25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
S MAYI5 Itfitt? ÇAHŞAIVIBA CUMHURIYET SAYFA KULTUR 15 ALLEGRO EVtN İLYASOĞLU Ferhunde Erkin ile bir tarihi yaşamakPıyanıst Ferhunde Erkin, ünlübırögret- men. eşlıkçı v e solıst olduğu kadar çokses- li müzığımızın öncülennden Ulvi Cemal Erkin'ın eşıdır 1909 yılında tstanbul'da aydın bır aılenin çocuğu olarak dünvava gelır. Babasının Balkan Savaşı'nda tutsak düşmesı; Bırınci Dünva Savaşı'nda Kur- may Bınbaşı rütbesıyle aılesını Bandır- ma'va taşıması \e kendısı Türk müzığı çal- dığı haJde çocuklarına kiiçük vaşta Batı müzıgieğıtımı vermesı.çocukluSunuetkı- leyen ola> lardır Savaş Mrasında h>tanbul"a atanan baba Rem/j Bey. Ferhunde \e bır buçuk yaş küçük erkek kardeşı Necdet'ı Gedıkpaşa Amerıkan Okulu'na vazdırır Bu okulda bır süre ıkı kardeş keman \e pı- yano dersı alırlar. Ardından zamanın ta- nınmışhocaları BergerveHege'nınöğren- cılen olurlar. Ikı kardeş ılk büvük konser- lennı ışgal altındakı Galatasarav Lısesı'nde 17 Nısan 1920 tanhınde verırîer. Bırı do- kuz, dıgen on buçuk vaijindadır. Ardından Necdet Robert Kolej'ın. Ferhunde Arrıa- vutköy Amerıkan Kole|i°nın öğrenciM olurlar. Kolej yılları süresince okulun ıçın- de \e dışında konserler \enrler 29 Ocak 1926 tarihınde ıkı kardeşın ver- dığıbirkonsenndınleyıcılerıarasmdaAta- tiirkbulunmaktadır. Önları hemen Köşke çagırır. Ferhunde Hanım. onu çok heve- canlandıran bu anıyı şöv le aktarıyor: "Ata- türkbenim kıa olnıamı istedi. Sabıha Gök- çen gibi... Bir de müzisyt'n kınm olsun de- miş! O\sa daha işim \ardı. Ankara'va \er- leşemezdim. Babam kolej tahsilimi tamam- lamamı istiyordu. Kabul etnıedi. Daha son- raki >ıllarda cumhurivet balotannda dans bile ettik Atarürk ile birlikte. Bazen gece >ansı bile Köşk'e miizik.vapmayaçağrıldık kardeşimle. Bana valnız icracı kalmamayı. besteci olnıamı ögîitledL** Yatılı okudugu kole|den 1928 yılında mezun olur Ferhunde Hanım. Sonra da her ıkı kızını kolejde vatılı okutarak eskı orta- mı bır kez daha yaşayacaktır onlarla. Kolejden sonra Almanva'da müzık oku- mak üzere burs alırlar. Leıpzıg Konserva- fu\an'ndakı eğıtımı tamamlayan ıkı kardeş 1931 'de Türkıye'ye dönüp yenıden konser maratonuna koyulurlar. Almanva'dakı öğ- rencılık günlerınden neler anımsıvor Fer- hunde Hanım.' "Hiçbir zaman kilo alma- dım hayatımda. Hep vediğimi inkâr ertim. Bir büvükannem Giritli. diğeri Çerkezdi. Hepsi de incecikfi. Almanva'daki okulda bana Ferodijorlardı.Çünkü Ferhunde. Vi- • ^trhunde Hanım, Ulvi Bey'den hep daha açık tepkiler beklemiş. Anlaşılan hep m J değerlendirmelerini kendine saklamış Ulvi Bey. "Ben ona konser sonrası her şeyin çok iyi ğ 1 olduğunu söylerdim, ama o bana hiçbir şey söylemezdi. Beklerdim bir şeyler demesini. -X. Bilhassa modern bestecileri çalıştırsın isterdim. Onun işi çok, benimki çok. Hiçbir zaman anlayamadım, ana mıyım, besteci karısı mıyım, hoca mıyım. solist miyim!" Ve alçakgönülülükle ekliyor: "Hiçbirini de doğru dürüst yapamadım galiba. Hepsi yarım yamalak oldu." er Hunde (dört köpek) gibi bir anlam taşı- yordu. VeFero vıneon dılımını vedı" der- lerdi her yemekten sonra. Ben hep mann- lar. börekler. pastala r \eme>e merakli) dım. Sebze fılan pekse\Tjiezdim \e buna rağmen havanmda hiç kilo almadım." 'l932"deLKı Cemal Erkin (1906-19^2) ile evlenır Her ıkısı de Musıkı Muallım Mektebı'nde pıvano öğretmenıdır. Anka- ra. gene Türk (umhunvetı'nın kültüriinü başlatan çekırdektır o yıllarda. Erkin aıle- sı ısebuçekırdeğın ılk üvelerı.Çevrelerın- dekı en yakınları Ce\at Memduh Altar.lNe- cil Kâzım Akses, Halil Bedi \önetken \e Mesut Cemil gıbı sanat adanılarıdır. E\ le- nnde süreklı davetler yapılır. Ankara'ya konser \ermeye gelen tüm yabancı şef ve solı^tler ağırlanır. Bu arada Ferhunde Ha- nım nıce pıvano konçerto^unun Türkı- ye'dekı ılk seslendınlışını geçrekleştırır. Konserlere çıkmadan önce büyük hevecan- lar yaşar. Hele çalacağı yapıt eşıne aıtse! Eşının ona sunduğu 2. Pıvano K.onçerto- ->u'nun Ankara'dakı ılk -lOİendıriMnı hâlâ tath bır tela.-jla anımsiyor "Onun eseri ilk defa çalınacalc ben de so- listi ve kansıyını. Telaşımdan onu da kor- kutmuşum.*' Buradasöziıaılenin küçük kı- zı tçten Sar alıyor: "Bu konçertonun ilk çalınışı ailemi/in unutulmaz bir anısıdır. Annem solist \eson derece heveeanlı bu ses- lendiri için. Biz ahiamla (Sev in) peşpeşe bu- laşKi bir hastalık geçiri>onız. Ateşler için- de >atıyoruz. 'kakından ilgilenecek biri ge- rek. Aile bü'yükleri ise ille konseri dinleye- cegiz di\ erek bize bakmaya >anaşmı>orlar. Başınıızda sirkeler Tılan. Âkşama doğru bir öğrenci bulunu>or. Ilacımız düzenleniyor. ona teslinı edilivoruz. Öte \anda konsere ucu ucuna >etişi>orlar. Annem konser ön- cesinde sahneye çıkıp taburesine otunınca biiriin kemikleri sızlı\or. \e anlı\or ki o giin ilk Weı oturmuş. Lstelik babamın pi\ano konçertosu da bııtün bedeni kullandıran bir eser. Şef Protonus da orada. Tam '\a- pamayacağım" telaşı ile sahneden çıkıp ku- lise doğru \ürü\or ki birden babamı görii- >or. Babam. kiğıt gibi bir >üzJe konserin baslamasını bekli>or. \'e annem içinden, "Ona bunu yapamazsın' di\erek çalmaya karar \erivor. Ferhunde Hanım daha son- ra bu konçerto\ u Alnıan\ a"da 1943 y ılında. tepesinde bombalar patla>an bir Berlin sa- lonunda çalacaktır. En haşret ettığım ^e> dehalkın büyük bırsükûnet ılebombalara rağmen. konseri sonuna kadar dınlemesı oldu."" Ferhunde Hanım. Ul\ ı Bey'den hep daha açık tepkiler beklemiş Anlaşılan hep değerlendirmelerini kendine saklamış Ul- \ıBe\ "Ben ona konser sonrast her şeyin çok i>i olduğunu söylerdim. ama o bana hiçbir şey smlemezdi. Beklerdim bir şeyler demesini. Bilhassa modern bestecileri çalış- tırsın isterdim. Onun işi çok. benimki çok. Hiçbir zaman anlayamadım, ana mıyım, besteci kansı mıy ım, hoca mıyım. solist mi- yim!~ \'e alçakgönülülükle ekliyor: "Hiç- birini de doğru dürüst yapamadım galiba. Hepsi yanm yamalak oklu." >'a bunca konserde neler gışermış. han- gıterzılerdendıktinpnasılmodellerseçer- mış'.' "Çok iyi terzilere. Olgunlaşma hoca- lanna, ithal kumaşlardan diktirirdim. Bi- raz da iddialı. şık gi\sikr seçerdim." Gali- ba straples bır gıysi ile sahneye çıkan ilk kadın pıyanıstımız de Ferhunde Hanım ol- muş. Sevmç ile Içten'ı büyütürken herda- kıkası dolu bir pı>anoögretmenı, eşlıkçı ve solist olarak nasıl bır ev düzenı kurmuştu Ferhunde Hanım? "Başlangtçta Almanda- dılar vardı. Şapkalı. bakımlı. güzel hanım- lar. sav-aştan kaçmış Ankara'ya verleşmis- lerdi. Bir ara dışandan da vemek alındı. O zamanlar iyi mutfaklar vardı. Lokantanın mönüsünden eve yemek gelirdi.r Genellık- le yatılı kadın da vardırevde. Ama Ferhun- de Hanım 'a göre "onlan yönetmek de hep sorun olurdu". "L'lvi, kompozisyon yaparken çok sinir- li olurdu. Ben derse gittiğimde o e\de kalır- dı ve o günlerde kompozisyon yapardı. Ben evde kaldığım günlerde de özel öğrencile- rim gelirdi. Piyano hep meşguldü bizim ev- de." Ulvi Bey hıç kompozisyon dersı verme- miş, ama tüm genç bestecılenn getınp gös- terdıği yapıtları değerlendırirmiş. Karşı- sındakıne önce olumluları söylemeyi yeğ tutar. yumuşak davranışı ile incitmemeyı gözetirmış. Ferhunde Hanım ıse daha dı- siplınli bir hoca. Vecız de olsa karşısında- kı kışinın durumunu hemen özetleyıveren. kaytarmalara hiç geçit vermeden, bıldiği- nı dogrudan söyleyen bir karakter. U 29 Ey- lül 1972'df llvi ile kırkıncı evlilik Mİımızı kutla>acaktık. bir hafta önce, 1S ey lülde öl- dü." Ferhunde Hanım 40 yıl ögretmenlık yap- mış. En övündüğü ögrencılerınden bınsı Hüseyin Sermet. "Hüseyin bana kısa pan- tolonla geldi. Boyu bosu da kısacık bir ço- cuk. Fevkalade kulağı vardı. Oğlum dedim. seni dışan göndermek lazım. Biiv ükannem kapıda efendim, ona sö\ ley in, dedi. Çıktım. büyükanneye anlattım. bu çocuğu burada turmayalım dedim. Ve pivanova başlattım. Birinci senenin sonunda imtihan heyetine çıkardım ve bu çocuğa burada yazık olur, dedim. Adnan itirazetti. İkinci sene yine tut- turdum.yineitirazettiAdnan.amaimkân- lar bulundu ve gönderildi. Teşhiste faydam olmuş. Beni hep arar, çocuğunu da gerirdi geçenlerde bana." "Hatııiayabildiğim diğer öğrencilerim arasında Kâmuran Gündemır, Alp Ulusoy. Nevıt Kodallı. Nımet Karatekın. Bılge Ba- yer. Madlen Saydam da vardı. Aynca taş- radan gelen öğrenciler olmuştu. Önlar için başını sokacak bir v uva idi yatılı konserva- tuvar." Ferhunde Erkin şımdilerde Istanbuf'a ta- şındı. Feneryolu'nda ağaçlıklı bır sokakta oturuyor. Ve penceresınm dışından ufacık bır manastın seyredip onun bahçesı ile ta- nhı görünümü ile oyalanıyor. Türk müzık tanhine yaptiğı onca hızmetın huzuru ıçın- de. Kendi gerçeldiğiınizin dansı: AHMET SAY ANKARA - Yine bir dünya prömı>e- rı. ama bu kez dansta Ankara Devlet Opera \e Balesı bünyesindekı "Modern Dans Topluluğu". reji ve koreografisini Beyhan Murphy'nin yaptığı "POst" ile çıktı karşımıza "Pttst" aslında bir çagdaş dans tiyat- rosu. Şöyle de diyebiliriz: Tiyatro öğe- lerini çağdaş dans teknikleri içinde yo- gurarak toplumsal yapımızı simgeleyen sahnelerden oluşuyor. Nereden geliyor bu "post" sözcüğü? Postmodernızmden mi. post kavgasın- dan mı° Pekı karşıt simgeler'.' "Maço er- kek" mi, eşcinsel mi? Sokak mı. saray mı° Balo mu. disko mu? Köy mü. kent mi? Bütün bu sosyo-kültürel görünüm- lerin simgeleri. birer "sivri uç~ olarak parodı tekniğıyle sergılenıyor. "Postmodernizm" \e "parodi*' üze- nnde kısaca duralım. Postmodernızm. çaSdaşdeneyselcilıktenderslerçıkarmış ardıl bir sanat ka\ rayışıdır: Amacı mo- dernin pek gösteremedıği. daha doğru- su modernizm içinde yitip giden gerçek- lıkleri öne çıkarmak. özgün \e anlaşıla- bilir sezdirişlerle yenı anlatımlar üret- mek. keşfetme özgürlüğünün dışa\ıırum alanını yaratmaktır. "Parodi" ıse. bir olgunun eleştirisine olanak açmak ıçin. çarpıklıklan vurgu- layarak taklit eden alay cı vergı biçımıdır. Günümüzde bilinçle kullanılan bu yön- teme. TV ekranında bile sıkça rastlıyo- ruz: MüjdatGezen'den Levent Kırca'ya Zeki-Metin'den Huysuz'a ve tüm yete- neklı komedyenlere değin bırçok yergi- cimız "parodi"den yararlanmaktadır. Böylelıkle çarpıklıklar. ironivle besle- nen bir somutluk kazanmakta. ortaya eleştirel bir içerik çıkmaktadır. Beyhan Murphv "Posfta düşünsel, toplumbilimsel ve ruhbilımsel temelle- ~T~\ eyhan Murphy. "Posf'ta düşünsel. f~£ toplumbilimsel ve ruhbilimsel temellere J.J dayanarak dans sanatımıza post-modern çerçevede parodiyi başanyla uyguluyor. Bu yaklaşım, izleyiciye ilk elde "algılama potansiyeli" hazırlamayı öngörmektedir. re dayanarak dans sanatımıza postmo- dern çerçevede parodıv i başanv la uygu- lu\or. Bu vaklaşım, ızle>ıcıye ilk elde "algılama potansheli" hazırlamayı ön- görmektedir. Ama açık konuşalım. ven- lenbırmesajı •- almak''dabirölçüdeye- teneğı \e kültürü gerektirır "Posfu ya- dırgayanlarçıkabılir. doğaldınvadaan- lamak ıstemeyenler. gerıve dönük beğe- nileriniaşmaktançekınenlerolabılır. Bu. onların sorunu değıldır sadece: Çağın gerisinde kalmış bulunanlann eksıklık- lennı gıdermeye çalışmalıyız Balede romantızmın masalsı anlatım çağı kapandıktarr sonra. dans ;>anatı son 90 \ılda sıçramalı bir gelışim gösterdı: Önce Isodora Duncan'ın doğalcılıktan yararlanan izlenimciliği geldı. onu Ruth StDennisveTedShawn'unsahnedeı;)ik. makyaj gibi tiyatro öğelerını kullanan yenılikçilığı izledi. Bu akımlardan bır sentez geliştıren MarthafJraham'ın. fel- seteveınsanbılimlennden kaynaklanan, hatta mitolojiye uzanan. "dram"ı ve "espri"'yı kazanım sayan ve bu amaçla "konur 'ya önem v eren anlayışı ıse. dans sanatının anlamını zenginieştirdi. Pekı bız neredeyız'.' Ne yapmahyız? Ilen ınsanlığa nasıl bır şey sunmalıyız? Batı'nın çok daha iyi başardığı masalsı güzelliklerden "Kuğu Gölü"nü. "l'yıı- yanGüzePı mi götürmeliyızonlara? An- kara'da "Kuğulu Park^tan başka verde kuğu kalmadı. "L'vuyan Güzel'* konu- suna gelınce. çırkınlikler karşısında uyu- mayalım. yeter Bizim seçeneğimiz bellidir: Biz ken- dimizi götürmeliy iz onlara. Yüreğimizi açıp kendı gerçekliğimizi dürüstçe ser- gilemeliyiz. "Post" işte bu açıklığın ay- dınlık \e saydam bır ürünüdür. Onun yansıttıöı ışık. güven veriyor. "Oteüo"ya ise gıtmeye korkuyorum, "Bu Arap be- ni de boğâzlar" dıye... Mesele budur. Bu temsıl yüz kere kaldınlır. ama yüz kere de ıner. Yeter ki. kötü ruhlulara al- danmayalım. (lago'lardan ben de hiç hazzetmem). "Post" dürüstlüğünü sergileyen sanat- çılar şunlar: Beyhan Murphy (sanat yö- netmeni). Alpaslan Karaduman (yar- dımcı rejı). Salima Sökmen (prova yönet- meni). Moliye Maxner (konuk repetitör). Tuncav KaKon (dekoratör). Nursun Ün- lü(kostümcü). FuatGök(ışıkçı)vedans- çılar Serpil Bengier, V'ener Turan. İhsan Bengier, Cüneyt Şekercioğlu, Lğurum Özorhon. Ejder Keskin. Aydan Türker, MügeGüleşen.Özge Kınıkİı. Devrim !le- ri, Bürge Öztiirk. Cem Görk. Deniz Alp, Vıldız Kaplan, Nicholas Rowe, Kelly Parsley. MDT Müdürii ve yapımcı Tacet- tin Uyanık'a da teşekkür... "Pttst"un müziklerini unutur muyum hiç. Kimi sahnelerde canlı müziği göze alan ve orkestralanmızdan daha az sür- çen "ney, kemençe. tambur" üçlüsünü. Ya da Münir Nurettin Selçuk'un billur gibi sesini? Bu solo sesi, çalgı eşliginden anndırmak için. sanıyorum bilgisayar- dan yararlanılmış. Böyle bir solo tenor. uzun yıllardır dınlememıştım. Oysa bu müziği yargılayanlarda oldu: "Sonunda alaturkayı operaya da soktular!" Yanlış: Bunu ılk yapanİardan birı. V\ r . A. Mo- zart'tır "Saraydan Kız Kaçırma" ile... Kemanın öz askeri Çağımızın en büyük kemancılanndan VTktor Pikay^en. üç yıldan ben Ankara Konservatuvan'nda keman ögretmenli- ği yapmaktadır. Bu eşsiz hocanın sade- ce lisansüstü öğrencılerle ilgilendiğini düşünüyordum, oysa lise ikiden Deniz Ozasker'i de ele aldığını öğrenince, bu çocuk büyüdü gözümde. Pazargünü konservatuvarda Deniz'in piyanist Sanem Berkalpeşlığinde bir re- sitali vardı. On sekiz yaşında bir çocu- ğun inanılmaz bir olgunlukta seslendir- diği Bach ve Mozart sonatlanndan son- ra, ustaçalgıcılann repertuvanndabulu- nan Sibeu'uskonçertoyu da müziğin hak- kını vererek çalması gözlenmi yaşarttı. Genç sanatçılar. yakınlarda yitirilen ar- kadaşlan Funda Name Kahveci'nin anısına adamışlardı resıtali. Bu ruh temizliğıni korumak düşüyorbiz büyük- lere... Tarcan'ın süiti ve karamsar bir tablo ÖNDERKÜTAHYALI İZMİR-lZDSO'nun 11 - 12nisanta- rihlennde Rengim Gökmen'ın yönetı- minde verdiği dınletılerde. değerlı bes- tecimız BülentTarcan'ın 3. Orkestra Sü- iti seslendirilmışti. Programda yer alan Schumann'ın La Mınör\"iyolonsel Kon- çertosu'yla Şostakoviç'in 5. Senfonisı'n- deki yorumu da beğenmekle birlikte Tar- can'ın süitını değişik bır hevecanla din- lemiştim. Yoğun çalışmalanndan ayırabıldıği za- man içinde bıze sevimlı vapıtlar arma- ğanlamış olan rahmetli Tarcan. Bale Sü- iti'nde, on piyano parçasında \e ilk ikı süitinde olduğu gibi bu yapıtında da ba- zı halk ezgilennı sergiler ve geliştinr. "Kenan" başlıklı birinci bölümde. Os- man Özdenkçi'nin doğu Türklerinden derlediği \e kervanı betimleyen birezgi. ikinci bölümde ("IssızTekke"), bır Ale- vi ezgisi f"Zahidbizitâneyleme"). üçûn- cüde Ege'nuı güzel bır zeybeği ve son bölümde ("Bolu Dağının Atulan"), ün- lü Köroğlu ezgisi kullanılmaktadır. Orkestra. süiti ustaca çalmıştı. Özel- likle son böiümün ginşi ile bitiriş kesi- minde göz kamaştıncı renkler vardı. Sü- ıt sona erdiğınde. yıllanmış bir soruyu yi- dirilmesine değinirken ihtiyatlı bir soru tümcesı kullanabildim. Eğersanatçılanmızınbirmevsim boyunca verdikleri resitallerle oda müziği dinletılerıni ele ala- cak olursak. soru yenne olumsuz bır tümce yazmak gerekecektir. Elımdeki yıllık programa bak- tığımda İZDSO'nun Türk beste- cılerine yaklaşım yönünden ya- rattığı izlenim olumlu görünüyor. ama gelin bır hesap yapalım. Orkestramız bu me\ sım 29 de- ğışıkprogram sundu. Halksal ya- pıtlardan oluşan) ıl sonu ve bahar dinletıleri. bu sayının dışındadır 29 programda seslendirilen 90 yapıttan on ikısi bestecilerimizin- dır Böylece yıflık programın yüzde 13.3'ü Türk bestecilerine aynlmış olmaktadır. Eğerbirde- ğişiklik yapılır da H. F. Alnar'ın "Prelüt ve İki Dans"ı 10 mayıs dınletisındekı programdan çıka- nlırsaoran yüzde 12.2'yeınecek- neledım:"Acabasenfoniorkestralanmız, tirvedurum hiç de içaçıcı değil- çağdaş Türk bestecilerinin yapıtlannı ne- dir. den daha sık seslendirmezier?" Sanata kurumlarımızın tümü açısın- Burada sonı senfoni orkestralanmız dan geçerli olan bu yaklaşımı yüzeysel oldu'jundan. Türk bestecilerinin seslen- bırbakışla değerlendınrsek Beethoven'ın 5. Senfonisi'ni seslendirmek. bır yapı- mın belki yüz bınincı tekrarıdır. Say- gun'un 5. Senfonisi'ni çalmak ise hâlâ özgün biryapım sayılabılir. Müzikdün- yasının beklediğı bu ikinci seçenektir. Konunun biraz daha özüne indiğimız zaman ise görürüz ki bestecılenmizı ses- lendirmekten kaçınmak. müzik yaşantı- mızın temel nedenini açıklayabilme ola- naklanmızın tükenme noktasına gelme- sı demektir "Birulusunyenideğişiküğin- de ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesi" olduguna göre kuralı sağlıklı ışletebilmenin ve sınayabilmenin en doğru yolu, çağdaş Türk besteciliği- nı sürekli gündemde tutmaktır AşınlıkFan elbette uzak duracağız. In- sanlığa sonsuz güzellikler sunan ve iyi şeyler telkin eden evrensel yapıtlan Türk toplumu da tanıyacaktır: ama belirli bir dengenin gereği de yadsınılamaz. Or- kestralanmız. yıllık programlannı yapar- ken yukandaki oranı mutlaka yüzde 25 'e çıkarmalıdırlar Çağdaş Türk besteciliğinde bulunan ve hem dinleyenleri hem de seslendiren- lerı mutlu kılacak olan özellıkler. Tar- can'ın süitinde oiduğu gibi kimi ezgile- rimizin alınıp işlenmesiyle sınırlı değil- dir. Halk müziği ruhunu taşıyan ezgiler yaratılmıştır. Geleneksel makamlanmız, özgün akışlarıyla kullanılmıştır. Halk müzığinden ya da makamlardan gelen öğeler soyutlaştınlmış, böylece bir ma- kamın çağdaş tını bakımından taşıdığı gizil güç ortaya çıkanlmıştır. Atonallik başta gelmek üzere 20'ncı yüzyılın ilk yansındaki yeniliklerin pek çoğu kulla- nılmıştır. "Yeni Müzik" diye nitelendiri- len 1950 sonrasındaki gelişim aşamasi başanlı yapıtlarla yansıtılmıştır. Anado- lu öğesi burada da vardır. Kendilerini "Post-Minimal'" ya da daha başka nitem- lerle tanımlayan genç kuşaklar ise yapıt- larını. bize özgü ritim kalıplanyla ya da halksal öğelerle donatarak önceki kuşak- ların yolunda yürümüşlerdir. Böylece çağdaş Türk besteciliği, hem kendimize hem de dünyaya açık kocaman bir anıt niteliğini kazanmıştır. Bestecilik, Çumhuriyet Türkiyesi'nin altın sayfalan arasındadır. Buradaki ya- nılgılann ayırdına vanlması, başka bir anlatımla ortaya konan yapıtlann kalıcı- lık bakımından sınanması. ancak seslen- dirmeyle ve eleştiriyle olanaklıdır. Sa- nat kurumlanmızla soloculanmız, bizi bu olanaktan yoksun bırakmamalı, böy- lece Türk besteciliğini tükeniş noktası- na gelmekten kurtarmalıdırlar. DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Şiddet "Şiddet," Osmanlıca bir sözcük. Arapçadan alın- mış. Peklik, çokluk, sertlik, yeğinlik, sıkılık anlamla- nna geliyor. Ama toplumsal eylemler açısından bun- ları aşan özel bir anlam da yüklenmiş. "Şiddet ola- yı" deyince çevreyi sindırmek ıçin yapılan bır olay an- laşılıyor. Temelinde "güç"yatan. kötü davranma. vur- ma, hırpalama, kırıp dökme gibi eylemleri çağrıştı- ran bir olay. Yalnızca insanların bedensel ya da araçsal güçle- ri için değil, doğanın sıradan ölçüleri aşan güçleri için de kullanıyoruz bu sözcüğü. Örnekse, "Şiddet- li bir rüzgâr", diyoruz. Ama "şiddet" sözcüğünün çağnştırdığı görüntüler öncelikle insanların birbirine uyguladıkları, güce da- yalı baskı, zoriama, kabalık, hoyratlık gibi davranış- lardan doğan görüntüler... 1 Mayıs olaylan ertesınde haberleri izlerken tele- vizyonda şöyle bır gelip geçtı. bır savunman sopa kullanmanın şiddet eylemi olmadığını ileri sürüyordu. Ne kadar doğru, bilmiyorum, ama tüze bu, olabi- lir. Yasalardakı şiddet tanımlamasında ne yazıyorsa odur tüzecinin ölçütü. Insanlar birbirini dövüp karakolluk oluyorlar. Kimin kıme ne yaptığının tanıklarca anlatılması o kadar önemli değil, iş doktorda... Ezik, çüruk, yarık, görü- nürdeki izlerin geçmesı ıçin, doktor kaç günlük ra- por verecek, yasalar öncelikle o raporu ıstıyor... Adamı yerlerde sürükledin, tükürdun, anasını ba- basını, karısını, kızını o bıçim benzettın, ama yaptı- ğın saldından bir iz kalmadı. Bu şiddet değil de, kü- çük bir çekişme mi oluyor!.. Tüzenın mantığı biraz değişik... Örnekse yasalar toplumsal düzenı korurken şiddet kullanmayı yasaklamıyor. Sonra kendinı savunmak ıçin birini öldürürsen ka- til sayılmıyorsun. Hele savaşta böyle bir şey hıç söz konusu değil. Şiddetın suç sayılmadığı başka alanlar da var. Sa- ğalttm, sporgibi... Operatör, bır kâğıt ımzalatıp eline bıçağı aldı mı, hastasını kesıp biçmeye başlıyor. Bu kanlı şiddet ey- leminin sonunda hasta ölebıhr de... Spor alanları ıse akla yatkın bir açıklaması yapıla- mayacak örneklerle dolu. Boksörler birbirlerıni öldüresıye dövmekle kalmı- yor, öldürüyorlar da, ama bugüne kadar bır başka- sına şiddet uygulamaktan ya da adam öldürmekten tutuklanan bir boksör olmadı. Çünkü boks belirli ku- rallar çerçevesinde yapılan yasal bır spor. Amerikan futbolunda hastanelik olmak sıradan bir olay. Buz hokeyi de öyle, sopalarla dövüşüyorlar. Bizim futbolumuzun da nasıl oynandığını görüyor- sunuz: itme, yüklenme. kolunayapışma. çelme, tek- me, çift ayak dalma derken. oyuncuların yarı ömrü sağaltımda geçiyor. Taban koyup karşınızdaki futbolcunun bacağını kı- rıyor, ertesi gün, mahkemeye değil, elinize çıçeğı alıp sevgili uğraş arkadaşınıza geçmiş olsun demeye hastaneye gidıyorsunuz. Yasa koyucular ıse spor oyunlarında şıddetı önle- mekten yana değıller. Tersıne hem oynayanların hem de izleyenlerin gevşemesi, rahatlaması ıçin kıtlelerı spor alanlarına çekmeye çaba gösteriyorlar. Şiddetin insanın doğasında bulunduğuna, doğuş- tan gelen bir eğilim olduguna inananların, bu eğılı- min spor alanlarında, belirli kurallar içinde yaşama geçirilmesini ıstemeleri, toplumu koruma adına bır önlem diye değerlendirilebilir. Şiddetin doğuştan gelen bir eğilim olmadığına, toplumsal çevreden, içinde yaşanan düzenden kay- naklandığına inananların bir bölümü de, düzenın de- ğışmesini çıkarlarına uygun görmedikleri için, gene toplumu koruma adınaymış gibi aynı önleme dört el- le sarılıyorlar. Son yıllarda Türkiye'de şiddete eğilimin hızla art- tığı insanların şaşılacak bir kolaylıkla kaba güce yö- neldikleri, futbol maçlanndan gösterı yürüyüşlerine. Meclis'te dövüşen mılletvekıllennden süreklı geniş- leyen yeraltı dünyasına kadar her alanda açıkça gö- rülüyor. 1 Mayıs'ta yaşanan olaylardan, gencecık msanlar- daki o inanılmaz öfkeyi Uzülerek ızledikten sonra, ül- keyi yönetenlerin durumu kurtarmak için ayaküstü söyleyeceklerinin ötesinde, nasıl bırtavırtakınacak- lannı gerçekten merak ediyorum. "Bunlar bizim çocuklanmız, bunlan nasıl bu hale getirdik?" diye düşünecekler mi? Gazeteciler arasında olayı çok güzel yorumlayan- lar oldu. Ama hep gözleme dayah, genel bilgılerden yararlanılarak yapılan yorumlar. Hızlı bir göç yaşayan ülkemızın değışen toplumsal yapısı, büyük kentlerin çevresindeki kondulara yer- leşen insanların gereksinimleri, özlemleri, eğilimleri, artık bilimsel çalışmalarla araştırılıp ortaya konmalı- dır. Türkiye'yi yönetenlerin, "Nerden geldı bu çocuk- lar?" sorusunun yanıtını, polis raporlarından değil de, bilim adamlarına yaptırılacak araştırmalardan çı- karmaları gerektığıne inanıyorum. Yoksa bu ış de uzayıp gıdecek, guneydoğudakı gi- bi, kan davasına dönüşecektir. NIKAS SAFRONOV E S I M R G İ • MAYIS - 2 5 MAYIS 1 9 9 6 YAPI K R E D t SANAT GALERİSİ istlkUI Caddesı 285 S«yo4!u 80050 Isunbul Telefon (02121 252 47 00/257 YAPI KREDi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle