04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10HAZİRAN1997SALI 10 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL GencoErkal, Ulusoyve Coelho 'nun dünyasını bizim dünyamızla buluşturuyorYaşama sanab üstüne çağdaş bir romans: 'Simyacı' • Oyunu izlerken hem Mehmet Ulusoy'un hem de başoyuncu • Sahnedeki 'yaşamdan büyük' olayı yaşama yaklaştıran, Genco Erkal'ın 'tiyatrocu' dünyasındayız. Erkal, Batı biçemi ve kafamıza ve yüreğimize yakın kılan Coelho'nun dünyasıyla geleneksel biçemimize özgü oyunculuk zenginliğini Ulusoy'un dünyasını bizim dünyamızla buluşturan Genco kaynaştırarak dolgun bir yorumculuk örneğini sunuyor. Erkal'ın 'denetleyici' ve 'belirleyici' oyunculuğu oluyor. Dostlar Tiyatrosu'nun sunduğu, Brezilyalı ya- zar Paulo Coelho'nun çok satan yapıtından uyar- lanan' "Sünyacı". İstanbul Uluslararası Tiyatro Fes- tivali'ne katilişının öncesinde İzmırli seyirciyle buluşmuştu. Şimdı de Ankara'da... Yönetmen MehraetUlusoy'un geçen iki yıl için- de önce St. Martinik'te, sonra da Paris'te Fransız- caolaraksahneledığı, çeşitli rolleri Genco Erkal'ın oynamış olduğu yapıtının uyarlamasının Türkçe çe\irisi Genco Erkal - Leman Giritli'nin. Müzik, özgün yapıminda olduğu gıbı yine Kutsi Ergu- ner'in. Çevre tasanmını ise bu kez Duygu Sağıroğ- lu gerçekleştirmiş. Türkçe yapımında Genco Er- kal'la bırlikte rol alan iki genç sanatçı Tülay Çi- menser ve Emre Kınay. Coelho'nun romanı çağdaş bir romans. Ortaçağ Avrupası'nın en popüler anlatı türlerinden bin olan romans, tutkulu bir amacı gerçekleştirmek için ulaşılması zor bir hedefe doğru yola çıkan bir kah- ramanın. doğal vedoğaötesi güçlerin oluşturduğu engellere takılarak \ e "yardımcılar*'ın desteğiyle bu engellen aşıp "mutlu son'"a enşmesinı dile ge- tirir. Uzun bir zaman dilimi içinde ve durmadan değişen uzamlarda yer alan -episodik bir kurgusu olan- bu zorlu \e alabıldiğıne "gizemli'* deneyim içinde kahramanın en büyük kazanımı, "kendini tanımak". bir başka deyışle "yaşama sanan'nı öğ- renmektir... Doğayla ve evrenle bütünleşebilmiş. birey olarak kendini tanımlayabilmiş, alçakgönül- lü ama dirençli olmayı öğrenmişür. Ulusoy-Erguner-Sağıroğlu işbirtiği Bu romans özellikleri Doğu'nun masal gelene- ğiyle de yakın akrabadır. Vladimir Propp'un Türk- çeye de çevrilmış olan "Halk Masallannın Yapı- sı" başlıklı ünlü yapıtında. masal kurgusunun iş- leyiş biçimı bağlamında genel bir "masal grame- ri" oluşturulmuştur. Coelho'nun "Simyaa"sı da beş aşağı beş yukan bu gramerin kurallan içinde olu- şur; amaçladığı düşsel hedef yönünde serüvene atılarak yaşamını kendi elleriyle biçimlendirmeyi seçen Santiago (kahraman). yaşlı Salem Kralı Mel- kisedek gıbı bırçok "yardımcı" (yol gösterici) ve "engelleyici" ile yaşadığı zorlu deneyim sonucun- da, bireysel gizilgücünü değerlendirerek "kendi- ni dönüştürmeyi" başanr. Artık o da bir simyaçir.. dır. Santiago, düşsel serüveni boyunca "amaç" olarak düşlediğınin (Piramitler'deki hazineler) yal- nızca bir "bahane" gerçek t *amaç"ın ise "yaşama sanaü'"nı öğrenmek olduğunun bilincine vanr. Çevrildığı tüm dillerde birkaç baskı yapmış, popülerliği masal/romans öğelerinin dayan- dığı arketipsel (tüm insanlığın paylaştığı) özelliklerden kaynaklanan. aydın kesimle- rince de genellıkle küçümsenen "Sim- yacr, yönetmen Mehmet Ulusoy'a neden çekıci gelmıştir? Ulusoy'un Fransa'da sahnelediği oyunlan görmemiş olsak da oku- duklanmızdan, Ulusoy'un Dostlar Tiyatrosu'yla daha önce yaptığı iki çalışmadan, "KafkasTebeşir Daire- sT (1980), "Sevdalı Bulut" (1992) yapımlanndan bıldıklerimiz bu sorunun yanıtını ve- riyor. Masalsı/düşsel bir dünyanın içerdiği "gi- zemli" görsel işitsel imgelerin tiyatral bir ortama taşınmasının içerdiği yaratıcılık olanaklan... Dra- matik genlimden alabıldiğine kaçan, oyuncuyu yasallaşmış söyleşım düzeni dışındaki birdüzlem- deaklı. yüreği ve yaratıcı hünerlerivle yüzleştiren birtiyatroculuk deneyimine açılış... Anlatıyı söy- leşimin önüne çıkaran. bir yandan da sahnedeki çıl- gın görsellik'işıtsellik ortamında, anlatılanı da ıkin- ci düzeye gerileten bir tür an- latı tiyatrosu anlayışı... Ulu- soy. öyküyü, karakteri, (eğer varsa) olay dizisini hep araç olarak kullanmayı seviyor. Ulusoy tiyatro- sunda aslolan yüzlerin. kafalann. bedenlerin, oto- mobil lastikleriyle, bi- donlarla, çuvallarla, sah- neyi boydan boya kap- layan çarşaflarla, hare- ketli dev panolarla, göz kamaştıncı ışık oyun- lanyla iç içe oluşturdu- ğu görsel ve ışitsel de- vinim. Ulusoy hare- ketli ve sesli, durma- dan değişen tablolar çiz- meyı sev iyor sahnede. Yaşamın devinimini. sert, vurucu. gürültülü. herbo- yutuyla "grotesk"bir düz- lemde algılıyor ve yansı- tıyor... Yadırgasak da, be- nimsesek de... Hamurgibi yumuşa- cık bir duyarlığı yan- sıtan sımsıcak bir öy- küden. "yaşamdan bü- yük''. u hâreket"in "şid- det" boyutlannda anla- tım bulduğu bir sahne ortamına geçiş, doğal ki "Simyacryı sevecenlik- le bağnna basmış olan okuru yadırgatıyor. Artık Santi- ago nun deneye yanıla, ama düşlerini hep ayakta tu- tarak, J kendı yazgı- vingenlıği yoluyla biçimlenmiş bir "tiyatro şi- iri''nin içindeyiz. Bu "şnr"in coşkun, anlamdan çok sesselgörüntüsel vuruculuğa dayanan seslenişi- nın oluşturduğu zengin tablolarda, Ulusoy'un. Co- elho'nun şiirin izdüşümlerini Mevlana'nınkiyle buluşturduğu öz gizli. Doğu duyarlığını Batı du- yarlığıyla kardeş kılan evrensel öz... tt Sünyacı''yı okumuş olan seyircinin işi zor. Bildiği bir öykü- nün Ulusoy'ca anlatımına uyduracak kendini. "İDe de tamı tamına Coelho'nun öyküsünü iste- rim" diye diretirse, hem aradığını bulamaya- cak, hem de algılama gücünü Ulusoy'un "ti- yatro şüri"nden tat almaya yöneltmeyecek. Romanı okumamış olan seyirci bu bağlam- da daha avantajlı. Öyküyü Ulusoy'un sah- ne anlatımının büyüsüne kapılarâk kavra- maya çalışacak. Kavrayabildiği kadan da Ulusoy'a yetiyor. Önemli olan büyülenme- si... Ancak "Simyacı''nın önemli birüçüncü bo- > utu var. Biz bu oyunu izlerken aynı zamanda başoyuncu Genco Erkal'ın "tiyatrocu" dün- yasındayız. Erkal, rolü ikincil düzeye düşürül- müş Santiago'nun serüvenini biçimlendiren »» tüm "yardımcı T> lan ve "engeUeyicrieri oy- * nuyor. Erkal, hem Ulusoy'un "fantastik" - yeni moda deyimle- "konsepfinın güdü- münde, son derece disiplinli ve olağanüs- tü düzeyde form tutmuş bir oyuncu ola- rak sahnedeki yadırgatıcı/büyületici "nes- ne-insan-ses-görüntü" karmaşası için- deki yerini alırken, bir yandan da tür- lü- çeşitli Gencoluklanyla, Ulusoy'un oluşturduğu güçlü akıntıya karşı kü- rek çekiyor. Bir başka deyişle, sah- nedeki -yaşamdan büyük" olayı ya- şama yaklaştıran, kafamıza ve yüreğimize yakın kılan Coel- ho'nun dünyasıyla Ulusoy'un dünyasını bizim dünyamız- la buluşturan Genco Er- kal'ın "denetieyfci" ve "betirleyici" oyuncu- luğu oluyor. Erkal, dan çok kom- pozis- sını ellenyle yoğurarak ulaştığı "gerçek" (duşle- nenin uzaklarda değil, insanın gizılgücünde, u ya- nıbaşında" saklı olduğu) doğrultusunda, onunla ya- şadığımız Coelho'ca "şiirseF serüven epeyce uza- ğımıza düşmüş... Artık olayın başkışısı Santiago bıle değil. Çünkü biz artık Mehmet Ulusoy'un dünyasın- dayız. Dekor, giysi. sahne gereçleri. görsel-işitsel cambazlıklar, müzık-ışık ve gölge oyunu kullanı- mıyla, sahnenin her boyutunun işlevselliği ve de- yonda, özellikle Ingilız'de. Simyacı'da ve Arap Müslüman dünyasından canlandırdığı bir dolu "tip^te. Batı biçeminde oyunculukta, geleneksel bi- çemimize özgü oyunculuk zenginliğini hem sıcak bir kaynaşıma götüren, hem de gülmecenin uzak bakış açısını her an sezdiren dolgun bir yorumcu- luk örneği sunuyor. Ulusoy-Erguner-Sağıroğlu işbirliği sonucunda, gökte minicik, ama sahnede kocaman görünen bir paraşütün kimi zaman "çöl''e, kimi zaman "vaha^ya. çadırlara, giysilere, rüzgâra ve güneşe giden uç- suz bucaksız yola dönüşüşündeki büyüleyici de- vinimi izlerken Ulusoy'un yaman bir "gözbağa" olduğuna inanıyorsunuz. Bidonlar. paraşüt. çuval- lar, su dolu gölcükler, otomobil lastikleri çoktan- beridir kullanılıyor tiyatroda. Ancak bu yapımda- ki kullanımlar yine de "Ulusoy" imzasmı taşıyor. "Bffluriye" tablosundaki eşsiz tasanm ise hiç kuş- kusuz Duygu Sağıroğlu'nun başyapıtlanndan bi- ri. Izleyenin yaşam boyu unutamayacaği bir görün- tü sunuyor. Tülay Çimenser,sesiyle, görüntüsüyle, yönetme- nin duyarlığı doğrultusunda yüzünü ve bedenini biçimlendirişindeki hüneriyle. oyunun Erkal"dan son- raki dinamosu. Genco Erkal gibi bir ustayla kur- duğu eşgüdümü, ünlü oyuncunun gölgesinde kal- madan baştan sona sürdürürken, gelecek için bü- yük umut veriyor. Santiago'yu oynayan Emre Kı- nay ise öncelikle sevimli- etkileyicı görüntüsü, sonra da Çimenser'inkiyle atbaşı giden disiplinli yüz/beden oyunculuğu ıle sanatçı kışiliğinı Ulu- soy tiyatrosu bağlamında başanlı bir noktaya yer- leştiriyor. Toplumculuğun yeniden yapılanması Coelho'nun "Sünvaa"sının hayran okurlanndan biri olmadığımı söyleyebilırim. Yine de oyunun ilk yirmi dakikasından pek de tat almadığımı, dahası bir oranda sıkıldığımı yadsıyacak degilim. Yerde baygın yatan askerin düşünde belirip onu dayak ve söz yağmuruna tutan yân meczup / a> r yaşy'biİge ki- şi ile gölden fırlayan •*cin"in oluşturduğu "serim" şaşırtıcı, sarsalayıcı olmayı amaçlıyor herhalde. Ancak oyunun daha başındayız. Şaşırmak için re- ferans noktalanmız oluşmamış daha. Aynca oyun boyunca izlenen düşsel serüvenin düşsel başlan- gıcı ne diye "karabasan"a benzetilmiş? Oyunun açılışında yere inen minik paraşütlerden anlayabil- diyseniz (ben anlamadım) bir savaş ortamındayız ve yaşlı denişle yamağı baygın askeri "dirençH" olmaya çağınyorlar. (Bunun neresi karabasan?) Dahası, herhalde giysileri dolayısıyla yaşlı bir Tar- zan ile Jane benzeri yaratıklar olarak algılama gaf- letinde bulunduğum bu iki bilge kişinin işlevini kav- ramak, gerektiğınden de çok uzun bir süre alıyor. Böylecçülusay, tiyaaöda hiç yapmak istemediği bir şeyi yaparak, seyttcinin izleme motivasyonu- nu (hevesini) düşürüyor. Bu nedenle de sahne ola- yının -neden sonra- kıvamına geldiği Falcı Kadın tablosu bile hak ettiği düzeyde çarpmıyor seyirci- yi. Yapımın tek ve temel sorunu kanımca, daha sonraki tablolardaki anlatım ekonomisine zıt düşen bu başlangıç sahnesi... Bireyin direncinin ve istem gücünün en önemli değer olarak ortaya çıkanl- dığı bir sahne olayı Dostlar Tiyatro- su'nun toplumcu çizgisinin uzağına mı düşüyor? tnsanlann, özellikle de top- lumumuzun insanlannın, kavranması, denetlenmesi gitgıde zorlaşan meka- nizmalann ve ilişkilerin güdümünde- ki bir yaşama biçimine çekildiğini. bi- reysel gizilgüce olan ınancın önemli oranda yitmekte olduğunu düşünürsek, "insanm ken- dine inanma" gücünü sürdürmesini yüreklendi- ren bir yapıtın, toplumculuğun yeniden yapılanma- sı bağlamında ışlev taşıdığı söylenebilir. Coel- ho'nun romanı belki de bu nedenle dünya düze- yindeki milyonlarca mutsuz ve umutsuz kişiyi buluşturdu. Birey olarak yaşamayı öğrenmeden yaşanan toplumculuğun daha duyarlı bir yaklaşım- la yeniden kavranması için belki de bir ipucudur Dostlar Tiyatrosu'nun sahnesinde yaşananlar... D o s t l a r ı ö n c e k i gün y a ş a m ı n ı y i t i r e n ressam A t i l a E r g ü r ' ü a n l a t ı y o r Bir ipekböceği gibiydi... Ayrışıkbirvarohnanın adamıydı ÖNERYAĞCI "Özgürlüğün ve demokrasinin yiğit insanı Atila Ergür arük yok. Onsuzdevam edece^z'" di yor Tür- kiye'nin sanatçı örgütleri Doğru. onsuz gidilecek yola. Ama bu doğ- ruya kahrediyoruz ışte. Bunu doğ- ru kılan ölüm gerçekliğine İnsan çürümesimn. aydın çürüme- sinin en yoğun yaşandığı yıllarda. çürümeden pay almayan bir diren- genliğin sımgesiydi Atila Ergür. Tertemizliğın. emeğın. özvennin. dayanışmanın. birlikte dalga olma- nrn. Ölüm kıskıvTak yakalamıştı onu mıdesıne kanser olup. Üç aydır bo- ğuşuyorduölümle. 1 hazıranda bit- tnişti gücü, yoğun bakımdaydı, ma- kinelerin. teknolojının kattığı soluk- la dıreniyordu. 8 haziran sabahın- da artık onlar da yetmedı Atila'ya can olma>a. Dün kızlannm, dost- lannın ve omuz verdiği örgütlerin "ölüın'" duvnlan çıktı Cumhuri- yet'te. Bugünse toprağa uğurlaya- cağız Atila'yı alkışlarla. 1945 doğumluydu. 1971 'de gir- diğı Güzel Sanatlann Tekstil Sanat- lan bölümündeki asıstanlığını Mar- mara Üniversıtesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Sanatlan Bölü- mü'nde doçent olarak surdûrüyor- du. "Özerk, demokratik. üretken üniyersite" savaşımının önlerinde olduğu için hak ettiği profesörlü- ğü bir türlü vermemişlerdi. Özgür insan olmanın örgütlü in- lerinde gerçekleştirdi. Temellenni atnğı sanatçı birlikteliğinin birmey- vesini gördü. Bu yıhn mayıs ayı başındaki 3. Sanatçılar Kurulta- yı'nda ilk oturumun yöneticiliğıni yaptı. Bugün 194 demokratik kitle ör- gütünün bir arada olmasını sağla- yan girişimlerin mrman da Atila Er- gür'dü. Gızlı kahramanıydı iş ba- şarmanın. Öne çıkmadan, sessizce, kozasını ören ipekböceği gibi. O ipekböceğiiıe bir anı kitabının sunulması onun paylaştığı tüm ku- rumlann görev i olmalı. ALİAKAY Uzun bir süredir birlikte olma- mıştık; ama daha önceleri yaz ay- lannın hemen hemen her çar- şamba günü Cumhuriyet mey- hanesinde aynı masada sohbe- tin alkole ve sigara dumanına kanştığı masalarda beraber ol- duk. Oradan aynldıktan sonra da bazen uğraştığı siyasi müca- dele dolu yaşamında zannedi- yorum birbiriyle uymayan öğe- lerin sentezini, fiziki olarak yap- maya çalışırdı. san olmaktan geçtıği bılinciyle ve duyarlığıyla Atila Ergür yetebildi- ği her yerde emeğini ve güzelliği- ni kattı yaşama. Unıversıte Öğre- tim Üyeleri Demeği'nın kurucusu, yönetim kurulu üyesi ve genel sek- reterivdı. Ögretim Elemanlan Sen- dikası 'mn kurucusu ve başkan yar- dımcısıydı. Görsel Sanatlar \'ak- fi'nda, Tekstil Tasanmcılan Deme- ği'nde o vardı. (Ülkemizde ilk teks- til terimleri sözlüğünü hazırladı. Ölmeden önce basıma hazırtek ör- neğini gördü kitabının.) Özgürlük ve Dayanışma Partısi'nin kurucu- lanndandı. Dört yıldır Nâzım Hikmet Kültür v e Sa- nat Vakfi'nın yönetı- minde birlıkteydik. Dostluğumuzu Nâzım sağlamıştı. Oradan Özerk Sanatlar Konse- yi çahşmalarında omuz omuza olduk Onun özverili emek ömeğini o çalışmalar- da gördük. İnsana olan umudu çoğaltıyordu Atıla'nın varlığı. De- mek böyle ınsanların soyu tükenmemış dı- yorduk. ilk kişısel fo- toğraf sergisıni 8 nısan - 8 mayıs günlerınde Nâzım Hikmet Vak- fı'nda açmıştı. Son toplumsal eylemini hastalığımn son dem- Ressam Atila Ergür Erenköy Galippaşa Camü'nde öğle natnazmdan sonra uğurianacak. Türk siyasi hayatında Öğretim Üyeleri Derneğı'nden Nâzım Hikmet Vakfi'na, Kemalist güç- lerden ÖDP'nin saflanna kadar her yerde mevcut oldu; bedeni- nin güçlü kaslannı bu birleşme- ler ve aynşık uzlaşmalar adına harcadı, koşturdu; hatta, belki, sanatçı yaşamınrn sonuna kadar politik mücadeleden ayn gitme- yeceğini yaşamıyla hepimize kanıtladı durdu. Sanatm politikadan ayn ol- duğunu düşünenlere bir etika dersi verircesine, inandığı yol- da demokratik mü- cadele ıçine yolladı sanatını. Nâzım Hik- met Vakfi'nda açtı- ğı son sergisi de fo- toğraflarıyla sanat yaşamını sıyasete bağladığının bir işa- reti değil mi? Zama- nın bir hareket oldu- ğunu iddia eden fılo- zoflann söyledikle- n gibi, zamanın için- de var etti fizıkı var- lığını; belki de eser vermenin Sokratik ahlakına bağlı bir şe- kilde siyasi etika onun için eserden da- ha önemliydi. Harcama üzerine felsefesini kuran Ge- orges Batailk'm yaz- dığı gibi, sanatçının bir kurban, bir harcama biçımi olduğunu kanıtlarcasına koşturdu durdu yasamı boyunca. Tüketimin için- deki tükenmeyi hıssetti; ama as- la tükenmeden sonuna kadar Tat- biki Güzel Sanatlar'dan bugün- kü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi' ne dostlany- la sohbeti her zaman daha önce geldı. Bilinç değil yaşamdı onun için. bence. önemli olan. O ba- kımdan da yaşama bağlılığıydı, belki, onu bu kadar siyasi etika- ya doğru iten. Türk akademık hayatında her türlü zorluğa ve engellemelere karşı. haksızlıklara uğrasa bile, değeri hep bılindi dostlan ve öğ- rencileri tarafından. Yaşamdı onun yanında olan ve dostlany- dı. Dostluğun kalmadığı söyle- nen bir dönemde o dostluğa bi- rincil önemi verdi ve siyasi eti- kaya. Dostlan arasında anıldı, hep yaratıcılığı ve enerjisiyle. Çağımızın içinde bir rastlan- tıdır dost ve enerji doluluk; he- le hele her seyin tekdüzeleştiği dönemlerde pedagojik enerjinin önemini, belki de, daha iyi an- lamaktayız: Üniversite, siyaset ve sanat boyutunda; her alanda aynı anda ve aralanndaki fark- larla. Tüm dostlanyla ona "hoşça kal" diyoruz. YAZIODASI SELİM İLERİ 'Dışında' Kalmak Pazar günüydü; bu pazar. Sonbahan andırır bir yağmur yağıyordu. Galatasaray Lisesi'ne gide- cektim. Eski, çok eski okulumda bir söyleşiye ka- tılmaya: Galatasaraylı yazarlar... Yolda nedense o unutulmaz şiir, o unutulmaz çe- viri: 'Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin, I Yesin kam- çısını hazzın sefil cümbüşte I Toplasın acı meyve- sini nedametin I Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle." Nerden hatırladım şimdi, ne oldu, diyordum. Bilmem 'Galatasaraylı' denebilir mi? Ortaokul- dan sonra aynldım. üseyi Atatürk Erkek üsesi'nde okudum. Hangisini daha çok sevdin diye sorsa- nız, Atatürk Erkek Lisesi derim. Ama şimdi eski oku- luma başka bir heyecanla giriyordum. Yıllar son- ra, okuldan aynldıktan sonra oraya yalnızca bir kez gittim. Bu ikincisiydi. Recaizade'nin büstü önünde bir an durdum. Yağmur altında, hep yağmur altında. Oysa 1960 yılı güzünde buraya güneşli bir günde gelmiştim. Lâcivert ceket, cebi sarı-kırmızı arma- h; gri pantolon. Babam fotoğrafımı çekmişti. Hep öyle oluyor: Onca yıl geçmemiş gibi oluyor. Istiklâl Marşı okunup sınıflanmıza dağıldıktan son- ra babam gitmişti. Yatılı okul birden başladı, an- nesiz babasız ablasız günler. Yatılı okumayı hiçbir zaman sevmedim. Şimdi okuluma bakıyordum: Akşamlan yemek sonrası-etüd arası bu bahçede kendi kendime az mı dolaştım, az mı ev hasreti çektim... Yanıma, söyleşiyi düzenleyen genç arkadaşım Mehmet geldi. Birlikte TevfikFikret Salonu'naçık- tık. Basamakları yenik merdiven, uzun koridorlar, yüksektavan. Salonun alt kat koltuklan değişmiş. Metin Toker, Tahsin Yücel, Yıldınm Keskin ve Konur Ertop yenı koltuklarda oturuyorlardı. Sa- bahtan beri yağan yağmur mu, yazarlara duyulan ilgisizlik mi; geride dinleyiciler hepi topu yirmi beş otuz kişi. Konur Ertop'un yanına oturdum. Çok tuhaf bir şey oldu; sevgili Konur Ertop, handiyse durup du- rurken, "Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam" dizesini söyledi. Ikimiz de Baudelaire e saplanıp kalmışız sanki. Herhalde Galatasaray Lisesi'ne ge- liyor oluşumuzda. Konur dedi ki: "Artık bir çeviri denemez Saba- hattin Eyuboğlu'nun/c/ne. Bir şiir artık o. Türkçe yazılmış bir şiir. Var edebiyatımızda öyle çeviri- /er..."Cahrtâtkı'nınkileri,OrhanVeli'ninkileridü- şündüm. Melih Cevdet Anday'ın Poe'su geldi aklıma. Artık bizimle birlikte bir ömür boyu yaşa- yacak o çeviriler, ya da, Konur Ertop'un saptadı- ğı gibi çeviri ötesi o şiir çevirileri. Sonra söyleşi başladı. Metin Toker gazete ya- zarlığı konusunda çok özlü bir değinide bulundu. Bugünün git git 'yazarlık' kavramından uzaklaşan gazete yazarlığına ınce hümurla yaklaştı. Okul yıl- lanndan, okul anılarından örnekler getirerek. Daha önce Konur Ertop, Galatasaray Lisesi'nin kültür hayatımıza armağan ettiği yazarları dile ge- tiımişti. Tevfik Fikret'in yağlıboya portresine da- lıpgiderekdinledim. KimleryokKonur'unlistesin- de, Haldun Taner'den Nedim Gürsel'e, eskiler, yeniler, edebiyat adamlan. Metin Toker de kendisinden önceki kuşağın Ga- latasaraylı gazetecilerini andı. İlk kez söyleşisini dinlediğım Yıldınm Keskin oku- lun hep alaca ışıklı, hüzünlü koridoriarını anlattı. Edebiyat öğretmenlerinden Esat Mahmut Kara- kurt, Zeki Ömer Defne, Ercüment Ekrem Talu anılar arasında çıkıp geldiler; Yıldınm Keskin çok duyarlıydı, ister istemez gözü yaşanyor insanın. Sonra ben Hamdi Varoğlu'nu anlatmaya çalış- tım. İlk 'yazı' öğretmenım, ilk 'yazartık' ögretme- nim biricik Hamdi Varoğlu'nu. (Bir yazı yazmalıyım Hamdi Bey için.) Tahsin Yücel söyleşiyi yönetiyordu. Herzaman- ki inceliğiyle kendini sona bıraktı. Ama iyi ki en son Tahsin Bey konuşmuş; hemen hepimiz okulda ge- çen yıllann hüznünden söz açmıştık; Tahsin Bey: "Koridorlar karanlıktı, öğrenciler yalnızlık çekerdi ama, bir birliktelik, paylaşmışlık vardı; ben Gala- tasaray'ı o yüzden sevinçleriyle anımsıyorum " de- di. Okuldan aynldığımda yine şakır şakır yağmur ya- ğıyordu. Yirmi beş otuz kişilik topluluğa seslenmiş konuşmacılan düşünüyordum: Sinsice sürüklen- diğimiz bugünkü bayağılıklann, cıvıklıkların, gö- züdönüklüğün daimadışında kalmış, 'onurtu' kal- mayı topluma yaşama öğretisi gibi önermiş kişi- ler... Galatasaraylılığın etkisi olabilir mi? İyi eğiti- min... Galatasaray Lisesi'ne ilişkin bütün kınk anılarım silinip gidiyordu. Takvimde lz Bırakan: "Ne dersin bu akşam, sen garip kişi, sen biça- re, I Ya sen kalbim, sen ki vaktiyle çiğnendin, ey kalbim..." Baudelaire - Cahrt Srtkı; İçe Kapanış, Ataç Kitabevi, 1959. BUGUN • GALATASARAY LİSESİ KÜLTÜR FESTTVALİ kapsamında saat 10.00'da spor turnuvalan, saat 11 OO'de Eisenstein ın yönettiği Potemkin Zırhlısı* adlı film, saat 12.OO'de Can Dündar'la söyleşi. saat 14.00'te okul müzik gruplannın vereceği konser. saat 16.00'da spor turnuvalan \e Erdoğan Anpınar, Doğan Koloğlu. Ömer Üründül ve Hakan Şükür'ün katıldığı 'Fair-play' başlıklı söyleşi, saat 16.30'da Niyazi Öktem, tzzettin Doğan. M. Ali Kıbçbay ve Süleyman Ateş'in katıldığı 'İslam Felsefesi ve Laiklik' konulu panel, saat 18.OO'de Kapadokya konulu dia gösterisi, saat 21 .OO'de Kumdan Kaleler konseri yer alıyor. • 1. ULUSLARARASIÖĞRENCİ TRtENALİ'nde saat 15.00'te Dolmabahçe Kültür Merkezi'nde Tank Akan ve Yusuf Kurçenli'nin katıldığı Antika Talanı belgeseli ve söyleşisi izlenebilir. 1. BODRUM ULUSLARARASI CEVRE FİLMLERİ FESTİVALİ BUGUN • SİNEMA BODRUM: Derinlik Sarhoşluğu (saat 21.30) • KARYA StNEMASl: Doğa Savaşçısı (saat 10.00), Alaska (saat 12.00), Sinema Günleri (saat 15.00), Soğuk Ateş (saat 17.00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle