27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MAYIS 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 T GRAMOFON ICNESI SELtM tLERl Mahmut %sarî Bey ve ÇullukZamanlardan lOMayıs 1933. Yedigün dergisı. "Yedigüniçinçalışanarkadaşla- nmız"ı tanıtıyor. Bu hafta Ömer Rıza. Mahmut Yesari'yi anlarmtş. "fN'ice nice geceleri karşı karşıya sa- bahladık, fakat iş masası etrafında.' Ye- sarî çauşmaya başladı mı. mutlaka sa- bahlar! Sabahtan akşama kadar çalış- mamasının sebebi, günün gürültüsüdür. Fakat gecenin sessizliği ve huzuru kafa- sını ve kaiemini işletir ve Yesarî bütün ge- ce yorulmadan. yorulursa dinienmeden yaa yazar! "Sabahleyin onun yazdığı yazılara bakmak bahtivarlığına nail olursanız onun bir kelimeçizmeden, karalamadan, sayfalarından hirinin bile inti/amını zer- re kadar bozmadan koca bir defteri tek- millediğini görürsünüz! Her iki manası ile bu kadar 'tenıız' yaa yazan muharri- re nadir tesadüf edilir. "Onun yazısı ne kadar temizse ahlakı, kafasu kalbi de övledir. " Yesarî'nin en çok muvaffak olan ro- mancılanmızdan, dilimizi zenginleştiren ve edebiyatımıa kuvvetlendiren muhar- rirlerimi/den olduğunu, eserieri ispat eder. Bu eserlerin samimi bir rağbet gör- düğünü. karileri tarafından ne kadar iyi takdir olunduğunu ve sevildigini yakın- dan gördüm. Kendim de bu karilerin sı- nıfında bulunmakia bahtiyarlık duya- run. "Mahmut'un sanatı hakkında $öz söy- lemek haddim ve ihtisasım haricindedir. "Fakat .Mahmut'un yüksek insanlığı- nı, derin vukfunu. özlü dimağını ve temiz ahlakını takdir etmek ve sevmek herkes gibi bu acizin de hakkıdır." Mahmut Yesari. henüz büyük şöhret- tir. Yalnız Yedigün'de degıİ; dönemın belli başlı gazetelerinde. dergilerinde öy- küleri. yazılan. tefrika romanlan yayım- lanır. Okurlar henüz edebiyattan. sanat- tan, edebiyatın romantizme açılmış say- falarından tat almakta. Mahmut Yesari tarzı edebiyat adamlan, yan romancı- yan gazeteci, okurun ilgisini çekmekte- dir Benim anılanm... Mahmut Yesari'yi görmeme elbette imkân yoktu. Doğumumdan önce ölmüş. Ama onunla gizli, gizemli bir dostluk bagı vardı aramda. Bu, Çulluk'un ben- deki öyküsüdür. Dahadoğrusu Çulluk'u 'okuyamama'nın ya da yıllar sonra oku- manın bugüne ulaşan öyküsü. Çulluk. Mahmut Yesari'nin önemli bir romanı. Ama yazar. daha önce Çoban Yıl- dızTyla ünlenmiş. Çulluk. 1925'te yayım- lanmış Çoban Yıldızı'nın ardından geli- yor. Eser 1927'deyayımlanmış. harfdev- riminden sonra da bir daha yayımlanma- mış. Neyse •vayımlanmamış" SÖZÜJTI artık geçersiz. Oğlak Yayınlan eseri, M. Sabri Koz'un çevrimyazısıyla okura sundu. Bugünün okurlan. Mahmut Yesari'yi tanıyorlar mı? Tanıyanlar. ne ölçüde, ne ölçektetanıyabiliyor? Mahmut Yesari de söylemeye bile gerek yok. edebiyatımı- zın unutulmuş emekçilerinden. 5 Mayıs 1895'te Istanbul'da doğmuş, 16 Ağustos 1945'te aynı kentte ölmüş. Çanakkale Savaşı'na katılmış. Dönüşte yazı hayatınaatılıyor. ölünceye kadar ka- lemiyle geçinebilme tasası çekecek. Ne- catigil. sözlüğünde şu cümleye yer ver- miştir: "Otuz yıh aşkın sürekli çalışması ~M yfahmüt Yesarî'nin romancılık anlayışr l\/a Hüseyin Rahmi'den uzak izdüşümlerle, J. VJ~ Reşat Nuri yatkınlığı ve Aka Gündüz kardeşliğiyle, okura roman sanatını adeta bir an önce sevdirmek arzusunda odaklandınlabilir. O yıllarda böylesi romancılara 'halk romancısı' ıçları s alkrnı c tanıtımı uygun görülmüş. Romanın, roman okumanın toplum hayatına, ferdin hayatına anlam katacağına gerçekten güvenilmiş. ulluk, Mahmut _ Yesarî'nin önemli bir romanı. Ama yazar, daha önce Çoban Yıldızfyla ünlenmiş. Çulluk, 1925"te yayımlanmış Çoban Yıldızı'nın ardından geliyor. Eser, 1927'de yayımlanmış, harf devriminden sonra da bir daha yayımlanmamış. Neyse 'yayımlanmamış' sözüm artık geçersiz. Oğlak Yayınları eseri, M.Sabri Koz'un çevrimyazısıyla okura sundu. sonunda, Yakacık Sanatoryumu'nda ve- remden ökJü." Çamlıca'da gömülüymüş. Mezan dıı- ruyormu?Mezann]arayıpsoran\armı' Geçen yıl 5 Mayıs yüzüncü dogum gü- nüydü. Mahmut Yesari başlangıçta mizah ya- zılan vazmış. karikatürler çizmi',. Bun- lan ne okudum. ne gördüm. Günün bi- rinde karikatürlen belki derlenir. Yazdığı romanlardan Su Sinekleri'n! (1932) okumamıijken bir ad okırak i^it- miştim. Romandan rsözaçıldığını -Neıv- de? Ne zaman.' Herhalde çocukluğum- da. Kadıköyü'nde. -açıkseçık hatırlıvo- rum. Hattabirbahçe: hasırkoltuklar. ha- sırmasayı hatırlıyorum. Su Sineklen 'sinema delisi kızlar'm öykülenmesiymış. Otuzlu yılların -bize özgü- toplumsal endiijelennden olan M- nema. Mahmut Yesari'yi de ürkütmü> olmalı ki. genç kuşaklann bu sanat yıi- zünden sönüp gideceklerine inanmiy Herhalde bir sinema tutkunıından konıı- şulurken. üstelik ellıli\ ıllarda. Su Sinek- leri ibretörneğı venlmiştı. Su Sinekleri'nı okuyunca, ister ıste- mez şaşıracaktım. Romanın kahramanı genç kızlar. ıçlennden binnın orta yaş- taki annesi, sınemaya öv lesıne kapılıyor- lar, öylesine inanıyorlardı ki. Holly\vo- od yapımlanndakı serüvenleri istan- bul'da>aşama\akalkışıyorlar. yıkımdan yıkıma. uçurumdan uçuruma sürüklenı- yorlardı... Romanlar çevresinde Sinemaya duyulmuş bu türden kavgı- lar. o günün okurlan na ne ölçüde ses yö- neltiyordu. kestırmek güç. Çünkü demın andıgım Yedigün'de sinema yıldızları- nın röportajlan. yeni çevrilen Türk film- len. ilk oyunculanmızın yaşama biçim- lerı konusunda yazılar her tırsatta okura sunulmus Bununla birlıkte Mahmut Yesari'yi so- luk soluğa okumuştum. Çok geçmeden inkılâp Kitabe\i'nın yayınlan arasında Pervin AWa\ ı buldum. Bu roman ilk kez 1927de basılmış. istanbul'un yan bur- jıı\az. yan bohem çe\ relcrini yansıtıyor. Mahmut Yesari yer yer ıncelıkli ruh çö- zümlemesi sahnelen >azmıştı Pervin Abla'da. O sayfalan açıp açıp yenıden okıırdum. Romancının bir ba^ka özcllığı, anlatı- nıının ve üslubunun alabildiğıııe akıcılı- ğıydı. Kendisindenyaşçabüvüklerınbi- le "Pervin AhJa!" diye seslendiği roman kişisi. anlatıcının ağzından. bakın nasıl yorumlanıyor. "İçimizden hiçbirimiz, onun tarafını iltizam etmezdik. Bu çocuğa neden bu kadar zulmederdik? Bunu hâlâ bilmiyo- rum, halledemhorum. Sinirterimize mi dokunurdu? Hayır! kiiçtik pembe agzu mini mini elleri, dalgın bakışlı gözlerivle öpiip, okşanacak bir yavru idi. Bize bir fenalık mı ederdi? Havır! Sıısayan arka- daşlan köşke onu gönderirierdi. Pervin, su doluk kiiçtik bir testi) i gogsüne bastı- rarak nefes nefese koşar, getirirdi. Kjn- lan o> uncaklanmızı,o tamir ederdi. Bah- çedeki mısııiardan koparıp kuruttugu- muz püskülleri, anneierimizin tütün pa- ketlerinden aşırdığımız sigara kâğıtlan- na sararak gizli köşelerde sigara gibi içer- ken, 7^\allı Ptnin Abla hevccandan tit- rer, kendi kabahari olmadığı halde. bi- zim azar işitnıememiz için ev halkından biri öksürse hemen bize haber \erirdl" Mahmut Yesari'nin romancılık anlayı- şı Hüseyin Rahmi'den uzak izdüşümler- le. Reşat Nuri yatkınlığı ve Aka Gün- düz kardeşliğiyle, okura roman sanatını adeta bir an önce sevdirmek arzusunda odaklandınlabilir. O yıllarda böylesi ro- mancılara 'halk romancısı' tanıtımı uy- gun görülmüş. Romanın, roman okuma- nın toplum hayatına, ferdin hayatına an- lam katacağına gerçekten güvenilmiş. Sevgi, merhamet dolu Sevgı. merhamet dolu. okur yetiştir- meye özlemli bu romancıhğı NihatSa- mi Banarlı şöyle yorumluyor: "L mumKetle aşk maceralan, kadın- erkek yakınlaşmalan etrafında \azilan bu romanlarda hissi >e mmantik sahne- lerden ziyade, renk degiştirmekte olan bircemiyctin havatını karikarürize eden, meraklı >e realist özellikler vardı r." İşte. Sevda İhtikârı( 1934) çaltşma ha- >atıııa atılmış genç kıziarla delikanlıla- nn yeni düzen toplumda birbirlerini ta- nıma fırsatlannaeğılir. Saganak Amnda (1943) kadın-erkek ilışkisinin problem- li yönlerini tahlil ederek roman okuruna kişisel sorunlan için yanıtlar getirir. En se\diğım Mahmut Yesari kitabı ise Vakacık Mektupian'dır. İ938'de ilk ba- sımı yapılan öyküler, gözlemler, izle- nimler derlemesi. adından da anlaşıla- cağı gibi. o zamanki sayfiye yöresi Ya- kacık'ın. bu arada Yakacık Sanatoryu- mu'nun topografyasını çıkanr. Yakacık, henüz dingin, pastoral görünümüyle anılmıştır. Orada. vereme yakaianmış küçük bir çocugun yalnızlık acısını dile getiren •"Akşam Garipfiği'' öyküsü, bence inanıl- maz yalınlıkta. çok güzel bir öyküdür Birkaç satır alıntılamadan geçemem: "Akşam, ortalık karanrken. çocuk, muhasebe odasına girmişti muhasebeci- den bir zarfla kâğıt istedi. sonra vazı ma- kinesinin öniinde durdu: "- Yazabilir miyim? "Muhasebeci güldü: - Eğer yazmak bi- liyorsanyaz. "Çocuk, ayakta kâğıdı makineye koy- du >« yazmaya başladı; ben, köşkün önündeki seti dolaşırken, yazı makincsi- nin bir saat kadar tıkırdadığını duydum. "Tıkırtılar kesildi, çok geçmcdi, muha- sefoeci yanıma geldi: "- Çocuk yine ağbyor. " - Ekkn ne geür? - H i ç ! "Sabah, giineş ışıldarken çocuğu bah- çede gördüm. > üzünde \e gözlerinde ak- şamın kararfısı, karanlığı yoktu. Artık kafesin karşısında durmuyor, konca dö- ken fidanlann çevresinde doiaşıyordu. "Muhasebe odasmda, yazı makinesi- nin yanında bir zarfla bir kâğıt göziime ilişti: Anneciğim_ annecigim... anneci- ğ i m ^ Gdefim "Çullukw a Geçmişin romanlannı öğrenebildigirn antolojisinde, "Olaylar", diye yazmıştı Cevdet Kudret, Çulluk"tan söz açarken: "Istanbul'un bir tütün fabrikasında (bi- rinci bölüm) \e adı verilmeyen bir Ana- dolu köyiinde (ikinci böfâm) geçer. Eser. o devirde hemen hiç deginilmeyen fabri- ka ve pek az değiniien kö> çevreierini ek alması bakımından dikkâte değer." Bu. fabrika çevreleri deyişi ilgimı çe- kerdi. Köyü anlatan romanlar okumuş- tum. Ama Çibali'de. Eyüp Sultan'a gi- derken gördüğümüz 'Reji' fabrikasının anlatıldığı tek romana rastlamamıştım, hem de 1920'lerin dünyastnda. Çulluk'u yıllann merakıyla okudum. Daha önce Cumhuriyet Kitap'ta Sennur Sezeryazdı; Sennur Sezer'e katilıyorum: Çulluk, aradan geçen yetmiş yıla karşın eskimemiş bir roman. Dili de. dünyası da. Oysa dünyası değişebilirdi, değişme- liydi. Cevdet Kudret'in de alıntiladtğı "tü- Hin fabrikasının lokantası" sahnesi, yur- dun birçok yoksulluğunda bugün varlı- gını hâlâ koruyor: "Burası kirli çıplak duvarlı, büyük bir oda idi. Döşeme tahtalan yağ kkeieriyle \«r yer pariıyordu. İki yanlara. üzerteri çinko kaplı. uzun müstakil masalar. bu masalann kenarfanna da alçak. tahta st- ralar konmuştu. Pencere tarafındaki kö- şede, üsründe ju>arlak bir yoğurt tene- kesi, fasulye pi\ a/ı, ciğer tavası konulmuş büyük ka>ıktabaklar, hazıriop yumurta, ekmek, peynir, limon, şıra şişesi duran, çaprazlama, yüksek bir tezgâh vardı." Yemek çeşitleri belki biraz daha azal- mıştır. Ne var ki kirli çıplak duvarlann hiç değişmedigini gözü kapalı ileri süre- biliriz. Ya insanlar? Çulluk'un Murat'ı, Mü- nevver'i. şoför Aziz'i yetmiş yıl sonra da -biraz daha bozuşmuş töreler çerçeve- sinde- aynı hayatı sürüklemiyorlar mı? EmileZola'nın Meyhane'si günümüz- de bir klasik olarak okunuyor. Çulluk yetmiş yıl boyunca, hemen hiç okunma- dığından olacak. Meyhane'nin Fran- sa'daki işlevini yerinegetirememiş. Çul- luk unutulmuş. Kirli çıplak duvarlarşim- di büsbütün ürkünç. Edinbıırgh Festivali 50 yaşında Kültür Ser>isi - Dünyanın önde gelen festivalleri arasında yeralan Uluslarara- sı Edinburgh Festivali 50yaşında. İlk kez 1947 yılında düzenlenen festival. Avru- pa bünyesindeki tüm kültürleri biraraya getirerek müzik. dans. opera ve tıyatro- nun en seçkin örneklerini sunuyor izle- yicisine. 11-31 ağustos tarihleri arasın- da gerçekleştirilecek festival. 50. kuru- luş yılı nedeniyle daha da zengin bir içe- riğe sahip olacak, Festivalin 'Dans' başlığı altında. 18. yüzyılın en önemli opera yazarları ara- sında gösterilen Christoph VVillibald Gluck'ün müzik, drama ve dansı. artis- tik bir potada buluşturan yapıtlanndan ikisi. dünyanın önde gelen dansçılann- dan MarkMorris ve Pina Bausch'un yo- rumuyla izlevici karşısına çıkacak. Gluck ün 16-20 ağustos tarihleri arasın- da Mark Morris Dance Group tarafından sahnelenecek 'Orfeo ed Euridice' adlı yapıtını Handel & Handel Society Koro ve Orkestrası seslendırecek. Sanatçının 1781 tarihli Iphigenie auf Tauris' adlı operasını ise 29-31 ağustos tarihlerinde Iskoç Orkestrası ve lskoç Operası Koro- su eşliginde. Pina Baush Dans Tiyatro- su sergileyecek. Edinburgh Festivali'nde. müziği ve librettosu, "İngiltere'de son vıUara dam- gasını vuran en önemli kompozitör"ola- rak tanımlanan James Mc Millan'a ait olan 'Ines de Castro' adlı yapıtın dünya prömiyeri de gerçekleştirilecek. Yapıt. lskoç Operası tarafından. 23-25 ağustos günlerinde Almanca olarak sahnelene- cek. Müziği Virgil Thompson, librettosu GertrudeSteinimzasını taşıyan'FourSa- ints in Three Acts' adlı yapıtı ise 29-31 ağustos tarihlerinde Houston Grand Opera sunacak. İlk kez 1934 yılında Bro- advvay'de sergilenen yapıt. Amerikan gospel ntimleriyle bezenmiş yapısıyla günümüz müzikalleri arafiinda bir kilo- metre taşı olarak gösteriliyor. Yapıtı. fes- tival izleyicisinin hiç de yabancısı olma- dığı bif isim, RobertVVüsonsahnejeko- yuyor. VVilson, son olarak 1993 yılında Edinburgh Festivali'nde Stein'ın 'Dr.Fa- ustusLights theLights'adlı yapıtını sah- nelemişti. Festivale renk katacak birdiğertoplu- luk ise. Mark Morris Dance Company. 12-14 ağustos günlerinde birer gösteri yapacak olan topluluk Tchrepnin, Lou Harrison ve Monteverdi'nin vapıtların- dan oluşan bir koreografiyle dans sever- lerin karşısında olacak. Son yıllarda yaptığı başarılı çıkışla adından söz ettiren Japon Tomoe Shizu- ne ve dokuz dansçıdan oluşan grııbu Ha- kutobo ise "Renyo-Far From The Lorus" adlı gösterilerini 18-20 ağustos günle- rinde sunacak. Dans tiyatrosunun en ba- şarılı örneklerini sunan, dünyaca ünlü Nederlands Dans Tiyatrosu ise. Jiri Kyli- an'ın koreografisi esliğinde, 13 ve 14 ağustosta 'Bella Figura". 'New Vork', 'Symphony of Psalms', 15-16 ağustosta ise "VVherebouts Lnknown','Saraben- de". 'Falling Angcls've 'Si\ Dances' adlı bölümlerden oluşan birer gösteri gerçek- leştırecek. Çağdaş dans sanatının ustalanndan Martha Graham Dans Topluluğu'nun gösterisi ise 18- 20 ağustosta. Festivalin 'Tiyatro' başlığı altında ise birbirinden ilgınç yapıtlar sahneieniyor. Robert Wilson'ın. \lrginia Wooirun ay- nı adlı yapıtından uyarladığı 'Ortando'su İngıliz o>uncu Miranda Rkhardson'ın tek kişilik yorumuyla 13-17-19 ve 21 ağustos tarihlerinde, Robert Lepage'ın yönettiği ve rol aldığı. Shakespeare'in ölümsüz yapıtı Hamlet üzerine çeşitle- melerden oluşan 'Elsinore' adlı oyun ise 12-16 ağustosta sergilenecek. lskoç- ya'nın önde gelen tıyatro yönetmenlerin- den John McGrath imzasını taşıyan 'A Satire of the Four Estaites', 17. yüzyıl ressamlanndan Nicolas Poassin'in yaşa- möyküsünü konu alan. !Neil Bartlett'in solo performansı'TheSe\«n Sacraments ofNko|asPoussm%CarksSantos'un Ka- talan dilinde sahneleyeceği. bir tiyatro- opera-dans ve akrobasi gösterisi olan 'The SpJendid Shame of the Deed Badly Done", Avrupa tiyatro yazınının önemîı kalemlerinden BothoStrauss'tan 'günü- müz için bir insanlık tragedyası" 'Time andtheRoom', festival izleyicisinin ya- kından tanıdığı PeterStein'dan birÇehov uyarlaması olan'V'anya Dayı', festival sü- resince sahnelenecek oyunlar arasında yer alıyor. 50. Edinburgh Festivali'nin progra- mında konserler önemli bir yer tutuyor. Festivalin açılış konserini 11 ağustosta iskoç Kraliyet Orkestrası gerçekleştire- cek. Orkestraya Edinburgh Festival Ko- rosu eşlik edecek. Festivale Nevv York Fi- larmoni Orkestrası, Oslo Filarmoni Or- kestrası, Rusya Ulusal Orkestrası gibi büyük orkestralarkatılıyor. Festivalin en önemli konserleri arasında ise şef Cla- udio Abbado yönetimindeki 'Gustav Mahler Gençlik Orkestrası'nın, roman- tik besteci Arnold Schoenberg anısına verecegi konser ıle ünlü Alman şef Kurt Sandcriig'ın yönetimindeki Filarmoni Orkestrası'nın ko/ıseri gösteriliyor. Ünlü Italyan sanatçı Maddalena Crip- pa, Arnold Schoenberg'in ünlü yapıtı 'Pierrot'yu 24-25 ağustos tarihlerinde yorumlayacak. Crippa, konserinin 'Se- ven Canzonas' başlıklı bölümünde ise 1919-39 yılları arasında popüler olan Italyan halk şarkılannı seslendirecek. Nevv York Filarmoni Orkestrası ise. şef Kurt Masur yönetiminde 17 ve 18 ağustosta günlerinde birer konser vere- cek. Amerika'nın en büyük orkestrala- nndan biri olan Nevv York Filarmoni, konserinde Prokofiev ve Çaykovski'nin yapıtlannı seslendirecek. Festival süresince. çeşitli seminer, söy- leşi ve aralannda Edinburgh Festiva- li'nin 50. yılı dolayısıyla hazırlanan'fes- tKal serglsi'nin de bulundugu 50'yi aş- kın sergi düzenlenecek. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL 0 Yıllar... Akıp giden zaman. geçmişin olaylarına kaçınılmaz olarak hep farklı görünüşler kazandırıyor. insan, ta- zelıği içerisinde birer acı kaynağı niteliğiyle duyum- sadığı kimi yaşantıları sonradan, yaşamının daha ile- ri evrelerinde, neyın nasıl olması gerektiği bağlamın- da çok değerli ipuçları olarak değerlendırebiliyor. Belki de yaşam. bu değerlendirmeler yapılabildiği ölçüde anlam kazanıp boşuna yaşanmamış olabili- yor. Istanbul Üniversitesı Hukuk Fakültesi'nde geçen öğrencilik yıllarım, hak. hukuk ve adalet bağlamında neyin nasıl olması gerektiğinin öğretildiği yıllar ol- muştu. Buna karşılık neyin nasıl olmaması gerektiğine iliş- kin en değerli deneyimlerimden bazılarını. üniversi- teyi bitirdikten hemen sonra. aynı fakültede beş yıl süren asistanlığım sıras.nda edindim. Dönem. dünyayla bırlikte ülkemızin de 68 olayla- rını yaşadığı dönemdi. Yeni hesaplaşmalar, yeni coş- kular, yeni umutlar ve yeni düş kırıklıkları birbirini baş- döndürücü denebdecek bir tempoyla izliyordu. Böy- le yoğun ve çalkantılı dönemlerde oyuncuların han- gi rolleri ne kapsamda ve ne gıbı amaçlarla oynadık- larını hemen saptayabilmek. genellikle olası değildir; bu değerlendirmeler çoğu kez ancak sonradan, olay- lardan doğrudan kaynaklanan coşku yerini uzak ya da yakın geçmişle hesaplaşmanın soğukkanlılığına bırakınca sağlıklı biçımde yapılabilır. O yıllarda en unutamadığım deneyimlerden birini, aydınlarca hep "devrımcı" diye adlandırılan bir öğ- retim üyesinin fakültemızin dekanhğına seçilmesinin ardından yaşamıştım. Fakültede "tamgün çalışma"y\ sağlamanın, yeni dekanımızın bırincıl amaçları ara- sında olduğu belirtılmıştı. Gerçi yeni dekanın o za- manki hemen bütün "yakın" çevresı, yine o zaman- larsayısı kabarık olan özel yüksekokullarda ders ver- mekte olduklarından, bu amacın nasıl gerçekleştiri- leceğini merak ediyordum. Ama madem kı devrim- ciydi. o halde çevresi yakın olsun uzak olsun, her- halde ilkelerinden ödün vermeyecek, diye düşünü- yordum. Gelgelelim dekan işe. özel yüksekokullar- da ders veren yakın çevresınden ya da bağımsız avu- katlık büroları açmış olan yakın çevresinden değıl, fa- kat benden başlamayı yeğledi. O sıralarda bütün so- rumluluğu bana ait olan evime ve anneme yalnızca asistanlık aylığı ıle bakabılmem olanaksız olduğun- dan, zaman zaman evımde ticari çeviriler de yapıyor- dum. Yine o günlerde, Türk Hava Yollan'nda, yüksek düzeyde birgörevde çalışan ve benim durumumu bi- len bir dost, şirketin Almanya ıle ilgılı bir davasının bel- gelerını bana çevirtmekteydı. Günlerden bir gün beni mekamına çağırtan dev- rimci dekan, benim "dışarda" çalıştığımı haberaldı- ğını, bu nedenle hakkımda "soruşturma" açtıraca- ğını bilirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, benı seçmekte haklıydı; çünkü ben. ne milıtan olabılecek kadar yü- reklıydim ne de sırf "kendımı göstermek" için sık sık çevresinde dolanıyordum. O dekan, soruşturma açtırtmasına yetecek kadar süre makamında kalamadı. Ama ben. bu olayın er- dem ve ahlak anlaytşımda açtığı yaranın sızılarını uzun yıllar beraberimde taşıdım. Şimdi. o yıllarda o dekanın en güvendığı solcu öğrencılerden -ve öğren- ci liderlerinden- biri, bugun ise en büyük sağ parti- lerden birinin başkanının sağ kolu olan kişiyi ne za- man televizyonda görsem. o eski yaranın yine sızla- dıöını hisseder gibi oluyorum... fzi hep kalan deneyimlerden birini de, Istanbul Üni- versitesi'nin Beyazıt'taki merkez binasının öğrenci- lerin işgali altında olduğu günlerden bırinde yaşamış- tım. Bina, polis kuşatması altındaydı. Birkaç asistan arkadaşla birlıkte aracılık yapmamız üzerine polis yetkilileri, öğrencilerin iki saat içerisinde üniversite- nin Süleymaniye kapısından çıkıp dağılmaları koşu- luyla kimseyi gözaltına almayacaklarına söz vermiş- lerdi. Biz, olası bir polis saldınsına karşı in taşlar top- lamış olan öğrencileri dağılmaya razı etmek için dil dökerken, başka bazı asıstanlar. "devrım uğnınage- rektiğinde ölüneceğını" söyleyerek öğrencileri kal- maları yolunda yüreklendiriyorlardı. Sonunda öğren- ciler dağıldılar. polis de sözünü tuttu ve o gün kim- seye dokunmadı. Sonraki yıllarda o günün devrimci asistanları arasından burslu olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne, Fransa'ya ve başka ülkelere gidip uzun zaman kalanlar oldu. Devrim uğruna gerektiğinde "ölme" işini ise kımi öğrencılerine bıraktılar... Evet, o yıllar, örneğin kendi öğrencilerimizin mev- lit şekerierinden tatmak zorunda bile kaldığımız o yıl- lar, bir bakıma aynı zamanda her şeyin birbirine ka- nştığı, değerlerin ve erdemlerin kuyusunun kazıldığı ya da insanlık adına ığrenç maskelere dönüştürüle- bildiği yıllardı. Ve o yıllan yaşamış olan bizler, geçmişimizle ve kendimizle gereken hesaplaşmayı çok daha önce, çok daha mertçe yapabilseydik. bugün belki de üç ölüyle sona eren bir bayram gününün ardından; "Neyse ucuzatlattık!" diyecek kadar insanlığımızı yi- tirmiş olmayacaktık! GOKKUŞAGI BASIN YAYIN Dr. Emin Paşa Sok. Kardeşler Han No: 16 Kat: 3 Cağaloğhı - Kt uıbul Tel: (212) 519 39 32
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle