11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 EKİM 1999 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR kulturcg cumhuriyet.com.tr 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt Şanlıurfa'nm tarihi ilçesi aralık aymdan itibaren sulara gömülecek F Halfeti 3e Fırat arasındaki "tarihi biıükteyazdridarTyüzierce yılhk dosdukvedayaıuşma günleri yakında sona eriyor. (Fotoğraflar: OKTAY EKİNCİ) > • • • ırat vadısının zengin tarihi içinden süzülüp gelerek eşsiz bir mimari ve kentsel dokuyu bugünlere taşıyan Halfeti, aynı zenginliği 21. yüzyıla sular altında kalarak aktarmanın " küskünlüğünü " yaşıyor. Dahası, Halfeti sadece binalannı değil, bereketli topraklannı da Birecik Barajı gölüne terk ederek, yaşam kaynaklannı bile yitirmişolacak... Halfeti'nin zengin mimarlık küMriiyle bezeti taş evleri ve özgûn merdivenli sokaklan, yaklaşan yok oluşu derin bir sessizük içinde bekliyorlar. HalfetTye Veda' ziyareti•• Tüıkiye'nin"engelişıniş"bölgesınde- ki binlerce depremzede kış aylannı ba- nnma sorunlan içinde karşılarken, yine Türkiye'nin "GAPTa genşeceği" umudu- nu taşıyan Güneydoğu Bölgesi'ndeki binlerce yıllık uygarlık merkezleri de aynı kış aylannı "sular altında'' kalma- ya hazırlanarak bekliyorlar... Üstelık bu "kış aytan". herhangi bir yılbaşının değıl. msanlığı "2OOO'H yd- laria" tanıştırmaya başlayacak olan 20. yüzyılın son yılbaşının "kutlamalannı" da içerecekler. Gelin görün ki ne Batı Anadolu'daki "depremeyakalanan" kentler. ne de Do- ğu Anadolu'daki "baraj göiü baskınına uğrayan" yerleşmeler bu coşkuyu yaşa- yabilecekler. Deprem bölgesindekiler "bilimi dışla- yan sözde imar politikalannın", GAP bölgesindekiler ise "kültürü dışlayan sözde kalkınma politikalarının" adeta yazgı bırliğı ıçindekı kurbanları olarak, böylesıne tarihsel bir yılbaşmı içeren kjş aylanna genlim ve "yok oluşla" birlik- tetanık olacaklar... Fırat'ın vefasızhğı meydan da suvun 2.5 metre altında ka- lacak. Caminin üst kısmı ve minaresi ise su üstünde görünecek™" Yanı vefasız Fırat, yüzlerce yıldırdin- lediği ezanı ve Halfeti'nin kent yaşa- mındaki coşkulu seslerinı duyabilmek için, artık kulak kabartmak yenne "bel- leğini" zorlayacak... Sonra da zaman içinde "su kayağı", "kürekyanşT vb. gi- bi Halfeti'nin şaşkın bakışlan arasında düzenlenen "GAP şentikJerinin" (!) şı- mank ve göstermelık gürültülenne alı- şıp, belleğindeki o insan sıcaklığını ve uygarlık tarihini simgeleyen sesleri de unutarak, belki de "nerelerden geçtiği- ni, kim olduğunu artık bilmeden" Me- zopotamya'ya doğru yoluna devam ede- cek... 'Kurtulanlar' yaşayabileeek mi? Ashnda Birecik Barajı, Halfeti'nin sa- dece 2/5'ini değil, bir bakıma "tama- mını" ve hatta "geteceğnu" de yutmaya hazırlanıyor... Çûnkü yine GAP yetkililerinin ver- dikleri bilgiye göre baraj sanıldığı gibi sadece sulama ve enerji için değil, bir- kaç yıl önce alınan birkararla "içmesu- yu kaynağT olarak da kullanılacak. Baş- ta Nizip olmak üzere bölgedeki birçok yerleşmenin içme suyu gereksinmeleri- ni karşıladıklan "kuyular" da barajın kurbanı olduklanndan, devreye artık "baraj gölü" girecek... Peki, Halfeti'nin "su üstünde kala- cak" 3/5 oranındaki kesimiyle bu yeni 16M*artarOdası'nın )8-2S£y«a 1999 tarihlerinde düzenlediği "Güne>doğu Küttür Gezisi ve Tarihsel Miras Etkin- likleri" kapsamında 24 Eylül gününü Halfeti'ye ayırdıgımızda. dogrusu bu- nun aynı zamanda bir "veda ziyareti" de olduğunu baştan pek yüreğimizde his- setmemiştik. Gerçi yapımı tamamlanan Birecik Ba- rajı'nda bu yılın aralık ayından itibaren de "su tutulmaya" başlanacagını ve böy- lece tarihın gururlu tanıklanndan BeDas köyûndeki Zeugma, Apamea ve Urima gibi antik kentlerle birlikte aynı gururu paylaşan Halfeti'nin de baraj sulan al- tında kalmaktan kurtulma umutlannm "tümüyle söneceğuıT bilmıyor değil- dik... Ancak yine de kentin ılk göründüğu o tepeden "vefasız Fırat"a ve kıyısında- ki güzelim tarihi yerleşmeye önce *yu- kandan" bakıp. sonra da aşağıya inerek eski ve soylu binalann arasına gırdiği- mizde söylenen "işte sular şuraya ka- dar yüksetecek" sözûnü duyuncaya ka- dar bu bilginin ne denli "hüzun yflklü" olduğunu o kadar güçlü fark etmek de galibaolanaksızdı... Belediye Başkanı MehmetGökçek'in. ortalığı kendıliğinden saran "bunıkses- sizliği" bozan titrek sesiyle "tşte şuraya kadar" diye işaret ettiği yer, Halfeti'ye kimlık veren eşsiz ve özenli bir sivil mi- mari geleneğin kent meydanındaki gör- kemli köşebaşmı oluşturan tanhi taş ko- nağm üzerindeydi. GAP Idaresi Fiziksel Planlama Koor- dinatörü A.ABm Çopuroğlu'nun da "Ken- tin sadece 2/S'i tümüyle su altında kala- cak" diye bizleri adeta "teseffi" etmeye çahştığı açıklamasında "yani,şu aşagı ke- shn" dediği tarihi doku içinde ise Hal- feti'nin 16. yiizyıldan kalma Hamam Camisi başına geleceklerden habersiz Fırat'ı seyretmeye devam ediyordu. Aynı caminin önündekı tarihi mey- danda durduğumuzda 2000 yılının ha- ziran ayındaki "durum" hakkında yapı- lanaçıklamayı sanki heryanımızı suba- sıyorcasına "ürpererek" dınledik' "Bu Tarihi göremeyen yeni' yerleşme tşte "yeni Halfeti evleri'' (!) Eski kentin mimari zengiııliğini görerek bu çimento kutular acaba nasıl tasarlanabilir ve hangi "kalkınmanın" projeleri olabilir?_ Halfeti'nin Fırat'la yakmda sona erecek tarihsel dostluğu, aslında sade- ce kıyısında olmasıyla sınırlı değildi. Aynı kıyı boyunca uzanan bereket- li topraklar, bağlar ve bahçeler, Hal- feti'yi bölgenin en zengin meyve ve sebze ûreticisi kılmıştı. Zaten kimi kaynaklara göre de Rumkale'den bu- raya göçerek şimdiki kenti kııranlann yer seçiminde de aynı bereketli top- raklann önemli payı vardı... Nitekim Halfeti, yörede adeta bir "Akdeniz ikfimi" yaratan bu su vadi- sinde •'nareaeiye"' ve hatta "ınuz" üre- timinde bile harikalar yarattı. Bütün Şanlıurfa ilinin sebze ve meyve üre- timinin yaklaşık yüzde 30"unu karşı- lar oldu. Bu zenginlik, kente ve yaşa- ma kühürüne de yansıdı ve Halfeti, böl- gede sadece kökJü tarihiyle değil, "ge- öşkin mimarisi" ve özenle imar gör- müş kent dokusuyla da nam saldı... Şimdi ise Birecik Barajı 'nmbüyük gölü altında, işte böylesi bir zengin- liğe neden olan o verimli bahçeler, ta- nm alanlan ve bağlar da kalacak. Böy- lece Halfeti, hem kentsel dokusunun önemli bir kesimini hem de "yaşam ve zenginfik kavnağraı" da yitirmiş olacak... Peki. acaba kenti terk edecek olan Halfetililer nerede yaşayacaklar ve nasıl geçinecekler? İşte bu sorunun yanıtı da, en az, Halfeti'nin sular altında kalması ka- dar iç karartıcı ve hüzün verici... Çünkü, sözde "yeni Halfeti" olarak inşa edilmekte olan yeni yerieşme, ge- rek mimari özen, gerekse de şehirci- 13c açıstndan HalfetTden hemen hiç esinlenmemiş, sözcüğün tam anla- mıyla "ilkd" ve "küküryoksunu" bir ucuzprojeobrak.adetasıradan bir *ge- çfci afet köyü" şekîinde kuruluyor. Kişiliksiz proje Halfeti'ye 8 km mesafedeki ve imar izni sorunu çözülsün diye de "Betedi- y«Müca>ir,\lanına"(!)almarakplaıi- İanan Karaotiak mevkiindeki inşaat- lan gördüğümüzde, önce "yeni kent" olduğunu sanmıyoruz ve "Ba kadar çok depo binasun acaba ne yapacak- br?*diye soruyoruz. Şaşırtıcı ve üzü- cü yanıtı aldıktan sonra da projenin "GAP tdaresi onayryia" gerçekleşti- ğini Öğrenip daha bir sarsılıyoruz. Çünkü aynı GAP Idaresi. gezi bo- yvmca hemen her yerde karşımıza çı- kan afişlerinde, broşürlerinde ve tem- sılcılerinin söylemlerinde. "bölgenin küttürel kalkınmagna ve tarihsel zen- ginl^oebüyfikdeğerveriküğini" an- latıyor. Halfeti gibi bir "müze kenti" yaratan ve yaşatan halkın yeni yaşa- mı için ^uygun görülebilen'' projeye bakıldığında ise bu söylemin ne den- li "içten'*(!)olduğukendiliğindenor- tayaçıkıyor... Halfetililer, işte bu yeni, ama kim- liksiz-kişiliksiz yerleşmede yaşama- ya razı olsalar bile "nejle geçinecek- İerini" henüz keşfedebilmiş değiller. Böigenin kendme özgü kuru iklimiy- le yetişen "feök" ağaçlannm bile, ba- raj gölünden sonra oluşacak yeni ve "nemM* klıma ortamında aynı bere- keti vermeyeceği biliniyor. "Balıkçı- lık" diyenler ise göle 8 km uzaklıkta nasıl olacağı sorusuna yanıt veremi- yorlar. Geriye ise sanki Halfeti'nin "kara vaîgısrvia" da bütünleşircesine yöreye has "siyah gül" üretimi kalıyor. Bir de, eski Halfeti evlerinin restore edilerek (içme suyu mevzuatına da bir "çare" bulunarak) turizme açıl- ması... Ne diyelim? Bh" büyük tarihi, böy- Jesi "açmariar" içine sürükieyenler utansınlar. durumun arasında nasıl bir ilişki kuru- lacak?.. İşte bu soru, Halfeti'nin hiç değilse ka- lan kent dokusunu yeniden yaşatabil- mek ve bu kez göl kenannda bir "yah yer- leşmesi" kimliğiyle kültür ve turizm mer- kezi haline getirmek isteyen duyarlı çev- relerin "karabasam" gibi... Bunun nedeni ise, içme suyu kaynak- lanrun "korunmasıyla" ılgili yasa ve yö- netmeliklere göre baraj gölü bu amaçla kullanıldığında, "tam kıyısında" da ar- tık böylesi bir yerleşmenin ve yaşamın mümkünolamayacağı. Yani Halfeti'nin su üstünde kalan kesımınin de bu kez "ke- sin imar ve kullanım yasağT nedeniyle aynı barajın ölümcül darbesini yiyece- ği- Ne var ki bu yasal gerçeğe rağmen, Hal- feti Belediyesi (üstelik GAP idaresin- den de parasal ve teknik destek sözü ala- rak) kentin "kurtulan" kesimindeki önemli tarihi binalardan Hamitaga Ko- nagı'nı bir "kültür ve konaklamaevi" ış- leviyle restore etmeye de karar vermiş durumda. Halfeti'nin o yeni bir umutla hazırla- nılan "turistik merkez" kimliğinde ilk "öncfi adunı* atma amacını taşıyan bü '' proje için konağın sahıplenyle de anla- şılmış. Ziyaretimiz sırasında da orada bulunan Hamitağa'nın vârisleri. "bele- diyeye fiyatta engel çıkarmay acaklannı. çünkü amaçlaruun konağın yeniden ya- şatıhnası" olduğunu söylediler. Hem tarihi konağın, hem de bu tür çok sayıda sivil mimarlık örneğı yapı ve özgün sokaklarla bezeli Halfeti'nin su üs- tünde kalacak dokusunun gerçekten yi- ne bir kent canlılığı içinde yeniden ya- şatılabilmesindeki "yasal engellerin" na- sıl aşılabıleceğini ise ne belediye başka- nı söyleyebıliyor, ne de GAP Idaresi yet- kilileri "kesin" bir açıklama yapıyor. Yine Alım Çopuroğlu'nun. "Çok iyi birarrtmasstemini içeren,güvenli bir ka- natizasyon ve atık su şebekesiyle baraj gö- lü knietilmeden Halfeti'yi yaşatmak is- tiyoruz" şeklindeki sözleri de şimdilik bir "dilekten" öteye geçmiyor. Çünkü ya- salar, içme suyu kaynağı kıyısında. ant- ma tesisiyle yerleşmek bir yana, toprak kirleneceği için ilaçlı, gübrelı tanmı ve hayvancıhğı bile yasaklamış durumda... 'SonumuzıT hazıriıyoruz Halfeti'ye "vedaziyaretimizi" işte bu duygu ve gözlemlerle yapıp kentten ay- nlırken. 1990'da 4000 olan, ancak şim- di 2500'e düşen nüfusu oluşturan halkın da artık "taşınma hazniığı" içinde oldu- ğunu öğreniyoruz. Ancak bu öylesine "ağnrlan ahnan" bir hazırlık ki yine de son bir umut, ev eşyalannın "denk" haline getirilmesini bile engelliyor. Dahası, evlerini gezip, uy- garlıklanna, temizliklerine ve mimarlık kültürlerine hayranlığımızı dile getirdi- ğimiz ">nkan kesimdeki" Halfetililer, "Gelecek yaz yine bekleriz, kahnaya da gelin" diyerek umutlanna bizleri de or- tak yapmak istiyorlar... Sözün kısası, Halfeti göz göre göre "sona" doğru yak- laşıyor. Bizlerise Halfeti'yi, Hasankeyf'i ve diğer tüm uygarlık değerlerimızi "kal- kmma" (!) adına yitirdikçe, aslmda "ken- di sonumuzu" da hazırladığımızm hâlâ farkında değil iz... Reyyan Somuncuoğlu 'nun sergisi NationalArts Club'da1 Kasım'daaçılıyor 'OsmanhKadınlan'New York'ta Kültür Servisi - Ressam Reyyan Somuncuoğ- ln'nun ftrçasında hayat bulan Osmanlı kadınla- n sergisi kasım ayında N'ew York'ta sergilenecek. Bir yıl önce Aya trini'de sergılenen Otto-Wo- man Sergisi, bu yıl 1-8 Kasım tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Nati- onal Arts Club'da izleyicilere sunulacak. Iki yıl- lık bir çalışmanın ürünü olan Otto-Woman Ser- gisı'nde, Osmanlı hanedanına her biri farklı ül- ke, din ve kültürden katılan dört kadm sultan; Hür- rem, Kösem. Nakşidil, Safiye. eşleri ve isimsız cariyelerin yer aldığı 16 tablo bulunuyor. Yaşadıklan dönemde Osmanlı hanedanında gerek dünyaya getirdıkleri ünlü padişahlar ve ge- rekse saray entrikalan ile söz sahibi olan ve ta- rih sayfalanna geçen Hürrem Sultan (Kanuni Sultan Süleyman'ın kansı' 1502-1561), Kösem Sultan (I. Ahmet'in kansı /1590-1617), Safiye Sultan (ITJ. Murat'ın kansı' 1560-1618) ve Nak- şıdil Sultan'a (AbdülhamH'in kansı /1778-1817) ilişkin yapıtlar sunulacak izleyicilere. Istanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi me- zunu olan ve 1986 yılından bu yana birçok kişi- sel ve karma sergiye katılan Reyyan Somuncuoğ- lu'nun National Arts Club'daki sergisi, Osmanlı Imparatorluğu'nun 700. yılı için hazırlandı. AH Akay, sergi kataloğunda Reyyan Somun- cuoğlu'nun yapıtlan üzerine şunlan söylüyor: "Reyyan Somuncuoğlu,Osmanlı'yadönerek ger- çekleştirdiğisergisindeOsmanlı'validelerini' so mnlaştınyor. tktidann, erkek egemen toplumda, sembolik olduğu kadar gerçek rolünii de ele alan Reyyan Somuncuoğlu. bu durumun özellikle Ka- nuni Sultan Süleyman döneminden itibaren be- lirgin hale gekliğini tuvallerine yansmyor." Aynı anda bırçok sanat etkinlığınin mekânı olan National Arts Club, 1898'de New York Ti- mes'ta sanat ve edebiyat eleştırmenı olan Char- les de Kay tarafından kuruldu. National Arts Club'ın ilk üyeleri arasında; koleksiyoncu Pier- pontMorganve HenryFrick, sanatçı Frederic Re- mington. VVUliam Merritt Chase. Robert Henri, Georges BeUows ve Cecilia Beaux, mimar Stan- ford V\Me ve George Post, müzısyen Victor Her- bert ve Walter Damrosch, fotoğrafçı AMred Sti- eglHz ile yazar Mark Tvvain yer alıyor. National Arts Club'ın 300 yapıtlık bir koleksiyonu bulu- nuyor. ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Çok Az mı Yanyopuz? 12 Eylül'den sonra, Kenan Evren'in, bilinen dilek- çeye imza atan bütün Türk aydınlarını "vatan hain- liği" ile suçladığı sıralardaydı. Sevgili dostum, değer- li yazar Tomris Uyar, o atmosfer içerisinde kaleme aldığı bir "Gündökümü" notunda bugüne kadar unu- tamadığım şu soruyu sormuştu: "Böylebirsuçlama ile karşılaşabildiğimize göre, acaba çok az mı yazı- yoruz?" Aradan yıllar geçti. Bugün, Ahmet Taner Kışlalı cinayetinin ve "faili meçhul" aydın cınayetleri zincirine bir halka daha ek- lenmesinin ardından, Tomris Uyar'ın yukarıdaki so- rusunu bir kez daha anımsıyorum. Bu cinayetler bir türlü bitmediğine göre, acaba çok mu az yazıyoruz? Gerekeni mi yazamıyoruz? Yazdıklanmızı yerine mi ulaştıramıyoruz? Kendımizi okutamıyor muyuz? Ya da tüm çabalara karşın, okuması ve düşünme- si gerekenler okumakta ve düşünmekte bu ülkenin gereksinimlerini karşılayabilecek ölçüde titizlik gös- teremiyorlar mı? Şöyle bir saptamanın doğruluğunu sanınm kimse yadsıyamaz: Her aydın cinayetiyle birlikte meydan- iar, belki de bir öncesinden daha bir kalabalıklaşmış olarak doluyor. Sloganlar ve antlar, daha bir yüksek sesle dile ge- tiriliyor. Ama sonra bütün bunlar bittikten ve "son görev" de yerine getirildikten sonra, llhan Selçuk'un Kış- lalı için Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosunun önünde yaptığı o unutulmaz konuşmasında dile ge- tirdiği gibi, sanki bütün görevler yeni bir mezann ba- şında bitmişçesine dağılıyoruz. Ortaya çıkan "ola- ğanüstü" durum, bir cenaze töreniyle noktalanabı- lirmişçesine, yeniden kendine özgu bir sıradanlığın içinde yitip gidiyoruz. Kışlalı cinayetinin ertesi günü fakültedeki odama gelen üç öğrencim, kaygı dolu bakışlarta bana şu so- ruyu yönelttiler: "Hocam, Cumhuriyet'te yazdığınız için korkmuyor musunuz?" Sorulan çok insancaydı; korkunun kendisi kadar insanca. Ve aynca doğaldı da. Çünkü Cumhuriyet'te köşe yazan olup, aynı zamanda öldürülebilme ola- sılığını hesaba katmamak, bu olasılık karşısında -za- man zaman daolsa- korkuya kapılmamak olası mı? Ama bence asıl önem taşıyan nokta korku duy- mak değil, duyulan korkuyu iç dünyalanmızda ne- reye yerleştirmemiz gerektiğine karar vermek. Bu korkuyu, kalemlerimizin hızını yavaşlatma ne- deni mi, yoksa böyle bir yolu seçmiş olmanın doğal bedeli mi sayacağız? Cumhuriyet'te bütün yazanlar için, elbette ikinci şık geçerli. öğrencilerime de böyle yanrt verdim. Fakat yazan biri olarak böyle bir seçimi yapmış ol- mak, sanınm o seçimi yapana llhan Selçuk'un yu- kanda andığım konuşmasındaki bir soruyu hep yi- nelemek hakkını da kazandırıyor. Cenaze törenlerinde madem ki on binler olarak Cumhuriyet'ten yanasınız, o zaman meydanlar da- ğtldıktansonra Cumhuriyet'i onca yalnız tarakmanı- zı ve sahrplenmemenizi nasıl açıklayabiliyorsunuz? Meydanlarda hep savunduğu ilkelerinden yana çıktığımız Cumhuriyet gazetesinin bu ülke adına ger- çek anlamda önemsediğiniz ve sahiplendiğiniz tek misyonu, birkaç yılda bir cenaze törenlerinde o mey- danlan doldurabilesiniz diye, öldürülecek yazarlar yetiştirmek mi? Ve Atatürk ilkeleri. Meydanlarda değil, ama gün- lük yaşamlarınızda onlann etrafında ne kadar kala- balıksınız? Mustafa Kemal, 1919-1938 arasına sığdırdığı, o zamanın dünyasında akıl almaz gibi gözüken onca atılımı, bütün bir ulus birlikte sahiplendiği için ba- şarabilmişti. O, bir ulusa her şeyden önce kendi ka- derini sahiplenmeyi öğretmişti. O'nun idealleri ve ilkeleri, O'nun vermiş olduğu bu ders zaman içeri- sinde yeterince sahiplenilmediği için en inanılmaz iha- netlere uğradı. Attilâ flhan, daha önceki bir yazımda da alıntıla- dığım bırtelevizyon konuşmasında ne demişti? u ...o zamanlar lisede bir dersin sınavında başansız ol- duğumuzda, ülkemize karşı bir görevimizi yeri- ne getirmemiş gibi bir duyguya kapılırdık; çün- kü o zamanlar Cumhuriyet vardı, Atatürk vardı...'' Atatürk, bir insan olarak hepimiz gibi ölümlüydü ve günün birinde, kendisinin de belirttiği gibi, elbet artık olmayacaktı. Ama o, sonraki kuşaklara, "ölümümden sonra benim ve ideallehmin etrafında, yalnızca beni savun- duklan için öldüriJlenlerin cenaze törenlerinde ka- labalıklaşın" dememişti. e-posta: ahmetcemalîa superonline.com acem20@ hotmail.com Marc Simenon öldü • Kültür Servisi - Ünlü yazar Georges Simenon'un oğlu, film yapımcısı yönetmen ve senaryo yazan Marc Simenon yaşamını yitirdi. Paris'teki evinde ölü olarak bulunan 60 yaşındaki Marc Simenon'un, doğal nedenlerden öldüğü açıklandı. Simenon, sinema kariyerine iki ünlü yönetmen, Jean Renoir ve Roger Vadün'in asistanı olarak başlamıştı. Simenon'un önemli çalışmalan arasında "Les Chercheurs d'Or', 'The Adventures of Smoke Bellow' ve 'Signe Furax' yer alıyor. BUGÜN • 68'LİLER BİRLİĞl VAKFI'nda saat 19.00 da Demirtaş Ceyhun'un konuşmacı olarak katılacağı "Osmanlı'nın Devlet Mirası ve Cumhuriyet, Demokrasi, Laiklik, İnsan Haklan. Ozgüıiükler' konulu bir söyleşi gerçekleşecek. (245 43 28) • BORUSAN KCLTCR \E SANAT MERKEZİ nde saat 18.30'da düzenlenecek '20. Yüzyıl Müağinde Ekspresyonist Dönem' başlıklı söyleşinin konuğu Prof. Ühan Lsmanbaş. (292 06 55) • tDOB, saat 20.00'de AKM'de Mozart'ın Requiem'ini yorumlayacak. Orkestrayı Rengim Gökmen, koroyu ise Yıldız Künutku yönetiyor. (251 56 00)_ • KADIKÖY HALK EĞfTIM MERKEZİ'nde saat 11 .OO'de 'Cumhuriyet Işığı' adlı multıvizyon gösterisi izlenebilir. • BtLGİ ÜNTVTRSİTESİ'nde saat 20.00'de Phillippe de Broca'nın yönettiği 'On Guard' adlı film gösterilecek. (292 06 55) • BABYLON'da saat 21 30'da Laco Tayfa topluluğu bir konser verecek. (292 73 68) • İFSAK'ta saat 19.30'da Mehmet Bayhan'ın katılacağı 'FIAP 25.S/B BienaH" konulu söyleşi yer alıyor. (292 42 01)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle