25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 NİSAN 1998 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt Doğan Vakfı Ödülü'nü paylaşan Kongar ve Kuban, 'yağmaya karşı' da ortaklar... Korumacıları yüreldendiren ödiüBu yıl, Aydın Doğan Vakfi Odülü Prof. Dr. Emre Kongar ile Prof. Do- ğan Kuban'a verildi. Kongar, "21. Yüzyılda Türidye" adlı kitabıyla, Kuban da "Sinan'uı Sanaü ve SeB- miye"başlıklı çalışmasıyla 1998ödü- lûnü paylaştılar. Vakfın açıklamasına göre, Prof. Dr. Metin Heperbaşkanlığında Prof. Dr. Merüı Cetasun, Prof. Dr. Arda Dankd,Prof. Dr. UnıkEsin,Prof. Dr. Çiğdem Kagrtçıbaşu Prof. Dr. Mü- beccelkıray.Prof. Dr. ŞevketPamuk, Prof. Dr. Murat Sertel, Prof. Dr. Ü- han Tekefi ve Prof. Dr. Zafer Top- rak'tan olusan Seçki KunıL ödüle aday gösterilen 102 yapıt üzerinde çalışarak bu karan aldı... Prof. Kongar'ın ve Prof. Kuban'ın "Sosyal ve Beşeri Bilimkr DaJTnda ve özellikle de "birUkte" ödül almış olmalan, acaba bir "rastiantT mıdır?.. Bu sorunun yanıtmı görebilmek için, yine her ikı bilim ve düşün in- sanının paylaştıklan "diğer ortak ta- vır ve eylem süreçlerini"de anımsa- mak gerekiyor. 'îlerlemek' için korumak Sözü uzatmadan hemen belirtme- liyim ki her iki aydınımızın öncelik- le "etküî" olduklan ve yaşamın için- de paylaştıklan davranış biçimi "ko- rumacıhk"tır. Ancak bu, özellikle tutucu ve hatta gerici politika ve ide- olojilerin genel tavırlan ve söylem- leri olan <4 muhafezakârhk"anlamın- daki bir korumacılık değildir... Kongar'ın ve Kuban'm hem savun- duklan, hem de bulunduklan tüm kamusal görevlerde yaşama geçirmek için ödünsüz çaba gösterdikleri ko- rumacılık, temelde "topramun iler- lemesi" ve "ülkenin esenliğT içindir. Geleceği "geçmişin birikimleriyle biriikte" ve "dahagelişkin" kurabil- mek için tarihsel mirası bir "esüı kaynağT olarak yaşatmak, doğal çevreyi de "yaşam kaynağT olarak korumak. ancak ileriyi düşünebilen ve yannlara karşı sorumluluk duyan "aydınlanmacr dûşüncenin bir tav- n ve bir eylem çizgisidir. Işte bu nedenle her ikisi de "yağ- macıhğT en üst düzeyde ve en cesa- retle sorgulayan: tarih ve doğa mi- rastmız üzerindeki duyarsızlıgın kö-, keninde "yağmaya dayalı ekonomik ve potttik süreçlerin yarüguıı" kim- senin itıraz edemeyeceği açıklıkta ve berraklıkta ortaya seren; dahası bu önemli gerçeği "zor anlaşüır akade- mik söyleniler" arkasına da gizlen- meden ve bilimsel objektiflikten de ödün vermeden dile getiren; belki hepsinden önemlisi de bu saptama- lannı aktif korumacılık görevleri sü- resince "yetki ve kararlanyla" da bütünleştiren... birer aydın ve hoca olarak, şimdi de aynı ortaklığın bir başka anlamlı buluşmasını Aydın Doğan Vakfi ödülünü paylaşarak ya- şıyorlar... Temel sorun 'yağma'.- Prof. Dr. Emre Kongar "Ben Müs- teşarken" adlı kitabında "Koruma KuruUanvla" ılgılı bölüme başlar- ken diyor ki: "Ashnda korumacılık bir sorun değtt, çözümdür. Bu açıdansorun ni- teüğinde olan olay ise 'yağma'dır.* Gerçekten, tarihi ve doğal çevre- nin korunabildiği kentlerde. diğerle- ri gibi "sorunlar" hemen hiç yaşan- maz. Ne trafik krizi vardır, ne de çevre ya da hava kirliliğı. Çünkü bu değerlerin korunması. "yaşam ve küMr kaynaklannın" da korunma- sını sağlamıştır O halde^ine Kongar'ın uyardığı "gib'ı korumâc'ıiar toplantılannı ve bildirilerini artık "yağmacıhğm yük- lediği sorunlar veçözüm yoUan" bas- lığıyla hazırlasalar hem daha ger- çekçi tarüşacaklar. hem de "çözümün korumada oMuğunu" çok daha açık- ça gösterebılecekler... Mimarhk ve sorumluluk Koruma Kurullan'na olan katkı- sıveemeği 1970'lerden 1995'edek süren Prof. Dr. Doğan Kuban ise bir "mimar". Ancak, aynı zamanda bir mimarhk tarihçisi. düşünür ve "ku- ramcı"_ Kuban'ın sayısız makalesi, araş- tırması ve kitaplan arasından her- hangi birisini elinize aldığınızda, mi- marlığın teknik bir meslek olması- nın ötesinde "toplumsal sorumlu- luklaria yüklii bir sanat" olduğunu vurgulayan ve kanıtlayan yine sayı- sız bölümle karşılaşırsınız. Örneğin İTÜ matbaasındaki bun- dan "25yıTönce(1973'te)basılmış. "Mimaruk Kavramlan" adlı ders kitabının 60. sayfasında, bu sorum- luluğun "kentterie" olan ilişkısini şöyle kuruyor: "Kenti meydana getiren tek tek >apılann yan yana gelmesi olmadığı gibi, kentin getişmesini düzenleyen de uzmanlar tarafından hazırianan fîziksel planlar değildir. Kenl bir sos- yal oigudar: ve öyledeğerlendirilıne- diği sürece mimarlıgın onun içinde- Id yeri doğru anlaşılmaz_." Gerçekten. özellikle son yıllarda yaygınlaşan ve kentsel doloıyu, çev- reyi ve silueti "parçalayarak" fizik- sel ortama katılan kimı gösterişli ya- pılar, aynı zamanda o kentin "tophım- sal değerlerini" de alt-üst etmiş ol- muyorlar mı? Kentin "sosyal bir ol- gu" olduğunu unutarak ya da göz ardı ederek, sadece "mimari bir gös- teri" yararmayı hedefleyen bu şıma- nk tasanmlar ve onlara olanak sağ- layan "bireyci imar haklan", Doğan Kuban'm daha 25 yıl önceki uyan- sını haklı kılmıyorlar mı?.. 'Ödüncükre' yanrt Kongar ve Kuban'ınböylesınebir "sosyal içerikli" ödülü paylaşmala- n, kimi çevTelerde "yağma ekonomi- X rof. Dr. Emre Kongar ile Prof. Doğan Kuban, Türkiye'deki tarih ve doğa tahribatının kökeninde "yağma ekonomisinin" yattığını en açık ve ödünsüz bir şekilde savunan iki bilim adamı. Şimdi Aydın Doğan Vakfı'nın "sosyal bilim ödülünü" de birlikte almış olmalan, korumacı çevrelerde hem coşku, hem de "cesaret" yaratıyor... Kongar ve KubaıTın sürekli olarak vurguladıklan "arabesk yağma kültürünün" restorasyonlara yansıması ise eski eserlerin üzerine "kat ilavesi" şeklinde... (Fotoğraf: ÜMİT OTAN) sini sorgulmanlara bir refleks ola- rak" ortaya çıkan ve "korumacıhğa politika bulastınyorlar" şeklindeki söylemlerle dıle getırilen eleştirile- re de sanki güçlü bir yanıt oluşturu- yor. Doğrusu, şimdi çok daha fazla merak ediyorum. Acaba Emre Kon- gar'ı. sözgelimi gerçekten siyaset yapmak istediği son seçim dönemin- de Istanbul'dan "seçilemeyecekbirsı- raya koyarak" parlamento dışına itenler. acaba bugün yaptıklanndan pışmanlık duyuyorlar mı? (Kongar bundan şimdi memnun olsa bile.) Ya da Doğan Kuban "ın koruma kurullanndakı tutumlarını hemen her fırsatta eleştirenler ve hatta bir tür "üıbar" niteliği taşıyan şikâyet- lenni de durmadan Kültür Bakanlı- ğı'na iletenler, şimdi kendi kendile- rini (sessizce de olsa) sorguluyorlar mı''.. Bütün bu nedenlerle. aldıklan or- tak ödül için Kongar'ı ve Kuban'ı kut- layan herkesin, aynı zamanda Seçi- ci Kurul'u da kutlaması ve "teşek- küreOnesi" gerekiyor. Korumacıla- rı yüreklendiren, yağma kültürüne ka- pılanlara ise "ders" veren bir ödül- lendirmeyle, bu ülkenin tarih ve do- ğa değerleri üzerindeki duyarsızlığa karşı da son yıllann en anlamlı "jes- tini" yaptıklan için... Kongarihn ve Kuban'dan 'Dersler'... Aydın Doğan Vakfi Ödülü'nü paylaşan Prof. Dr. Emre Kongar ile Prof. Doğan Kuban'ın koru- ma konusunda "kamu görevlisi'' olarak hizmet yaptıklan 1994yilınaaitkonuşmaveyazilanndan bazı bölümler: Demokrasi *yağmalatmaz'^. Prof. Dr. Emre Kongar, TAÇ Vakfi'nca 14 Ocak 1994'te îstanbul'da düzenlenen "KtBturVarhkla- nnın Korunmaayia" ilgili seminerde, "KühûrBa- kanhğı Müsteşan" olarak şunlan söylüyordu: Prof.Dr. Emre Kongar, Mhnartar Odası'nca dözenlenen bir 'korumacıhk' panefinde-. "Türkiye'de doğal, arkeoJojik. kentsel ve tarihi sitfcrimizin korunmalan sorununu anlamak, an- cakonun alünda yatan \ağma sorununu anlamak- ia mümkün (.„) Bu sorun demokrasinin. ortak de- ğerleri koruyan bir ortak bflinç olnıasından değiL, demokrasinin ortak değerleri şahıs adına yağma- latan bir uygıriamava dönûşmesinden kaynaklam- "Demokrasi çoğunluğun veya ayınlıgm veya bi- reyteinrjaşkaDİrey1ertsakhrmâhakkıdeğadir.Nla- aksef Türkiye'de bu ohıyor. Yağma aşağıya iniyor, seçmen baandayanhşdemokrasiye yo) açıyor. Son- ra bekdiye başkanlan \e pariamenterler düzeyin- de vukan çıkrvor ve yine yağmaya yol açıyvr (Jf (TÂÇ Vakfi Y'ılhğî-ÎL'l 994) *Yağma sistemleşmiştir' Prof. Doğan Kuban da Kongar'ın bu ko- nuşmasından iki hafta sonra Cumhuriyet'te yayımlanan "Yağma Ahlakuun Sorumsuz- luğn"ba^lıkh makale- sinde, aynı zamanda "tstanbul 3 Numarah Koruma Kurulu Baş- kanı" olarak şunlan yazıyordu: "tstan- buTdahavakirlÎBgtein tahammüledilmezbo- Prof. Doğan Kuban yutiaraulaşOgıbugünJcrdepolitikaaLinnciddigö- rünüslü sozierinin > üze>sizliği, nefes akbğmuz ha- va gibi k; kararnct. (_) Bütün sorun, kötü kömür yada motorlu araç egzozu deği Sorun.yağma eko- nomisL (_) Ormaıu. dünyanm en pis kömür üreti- mine peşkeşceken politikacılardan,orrnanı yagma- latan planlardan hiç söz etmiyorlar. İ'çüncü köp- riiden söz ediyorlar. orman \e su potansiyelinin tahribinden söz etmiyorlar..." "Yağma sistemteşnustir. Toplıımun her kesinû- ne sinmiş, giderek bir yaşam biçinıinc dönüşmüs- tür. Halkın çaresizyğinden ve tepkisizliginden ya- rarlanarak\erenkiaraçlariabe>i«ıiyik^'iirakonun navasını bile bile zehirlemek, ancak yağma ortak- hğından memnun olanlann göz yummasıyla ola- bür.(-)" "Yağma, içedönükbir çapukulukvctophundan haraç abnaknr»" (Cumhuriyet- 30 Ocak 1994) 'Scorsese Festivali' için Stockholm 'e gelen yönetmene görefılm, 'ruhani biryolculuk' Martin Scorsese 'Kundun 'da iyiliğiirdeliyor GÜRHAN UÇKAN STOCKHOLM - Birçok ünlü yönetmen gibi Martin Scorsese de gözlerini Tibet'e, Budizme ve Dalai Lama'ya çevirdi. 55 ya- şındaki yönetmen, bu konudaki filmi "Kundun"u tanıtmak için Roma"nın Ispanyol MerdivenJe- ri'ne bakan lüks bir oteline yer- leşti. tsveçli fılm eleştirmeni Pe- terLoevve'yi kabul ederken, ha- len Stockholm Sinematek'in sür- mekte olan "Scorsese Festiva- H"nden ötürü Isveçli sevenleri- ne teşekkür etmeyi de amaçlı- yordu. "Kundun" sözcüğü, "azizvar- lığın aramızda olmasT anlamı- na geliyor. "Ku" hecesi, Tann- sal boyutlan ya da kökü olan be- den anlamında. Halen Hindis- tan'da yaşamakta olan ve Budist- lerin en büyük lideri Dalai La- ma'ya Budizmin en yüksek un- vanı olan "Kundun" uygun gö- rülmüş durumda. 1935'te doğan ve 14. Dalai Lama olan Lama'nın Buda'nın reenkarnasyonu, yani başka bedenle dünyaya yeniden gelişi olduğu kabul ediliyor. Çin'in Tibet'i işgalinden sonra 1959 yılından beri ülkesinden uzakta yaşamakta. Martin Scorsese, sinemada şid- det öğesini "Mafya Kardeşler" (1990) ve "Casmo" (1995) film- lerinde olduğundan daha ileri ir- deleyemeyeceğine inandığını, bunun üzerine şiddetin tam ter- si olan iyilik öğesine eğilme ge- reğini duyduğunu söylüyor. Ros- selmi'nin "Tann'nın Şaklaban- lan" (1952) adlı filminde iyili- 'Kundun'da birçok farklı fılmin bikşiminin olduğunu beürten Scorsese, bu ruhani yolculuğu izleyicilerin de yaşamasını istiyor. ğin bedenselleştirilmesinden et- kilendiğini açıklıyor. Budizmi yakından tanıması, Dalai La- ma'nın "varoluş >« paylaşma" felsefesıni öğrenmesi onu çok etkilemiş: "Ben hâlâ Katouğün" diyor ama. "Budizmde uygulan- ması çok daha kolay bir içerik oiduğunu öğrendim" diye ekliyor. Dalai Lama, bütün dünyanın Bu- dist olmasmı beklemediğini söy- lüyor. Ancak, Budizmin bazı yön- leri, herkesin kendi yaşamından çeşitlı çözümlere ve ferahlama- lara yol açabilecek özellikte. Martin Scorsese, "Kun- dun"unu annesi Catherine'e it- haf etmiş. Anlatıyor: "Çocuklu- ğumun geçtiği Manhattan'da çok farklı kültürierin kanşunı vardı. Bizim semrimiz, Yahudilerin ve Çinlilerinkiv le sınır sınıra> dı. Ki- lisederahipier, ao paylaşma vesev- me üzerine vaazlar verirlerdL Ra- hibeler de öyleydi ama, onlar bi- raz daha serttiler. Arada bir, bir tokat da yerdik. Annem geçen yıl, fîlmimin bitişinden 10 gün önce öldü. O da babam da bize, güvenin ancak evin dört duvan içinde olduğunu, dışansınm yal- nızca tehlike icerdigini söylerdL KUisedeki rahipier ise hoşgörii- den söz ederdi. Şimdi yoksullara yardun için çalışan gönüDü Ka- tolikler var ama. hiçbir lider Da- lai Lama gibi değU, Papa bile. Pa- pa. akıl aunaz bir insan. Ama o, her şeyden önce çok nüfuzlu bir politikaa. Benyine de, \ atikan'm farkh göriişsahiplerine karşı da- ha hoşgörülü olması gerektiği dü- şüncesindeyim." Tibet konulu üç dev fılm Martin Scorsese, Bertoluc- ci'nin "Küçük Buddha"sını (1993)görmüş vebeğenmış. An- cak bu fılmin "Kundun"dan çok farklı olduğunu söylüyor. Genç Dalai Lama'nın arkadaşı olmuş olan Avusruryalı Heinrich Har- rer'in yaşamını içeren ve yönet- men Jean^Jacques Arnaud'nun filmi "Tîbet'teYedi Yü"ı özellik- le Lzlememiş. Kendi filmiyle bir- likte 5 yılda Tibet'le ilgili 3 dev filmin yapılmış olmasını rast- lantı olarak niteliyor: "Batı dünvasının kabul edil- mişdinlerini anlamakta halkın güçlük çekmesinden kaynakla- nan bir rastlanü. Kendiierine baş- vuran halkın sorulanna bir ya- nıt veremiyor bu dinler çünkü. Amerikan medya toplumu ne ka- dar girdaplaşırsa halk, o kadar sakinlik, hareketsizlik ve meditas- yon istiyor.Ya toplum denetimi yi- tirmekte ya da ben çok yaşlan- maktayun. Kişisel olarak Budiz- me sığuımış olan ama kendi di- nini koruyan çok insan tanıyo- rum. Kişinin kendisine dirsek atarak yer açmak zorunda oldu- ğu Holİyvvood'da bu durum çok daha yaygın." Dalai Lama, "Kundun" fil- minin senaristi Melissa Mathi- son'Ia defalarca bir araya gelmi^ ve ona yardımcı olmuş. Tibet'e girmesine Çin izin vermemiş; şu andadaÇin'egirmesi yasaklan- mış durumda. Hindistan, önce çekim için olumlu yanıt vermiş- ken, daha sonra Çin'den gelen baskılar yüzünden tavnnı değiş- tirmış. Bu nedenle Scorsese, Fas çöllennde Tibet'in başkenti Lha- sa'yı kurmuş. Filmin oyuncula- nnın hemen hemen hepsi ama- tör. Tibetlilerin lngilizce konuş- masının fılm için birrisk içerdi- ğini kabul ediyor: "Filmi, dublaj ve dip yazılan kabul etmeyen Amerikan pazan için >apdğım- dan bu riski göze aldım" diyor. "Oyuncularun, birçok ülkeden geldiler. Bazüan bu vüzden işle- rinden oldu." Filmin en önemli sahnesini, Dalai Lama ile Mao'nun karşı- laşması oluşturuyor. Konuşma- lar, Lama'nın anlattığı şekilde aktanlmış. iki saatlik konuşma- dan sonra Mao. "Ikimiz arasın- da çok ortak yan gördük," diyor ve ekliyor, "Ama dinin halklar için zehir olduğu en önemli görüş aynlığumzdı" diyor. Kamera o sırada Lama'nın başını öne eğip, Mao'nun gıcır gıcır cilalı ayak- kabılanna bakışını kaydediyor. Martin Scorsese, filminin na- sıl bir film olduğunu tanımla- makta güçlük çekiyor. "Kun- dun 'da birçok farkh filmin bile- şimi var. Fılmimi ruhani bir yol- culuk olarak görmek gerek. Bu yolculuğu izleykilerin de yaşa- masını istiyorum. Özellikle, son kesynleriyaparken MSPhilip Glass müzigi yazarken bunu hedefle- dik." ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bsenstein Diye Biri Her film festivali sezonunda bir hüzündür kap- lar içimi. Kimi dostlargeçmişte bu yüzden çok ka- ramsar olduğumu bile söylediler. Ama sanınm hep bir yanlış anlama var. Ya da ben, bu bağlamda ne demek istediğimi pek anlatamıyorum. Duyduğum hüznün nedeni, ülkemizde ulusla- rarası film festivallerinin düzenlenmesi değil. Böy- lesi düpedüz sanat düşmanlığı olurdu. Benimkisi, insanlann çoğunluğunun gelen film- lere bakmakla yetinmeleri; ve baktıklannın arka- sından yalnızca: "Ne güzeldi!" diye iç çekmeleri. Peki neden beğendiniz (ya da beğenmediniz)? Şu görüntülerin diliyle neler anlatıldı? Çok be- ğendinizse ve örneğin gerçek bir başyapıtsa gör- düğünüz, o dil, nasıl böyle bir yetkinliğe ulaşabil- di? Bunlar, festivallere gelen filmler ne kadar düzey- li ve seçme olursa olsun, genelde hep yanıtsız ka- lan sorular. Bu yanrtsızlığın nedenine gelince, de- diğim gibi perdeye genelde hep bakılması, ama oynayanın görülmemesi. Hani festivallergelip çat- tığında herkes birbirini: "Gördün mü? Gördün mü?" diye dürtüklüyor ya, aslında genel durum gözönündetutulduğunda, bu sorunun "Baktınmı? Baktın mı?" diye sorulması daha uygun kaçardı. Çok kez yalnızca bakılıyor, çünkü bakma, an- cak bilgi temel alındığında görmeye dönüşebilir. Bu bağlamdaki bilgi ise yalnız bakarak edinilebi- lecektürden değil. Gerçi bizimkisi gibi, Hegel oğrenilmeden Manc'ın, dramatik bilinmeden epiğin, natüralizm bilinme- den Brecht'in, Eisenstein bilinmeden Antoni- oni'nin vb. bilinebıldığı bir dahiler(!) ortamında, elbet yalnızca bakmanın da yeteceği düşünüle- bilir. Gelin görün ki "ahval" böyle değil. Söylemesi ayıptır, 1898-1948 yılları arasında dünyada Sergey Mihayioviç Eisenstein diye bi- ri yaşadı. Bu Rus vatandaşı fani, elli yıllık bir öm- re sinema sanatının en önemli kurucularından ol- ma gibi bir başanyt sığdırdı. 1923'te, yani daha 25 yaşındayken çekîiği "Potemkin Zırhlısı"y\a sine- manın dönüm noktalarından birini oluşturarak, dünya çapında ün kazandı. 1932'te Meksika'da çekimine başladığı "Que viva Mexico", tamam- lanamadan kalmasına karşın Meksika sinema sa- natının geleceğini belirledi. "Dünyayı Sarsan On Gün", "AlexanderNevvsky" ve "Korkunç Ivan" ad- lı filmlerinin her biri birer olay oldu. Gerek görün- tülerinin anlatım gücüyle, gerekse montaj tekni- ğiyle çağdaş sinemanın temel taşlan yerine geç- ti. Eisenstein, salt film çevirmekle de yetinmedi. Uy- gulamasının kuramsal yanlannı kaleme aldı. Anı- larını da yazdı. Bu büyük sinema adamının imza- sını taşıyan "FilmDuyumu", "Film Biçimi" ve "Si- nema Sanatı" adlı kitaplar dilimize de çevrilerek Payel Yaymevi tarafından yayımlandı. Sanınm hepsi de birer baskıda kaldı. Her yıl yi- nelenen ve kapsamı durmadan genişleyen ulus- lararası film festivallerimizden hiçbiri, bu kitapla- nn bilmem kaç basımının yapılmasını sağlayama- dı. Eisenstein'ın filmlerine gidenlerin büyük çoğun- luğu, bu adamcağızın sanatını kendi yazılan ara- cılığıyla daha köklü tanıma gereksiniminı hiç, ama hiç duymadı. O kadar ki, içinde bulunduğumuz yılın, Eisens- tein'ın doğumunun yüzüncü, ölümünün de ellin- ci yıldönümüne rastlamasına -ve elbet bu yüzden dünya sinema çevrelerinde anılmasına- karşın, bizim ortamımızda bu bağlamda daha çıt yok. Olacağını da sanmıyorum. Bu yılki festivallerimizin programlarına Eisens- tein özel gösterilen, seminerier, konferanslar vb. yakışmaz mıydı dersiniz? Ama hayır. Bunlan düşünecek yerde, yine fes- tivallerimiz sırasında ve onlann ardından bol bol ve boş boşyazacağız. "Neşenlikti!"diyeceğizör- neğin. Çok doğru. Bilgisizliğin böylesine kol gezdiği bir ortamda, öyle böyle değil, evlere de şenlik! Ipek Avenk ve hpatıim Yazıcı'nın resitaH 18 Msan'da • Kültür Servisi - Parıs Beledıye Konservatuvan'ndan bu yıl mezun olan flüt sanatçısı Ipek Avenk ve Ankara Devlet Konservatuvan öğretim üyesi, piyano sanatçısı tbrahim Yazıcı 18 Nisan saat 20.30'da Ankara Amerikan Kültür Merkezi'nde 'Fransız Müziği" resitali verecekler. Sanatçılar, resitalde Gaubert, Ganne, Roussel ve Poulenc'in yapıtlannı seslendirecekler. Klaket dergisi okuyucularıyla • Kültür Servisi - Klaket dergisinin 8. sayısı nisan ayında çıktı. Sinema ve Televizyonculuk alanında etkınlik gösteren kişi, kurum ve kuruluşlara yönelik Klaket dergisi. temel sinema ve televizyonculuk bilgılen, arşivcilik ve oyunculuk konulannda temel bilgiler sunuyor. Dergi, okuyuculanyla tanışmak amacıyla lstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür lşleri Daire Başkanlığı'nın katkılanyla yarın saat 19.00'da Atatürk Kitaplığf nda bir söyleşi gerçekleştırecek. Aynntılı bilgi için telefon numarası: (245 60 14) BUGUN • CUMHURİYET KTTAP KULÜBÜnde saat 18.00'de Dilek Türker'in 'Mutlu Ol Nâzım" oyunundan bölümler sunacağı etkinlik izlenebilir. (252 38 81) • TARIK ZAFER TUNAYA KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 18.00'de Veysel Yapar'ın düzenlediğı, Orhan Oğuz'un yöneteceği ve Dr. Emin Gürses'in katılacağı 'Milliyetçilik Etnik Terör ve Uluslararası llişkiler' konulu söyleşi yer alıyor. (293 12 70) • AKSANAT'ta saat 12.30'da 'John Lennon' pop konseri laser-disc'ten, saat 18.30'da Mehmet Atilla Argın'ın 'Gitar Resitali' izlenebilir. (252 35 00) • GOETHE ENSTtTÜSÜ'nde saat 18.30'da Tomris Uyar'ın 'Hikâyelerdeki lstanbul' konulu konferansı yer alıyor. (249 20 09) • tDOB AKM Büyük Salon'da saat 20.00'de W. A. Mozart'ın 'Sihirli Flüt' adlı operasını sahneliyor. (251 56 00-251 10 23) • İTÜ MEZUNLARIDERNEĞ1LOKALİ Yeşil Park Mühendishane'de saat 18.45'te Bora Korkmaz-Özgür Anca ikilisinin 'Flüt-Gitar Resitali' dinlenebilir. (251 39 23)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle