Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 ŞUBAT 1999 PAZARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
îrtica Insanlık Suçudur
MUHAMMEDDAFİ E. vatz
A
rapça 'rücu' kökünden
'irtica' ve aynı kökten
sıfat olarak türetilen
'mürteci' sözcüklerini,
Arap yazılı dilinde. ilk
kez Muhammed Pey-
gamber kullanmış. 'İrtica\geri dönme,
geriyi isteme. eski -eskiden olmuş- ya-
şanmışlarayeğin istekduyma... Anlam-
lanna geliyor. Türkçede tam karşılığı
'gericilîk'tır. Aynı kökten türetilen ve
geçmişı isteyen. değışim-gelişme. ye-
nileşme istemeyen. yenilikten. yenileş-
mekten korkan. eskinin özlemcisi... An-
lamlanna gelen ve sıfat olarak kullanı-
lan 'mürteci' sözcüğünün dilimizdeki
tam karşılığı da 'gerici'dir. Islamın pey-
gamberi 'irtica' ve 'mürteci' kavramla-
nnı, dönemine göre değişim. dönüşüm.
bir yaşam düşüncesinden başka bir ya-
şamdüşüncesine geçiş anlamlanru da ıçe-
rcn, kendi peygamberliğine dolayısıyla
tslama direnenlere karşı kullanmış. Di-
renişçileri iknada zorlanan peygamber,
'Kuran'da 'Efal" Suresinden: 'İnneş
'şşrreddevabi ind'Allahi'ssummül-buk-
rrıülezziyenelâya'klum' yani. kuşkusuz
Tann katında insanlann (iki ayaklılann)
en kötüsü. yaşamın ılerleyen durumu
karşısındaakıllannı kullanmayarak. sa-
ğır ve dilsiz kalanlardır... Ayetini kanıt
göstermek durumunda kalmıştır.
Islamlık. gerek Araplar arasında. ge-
rek öteki toplukluklarda kılıç zonıyla
kendini kabul ettirmiş bir inanç dizge-
sidir (sistemidir). Ne var ki. sonuçta bir
devlet düzeni. bir siyasal örgütlenme
dizgesi olarak değil, daha çok törel (ah-
laki) ve aktörel (moralist) birtinsel ya-
şam yoldamı olarak kurumlaşrruştır. Ger-
çekte Islam Peygamberinin de ıstegi bu
doğrultudadır. Ona göre: Zaman içinde
insan-yaşam. zamana uygun olarak ve
değişerek sürecektir. Insanlar. bir yan-
dan değışen zamana kendilerini uydu-
rurken öte yandan inançlannda farz ola-
nı yerine getirmeleri en doğrusu olacak-
tır. Yani demek ısteniyorkı, Kefimeyişa-
hadet ile Müslüman olmuş iseniz. sağ-
lığınız da yerindeyse namazınızı kılm,
orucunuzu rutun. varlığınız yerindeyse
fıtre ve zekâtınızı verin, yeterliyse Hac-
ca da gidin. Ama ondan ötesi 'zamaıun
hükmiine' ve özgür istencinize kalmış-
tır.
Insanlar için, 'zamanın hükmü'nü
ka\Tamak ve özgür isteneiyle davranmak
kolay olmamış... Geçmişte de kolay ol-
mamıştır, bugün de kolay olmamakta-
dır. Dinerkel bir yapı içinde kalmaya
özen gösteren Osmanlının bile çekme-
diği kalmamış, 'irtica' ayaklanmalann-
dan, 'mürteci' ayakdaşlanndan. O ayak-
lanmalarda. o ayakdaşlıklarda sallanan
her kılıç, dalgalandınlan her ukap (Mu-
hammed'in sancaklanndan biri) sözde
din adına. 'din-i mübin' adınadır. Aklı-
nı kullanabilme yeteneğinden yoksun
iki ayaklı yobazın 'istemezük'lerine kar-
şılık, nice başlar kesilmiş. nice ocaklar
söndürülmüştür. Bu bağlamda, yalnız-
ca 'Kabakçı İsyaru'nı ve Sultan 3. Selim'in
başının vuruluşunu anımsamak bıle tüy-
ler ürperticidır. Sultan Selim'in başı.
"Tann içimi ve niyetimi biliyor ki, nef-
sim için değiL, devlete hizmet için bura-
dayım. Her kim ki halka ve devlete ha-
yınlık eder, başını vurdurur yerine baş-
kasını koyanm..." dediği için \-uruldu.
Çünkü Padişahın düşündüğü ve uygu-
lamaya geçtiği birtakım yenilikler ve
önlernleryüzünden. devleti sülük gibi em-
mekte okn kimi: Şeyh,derviş. mürid,sey-
yid, çelebi, baba, emir, nakib, halife, fal-
a, büyücü, üfiirükçü, muskacı, bey, pa-
şa, ağa, hacı, hoca, hafiz, molla, beyefen-
di, hanımefendivb. sanlarla ayncalıklan-
dınlmış olanlann ekmekleri kesilmek-
te, para ve silahla sağladıklan saygınlık.-
lan ortadan kalkmaktaydı. 3. Selim'in
başmı vurduranlar, o denli ileri gittiler
ki, dönemin Şeyhülislanu'nın bağnna
hançeri dayayıp, "Selim döneminde kı-
lınan bütün cuma vevakit nama/lannın
Tann kaûnda geçersiz sayılacağma da-
ir fetva" bile verdirttiler. Kanlı emelle-
nne Tann 'yı alet etmekten bile utanma-
düar.
Mürteci, mantığı sakat. muhakemesi
kıt olduğundan, daha doğrusu aklını kul-
lanabilme yeteneğinden yoksun bulun-
duğundan. inanç saplantısıyla davTanmış,
dini, dince kutsal sayılan kavram ve nes-
neleri kullanrruştır. "Dineldengidiyor"
yaygarasına sanlmıştır. Gericı (mürte-
ci), aklını kullajıma yeteneğinden yok-
sun olduğu için de açgözlü, doyumsuz
ve acımasızdır. Geçenlerde Yüce Mec-
lis'te bir milletvekili. 'irtica'run hiçbir ya-
sada suç olarak gösterilmediğini söyle-
di. Anayasamızın 24. maddesindeki
*Kimse ibadete,dini ayinvetörenlere ka-
übnaya. dini inanç ve kanaatlerini açık-
lamaya zorlanamaz: diniinanç ve kana-
atlerinden dolayı kınanamaz ve suçla-
namaz-T hükmünü görmezden, bilmez-
den geliyor. Anayasanın bu hükmü du-
ra dura, kimi etkili ve yetkili kişilerin dev-
let kasasından 'ütar sofralan' düzenle-
meleri. 'euzu-besmele'lerleaçılışlaraka-
tılıp toplantılaryapmalan ve çalışma sa-
atlerini namaz vakitlerine göre ayarla-
ma girişimleri, hem laik devlet felsefe-
siyle bağdaşmaz, hem de insan bulun-
cuna dolayli bir baskıdır. Son Meclis
toplantısında. Meclisi yöneten başka-
nın cuma namazını, 'vazgeçemeyeceği
bir mazeret' diye niteleyip toplantıyı ka-
patmasına Maikligi koruyacaklanna na-
mussözü' vermişlerden hiçbir tepki gel-
memesi; gericinin (mürtecinin) eline fir-
sat geçtiğinde, başımıza neler gelebile-
ceğinin en yakın uyaraıu olarak algılan-
malıdır. Çünkü. ipin ucu gericinin eline
bir kez geçti mi. onu elinden çekip al-
mak çok zor olabilir. kimi durumlarda
çok pahalıya mal olabilir. lmam-hatip
okullannm orta kısımlannı ayınncaya.
sekizyıllıkegitimi rayınaoturtuncaya de-
ğin ulusça çektiğimiz sıkıntılan unutma-
malıyız. Köy Enstitüleri eğitimciliğiy-
le akıllannı kullanmaya, olgucu-olum-
lu bilımlere, öğrerunede ve yaşamlannı
anlamlandırmada neden-sonuç ilişkisi
kurmaya yönlendirilen köylü çocukla-
nnın: K.öy Enstitüleri kapatılarak imam-
hatip okullanna kapatılması, düpedüz
bir gericilik hareketiydi. Ne kadar Ata-
türk ve laik düzen düşmanı, ne kadar ba-
ğımsızlık savaşı kaçkını. ne kadar şeri-
at yardakçısı varsa o kurumlarda yuva-
lanıp, temiz köy çocuklannın beyinle-
rini yıkama işlemine giriştiler. Siyasal
erki ele geçirmek isteyen siyasacüar,
ulusun ve ülkenin yaşamsal sorunlannı
görmezden gelıp, imam-hatip okulu aç-
ma yanşına girdiler. Bugün ulusça çek-
tiğimiz sıkıntılann tohumu imam- hatip
okulu açmayanşlanyla atıldı, içine düş-
tüğümüztutumbilimsel (ekonomik). top-
lumbilimsel (sosyolojik), ekinsel ve eğit-
sel açmazlann çukuru: Dinin, inancın ve
din-inanç nesnelerinin siyasal amaçlar
için kullanılmasıyla kazıldı, derinleşti-
rildi.
Gericilik (irtica) insanhk suçudur.
Çünkü gericilik, aydınlıkta-ışıkta değil.
karanlıkta, izbede iş görür. Bunuyapar-
ken de insanlar üzerinde korkuyu. ürkü-
yü, yıldınyı kullanır. Kendisi, aklını kul-
lanamadığı için, olaylar-olgular karşısın-
da çözümsüzdür, seçenek üretemez.
Onun için de, en kolay kullanım simge-
si olan Tann'yı kullanır. İnsanlann bu-
lunçlannı Tann korkusuyla, peygamber
ürküsüyle baskı altına almanın şeytan-
ca yollannı ararbulur. Oysa Islamın Pey-
gamberi açık konuşmuştur. Demiştirki,
"Ey Müslümanlar, ben de sizin gibi bir
insanım. Sizin gibi ben de rey ve yorum-
lanmda hata da, isabet de yapabilirim.
Ben tebiiğ ettim. İnancuuz sizindir. Fa-
kat dünya işJerinize dair bir şe> söyler-
scm, onu düşünüp tartmız, bana uymak
zorunda değilsiniz. Çünkü ben de sizin
gibi bir insanım. Sizier dünya işierinizi
daha i\i bilirsiniz!»"
Gericiye (mürteciye) önverilirse, Pey-
gamberi bile dinlemez, dünyayı kendi kı-
sırdöngüsü içinde, kendi dar görüşüne
göre düzenlemek ister.
ARADÂBİR
r IL1Z lyUL!Vlr!j/j Yazm ağretmeni
Yazın Derslerinin Tatsızlığı
Yazın (edebiyat) dersleri, ne yazık kı, öğrenciye
yük olmaya devam ediyor. Haftada dört saat olan
Türk Dili ve Edebiyatı dersinin okutulduğu sınıfa
göre, haftada iki saati edebiyat, Edebi Metinler adıy-
la okunan parçaların didik didik edilmesiyle üç sa-
at, Edebiyat Tarihi adıyla da iki saat olmak üzere haf-
tada altı ile yedi saat, öğrencilerın edebiyatla bo-
ğuştuğu bir gerçek.
Oysa yazın (edebiyat), bir sanat dalıdır. Nereden
bakılırsa bakılsın matematik gibi ölçüp biçmeye
gelmez. Duymayı (hissetmeyi). estefık bir zevki ge-
liştirmeyi, çok yönlü düşünmeyi, sağlıklı bakış açı-
sı kazanmayı sağlamadıkça da bu ders amacına ula-
şamaz. Öğrenci, okuma alışkanlığı, okuma sevgisi
kazanmadıkça; okuduklannı özümleyerek tartışa-
bilir bir düzeye erişmedikçe; soran, sorgulayan di-
namik bir dünya göriişü kazanmadıkça bu dersin
amacına ulaşabildiğini kim söyleyebilir? Yıne bu
bağlamda imge (hayal) gücü gelişerek yaratıcı ola-
mayan genç, bu dersten ne kadaryararlanabilir? Üs-
telik yazın derslerinin anadilimizi geliştirecek biçim-
de uygulanmasına da önem verildiği söylenemez.
Bu kadar yüklü bir programda ele alınan metinler
ya eski Türk edebiyatından ya da içerik ve dil ba-
kımından öğrenci için çekici olmayan örneklerden
seçilmektedir. Bu daTürkçenin geliştırilip güzel kul-
lanılması için yeterli olmamaktadır.
Olaya daha incelikle yaklaşırsak, lise birinci sınıf-
larda yalnız şiir ve düzyazı türlerinin özellikleri, uyak,
ölçü ve söz sanatları doğrultusunda kuramsal bil-
gilendirmenin temel alındığı; lise ikinci sınıflarda Di-
van Edebiyatı, Batı Edebiyatı Etkisinde Türk Ede-
biyatı'nın (Cumhuriyete kadar), lise son sınıfta da
Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı ve Türk cum-
huriyetlerin edebiyatlannın okutulduğu görülmek-
tedir. Bu kadar geniş kapsamlı konularla ilgili bilgi-
leri yetiştirme telaşı ne öğrencide ne de öğretmen-
de yazın zevkini oluşturamamakta, aynı zamanda
da anadili geliştirme konusunda yeterli bir çaba
üretilememektedir.
Oysa gelişmış ülkelerde anadili eğitimine öbür
derslerden daha çok önem verildiği bilinmektedir.
Cahrt Külebi'nin güzel lürkçesiyle dilimize kazan-
dırdığı Julia Marshall'm "Anadili ve Yazm Öğreti-
mi" adlı yapıtında "...Avrupa ülkelerinin çoğunlu-
ğunda, eski edebiyat dışında, bütün ulusal edebi-
yat dönemlerinin okutulduğu görülmektedir. Bu
dönemlehn okutulmasında onjinal metinler üze-
rinde ayrıntıh dilbilimi çözümlemelerini gerektiren
bir öğretime yer verilmemiş, bu iş anadilinde uz-
manlaşan yükseköğrenim öğrencilerine bırakılmış-
tır. ispanya ve Isviçre dışındaki bütün ülkeler çağ-
daş edebiyatı okutmaktadır." denilmiştir. Yine aynı
yapıtta "Öğrenciler toplumun bir üyesi olduğuna
göre, metinler öğrencileri ilgilendiren sorunlanyan-
sıtacak biçimde seçilmelidir." görüşüne yer veril-
miştir. Bu uygulamalann yanında bir de bizim yazın
ve anadili derslerimize bakıldığında öğrencilere hem
zamansız birsürü bilginin depo edildiği hem de an-
lamakta zorlandıklan bir dille yazılmış eski edebi-
yat metinleriyle ve edebi kuramlaria ya da onlan hiç
ilgilendirmeyen, ilgilerini çekmeyen ömeklerte uğ-
raştırmakta olduğumuz görülmektedir.
Yazın derslerindeki bu yanlış ve çağa hiç uyma-
yan uygulamalann yanı sıra üniversite sınavlannda
Türk Dili ve Yazını dersiyle ilgili beklentilerin de bü-
tün bunlarla çelişmesi beni gerçekten düşündürü-
yor. Özellikle 199Q üniversite sınavlannın geçmiş yıl-
lardaki ÖSS sınavı biçiminde olacağı sıklıkla yine-
lendi.Bununladayorumgücü. bilgilerarasındailiş-
ki kurabilme yetisinin ve sorgulamanın değerlendi-
rileceği yazıldı. söylendi. Ancak burada düşünülme-
si gereken bir şeyler olmalı. Okullanmızdaki yazın
ve anadili derslerinin yukanda da anlatmaya çalış-
tığım öğrenciyi ezbere ıten, muhakeme gücünü de-
ğil de ezberleme gücünü geliştirmeye yarayabile-
cek yöntemi ile YOK bu amaca ne kadar ulaşabi-
lecek? Üniversite sınavlannda okul başansının esas
alınarak ortaöğretim puvanının önem kazanması
düşünülürken mevcut eğitim sistemimizin iyileşti-
rilmesi de düşünülemez miydi? ÖSS sınavındaTürk-
çe adıyla sorulan sorulardan çoğunu cümlenin ve
paragrafın yorumu ile Türkçeyi iyi kullanma sorula-
nnın oluşturduğu da bir gerçek. Ne ki bu eğitim sis-
temiyle edebiyat derslerinin öğrenciye yorumlama
ve muhakeme yapma, ilişki kurma, öğrenilenleri
kullanma becerisi kazandırması da oldukça zor.
Öğrenciler belli boşluklan doldurmak için dersha-
nelere başvuruyoriar. Oysa okullanmızda yorumla-
yan, üreten, muhakeme yapabilen, papağan gibi ez-
berleyen değil, araştıran, yaratıcı gençler yetiştiri-
lebilse Türk Dili ve Yazını dersleri de öğrenci için bir
yük olmaktan çıkar ve gerçek anlamda okuyan,
eleştiren, sorgulayan, yaratıcı insanlar yetiştirmede
baş rolü oynardı.
Devlet Kendi Malını Ozelleştirirken
DURSUNAKÇAM ?-
üksetendegerler(!)'Tür-
kiyesi'ndekimi soy de-
ğerler de inişe geçti ya
da yozlaştınldı demek
pek abartılı sayılmaz.
"Yazın". "sanat". *sa-
natçı"bunlardanbirbölüğü. Insanı insan eden
bu evrensel değerler Yeni Dünya Düzeni'nin
hokkabazlığı içinde yörüngesinden saptınla-
rak bir başka kimliğe sokuldu sanıyorum.
Sevgili Mustafa Ekmekçi'nin söylemi ile vur-
gulamak istersek sanat. yabancıİaşmanın bir
aracı mı oldu ne? Bu çarpıkhktan en az etki-
lenen yine de yazın (edebiyat) türleri diyebi-
liriz, yükselen değerlere ayak uyduran süper-
lerin üst düzey "modern" yapıtlannı katmaz-
sak eğer! Neyse ki bunlann "popülariteleri"
o denli yaygın değildir.
Reklam tezgâhlan ile satsalar bile üç beş ka-
f^dar dışında kimse okumaz pek, okuyanlar
da bir şey anlamaz zaten. Ancak onlardan ka-
lan boşluğu çeviri yoluyla başka görünüm al-
tında doldurmaya çahşan yayınevleri de yok
değil.
Latin Amerika ülkelerinden başlanarak der-
lenen o biçim moda yayınlar, üstün sanat tan-
tanası ile sunulur okura ve bir saptırmacadır
sürer gider; bir kitabm ilk baskısının üç-beş
binigeçmedıği 63 müyonlukTürkiye'de... Bu
kısır döngüde yazann
u
kelkızı,&açlı" diye sa-
tan yayınevinin hiç mi suçu yok? Bu ülkede
yerli insanın dramı, acısı, öfkesi. özlemi, sev-
gisi, beklentisi kolay anlaşıhr bir biçim için-
de, yahn dille anlatılırsa kaba sanat olur! In-
ce sanat, yüksek sanat biraz bireyci, bunahm-
cı, biraz soyut, post most olur. O da daha çok
dışanda bulunur. Yükselen değerlerin bir ge-
reğidir bu!.
Asıl tehlikeli olanı. "medya" üretimi, "ser-
best pazar" ses "sanatçı"lan "pop"çular, "ara-
besk"çiler, daha başka bılmem neciler... Özel-
likle özel TV'lerde hep bunlar, "klip"leri, "al-
büm"leri, "kaset"leri ile evlerde, dolmuşlar-
da taksilerde bunlar... Milyarlar kazarurlar,
vergi kaçınr, zora gelende '^nıafya"1ı bağ için-
de olurlar. Benzerleri görülmez bir başka ül-
kede. Aslında düşük düzeyli kabare şarkıcı-
lan bunlar. Yerleri meyhaneler, gece kulüple-
ri, içkili gazinolar, diskolardır. .\ma bizim ül-
kede, "devlet sanatçısı" bile olurlar.
Sanatçılan devletleştirmek
Ne demek "devlet sanatçısı?" Devlet poli-
si, devlet malı gibilerden bir şeyler çağnştınr
kişiye. Devlet kendi malını ozelleştirirken, sa-
natçılan devletlestiriyor, hem de sayısına be-
reket, 86'sı bir kalemde! Türk yazınının usta-
lanndan Melih Cevdet Anday'ın, erotik bir
pop dilberi ile aynı sepete konularak "devlet
sanatçısı" yapılması, devlet büyüklerimizin
sanat-kültür sefaletinin ayrı bir göstergesi.
"Dahaçoksanatçvsakmlar dolusu sanatçı" dı-
yor Sayın Gumhurbaşkanımız. Herhalde Nâ-
zım Hikmet, Ruhi Su,Yıhnaz Güne\ düzeyin-
deki sanatçılar değil istedikleri sanatçı sayın
devlet başkanımızın. Nâzım Hikmet'in ke-
miklerini bile ülkesine getirmekten korkan
bu devlet değil midir, ölüm yatağında Ruhi
Su'ya "tedavi" amaçlı bir pasaport vermeyen
de... Sürgünde ölen Yılmaz Güney'in meza-
n da yaban elde. Yakın geçmişte Sayın Demi-
reJ başbakanken nice yazann, sanatçının ana-
lanndan emdikleri süt fltil fîtil bumnlann-
dan getirilmiştir.
Şimdilerde değişen ne? Sosyalist ülkeler
dağıldı, alan uluslararası iri anamalcılarakal-
dı. Onlar da küresel imparatorluğun bayrağı-
nı açtılar. Bu imparatorluğun adına Türkçe'de,
"yeni dünya düzeni" denildi. Doğal ki bu dü-
zen, kendisini yaşatacak küresel yapılaşma-
yı, peyklerini, piyonlarını, çanakçılannı bir-
likte getirecek, "suni" tohumlama sanatçıla-
ruıı da yetiştirecektir.
Demekki istenen sanatçı, "ekofiberaBzm"ın
serbest pazar sanatçısı... Görevleri şarkı-tür-
kü söylemek. roman, öykü, şiir, senaryo ya-
zarak "yeni dün>a düzeni"ne kitle tabanı ha-
zırlamak!.. "Devletsanatçılan" içindesaygın
sanatçılar da vardır kuşkusuz. Ama onlan da
insan "içine sindiremiyor'' bir türlü...
Devlet sanatçısı olmayı kabullenen bir ki-
şi, o devletin günahını. sevabını da kabulle-
nerek onunla bütünleşen bir kişi degilse ne-
dir? Hani sanat özgür bir yaratım işiydi. sa-
natçı bağımsız yaratıcı kişi. Sanatın amacı, ken-
di kurallan içinde dünyayı değiştirmekse eğer,
sanat dövüşkendir bir anlamda, sanatçı dövü-
şen kişidir.
O nedenle de çarpık bir düzenle uyum için-
de olamaz. Onun yeri holding iktidarlannın
kucağı değil. ezilen, sömürülen emekçi sınıf
ve katmanlann yanıdır.
Gerçek bir sanatçı düşünebilir miyiz, iş-
kenceyi kunımlaştıran, yazan, çizeri, düşün-
cesinden ötürü aydın kişileri hapse atan bir dev-
letin sanatçısı olsun? "Çete,maf>
T
a,siyaset,ti-
caret, seriat" beşibiryerde ile gurur duyanlar
ele geçirmişse yazıkİar olsun bize! Ödüllen-
dirdiği "sanatçı" da "şaibeü" sanatçı olmak-
tan kurtulamaz.
Mustafa Kemal Atatürk devrimleriyle ba§-
layan aydınlanma savaşımında devletle bü-
tünleşen onurlu sanatçılanmız. yazarlanmız
vardır. Onlar yapıtlanyla bu sürece ışık tutmuş-
lar, insan olmak, ulus olmak, çağdaşlaşmak
çabasma tüm güçleriyle katılmışlardır. Ama
devrimlerin tam anlamıyla oturmadığı sosyal
yapıya dönük eleştirilerini de esirgememişler-
dir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nu-
ri Güntekin, Halide Edip Adıvar ve daha nı-
celeri...
Öte yandan aynı dönemde devletin "resmi
ideolojisi" ile uyum içinde olmayan sosyalist
gerçekçi sanatçılar daha da çoğunluktadır.
Bunlar ağır bedeller ödeme pahasına da olsa
sanatlanndan, inançlanndan ödün vermemiş-
lerdir.
lşte Nâzım Hikmet, Sabahattin AH, Ortıan
Kemal, Kemal Tahir, Rıfat Ilgaz, Hasan t. Di-
namo, Ruhi Su, Aziz INesin, say sayabildiğin-
ce. Çıkaralım bu sanatçılan aradan, cumhu-
riyet dönemi yazmından kaç kişi kalır geriye?..
Kirletmeyelim "yazın-yazar", "sanat",
"sanatçı" gibi soy kavramlan'.
Tüm Yataş Home ve Puffy Center'larda
peşin fiyatına taksitle!
CUMHUltfYET'TEN
OKURLARA
ORHAN ERtNÇ
Yasalarımız Kevgir Gibi
Medyamızın yasaları delme ya da kendilerince
varolduğunu sandıkları boşluklardan yararlanma
girişimine son dönemde televizyonlar da katıldı.
Cumhuriyet okurları hatırlayacaktır.
1 Ocak 1997 günü kabul edilen yasayla, Tüke-
ticinin Korunması Hakkındaki Yasa'yaekyapılmış
ve yazılı iletişim araçlarında düzenlenen kampan-
yalarla tabak-çanak, beyaz eşya verilmesi yasak-
lanmıştı.
Yasa çıkalı iki yılı aştı, ama yasaklanan promos-
yonlar sürüyor.
Anayasa Mahkemesi'nin çıkarılan yasanın ve
yasada öngörülen para cezalarmın anayasaya ay-
kın olmadığına ilişkin karan da 16 Ocak 1999 gü-
nü Resmi Gazete'de yayımlanarak kesinlik ka-
zanmıştır.
Bu arada Ankara Asliye 4. Tıcaret Mahkemesi'nin
yasaya aykın promosyonların durdurulması yö-
nünde aldığı karar bir türlü uygulamaya konula-
mamıştır.
Yaşadığımız kargaşa ve yapılanın yapanın ya-
nına kâr kalması, televizyonlan da etkilemiş olma-
lı ki, iki televizyonda düzenlenen programlara grup-
ların gazeteleri de katılmtştır.
Bu uygulamadaki boşluk da özel radyo ve te-
levizyonlarla ilgili yasanın 4'üncü maddesinden
kaynaklanmaktadır.
Genel yayın ilkelerini belirteyen bu maddede sı-
nırlama şöyle yer almaktadır:
"Yanşma ve benzeri yöntemlere başvvrmamak
ve bunlann sonucunda dinleyici veya seyircilere
ikramiye vermemek veya ikramiye vehlmesine
aracılık yapmamak, lotaryaya ftrsat bırakmamak
esastır."
Ama bu sınırlamanın geçerli olması için prog-
ramların "bilgi iletişim telefonları" aracılığıyla ya-
pılması önkoşul olarak aranmaktadır.
Yasaya göre normal telefon hatları ileyapılan uy-
gulama yasak sınırlan dtşında kalmaktadır.
Ancak televizyon yöneticileri, ya güçlerine gü-
venerek, yada bilmezden gelerek Milli Piyango Ida-
resi Yasası'nı da yok saymışlardır,
Yasaya göre hem parasal hem de mal ve hiz-
met karşılığı verilen hediyeler için Milli Piyango Ida-
resi'nden izin alınması gerekmektedir. Kupon ver-
meyerek gazetenin alınması koşulunun aranma-
sı da yasanın ardından dolaşılmasının tipik bir ör-
neğidir.
Telefonlann kilitlenmesini önlemek için getirilen
"Bizi program süresi dışında arayın, biz sizi ara-
nz" yönteminde aranacaktalihlilerin nasıl belirlen-
diği de belli değildir.
RTÜK, telefonların kilitlenmesiyle kişiler arasın-
daki iletişimin yanı sıra, itfaiye ve acil yardım tele-
fonlarının da durduğunu belirten Türk Telekomü-
nikasyon AŞ'nin başvurusunu da dikkate alarak
11 Şubat günü bir açıklama yapmıştır.
Açıklamanın oluşmuş bulunan genel kanıyı da
dile getiren son bölümü şöyledir:
"Söz konusu programlann biigi yanşması nite-
liğini kaybettiği, programlarttefSergilehâri'ğbrı&l
tutum nedeniyle kişilerin hiçbtremek hârcafnâk-
sızın para kazanmaya teşvik edildiği, aiçıkça ddy-
gu sömürüsü yapıldığı, insanhk onurunu rencide
edici davranışlar sergilendiği ve yanşmaya katı-
lan izleyicilerin program sunucusuna yalvarma
noktasına getirildikleri, kullanılan argo ifadelerie
ve sık sık yapılan müstehcen konuşmalarla ço-
cuklara ve gençlere kötü örnek olunduğu orta-
dadır. Bu konuda 178 Alo RTÜK telefonla şikâ-
yet hattı kanalıyla Üst Kurulumuza her gün yüz-
lerce başvuru yapılmakta olup, yukanda belirti-
len bütün unsurlar aynı zamanda 3984 Sayılı Ya-
sa'nın 4. maddesinin 'Genel ahlak. toplum huzu-
ru ve Türk aile yapısına' aykın yayın yapılamaya-
cağına ilişkin (d) bendi ile 'Çocukların ve gençle-
rin fıziksel, zihinsel. ruhsal ve ahlaki gelişimini
olumsuz yönde etkileyebilecek yayın yapılmama-
sı esasına' ilişkin (m) bendine aykınlık teşkil etmek-
tedir. Adı geçen programlar nedeniyle ilgili yayın
kuruluşlan hakkında Üst Kurulumuzun 3 Şubat
1999 tarihii toplantısında birergün yayın durdur-
ma müeyyidesi uygulanmasını öngördüğü bilin-
mektedir. Üst Kurul'un daha ağırmüeyyidelere baş-
vurmak zorunda kalmaması bakımından, yukan-
da beiirtHen sakıncalann acil olarak giderilmesi ge-
rekmektedir. "
Izleyelim bakalım, neler olacak.
•
Enerjide imtiyaz sözleşmelerinde şirketlere ta-
nınan ayrıcalıkları içeren haberi Banu Salman
yazdı.
•
Ekolojik tarımın yurtiçi pazarını geliştirme ve
hormonsuz, ilaçsız ürünlerin yaygınlaştınlmasıyla
ilgili çabalan Asuman Abacıoğlu duyurdu.
•
Başbağlar katliamı olarak bilinen davada idam-
la yargılanıp beraat eden 20 köylüden 6'sının dev-
let aleyhine 37 milyar liralık tazminat davası açtı-
ğını Necati Aygın haberleştirdi.
•
Kars gezisiyle ilgili izlenimlerinde Sarıkamış Cı-
bıltepe Kayak Merkezi'ndeki turizm yatırımları ile
kentteki yoksulluk, işsizlik ve ırkçı kışkırtmalarını
Banş Doster aktardı.
•
Ölüm nedenlerinin ilk sırasında yer alan kalp
hastalıklannın nedenterini. risk faktörlerini ve son
tedavi yöntemlerini Saadet Uslu duyurdu.
•
Üsküdar'da laiklik karşıtı gelişmeler konusun-
da "Yıkıcı, Bölücü ve Irticai Faaliyetleri Izleme
Kuru/u"nun etkin çalışma yapmadığı iddialarını
Mehmet Demirkaya haberleştirdi.
•
Önümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir
hafta geçirmeniz dileği ve saygılarımızla.
OerincCa cumhuriyet.com.tr.
Arife SAĞLAM
ile
İbrahim Ruhi TAMER
nişanlandılar.
14 ŞUBAT 1999