22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 HAZİRAN 1998 PAZAR 10 PAZAR YAZDLARI Prag'ın yaşam bulan kuklalan"Seni içimde bir sr gibi sakladım" dedi. "Kanımla, canımla, pamuklara sararak içimde büyüttüm seni" diye de ekledi. Soytan az ıleride kendıni kıç üstü yere attı. Kentsoylular güldüler. Şarlo bastonunu çevire çevire caddeye dogru seyirtti. Cadı, Pamuk Prenses'e ağılı elma götürüyordu. Yalanlanna yepyeni bir yalan kattı Pinokyo. Aşçıbaşı, ince limon diJimli Çeklere özel tavuk çorbası hazırlıyordu. Prens, prensese biraz daha yaklaştı. "Gönlüm sana kilitkndL Sana bakarken gözferim inanılmaz bir derinlik kazanıyor" dedi. Prenses. omuzlanndan aşagı tıtremeye başlayarak: "Ahhh Neck" diye iç geçirdi. GaJiba şövalye yeni bir savaşa hazırlanıyordu. Papaz, duayı bitinp, sağ elinin parmaldannı bütünleştırip alnına, sonra da her ikı göğsüne dokundurdu. Bekçi düdüğünü öttürürken, saray çalgıcısı sazını dımbırdatmaktaydı. Lorel, Hardi'yi azarladı; buldog cinsi çirkin surath köpek, Siyamlı kediye havladı. Papağı orak/çekiçli Rus askeri, yapacak başka pek bir şey kalmadığından, herhangı bir büyük kenrin en büyük meydanında, birkaç arkadaşıyla birlikte balalayka eşliğinde kazaska yapıp para kazanmayı düşledi. Tahta bacaklı korsan elini kaşlannın üstüne dayayıp: "Uzakta gemi vaaar" diye bağırdı. Romanesk, gotik, barok. rokoko, klasik, yenı klasik gibi binden fazJa mimarlık ve sanat yapıtı arasında salt "bir" yeri olan Karel Köprüsü çıkışındaki Eski Kente giriş kapısındaydım. Bütün bunlar, kapıdan hemen sonraki Knzonicke Caddesi'ndeki on iki numaralı kukJacı dükkânında oldu, oluştu. Çekoslovakya'nın ünlü kuklalan, Lautek'in dükkânında sanki her gün yaşam bulur gibiydiler. Tahta kuklalann yaşam bulmadıldan, bulamadıklan, bulamayacaklan elbette doğaldı. Doğaldı doğal olmasına, ama Lautek'e hiç de öyle gelmiyordu. "Gecelerini pek sakin geçiririer" dedi. Gündüz oldu mu damarları oluşur, sonra da damarlara kan üşüşür. yaşam kazanırlarmış. İçimden "kih kih" güldüm. Yahu kukla canlanır mı? "Canlanır canlanır" dedi. "Siz anlamazsınız" diye de ekledi. Dükkânda oturmuştuk ve ben etrafı süzgeçliyordum. Bir de baktım, kenarda tanıdık bir hayvan olan kurt, gene çoook eskiden hepimizin bildiği "Kırmızı Başlıklı Kız" ve de ninesi. llgimi çekti. Lautek: "Rek önemi yoktur bunlann. Çok sanlmazlar" dedi. Olmaz olur mu yaaa? Lautek'e döndüm: "Sen" dedim: "Şu gördüğün km, günlerden bir gün ormanın taaa öbür ucundaki ninesine yiyecek bir şeyier götüriirken, gördûğü çicekJerden bir kaçuu da PRAC ÜSTÜNAKMEN koparrveren günahsK biri mi sanırsın* diye ekledim. Ünlü öykü gözlerimin önünden geçti. Hani, kurt kıza yaklaşıp nereye gittiğini sorar da; gittiği yeri öğrenir de; kız seke seke, çiçek toplaya toplaya yola devam ederken, kurt önceden gidip nineyi bir güzel yer de; sonra da ninenin geceliğini giyıp yatağa girer de... Kurt bu. Adı üstünde. O arada ninenin kanını bir şışeye doldurur, etini de bir tabağa koyar. Kız eve gelince sesini ninenin sesine benzeterek kendisine et ve şarap ayırdığını, yemesinı söyler. Kız söylenenlen yerine getirir. Öykü buraya dek, televızyonlardaki ürküntü sahnelerini kanıksamış bizler için hafif iç burkucu dahi sayılmaz. Bundan sonra, küçük bir kedi yüzünü bunışturur falan. Eee... Sonrası okuduğum günden bu yana vallahi gözlerimin önünde. Kurt kıza: "Hadi, soyun yanıma geT der. Şapşal kız, şapşalca: "Arna önlûğümü nereye kjoyacağnn" diye sorar. Kurt, deneyimlidir ve: "Sana bir daha gerekmeyecek. Onu ateşe at" der. Kız söylenenı yapar. Ondan sonra da üzennden çıkardığı her parça için aynı soruyu sorar ve de aynı yanıtı alır. Kjrmızı Şapkalı Kız yatağa girer girmez: "Ayyy, nineciğim lallann ne denH uzun böyle" diye bir çığlık atar. (Buradakı çığlık zevkten mi korkudan mı bilinmıyor, ama ben küçükken 'zevk' olarak algılardım). Kurt yanıtlar: "Seni ısıtmak için güzel kıam". Biraz aptalca olduğu anlaşılan kız, daha bir sürü soru sorar, kurdun neredeyse tüm uzuvlannı sayar. Yok tırnakJann neden uzun, yok omuzlann neden geniş, yok... "Dişlerin de ne denli büyükınüş" deyince, kurt artık dayanamaz: "Seni koîayca \tyebilmek için'' der ve kızı yer. Lautek bılmıyormuş. anlattım; "Kırnua Şapkalı Kız" birkaç kez yazılmış. Orneğın on yedinci yüzyılda Charies Ferrault'unki böyle biterken, bir yüz yıl sonra Jacop ve Wilhelm Grimm'lerinkinde avcınm biri gelip kurdun karnını yanyor, kızı ve de (pek gerekliymiş gibi) nineyi de kurtanyor. Her iki yazıhşında da pek kösnül (yanı erotik) bir öyküdür bu "Kırmızı Başoklı Kız." Bir de bakanz ki, yıllar sonra . Erich Fromm, kızımızın kırmızı başlığının âdet kanamasını simgelediğinı söyler. Öykü içinde kızın annesinin kınlmaması için uyardığı şişeyse "bekarefdir. Daha neleeer de neler. Avcının kurdun karnını yanp, kız ile nineyi kurtardıktan sonra. kurdun karnına doldurduğu taşlarsa; saldırgan erkegin simgesi kurdun, cinselliğinin sona erdirilmesini betimlemekteymiş. Fromm'u bilmem. ama kurt bende oldum olası "hoşlanma"yı çağnştırdı. Siz de ne derseniz deyin, ilgilenmiyorum. Lautek, işin bu tarafinı da bilmiyormuş. Anlattıktan sonra. "Kırmızı Şapkalı Kız"ı göstererek: "VTtrine koy, saülır bu" dedim. Anladı mı bilemem, ama önerimle olağanüstü ilgilendi. Gece kenti iyice basmaya başlarken, Jecna Caddesi üzerinde bulunan ve Sokolska Caddesi'nin başladığı köşede yer alan canlı canlı cinsel ilişki tiyatrosu, saat yirmı üç otuzda boşaldı. Birkaç yosma, Zıtna Caddesi üzerinde parmaklıkJara dayanarak "iş arama bakışTnı takındı. Birinin başında "kınnızı" şapka vardı. Adamın biri kösnülü gözlerle bakıp, Çekçe söz attı; oldukça esrikti. Galiba. ben de şarabı fazla kaçırmış olmalıyım ki. adama kendi dilimde ve sağ elimin baş parmağını gözüne doğru sallayarak: "Şimdi senin karnını yanp, içini taşia doidunırum haaa!" dedim. Bön bön baktı. Gözleri kurda benziyordu. Kalbi kırık iguanalar iguana beslemek bir moda haline geldi. Amerikalılar iguanalan bebekken evlerine alryor, büvüyünce de korkup sokağa aüyor. Los Angeles kentinde evsiz kalan iguanalar için bir bakım merkezi kurulmuş. \ üzlerce iguananın ba- kımını gönüllüler fistlenmiş. Bakıcı Rebeeca, Louie ve Ge- orge adlı kalbi kınk iki iguanayı bağnna basmış avutuyor. Minik kâğıtlarda kalan anılarFiravunlar, lahitler ve tembeller memleketinden döner dönmez. bavuluma dağılmış bürün kâğıtlan, biletleri bir torbaya boşalttım. Bir ay sonra torbadan çıkanlan evirip çevirerek aylaklar ve tapınaklarla dolu o fantastik günleri belleğimin atlayıp sıçrayışlanyla, hüzünle hatırlamaya koyuldum. Kahire'nin göbeğindeki iki yıldızlı Anglo-Swiss Otel'in - damgasındaki lacivert iyice uçmuş - faturasında dikkati çeken en matrak nokta Champollion Caddesi'nin Dhampallion olarak yazılmış olmasında. Bana öyle geliyor ki yüz olarak Gioacchino Rossini ve Lincoln kanşımı, fıravunlar medeniyeti âlimi, efsanevi Champollion'un hayatta yediği en lezzetli nane 1822yılındaRosetto taşının üzerindeki hiyeroglifleri tercüme etmesidir. Damgasındaki kartal Nazi kartalına benzeyen. Kahire Müzesi'ne giriş biletindeki fotoğrafta Tangir, Marakeş, Abu Sir çağnşımlan yapan harika bir palmiye var. Mohammed Farid Sokağı'ndaki Nitocrisse Otelin buruş buruş kartındaki telefon numaralan mucize eseri hâlâ okunuyor. Beşinci katta yavaşlayarak bir anda atılan oda kadar geniş asansörüyle, müşterileri çıkanrken yûzüne yayılan gülümsemenın güzelliğinden insanın gözünü kolay kolay kaydıramadığı asansörcüsüyle, turkuvaz entarili, bir dudağı yerde bir dudağı damda resepsiyon görevlisiyle Nitocrisse aslında masalsı ve huzurlu bir film se« gibi. Fatimi, Abbasi ve Memluk sanatının örneklerinden ziyade, Iznik çinileri, Kütahya seramikJeri ve Kuran yazmalan bakımından gözü yuvalanndan fırlatıcı Islam Eserleri Müzesi'nin giriş biletindeki yüzeye düzensizce yayılmış damganın moru, kasaptan alınmış etlerde bazen görülen damganın morunu çağnştınyor. Kahire'de kesinlikle görülmesi gereken on binadan birisi olan, Atfa el-Azhari Sokağı'nın sonundaki nefes kesici Zeynep Hatun Köşkü'nün önünde giriş bileti kesen o hinoğluhin ifadeli, çeldk gözlü, bana köşkün her odasına nüfuz etme imkânı veren sıntkan dostum, herhalde hâlâ köşkün içindeki Memluk KAHİRE MEHMET MESÇİ şatafatıyla Osmanlı asaleti arasmda mekik dokuyor. Luksor'dan Kahire'ye giderken, kesilen tren bileti atılamayacak kadar sevimli, ufacık, Tin-tin'in Mısır'da geçen maceralannı anımsatan bir karton parçası. Bir süre trende elektrikler kesildiğinde, yolcular yerlerdeki bavullann üzerine yığıldığında, kompartımandan kompartımana geçiş mumlar eşliğinde yapılıyor ve karanlıkta, yukan Mısır'a vahşi bir istekle tırmanan trende, şarkıcılann gözleri ışıldak gibi parlıyor. Sakkara piramitlerini görmek için kesilen biletin üzerindeki Coser piramitini ve etrafmdaki ayrıntılan gezmektense, biraz daha yandaki Abu Sir piramitlerini görmek için sabahın beşinde, tam oralann adamı bir Bedevi'nin devesine kurulup çöle kavuştuğumu hatırlıyorum. Çöl muazzam bir çabuklukJa uyanırken bir hayli uzaklaşıp, tehlikeli bir sonsuzlukta, çölün ötesinde berisinde saçma sapan fotoğraflar çektiğimi anımsıyorum. Kahire Müzesi'ne bir taş atımı uzaklıkta, gölgelerden pestili çıkmış avluda tanıştığım Şahinaz Parfüm Sarayı'nın sahibi Karim Abbas'ın kartvizitine bakıyorum. 9 lisan bilen, soylu, cana yakm Karim Abbas'ın çaylannı içerken, Kuzey Afrika'nın tılsımıyla dolu parfiim şişeleri birer birer açılıyor ve genzime dolan esanslarla ugraşırken, Karim Abbas'ın parfum endüstrisi hakkında detaylı bilgiler ediniyordum. Luksor'daki dillere destan Winter Place Oteli'nin fiyat listesi de çıktı, kâğıt tomarlannın arasından Karnak tapınağından döndüğüm ve otel odama adım atmayı istemeyecek kadar heyecanlı olduğum o öğle vakti, cayır cayır yanan sokaklardan Nil'in kıyısındaki Winter Palace'a daldığımda ve o enfes yağlıboya portrenin karşısındaki divana yerleşip uyku pozisyonuna geçtiğimde tüm düşündüğüm, tam bir saat sonra Hercule Poirot kılıkJı biri tarafından uyandınlmak ve tavla oynamaktan ibaretti. Ya olduğun gibi ol ya göründüğün gibiBazı kişi ve kurumlara bir haller oldu son zamanlarda. Işlevlerine ya da bilinen misyonlanna uymayan göriilmedik tavırlar içindeler. Fransa 98'in hazırlıklannm yapıldığı sıralarda, bu büyük spor şenliğıni düzenleyen FlFA'nın yaptığı gibi örneğin. Spor otoriteleri ve sosyologlan, tribünlerdeki şiddeti önleyebilmek için eğitici planlar, projeler yapmak amacıyla gece gündüz çalışırlarken sen kalk, bir sivri zekâlının aklına uy, birilerine hediye etmek amacıyla özel olarak üretilmiş bıçakJar dağıt. Millet şiddeti çağnştıracak en küçük nesne ya da tavıra karşı inanılmaz önlemler alırken en büyük spor örgütlerinden birinin yediği halta bakın. Birçok insan FlFA'nın bu garipliğine bir anlam veremedi. Söz konusu bıçaklan alanlann, gidip de saha içinde önüne geleni bıçaklayacağı kimsenin aklına gelmiyor elbette. Ama onlar böyle bir hediyeyi kabul,e*nekle. maçlara tatrmn edilmeyi bekleyen ruh halleriyle gidenlerin üzerlerindeki bıçağı, FİFA"nın bile zararsız gördüğü bir 'aksesuvar' olarak algılamalanna yardımcı oluyorlar. Dolayısıyla bıçağınm ebatlan FlFA'nın hediye bıçaklanndan daha büyük olan potansıyel saldırgan, FlFA'nın hediye seçimindeki bu isabetsizliğıni kendisine gerekçe yapabılıyor. FİFA, fıkir disiplinsizliği diyebileceğimiz böylesi kaypak tutumlann kurumlar düzeyindeki örneklerinden biri oluyor haliyle. Bu hedıyelik bıçak dağıtma gariplıği lngiltere'de 'hoolıgan'lardan birinin başka bir taraflan bıçaklayarak ağır yaraladığı günlere denk geldi. Bu saldın şiddetin zincir ya da sopayla değil de daha çok bıçakla özdeşleştirilmesine yol açmıştı. FlFA'nın kamuoyunda ifade ettiği anlama ters düser biçimde bıçak dağıtma densizliği. bu kurumun işteviyle yan yana geldiğınde ne tür LONDRA MUSTAFA KEMAL ERDEMOL çağnşımlar yapıyor bir düşünün. Nedense bazı toplumlar, kışilerden ve kurumlardan, savımdukJanna uygun davranışlar bekliyorlar. Çok garip gerçekten. Örneğin Türkiye birey ve kurumlanndan böyle beklentileri olmayan bır topluma sahip olmasından ötürü gayet sorunsuz, stressiz yaşayıp gidiyor. Herkesin, savunduklannı yaşamının hiç değilse bir bölümünde gerçekleştirmeyişleri, toplurnun hiçbir kesimini rahatsız etmiyor. Öyle ki laiki laik değil, demokratı da demokrat. Hatta tarikat sempatizanı biie gerçek bir sempatızan değif Daha da ikri gideyim. Takiyyecisi bile tam anlamıyla takiyyeci değil. Bir hocaefendinin parlatıcısı durumundaki antropolog hanım, durduk yerde erotık pozlar vererek hocaefendiyi de laik kesimi de, çok haklı olarak kadın cinselliğinin teşhirine karşı olan kadınlan da şaşkınlığa düşürdü. Ama bu şaşkınlık tepkıye dönüşmedi. Hiç künse çıkıp da hanımefendiye, iyi kötü var olan laikük sayesinde açılıp saçılabildiğini (laiklik bunu zorunlu kılmasa da) aynı ganp sergilemeyi, o çok beğendiği hocaefendinin düzeninde asla ve kata yapamayacağını söylemedıgi gibi 'laikliği beceremiyorsun bari tarikatçılığı becer' de demedi. Takiyyenin bin yıllık ustası hocaefendi bile, tebliğ adına katlandığı bu tür hanımlardan birisi olan hanımefendinin oyununa geldi. Yani ona da takiyye yapılmış oldu. Şaşkın kadının kime takiyye yaptığını görüyor musunuz? Ei*şkalanna sözümona iyi yanlannı anlatmaya çabaladığı tarikatın en temel disiplınine bile uyamayan bir tarikat taraflan düşünebilıyor musunuz? Şimdi bir gazetede köşesi bile var. Bakan eşlerini karşılarken gaza gelip konukseverliğini bir hayli abartan kentin valisinin "Ömrüm boyunca yağcılık yapmadım" dediği güne dikkat ettiniz mi peki? Beyefendi dalkavukluğunun her şeyiyle kanıtlandığı gün yapıyor bu açıklamayı. Yani adamın yalancılığı bile yalancı. (Tuhaf şeyier yazdığımın farkındayım, ama yalancmm yalan söylemesi bile sanki daha ahlakı bir tutummuş gibi geliyor bana). FlFA'yı en iyi Türkiye toplumu anlar diye bu ömekleri sıraladım. Kurumun bu garipliğinde, mutlaka bir hikmet olduğuna. hatta bir insanseverlik (ülke sınırlan içerisinde bu kurum olsaydı kesinlikle vatanseverlik) yaptığına inanılırdı. FlFA'nm da kendisini bu gafından ötürü savunmakta zorlandığı söyleniyor. Kalite yapımızda varî
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle