Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 TEMMUZ 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 1r
5
GRAMOFON İCNESİ Halit Refiğ ile söyleşi SELtM tLERİ
"Artıkkuşlar, otlarve böcekleriçin..."Yirmi beş yıl önce olmalı: Yeni
Dergi'de 'GeKnJik K E ' adlı bir
hikâyem yayımlanıyor. Kemal Tahir'in
evmde tanıştığım Hafit Refîğ'e
okumast için Yeni Dergi'yi veriyorum.
Halit Bey, bu hikâyeyi okuduktan
sonra bana yüreklendirici sözler
söylüyor. "Senaryo yazmayt düşünmez
nüsin?" diye eklıyor. Sınema
hayatımın en büyük ülkülennden biri.
Yeni yetmeliğimde oyuncu olmayı
düşlerdim. Oyunculuk konusundan
Halit Refiğ'e söz açamıyorum tabii.
Hıç bilmediğim senaryo teknıği de
umunımda olmamalı ki bu senaryo
yazma macerasına atılıyorum. Sonuç:
Senaryo parasını ben ahyorum,
senaryoyu Halit Bey yazıyor.
Yirmi beş yıl sonra. aziz dostum Halit
Refiğ, Türk hikâyecilerinden bir dizi
yapmaya karar verecektır. Henüz
çekim aşamasına ulaşamamış bu tasan
için benden de bir hikâyeye yer
verecek. "Gelinlık Kız'da birleşiyoruz,
ama Halit Bey, geçmişin tecrübesiyle
hemen belirtiyor: "Senaryolan ben
yazacağnn™"
Şaka bir yana, Halit Bey'le kesintisiz
dostluğumuza karşin, ikinci bir
senaryoda birlikte çalışmak fırsatı
doğmadı. Kimi tasanlarda bir araya
geldik, çok güzel tasanlardı. Bunlardan
biri. ilk Türk kadın ressamı Mihri
Müşfîk'in hikâyesiydi, birbaşkası.
Şair Nigâr Hanım. Tabii birer hayaldi.
Belki bir gün olabilir. Ben şımdi
eskileri kurcalıyorum ve diyorum ki:
"Halit Bey. sinema rutkusu, sinemacı
olmak istegi, ne zaman. hangi
dürtülerle başiadı?"
- Benim sınemaya ilgi duyuşum
çocuklukta başlayan bir şeydi,
Selimciğim. tlk gördüğüm filmi gayet
iyi hatırliyorum. Ya dört ya beş
yaşındaydım. annem beni Pangaltrdaki
Tan Sineması'na götûrdü. Biz de
Nişantaşı'nda otunıyorduk. Sinemada
bir Rus masal Fılmi oynuyordu. Orada
bir balık yakalanıyor ve konuşuyordu;
eğer kendisini serbest bırakırlarsa
dilekJeri yerine gerireceğini
söylüyordu. Bu film, beni çok
etkilemişti. Tesiri de yetişme
çağlanmda hep sürdü.
"lnsanlar yetişme çağlannda, meslek
konusundâ boyuna fikir dcğişriririer.
Ama sizde övie olmamış, adeta baştan
belirienmis_"
- Şımdi sinemaci olmak tutkusundan
önce birtek meslek aklımdan geçti. Bir
çocuk hayalperestlıği ıçinde
düşündüğüm ilk meslek, gemi
kaptanlığıydı. Şimdi de vapurlara
sevgim devam eder, ama o çocuk
dünyası; vapurlara, gemilere, uçaklara
çok bağlıydı. Belki bana onlar büyük
oyuncaklar gibi geliyordu, hepsini çok
seviyordum. Meslek seçme çağına
gelince sinemadan başka şcy
düşünemez oldum.
Bir kez duyulan pişmanhk
"Bu karan aileniz nasıl karşıladı?
Sinemaeılık herhalde_"
- Tabii tabii! Benim bu karan verişim
4O'lı yıllann sonu, lıse yıllarım. O
zaman sinema Türkiye'de bir meslek
değil. O zamanlarda bir yıla üç-beş
film düşüyordu ve daha çok
tıyatrocular, boş vakitlerinde film
çevirirlerdi. Sinemacılığı meslek
olarak seçmem, aileme bir ham hayal
olarak göründü. Onlar benim mühendis
olmamı istedıler; o zamanın itıbarlı
mesleklen mühendislık, doktorluktu.
lki yıl mühendis olmak için tahsil
jjördüm. Ama yaz aylan Tünel"deki
Necip Erses Stüdyosu'nda hiçbir para
karşılığı olmaksızın çalıştım. 1952 yazı
öyle geçti: sinemanın ne olduğunu.
laboratuvannı, seslendirme
yöntemlenni, montajını yani
sinemanın teknik yapısını öğrenmek
istiyordum. Sinemayı o kadar çok
seviyordum kı sinema yazılan da
yazıyordum. Yani mühendis
olamayacağımı, artık kesenkes
anlamıştım.
"Feki mutlu oldunuz mu Halit Bey?
Hiç pişmanhk duvduğunu/ olmadı
mı?"
- Bir tek sefer... Bir tek sefer pişrnan
oldum. hatta meslek değiştirmeye
kalkıştım. 1968 yılıydı; ilk
yönetmenlığimi 60"ta yapmıştım, yedi-
sekiz yıllık bir tecrübe sonucunda
'Haremde Dört Kadın' filmıni
yaptım...
"Çok sevdiğim bir çanşmaıu/dır."
- Teşekkür ederim. Ama benim için
hayal kınklığı oldu. seyirci açısından
bekledığım. ıstediğım sonucu
alamadım. 'Haremde Dört Kadın' o
tarihe kadar yaptığım filmler içinde en
iddialısıydı. Hikâyeyi yapı itibanyla
kurmuştum, senaryoda birçok açıdan
Kemal Tahir'in büyük katkısını
gördüm.
Nur içinde yatsın Kemal Tahir, bana
büyük destek oldu. Film sonradan
entelektüel çevrelerde, hatta
yurtdışında ilgi gördü, ama o tarihte
seyircıden benim umduğum sonucu
almadı.
"Bunu neye bağladıntz?"
- Şimdi o yıllar Türk sinemasi için bir
dönüm noktasını gösterir. Bir defa
renkli filme geçiür. 'Hıçkınk'gibi,
'SamanyohT gibi daha önce yapılmış
ve ilgi görmüş eserler, bu defa rerddi
olarak çekilmişti ve tabii seyirciyi
etkilemişti. 'Haremde Dört Kadın',
böyle tutmuş, klasik bir hikâyeyi,
melodram yapısını içermiyordu; siyah-
beyazdı. Tarihi bilgi donanımı olmadan
seyirciye pek bir şey dememekteydi...
Neticede, 'Haremde Dört Kadın'.
cazibe alanı dışında kaldı. Sonra. o
tarihlerde. Türk sınemasının özellikle
sol kesim aydınlan, sinemaya başka
türlü bakmaya başladılar. 1965'te
Sinematek kurulduktan sonra, bizlerin
çalışmalan adeta bir hedef oldu. "Yeni
bir sinema yapacağız. devrimci bir
sinema \apacağız" denıliyordu. Bizler
daha o tanhte -ben daha otuz
yaşındayken- dinozor ilan edildik.
Tabii bütün bunlar üst üste geldiği
zaman itiraf etmeliyim ki karamsarlığa
kapıldım Hatta tekrar gazeteciliğe
dönmeye karar verdim. Ama
gazetelerdeki arkadaşlanm, idari
mevkilerdelci arkadaşlanm bana iş
vermediler. dediler ki: "Sen bir
bunalun geçiriyorsun, bir süre sonra
sinemaya tekrar dönersin_" O kapılar
da kapanınca karamsarlığım, ister
istemez sona erdi.
'Bir Türk'e Gönül Verdim'
" Ve tekrar sinemaya döndünüz~"
- Evet. 1969'da yeni bir hevesle 'Bir
Türk'e Gönül Verdim'ı yaptım. O
tarihten itibaren sinemacılıktan hiç
umut kesmedim. pişmanhk duymadım.
'Bir Türk'e Gönül Verdim'. üzerinde
titizlikle durduğum bir filmimdır, ama
benim sinemaeılık kariyerimde asıl
önemli çalışma 'Aşk-ı Memnu'dur.
'Aşk-ı Memnu'. TRT için yapıldı.
önemli. ciddi projelerin yapımı
konusundâ Türkiye'nin bugünkü
şartlannda bazı gerçekleştirme
problemleri \ar
Tûrkiye"dekı bugünkü ekonomik
durumlar. bugünkü sinema-televizyon
ilışkılen, sinemanın durumu, seyircinin
televızyonla sinema arasmdaki
tercihleri, bu tasanlann
gerçekleşmesinde çeşitli problemler
ortaya çıkanyor. Mesela geçen yıl,
senin 'GelinÛk K E ' hikâyesinin de
oiduğu bir grup hikâyeyi tam
çekeceğimız sırada. 5 Nisan Ekonomik
Kararlan çıktı, televizyon prodüksiyon
gruplannın içine bir ateş düşmüş oldu.
Proje ertelendi, sonra yine ertelendi,
öylece ertelenerek bugüne gelindi...
Yapımcısı Türker İnanoğfu'nun
bunaldığını gördüm ve tabii bu
durumda beklemekten başka çare
yoktur. *Gazi ile Lâtife' tasansı. kültür
Bakanlığı'nca. neredeyse dört beş
yıldır, yapıldı yapılacak noktada.
Geçen haftalar içinde de yine
bakanlığın bir üst yetkilisi aradı;
bakaniık açısından her şeyin
hazırlandığını, bir bakan imzasının
Kemal Tahir'i 1957'detanıdım.
Aradığım birçok cevabı onda buldum.
Ben edebiyatla ilgilenirken Türk
anlatım geleneğini, Türk dil geleneğini
kapmaya, kavramaya çalışıyor: bundan
sinemada nasıl yararlanılır dıye
düşünüyordum. Ama kendi adıma
edebiyatçı olmayı hiçbir zaman
düşünmedim.
Çünkü, özellikle roman bana çok zor
geldi. Bence roman; sanatlann en zoru,
en olgunu.
Bir insanın tek başına mücadelesi;
kendi zihninden, kendi aklından, kendi
iç dünyasından başka hiçbir yol
göstericisı yok. Müakte çalgı var,
resimde boyalar, mimarlıkta malzeme
var; ama edebiyat ve bence edebiyatın
en yüksek formu olan roman, bir iç
mücadele işi...
"Filmlerinize baktığımız zaman,
mümkün olduğunca entelektüel bir
çizgiyi kollamaya çalıştığınızı
görüyoruz. Tabii ticari fihnler var,
sıradan filmler var, ama bir düşünceyi,
birtakım görüşlerinizi tartışmaya
acmak istediniz.J"
- Şöyle ıfade edeyım. Ben sinemayı
(Yukandan Aşağı) Haremde 4 Kadın, Bir Türke Gönül Verdim, Aşkı Memnu, Yorgun Savaşçı, Hanım
Devlet televizyotıu için yapıldığından.
Türk sinema seyircisinin
beklentilerinden büyük ölçüde
bağımsız kalabiliyorduk. Hemen
belirteyım ki o zamanki Genel Müdür
İsmail Cem. çok anlayışlı davTanmıştır.
'Aşkn Memnu', benim meslek
hayatımda ikinci bir dönem oldu. Işte o
günden bu gününe emeklilik çağıma
geldim ..
"Emekliliği nereden çıkanyorsunuz
şimdi?!'
- Aslında. özellikle son üç filmime
bakarak yapmak istediğim filmleri
yapmış olduğuma inanıyorum ve huzur
duyuyorum Özellikle. 'Hanım',
'Kanlar Koğuşu', ve 'İki Yabancı'
benim aslında özelde sinemayla.
genelde hayatla, her şeyle olan
ilişkilerimin çeşitli açılardan ifadesidir.
Hayat hakkında. ülke hakkında, kültür
anlayışım hakkında söyleyebileceğım
her şeyi burada ifade etmek imkânı
buldum.
"Ama si/dn başka bir projeniz var:
Çocukluğunu, geçmişini, hayatinı
arayan adanun hikâyesi: 'F.lveda
Burgaz". "Eheda Burgaz' neolacak?"
- 'Eİveda Burgaz' oiduğu takdirde
cabası olacak. Böyle bazı caba tasanlar
var; inşallah şartlar da yardım eder,
gerçekleştirme fırsatı doğar. Şimdi bazı
çok güzel teklifler var. Bunlar üzerinde
çalışırken senaryoyu yazmaya
uğraşırken ilk filmlerimdeki heyecanı,
aynı heyecanı duyuyorum, ama demin
andığım son üç fılminin de etkisiyle
bir doygunluk, büyük bir huzur
içindeyim.
Önemli, ciddi projeler
"Sinemada düşünceye önem vcrdini/,
Sanınm, söz konusu yeni tasarılarda da
fikir ağırlığı hissedilecek. Mesela 'Gazi
ile Lâtıfe'yi çekmek istivorsunuz»."
- Bana teklif edılen çok değerli,
kaldıginı söylemişti ki bir-iki gün
sonra bakan istifa etti. Yani şunu
söylemek istiyorum: Elımde bana
teklif halinde gelen, herbinni severek
çalıştığım tasanlar var, fakat sorunlar
da var. Geçmişte bir dönem olsaydı
büyük tedirginlik duyabilirdim; ama
bugün sakin bir bekleyiş içindeyim.
"Gelelim, sizin edebiyatla sıkı fıkı
dostluğunuza. Evinize ilk gelen biri bile
kitaplara olan bağlılığınızı hemen ayırt
edebilir. Filmografinizde Halid Ziya
var, "Kmk Hayatlar". 'Aşk-ı Memnu',
Kemal Tahir var™ Bu tutku ne
zamandan başhyor?"
- "Okuma yazmayı öğrendigimden
beri" dıyebilirim. Okumavı söker
sökmez Kemalettin Tuğcu'nun
romanlanyla baş başa kalma fırsatı
huldum Yani yaşıma uygun. sıralı bir
okumaydı benimkisi. tlk okuduğum
dergiler, 'Yavru Türk' ve 'Çocuk
Haftası'ydı; ben bu dergileri heyecanla
takip ederdim. Ergenlik çağındayken
ergen çağdaki delikanlılan ılgilendirir
edebiyatın peşinden gittim ve Jack
London'ı, Henry Miller'i okudum.
Bunlar benim hem fngilizce
öğrenmemde yararhydılar hem de
hayal dünyama, duygu dünyama hitap
ediyorlardı.
Sinema için Türk edebiyatı
"Sonra Türk edebiyatına mı
yöneMiniz?"
- Tabii, çünkü yönelmek zorundaydım.
Sinemacılıktan itibaren sistemli olarak
Türk edebiyatıyla ilgilenmeye
başladim. Yapacağım filmlerin belli bir
kültür geleneği içinde olması
gerektiğine inanıyordum. Türk
edebiyatının klasiklennı Halid Ziya'yı,
Reşat Nuri'yi, Yakup Kadri'yi, Halide
Edib'i okudum. Benim üstümde çok
büyük biretki Kemal Tahir'i tanımak
oldu.
meslek kabul ettiğim için en başından
beri meseleye profesyonelce
yaklaşmaya çalıştım. Sinemanın temel
kuralı, filmin seyircisıyle birlikte var
olmasıdır. Bu bakımdan sadece
kendimin sevdiği fılmleri, kendimı
ilgilendiren filmleri yapan biri
olmadım.
Belli bir sinema seyircisine
ulaşabilecek filmler yapmayı kendime
ilke edınim. Teori olarak ileri
sürmüyorum, ama benim ınancrm.
seyircisiz sinema olamayacağiydı.
Yalnız profesyonel sinemacı olarak
belki bir farkım oldu. yaptıgım ışın.
herhangi bir başka işin fotokopisı
olmamasına özen gösterdım. Yani
orijinalliği de korumaya gayret
gösterdım. Bu özgünlük meselesinde
olabildiğince, imkânlar çerçevesinde.
kendi inandığım sinema tarzının,
dünya görüşünün, ahlak anlayışının bir
yansımasını aradım.
Ulusal sinema
"Dönüp baktığınızda Halit Refiğ'in
evrimini nasıl saptıyorsunuz?"
- ilk filmler tabii arayıştı. Sonra
gerçekçilik, sosyal gerçekçılik
meselesi öne çıktı.
llerleyen zaman içinde bu sosyal
gerçekçilik anlayışı, ulusal özellik
şekline dönüştü.
Bu dönüşüm içinde kendimi daha
bilinçlı ve daha kararlı hissettim. 60
civan film yaptım, bunlann bir ksmı
bana teklif edilen işlenn mekanik
karşılıklandır.
Kendi yolumu daha açık görebildiğim
çalışmalarda çizgimi daha belirgin
görebiliyorum.
"Bugün Türk sinemasının eski seyircisi
yok. Sinemalara akın akın gelen seyirci
yok artık. Dünden bugüne ne degişti?"
- Tabii çok şey değişti. Başta
televizyon, 70'lerden bu yana
sinemanın ve sinemacının anlayışım
değiştirdi. Eskiden, Türk sinemasının
en önemli yönetmenleri, Lütfi Akad,
Metin Erksan, Memduh Ün ve Atıf
Yılmazda aralannda olmak üzere,
seyirciyi düşünürlerdi. Sonra,
seyırciden çok, basındaki yazılar,
ödüller öne çıktı. "Madem seyirci yok,
bunlar ofeun" dendı. Bazı Türk
fılmlerine, siyasi mesajian itibanyla
Avrupa'da bazı destekler verilmesine
yol açan bir dönem geldi. Mesela Batı
dünyasında Yılmaz Güney'e gösterilen
ilgi, Türk sinemacılannı da
cezbetmeye başladı.
Bazı sinemacılar, hangi konular, nasıl
anlatılırsa başannın yakalanabileceğıni
tespit etmeye, araştırmaya başladılar.
Öyle düsünüyorum ki 1982-1983
yıllan, Türk sineması için önemlidir.
1982 yılmda Yılmaz Güney'in 'Yol'
fılmi Cannes Festivali'nde büyük
ödülü kazandı, 83'teyse benim TRT
için yapmış olduğum 'Yorgun
Savaşçı'nm yakıldığı ılan edildi.
Türkiye'de film yapmak isteyen
insanlann önüne bu iki model çıktı:
Biri. şu tarz film yaparsanız sizi Batı
dünyası ödüllendirecek,
onurlandıracaktır; ama öteki tarz
yaparsanız, bunu devlet de imha
edebılecektir. Işte o tarihten itibaren
"Ben ulusal sinemacıyırrT iddiasında
olan hiç kimse kalmamıştır.
Bana gelince; ben gittiğim yolda
gitmekten hiçbir zaman pışman
olmadım ve 'Yorgun Savaşçı'nm başına
gelenlere ragmen, ulusal sinema
konusundâ tek başıma kalmış olsam
bıle. artık bu ulusal sinema tabirini
kimse agzına almıyor bile olsa, ben
bunu kendim için bir vicdan meselesi
halıne getirdim.
Ve bu artık benim için bir vicdan
sineması oldu. O açıdan bakılırsa.
mesela 'Kanlar Koğuşu'nu. 'Yorgun
Savaşcı' olayına bir karşılık olarak
yapmışımdır.
"Bugünü nasıl görüyorsunuz?"
- O tarıhlerden itibaren hâkım hale
gelen bir akım da dini sinema oldu. Bu
tarz dini filmler, bir üçüncü akım
olarak ortaya çıktılar. Bu tarz filmler,
kendılenne belli bir seyirci de buldu.
Ve dedığim gibi ulusal sinema lafı
edilmez oldu. Çünkü bir tarafta
evrenselciler vardı, evrenselciler
Batı'nın arzusuna göre Türk
toplumunu yorumluyorlardı, öbür
tarafta da ulus-devlet fikrine karşı
olduklannı gitgıde daha açık şekilde
ıfade etmeye başlayan Islamcı
sinemacılar vardı...
"Bu durumda kendinizi yabıız
hissettiğiniz olujor mu?'"
- Hayır... Yani şöyle ifade edeyim:
Tabii yalnızım. Çünkü ulusal sinema
anlayışı ortaya çıktığında, Türk
sinemasmdaki tek fikir hareketiydi. Bu
fikir hareketine smemamızın en önemli
yönetmenleri bir ucundan girmişlerdi;
Lürfi Akad da, Metin Erksan da, Atıf
Yılmaz da, Memduh Ün de, Gsntan
Sedende...
Ama bu hareket Yılmaz Güney'in
devrimci sinemayı popüler hale
getirişiyle Yılmaz Güney'in başansıyla
gitgide bölünmeye başladı ve bitti.
Ama ben kendimi bitmiş olarak
görmüyorum.
Yeni bir dünya için
"Türkive'de külrürün geleceği için ne
düşünüyorsunuz?"
- Bu son derece kritik bir-soru. Çok
yönlü bir soru. Başka bir açıdan
bakmak istiyorum. Biz şimdi dünya
tarihinin kaydetmiş oiduğu en büyük
dönemeçlerden birini yaşıyoruz. Bu
dönemeç, son üç-beş yıldan ben
önemle vurgulandığı gibi dünyada
doğal yaşamın artık sonunun
gelebileceğinın konuşulmaya
başlanmasıdır.
Beş yüz>
r
ıl önce Amerika'nın keşfiyle
başlayan bilinmeyene dogru gidiş,
dünyanın keşfı dönemi sona ermiştir.
Bugün insaniığın önünde öyle çok
geniş bir ufuk yok. Güneş sistemi
içinde hayat şartlan olabilen tek
gezegen olduğumuzu artık biliyoruz.
Bir yandan da doğal denge hızla
bozuluyor. Insan varlığı artık sadece
bizım küremizle sınırlı.
Bu hakikate vardığımız bugünde
birçok şey anlammı yıtirmiş
bulunuyor. Insanlık. yeni bir ahlak
yaratmak ve doğayı ayakta
tutabilmekle yükümlü. O zaman
Müslümanlık, Hıristıyanlık,
Budistlik, şu bu, doğal dengenin
bozulmasıyia, fazla nüfus
artışıyla hesaplaşmak
durumundadır.
Dünyayı algılayış şeklimiz artık son
derece farklı bir noktaya gelmiş
bulunuyor. Bir kuşun, bir otun, böcegin
bile doğal dengedeki önemini anlamak
zorundayız. O bakımdan insanlık
tarihi, insanın üstünlüğü fikrinin de
iflas ettiğini görüyor. Yaşadığımız
dünyayı yok oluştan kurtarabilmek,
bence en önemli kültürel ödevdir. Artık
insan merkezli bir dünya değil, insanı
doğal dengenin sadece bir parçası
olarak görebilen kültür, yanna anlam
taşıyabilecektır. Eğer bu anlayış yer
etmezse, bugünkü belirtiler, dünyadaki
can varlığının sona ereceğini açıkça
söylüyor, anlatıyor. Yüzyıla kalmadan,
önümüzdeki yüzyıl içinde ortadan
kalkma tehlikesiyle yüz yüze olan bir
dünyada, herkes gibi bizim de
ciddiyetle düşünmemiz gereken pek
çok şey var...
Halit Refiğ'den aynlırken 'Elveda
Burgaz'ı, gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğini kestiremediği
tasansmı düşünüyordum. 'Elveda
Burgaz'a muhakkak ki kaybedilmiş
doğa da yansıyacak. Bir an önce
izlemekdileğiyle...
ODAK NOKTASI
AHMETCEMAL
Özgüplük Eğitiminin
Neresindeyiz?
Sçn günlerin anayasa tartışmalan ve TBMM'ye yö-
neltilen suçlamalar, toplumun geniş kesimlerinı ne ya-
zık ki -bir kez daha!- olaylann nedenlerini yanlış yer-
lerde arama yönünde neredeyse koşullandırdı. Bu
bağlamda olmak üzere örneğin bugünkü Meclis'in
"üikenin gerisinde olduğu"görüşü, kimi çevrelerce
bir kez daha ortaya atıldı. Ve nihayet, gerçek anlam-
da özgürlükçü, demokratik anayasa değışikliklennin
gerçekleşebilmesinin, bugünkü Meclis'in yenilenme-
sine bağlı bulunduğu düşüncesi de savunulmaya
başlandı.
Oysa bütün bu görüşler ye düşünceler, aslında kül-
tür düzleminde bir gerçeğin, daha açık deyişle, öz-
gürlük ve demokrasi uygulamalarına değgin bütün
aksaklıkların ülkemizde özgürlük eğitiminin bugün
vanlan noktada tam bir iflasla sonuçlanmış oiduğu
gerçeğinin bilincine vanlamamış olmasından kaynak-
lanmadır. Yeni seçimlerin, bu seçimler sonucu iktida-
ra gelecek partılerın, oluşacak yeni meclislerin, o
meclislerin yeni milletvekillerinin birkaç yılda bir hep
her şeyi düzeltebilecek, özellikle de ulkeye "layık oi-
duğu" demokrasiyi ve özgürlükleri bir çırpıda getire-
bilecek sihirli değnekler sayılmalan, özgürlük eğıtimin-
den yeterince geçmemiş bir ülke için ne yazık ki do-
ğal sayılması gereken bir tutumdur.
Oysa bilinmesı gerekır ki, özgürlük eğitiminden yok-
sun kalmış toplumlarda siyasi kadrolann, kazanılan
seçimlenn ardından ve Meclis binalanna adım atar at-
maz, gökkuşağının altından geçmişçesine birer öz-
gürlük ve demokrasi tiryakisine dönüşebılmeleri, ola-
naksızdır!
Yine bilinmesı gerekır ki, özgürlük eğitiminden yok-
sun kalmış toplumlarda demokrasi ve özgürlük dü-
şüncesi bakımından halkın herhangi bir zamanda
meclisınden daha ılerıde olduğunu söyleyebilmek de
olanaksızdır; böyle toplumlarda bireylerin büyük ço-
ğunluğu -sözü edılen eğıtimın eksikliği nedeniyle- öz-
gürlüğün gerçekte ne olduğunu, onu elde edebilmek
için ne gibi bedeller ödemek gerektığini zaten bıleme-
yeceklennden, bılmedıklerı bir konuda meclisterin-
den daha ilerde olduklarından da söz edilemeyecek-
tiıi
Bilinmesi gereken bir başka nokta da özgüriükler
konusundâ ıstemlerın ve yergilerin ağırlık noktasını
meclislere kaydırmanın hiçbir sonuç vermeyeceğidir.
Eğer bir ülkede, bir askeri darbeden on beş yıl sonra
bile darbecilenn yaptıklan bir anayasa yerini, halkın
temsilcilennin özgür iradelerinin ürünü biranayasaya
bırakamamışsa, darbenin ardından seçımle gelen ilk
meclis, darbecilenn anayasasını salt demokrasi ılke-
sinin bir gereği olarak bütün partilerin ittifakıyla yürür-
lükten kaldırmayı kendisı ıçın bir kimlık sorunu olarak
algılamamışsa, aynı süre boyunca anayasada yalnız-
ca pratik bazı değişikliklerle yetınilmişse ve nihayet
şimdiki değışıklık gırişimleri temelde yalnızca "Güm-
rük Birliği" gıbı bir dış nedenden kaynaklanıyorsa,
toplumun çeşitli kesimleri de antidemokratık kökenın-
den ötürü anayasaya bir bütün olarak cephe almak
yerine, kendi kesımlerıne görece özgürlükler sağla-
yacak değişiklikleri talep etmekle yetınmeyi "demok-
ratikleşme" sayabiliyorlarsa, o zaman özgürlükler ve
demokrasi anlayışı bağlamında sorgulanması gere-
ken, yalnızca parlamento değil, ama o ülkede yaşa-
yan toplumun -aile dahil- bütün kurumlandır. Çünkü
sonuçta parlamentolar, halkın meclis çatısının altın-
da somutlaşan özetınden başka bir şey değildir ve bu
özetin zemıninde, o ülkede o güne kadar eşi görül-
medık özgürlük çiçeklerinin filizlenmesini beklemek,
en az mucize beklemek kadar anlamsızdır.
Tanzimattan günümüze uzanan süreç içerisinde
Türk insanı, sonuçta özgürlüğün doğal bir erdem an-
layışıyla toplumun bütün kesimlerince özümsenme-
sini sağlayacak bir özgürlük eğitiminden geçebilrniş
değildir. Batı'daki gelişmelerin tersine, sınıfsal yapı-
lan organik yoldan ve her adımın bedeli ödenerek, do-
layısryla her adımın ne olduğunun bilincine kimi za-
man çok pahalı derslerle vanlarak değil, çoğunlukla
ithal kavramlar aracılığıyla belirginleşmiş bir toplum-
da özgürlük kavramının da bulanıklıktan kurtulama-
ması, istenmesi ekmek ve su kadar doğal bir besine
dönüşememesi, kaçınılmaz bıryazgıdır. Dikkatedile-
cek olursa, Türk toplumunun özgürlük yolunda bu-
güne kadar çektiklerinin en ağın bıle Batı insanının ve
toplumlannın aynı bağlamdakı savaşımlarda ödemiş
olduklan bedellerın yanında ancak bir iğne batması
kadar acı verebılmiştir. Bundan ötürüdür ki içinde ya-
şadığımız toplumda özgürlük, bunca ucuza alınabılir
ve elden çıkanlabılir olmuştur.
Bugünden başlayarak özgürlük eğitiminı aile kuru-
mu dahıl bütün kurumlarda başkası düşünülemeye-
cek biryaşam bıçimı nıtelığiyle uygulamaya, herkesi,
ama herkesi, her konuda konuşma ve tartışma yönün-
de sürekli yüreklendirmeye, karşımızdakinı görüşü ne
olursa olsun dınlemeyı onu ınsan saymanın bir koşu-
lu olarak benimsemeye koyulmadığımız, düşünme-
nin ve konuşmanın önündeki bütün, ama bütün en-
gelleri kaldırmadığımız takdirde kendi kendimizi öz-
gür ve demokrat bir toplum olarak nitelendirmemiz,
bugüne kadar oiduğu gibi, bundan sonra da çok ha-
zin bir yanılsama olmaktan öte bir değer taşımaya-
caktır. Unutulmamalıdır ki, insaniığın tarihi boyunca
özgürlüğü öğrenmenın yolu engin suskunluklardan
değil, ama düşünmeyi, tartışmayı sonuçta ınsanlıkla-
nnın göstergesı saymaya alışmış, çoksesli kalabalık-
lardan geçmiştir.
Ve yine unutulmamalıdır kı, özgürlükten yararlanı-
larak ortaya atılan hiçbir düşünce ve görüş, sağır ve
dilsız kılınmış bir toplumun manzarası kadar yıkıcı
olamaz...
Sinead O'Connop sıcaktan kaçtı
Kültür Servisi- Son günlerde ABD'yı kasıp kavuran
sıcaklar ünlü Lollapalooza Müzik Festivali nin bu yılki
yıldızı Sinead O'Connor'ı da kaçırdı. Irlandalı şarkıcı
sekiz konser verdıkten sonra tası tarağı toplayıp ilk
uçağa atladığı gibi Dublin'e geri döndü. İkinci
bebeğıne hamile olan şarkıcı "Durumu idare
edebilirim sanmıştım. Ama bu cehennem sıcagında
karnımda bir çocuk taşırken bir de sahnede hoplayıp
zıplamak gerçekten
güçbirişti" dedı.
Festival
orgaruzatörlen
O'Connor'ın
festivalden
çekildiğini. lngiliz
medyasına verdiği
demeçten öğrendiler.
Şarkıcının hamile
olduğunu bile
bilmedik lerini
söyleyen
organizatörlerO'Connor ın venne programda kımın
yer alaca- ğma henüz karar vermiş değiller
Sinead O'Connor, beklenmedık cıkışlan ve asi kişiliği
ile sık sık medyanın gündemine gelmişti. gündemine
yerleşiyor. Şarkıcı, "Saturday Night Live" adlı TV
programında Katoliklen protesto etmek için Papa'nın
fotoğrafını yırtmış, geçtiğimiz günlerde Israıl'de bir
tapınağı ziyaret ederken fotoğrafını çekmek isteyen
gazetecilere tepki göstermişti.