamıyor, millet- vekilleri seçim derdindeler, politikacının gözü se- çimi kazanmaktan gayrı bir şey görmüyor... Oysa Meclis toplansa, DGM'leri sivilleştirecek önlemleri alsa, sorun çözülecek... Telaş, askerini sivilini sardı. • Meslektaşımız Mehmet Ali Kışlalı, dünkü köşe yazısında soruyor: "Şimdi ne yapılacak?.. Bu sorunun cevabı- nın objektif kalınarak ven'lmesi lazım. Birçok hukukçu konuya şurasından burasından bölük pörçük yaklaşıyor. Köşe yazarianndan da umut pek yok. Acaba yargı ile ilgili konulan izleyerek uzmanlaşan muhabirarkadaşlar durumu daha açık ortaya koyamazlar mı?.." Sayın Kışlalı, haklı olarak hükümetten, Mec- lis'ten umudu kesmiş; neredeyse köşe yazar- lanyla muhabirlerden medet umacak duruma gel- miş!.. Durumdan görev çıkar; bir köşe yazan ola- rak bu işin çözümünü söyleyeyim. • Ceza hukukunda temel ilkedir: Sanığın lehi- ne olan ceza yasası değişiklikleri hemen uygu- lanır. Diyelim ki Türkiye'de ölüm cezası kaldınl- dı; hem yargılanan hem cezaevinde idamını bekleyen kişiler, bu değişiklikten yararianırlar. Ceza usul yasalanndakı değişiklikler ise ister sanığın lehine olsun, ister aleyhine olsun, uygu- lamaya konur. Apo, DGM'de yargılanırken yargıçlar kuru- lunda görevli askeri üyenin yerine sivilin atan- masını sağlayacakyasa çıkanlırsa, hemen uy- gulanır. Evrensel ceza kuralıdır bu..I • Apo'nun sorgusu başladı, iddianamenin ya- zılması için zaman van hem kolay hem güç bir dava bu!.. Tüm dünya yakından izleyeceği için kanrtlann toplanması, tanıklann dinlenmesi, dos- yanın düzenlenmesi, iddianamenin yazılması özenle yerine getirilmeli... Yargılama, nisandan önce başlayamaz, Seçim yapılır, yeni Meclis toplanır, anayasa- da ve yasalarda gerekli değişikliği yapar; DGM'deki askeri yargıcın yerine sivil üye atanır; Apo davasında süregelen yargılamaya katılır. OKUMAGUNU TAKSİM SERGİ SALONU'NDA 27 Suhat Cumarte* lugün) Saat:14.00-16.00 ÇYDD Çocuk Kulübü Üyelerine Öykülerini okuyacak ve kitaplarını imzalayacak istıklal Cad. (Fransız Konsolosluğu yanı) Taksim Tel: 252 38 81/82 MERİÇ KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN EsasNo: 1995-211 Karar No: 1998'179 Davacı Medine Kalkancı tarafından davalılar Mit- hat Şengönül vs. aleyhine mahkememizde açılan ka- dastro tespitinin iptali ve tescil davasmın açık yargıla- ması sonunda; mahkememizce davanın kabulüne. da- va konusu Meriç ilçesi Subaşı beldesi 1669 parselin davacı adına tespit ve tapuya tesciline, harç ve mas- raflann davalılardan tahsilıne karar verilmiş fakat da- valılardan Mithat Şengönül. Sedat Şengönül ve Mus- tafa oğlu Mustafa Şengönül'e tüm çabalara rağmen tebligat yapılamamıştır. Bu nedenle ilanen tebliğ ya- pılmasına karar venlmış olup, ilanen tebliğ tarihınden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde temyizi kabil olmak üzere bu ilam davalılar Mithat Şengönül, Se- dat Şengönül ve Mustafa oğlu Mustafa Şengönül'e tebliğ yerine kaim olmak üzere ılan olunur. 11.1.1999 Basın: 2519
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle