Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 OCAK 1995 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKI KONU:
ONAT KUTLAR
Herkesîn kaybettiği tek oyun
-£sta. stanbul'da henüz, yeni bir
sokağı ya da alanı keşfetmenin,
her gün önünden geçtiğimiz bı-
nanın ön cephesine gözlerimizi
kaldırdığımızda yeni süslemeler
ve aynntılar fark etmenin hem
münîkün olduğu hem de insana
keyif verdiği yıllardı. Bakışlan-
mızı çevirdigimiz her köşeye
'eyvah berbat haie getirmiş-
ler'çığlığıyla unutmaya çalışma-
dığımız yıllar.
Galata; tıpkı Eyüp, Balat,
Kanlıca, Kumkapı gibi tutkunu
olduğum semtlerden biriydi. Üs-
telik işyerim de oradaydı. Kule-
dibi'nde. Öğrencilik yıllanmda
kısa süre kalıp bayıldığım Ceno-
va'nın Galata adını taşıyan dara-
cık sokaklannı hatırlatan, çık-
mazlar, merdivenler, gizli geçit-
lerle dolu bu semti hemen her
gün yeniden keşfederdim.
Kimi günler yalnız dolaşıt-
dım. Teutonya'nın yokuşunda,
Saint George'un barok merdi-
venlennde. Kımi günler ise ya-
nımda bir dostum olurdu. Ya ka-
dim dostum Giovanni Scogna-
millo ya da onun bana tanıştırdı-
ği piyanocu CardeUa'nın dünya-
largüzeli kızı Thea.Thea'yı Sa-
int Pierr
e ve Paul Kilisesi'nin da-
racık gırişine götürürdüm. Ora-
da duvardaki mezar kitabeleri
arasında onun Cenevizli atalan-
nın ismini arardık.
En çok da Voyvoda Cadde-
si'ne paralel Eskibanka Soka-
ğı'nın başındaki Saint Pierre Ha-
nı'na giderdim. Orada iki yakı-
nımın atölyeleri vardı. Şemsettin
Sabri ve Nurettin Nabi beylerin.
Biri neon lambalan üretirdi, öbü-
rü ise sinema developman ve
baskı makineleri. Kot pantolon-
lardan döküm parçalara kadar
binbirçeşitmalın üretildiği atöl-
yelerin ocak isiyle, gres yağıyla
kararmış koridorlannın arkaya
açılan pencerelerinden Saint Pi-
erre ve Paul Kilisesi'nin avlusu
görünürdü.
Org sesi ve mermer döşeli ku-
yunun dibinden geçen beyaz har-
maniyeli rahipler.
Saint Pierre Hanı'nın koridor-
lannın ve atölyelerinin, bu pek
hoş ve gizemli hava ile bir ilgisi
yoktu elbette. Sonuna kadar açıl-
mış radyolardan "Bugün 19 VT-
etkongöldürülmüştür"haberlen
ya da oyun havalan duyulur, rad-
yo ve kaset sesleri toma ve çekiç
gürültüleri arasında kaybolurdu.
Ama gene de ilginç şeyler keş-
federdim.
Bir gün, sonradan Comte de
Saint-Prieste'ye ait oldugunu öğ-
rendigım asalet arması, bir baş-
ka gün yuvarlak, harikulade bir
pencere.
Ama en büyük keşfım, bugün
herkesin bildiği ünlü Fransız şa-
iri Andre Chenier ile ilgili kita-
be oldu. Saint Pierre Hanı'nın
cephesinde mermer bir kitabede
şusözler yazıhydı:
Andre Chenier
Naqvit
Dans Cette Maison
Le
30 October
1762
(Andre Chenier 30 Ekim
1762% bu evde doğdu.)
Çok sonralan seçkin
adamı profesör Semavi Eyice'nin
olağanüstü makalesinden bu
evin o ev olmadığını, Saint Pier-
re Hanı'nın, Chenier'nin doğdu-
ğu ve daha sonra yıkılan evin ye-
rine yapıldığını öğrendim. Ama
bu gerçek, bir başka gerçeği, ya-
ni adını hem devrim hem de şiir
tarihinde çok duyduğumuz And-
re Chenier'nin "orada" doğmuş
olduğu gerçeğini ortadan kaldır-
mıyordu.
Fransız "Aydınlanmaçağı"nın
ünlü ismi büyük Fransız devri-
minin önce Jacobin, sonra ılım-
lı kahramanlan arasında yer alan
ve 'Büyük Terörde, Robespier-
re'in düşüşünden üç gün önce 25
Temmuz 1794'te giyotinle kafa-
sı kesilen, hakkında kitaplar ya-
zılmış, operalar bestelenmiş fi-
gûrü:
Andre Chenier
"Galata. que mes yeux dsira-
ient ds longtemps
carc'estlaqu'une,Grecqueen
son jeune printemps
BeUe.au litdiunepoux,nouris-
son de la France
me fit naitre Français, sous le
mur de Byzance."
"Çok uzun süredir gözlerimin
özkdiği Galata
yaşamının bahannda bir Yu-
nanlı kız, işte orada
çok güzeldi. Fransa'nın evladı
bir kocanın yatağında
Bir Fransız oiarak doğurmuş
beni
Bizans surian alnnda."
Değen ölümünden çok sonra
anlaşıldığı gibi. birçok şiiri de
sonradan bulunan ve yayımlanan
Andre Chenıer'nin dağınık "Ete-
gje'leri arasında yer alan bu sa-
tıriar, onun KJasık Yunan uygar-
lığına olan hayranlığını da gizli-
ce yansıhr.
klasik Yunan ve Roma uygar-
lıklanna olan tutkusu, annesinin
R«xn kökenli oldugunu vurgula-
• "Terör"ün anlamı ve kapsamı, onu kullanana göre
değişmez. Giyotinin bıçağı, kutsal kralı, vatansever ve bozul-
maz Robespierre'i, hayalci ozan Chenier'i, serseri Sans-Cu-
lotte'lardan birini ya da hain Isviçreliyi aynı umursamazhkla
keser. Tıpkı Güneydoğu Anadolu'da şiddetin gencecik asker-
leri, küçük çocuklan ve Kürt gençlerini aynı umursamazlıkla
yok ettiği gibi. Hiçbir şiddette kazanan yoktur.
bilim
• Andre Chenier'nin öldürülmesiyle ilgili söylenceler vardır.
Bunlardan birine göre ünlü şair kafasını demirin arahğına
koymadan önce bağırmış: "Bu kafada bir şeyler vardı!.."
Evet. Her öldürülenle bir evren yok edilir. Hiçbir kutsal amaç,
hiçbir ideoloji, hiçbir "hak", hiçbir öfke, hiçbir yetki doğrula-
maz öldürmeyi. Kralın ve soylulann gaddar köpekleri kadar
halkın temsilcileri, dağlılar da düşünmelidir bunu.
maya itmiştir onu.
Bu ne kadar doğru, pek bilin-
miyor. Ben, Chenier'nin büyü-
kannesi Elizabeth Petri Lhoma-
ca'nın ismıyle gene o yıllarda
karşılastım. Türkiye ve Anadolu
uygarlıklan konusunda Gabriel
veMantrangibi müthış bılgi sa-
hibi olan Robert Boulanger'in
yayımladığı ilk "Guide Blue;
lunjuie" kitabının 1969'daki
baskısında şu satırlar vardı:
"Daha sonra biraz ileride
Kartçınar Sokağı başlar. Sokak-
ta solda ise Saint George Kilisesi
yer alır. Kuruluşu Ste.trene'e ka-
dar uzanan (MS.800) bu çok es-
ki kinsenin ortastnda bir ayazma
yer alır. Gene bu yapırun alanı
içinde iki Fransız Büyükelçisi ile
Andre Chenier'nin büyükanne-
si Elizabeth Petri Lhomaca'nın
mezarları bulunmaktadır."
Andre Chenier'nin annesinin
mi, yoksa büyükannesinin mi, is-
mi Elizabeth Lhomaca,şimdı ol-
dukça kanşık. Çünkü Prof. Eyi-
ce, annesinin isminin Elizabeth
oldugunu Saint Pierre et Paul Ki-
lisesi kayıtlanndan çıkarabiliyor.
Aynca ailenin Sakız Adası'ndan
geldiğini, Ortodoks değil. Kato-
lik oldugunu da Saint Marie Dra-
peris Kilisesi kayıtlanndan bulu-
yor.
Öyleyse şimdi, tıpk\ Cheni-
er'nin doğdugu ev konusundaki
bilgi gibi. annesinin mezan ko-
nusundaki bilgi de düzeltilmeli.
Hep düşünüyorum; şu sıkışık
ve sıcak günler bir geçsin, serin
eylül günleri bir gelsin, birkaç
günümü ayıracağınv. Beyoğ-
lu'nda Saint Marie Draperis'e
(Demir Özlü'nün kitaplannı
okuyanlar bu kiliseyi iyi tanır-
lar) Saint George'a, Saint Pierre
et Paul'e gideceğım. Elimde,
Freety'nin 'Strolling an İstan-
bul'u, Murat Belge'nin rehberi,
Semavi Eyice'nin yazılan ile iyi-
ce inceleyeceğim.
İyi güz günleri gelince. Yani
eylül. Biliyorsunuz eylülün ilk
haftasında tüm dünyada banş
kutlanıyor.
Bir an için mezarlan ve kilise-
leri bırakıp yaşama dönelim.
Şiirlerini okudukça hep dü-
şünmüşümdür: Chenier iyi şair
mi, kötü şair mi? Fransız şiir ta-
rihi içinde yer alan büyük ozan-
lardan VUTon ve Ronsard'ı çok
beğenirim. Belki de Türkçede
bir zamanlar yapılmış çok başa-
nlı çevirilerinden ötürü.
Chenier'nin şiirleriyle pek öy-
le tanışmadım. Önce devrimci
kişiliği ile sonra hakkındaki ope-
ra ile en son şiirleri ile. Büyük
Grek-Latin hayranlığı, bu kültür-
lere ait bilgi birikimi, klasik me-
• Geçen yıhn son
günü bir simgedir.
: Doksan beşe doğru bir
^bornba patladı. Birçok
insan gibi Onat Kutlar
da kendisiyle, zamanla
Olan randevusunar
gidemedi.
Oysa, zaman ayarlı
, bomba çoktan
" duruyordu orada.
; Önce gözlüklerimizi
i sileürn. Bakın,
i bile göremiyoruz!
Zaman ayarlı bombaZEKİCOŞKUN
Arumsadığım ilk yeni yıl selamı bir diriliş çağnsı gibi
gelmişti. 12 yıl öncesinin dondurucu kış günlennde kederli
de olsa sıcak, ışıl ışıl bir bahar gülümseyişi... Sonuncusu ise
bomba şaşkmhğıyla, gürültüsüyle geldı, "Doksan Beşe
Dogru".
• • •
tlkinde "Balyoz" ve Özgürlük" kıskacmdaydık. O sıralar biz
"civciv'Mer, çil yavrusu gibi dağılmıştık. Ya da ortalıktan el-
ayak çekmiştik. "Kaldığımız evler ve yurtlar, okullanmız,
gittiğimiz kantinler ve lokaller, yaşadığımız kent, ülke" tekin
değildi. Sanki "büyük bir forum" alanı gibi gördüğümüz ve
yaşadığımız yeryüzünün kapılan kapatılmıştı bize.
Sinemalannkı de. "Balyoz"un şıddeti hüküm sürüyordu ve
"özgürlük"le ilintili her şey yasaklanmıştı. Sürgün edılmiştik
hayattan. Ele geçirilenlerimiz de geçirilemeyenlerimız de
tutsaktı.
Yeraltına geçerek varlığııu korumaya çalışan bir avuç mümin
gibiydik. Maslak'ta, penceresi Sanyer'e, ötelere bakan bir
odadaydım. Hacı Osman Bayın işhanlan, lüks oteller,
okullar, şunlar bunlarla dolmamıştı daha. Yamaçlarda karlar
görünüyordu. Milliyet Sanat'taki " 'Balyoz' ve 'Özgürlük'
"yazısı yeni yıl muştusu gibi, bir dost mektubu gibi
çıkagelmişti. Birkaç kez okudum. Dogrudan bana, bize
sesleniyordu. "Bahan simgeleyen kuşlar gibiydıniz"
tümcesiyle başlıyor, bızi anlatıyor ve hayıflanarak
noktalanıyordu: "Neredesiniz?"
Akşam, o sıralar çok sık görüştüğüm -belki de birbinmize
sığındığımız- bir arkadaşımdaydım. Hemen dergiyı açtım.
Mektubu bır kez de ona okudum. O sırada telefon çaldı. Ev
sahibi arkadaşım telefonu açtı, selam sabah sözlerinden
sonra sustu. Karşı tarafı dınliyordu. Epey sonra, "Haberim
var, şimdi seninki okudu aynı yazıyı" dedi.
Eminim Balyoz ve Özgürlük çevresinde telefonla, yazıyla,
sözle yüzlerce buluşma yaşandı o günlerde.
• • •
"Şehir Artık Bizim Değil", 1993'ün 24 Eylülü'nde
yazmışım. "Şehirden çıkışımızı -daha doğrusu
sürülüşümüzü- ilk o yazmıştı galiba" diye başlıyor, Balyoz
ve Özgürlük'ü anıyordum. O tarihte şehir henüz resmen
düşmemişti; "Refah devri" başlamamıştı. Ama "balyoz"
sisteme artık bütünüyle içselleşmiş, bizleri, bize ait olanlar
silinmişti. Ortaköy, Beyoğlu ve diğer adacıklarda "folklorik"
görüntüler-yaşama alanlan oluşturarak koca Konstantiyye'yi
biz bize kutsuyorduk. Bilenler biliyor, görenler görüyordu:
Şehir Artık Bizım Degil'di. Biz şehirden hoşnut değildik,
şehir bizden... Balyoz ve Özgürlük'ü anlamadan neyi, nerede
kaybettiğimizi göremeyeceğiz, çözemeyeceğız gibi gelmiş
demek bana, 93 Eylülü'nde.
94 Martı'nda şehir düştü; Refah geldi.
Azınhk ve "tehlikeli nifak" oluşumuz tescıllendi. Bir yanda
"çağ dönüşümü"; "iki binli yıllar" teraneleri yükseliyordu.
Eylül 1994'te "95'e Dogru" başlıkh bır yazı kaleme
almışım. Rehberim tabii ki Tevfık Fikret; "Bir devT-i
şeamet..." Düşünsel kırlenmeden söz edıyordum.
Diyordum ki "tki binli yıllar söylemı bayat... Hep dünün
lanetlenmesi, yannın methıyesi yapıldı. lkı bınler düşünden
önce bugüne bakahm." Meger, benim kekeme bir dille
söylemeye calıştıklanm aynı başlıkla, onun kalemınde
hamur olacakmış. 1 Ocak günü Cumhuriyet'te
yayımlanan'Doksan Beşe Doğru' yazısı da, tıpkı Balyoz ve
Özgürlük gibi bır dost mektubuydu, yeni yılda ışıl ışıl, sıcak
bir merhabaydı. Sesi, yazıdan önce patlayan bombanın
gürültüsüne kanşsa da diyordu ki, "Dünya üstüne bır şeyler
söyleyebilmek için önce gözlüklerimizi silmeliyiz. Yoksa,
değil iki binli yıllan, 'doksan beş' üstüne bile hiçbir şey
söyleyemeyiz."
• • •
Doksan beş üstüne hıçbir şey söyleyemeyiz.
Şunu mu demek istiyordu o yazı: Eğer "başkaldın"yı göze
almazsanız. eğer esarete rağmen onu görmezden gelip
"özgürlük". "yenilik", "dönüşüm" teraneleriyle sahte
yannlar düşlerseniz, şehrin göbeğinde patlayan bombalan da
duymazsınız, görmezsiniz. Bır tunst gibi yaşarsınız kendi
toprağınızda. (Yoksa Pierre Loti'nin 1877 yüını Eyüp'ten,
Haliç sırtlanndan karşılayan mektubunu 1995'i karşılarken
anmak neden gereksin?) Bu şehre gönül vermiş bir
"yabancı" gibi kalırsmız, "iki kişiliği aynı anda yaşıyor"
olursunuz.
Kaldı ki yaşadığı yerin düşünsel-ruhsal iklimiyle
(MüslümanlıkJa) İcendi kimliğini tam birleştiremeyen, "iki
kişiliği aynı anda yaşayan" Pierre Loti ömeğindekı levanten
ses de artık kaybolmuştur. Doksan Beşe Doğru.
Çünkü derin bir kirlilik sarmıştır ufku. Şehir görünmez.
Göstencıler. göstergeler; "ayna" kirlidir. "Bir şizofreni
alaru"ndayızdır.
Zamanın göstergesi sayılan takvime dek artık tam bir
yarılma yaşamamız yaratıyor belki de "şizofreni alanı"nı.
Resmi düzlemde yeni bir yıhn başlangıcı sayılan gün, zaman
ve onun karşılamş biçimı, fıili düzlemde bir küfür gibi
algılanıyor. Ve fıili gerçek, fıili güç kendisinin katılmadığı,
reddettiği takvimi, zamanı ve ona uyanlan siliyor, yıruyor,
imha ediyor.
Geçen yıhn son günü bir simgedir. Doksan beşe doğru bir
bomba patladı. Birçok insan gibi Onat Kutlar da kendisiyle,
zamanla olan randevusuna gidemedi. Oysa, zaman ayarlı
bomba çoktan duruyordu ortada.
Önce gözlüklerimizi silelım. Bakın, bugünü bile
göremiyoruz!
tinlere yaptığı çok sayıda gön-
derme, bir parça uzaklaştırdı be-
ni bu şiırden.
Fazlabilgiç geldi.
Yazdığı 'Bucolique'lerde,
'Elegie'lerde, Vergflus'un çok
sevdiğim 'Ovidius'un lezzetini
bulmak kolay değil. Ama gene
de Istanbul'la bizim Galata'da
bir evde doğup otuz iki yaşında
kafası giyotinle kesilerek öldürü-
len bu genç ve yakışıklı şair be-
nim için hep çekici bir isim ola-
rak kaldı.
Onun Saint Lazarre Hapisha-
nesi'nde, idamından birkaç gün
önce Suvee tarafından yapılan
portresine bakıyorum. Hafıf dö-
külmüş saçlanna, kemikli profi-
line rağmen hoş bir adam. Göz-
leri uzak ve karanhk bir hayale
dahp gitmiş. Eli koltuğun kıyı-
sında zarifbir biçimde bükülmüş
ama biraz yorgun.
Oysa dostlan onu ve kardeşi
Marie^Ioseph'i o yıllann Paris
salonlannı varlıklan ve zekâla-
nyla ışıtan, heyecanlı, neşeli, du-
yarlı gençler oiarak anlatıyorlar.
O salonlarla Saint-Lazarre
Hapishanesi arasında ne geçti?
Terör.
Şu hemen her gün, günde bir
çok kez duyduğumuz basit söz-
cük: Terör.
Hanı bir zamanlar radyodan
her gün duyduğumuz ve bize da-
ha çok bir tür sinek ya da böcek
gibi sözü edilen Vietkong'a ben-
zer bir yaratık: Terörist.
"Bugün 24 terörist ölü oiarak
ele geçiriML."
Sözcükler ve tarihler, Latince
bir sözcük olup büyük korku,
dehşet anlamına gelen *^erör"ün
kitaptaki özel yerini 'Büyük
Fransız Devrimi'nin belli bir dö-
neminde kazandığını belirtiyor-
lar.
Aydınlanma Çağı'nın ilk ışık-
lanyla Voltaire'in, Diderot'nun,
Rousseau nun kitaplanyla Ame-
rikan Anayasası'nın rüzgânyla
özgürlük, İcardeşlik, eşitlik ilke-
leriyle tarih sahnesinde büyük
firtınalarestiren Jacobenlerin bir
gün gelip Fransa'nın milli birlik
ve beraberliğini,'MUli Selamet
Komitesi'nin gücünü, ihtilalin
meşruiyetini kabul ettirebilmek
için yani kutsal amaçlar uğruna
başvurduklan şiddet dönemi.
Sonuç: Onbinlercesi giyotinde
olmak üzere öldürülen yüzbin-
lerce genç insan.
u
Ey ölüm! Bekkyebilirsin!
Hadigit,
Uzaklaş!
Git, avut başka yürekleri;
utancın,
korkunun
solgun umutsuzluğun kemir-
diği
Benim için yemyeşil henüz
Pan'ın çayırlan,
dipdiri henüz aşk öpücükleri,
şarkılann perisi!
öünek istemiyonun henüz, iş-
te o
kadar!-"
Saint-Lazarre Hapishane-
si'nde bir zamanlar birlikte oldu-
ğu arkadaşlannın elinden ölümü
beklerken, bir başka genç tutsak
kadın, Fleury Düşesi Aimee de
Coigny için yazdığı bu satırlar,
gerçekte Andre Chenier'nin
kendisi için de duyduklari idi.
Ama 25 Temmuz 1794 günü
kafası, giyotinin soğuk bıçağıy-
la kesilerek kanlı bir top gibi ta-
rihin sepetine düştü.
Onu giyotine gönderen Robes-
pierre ve arkadaşlan ise sadece
iki gün sonra aynı kanlı yazgı ile
noktaladılar yaşamlannı.
"Terör"ün anlamı ve kapsa-
mı, onu kullanana göre değiş-
mez. Giyotinin bıçağı, kutsal
kralı, vatansever ve bozulmaz
Robespierre'i, hayalci ozan Che-
nier'yi, serseri Sans-Culotte'lar-
dan birinin ya da hain Isviçreli-
yi aynı umursamazlıkla keser.
Tıpkı Güneydoğu Anadolu'da
şiddetin gencecik askerleri. kü-
çük çocuklan ve Kürt gençleri-
ni aynı umursamazlıkla yok etti-
ği gibi.
Hiçbir şiddette kazanan yok-
tur. Herkesin birden kaybettiği
tek oyundur terör. Korkunç bir
oyundur.
Andre Chenier'nin öldürül-
mesiyle ilgili söylenceler vardır.
Bunlardan birine göre ünlü şair
kafasını demirin arahğına koy-
madan önce bağırmış:
"Bu kafada bir şeyler vardıL"
Evet. Her öldürüİenle bir ev-
ren yok edilir.
Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ide-
oloji, hiçbir "hak", hiçbir öfke.
hiçbir yetki doğrulamaz öldür-
meyi.
Kralın ve soylulann gaddar
köpekleri kadar halkın temsilci-
leri. 'dağta'lar da düşünmeödir-
ler bunu.
Günlerdir çıkıp lstanbul'un
sessiz ve eski sokaklannı dolaş-
mak istiyorum.
Hava ağır ağır serinliyor. Ey-
lül geliyor. İyi güz günleri. Ba-
nş.
Ama çıkamıyorum. Nereye
yürüsem ayağıma kan bulaşıyor.
Terör içindeyim.
(28AĞUSTOS1994
TARİHLt YAZISI)
PENALTI
MEMET BAYDUR
Yılbaşlarında Onat Kutlar
Yılbaşının güzel bir tarafı var mı? Bence var. Sürekli yi-
nelenerek tekrarlanması. Hepimiz biliyoruz, işte on iki ay
sonra bir yılbaşı daha gelecek, ondan 365 gün sonra bir
yılbaşı daha. Istesek de böyle bu, istemesek de. Abdül-
basit Abamüslim Akıncıbey'\er istese de böyle, istemese
de. Gelen yılbaşı hiçbir zaman gidenin benzeri olmaz el-
bette. Olmamalı. Durduğumuz yerde sayardık yoksa akan
giden zaman içinde yek dü se cihar diyerek. Yılbaşılar hep
gelir gıder. sürekli yinelenir bu, yenilenerek.
Onat Kutlar'ın ve yanındaki genç arkadaşın başına ge-
lenleri çok uzaklarda duyunca cız etti yüreğim. Bir Onat
Kutlar1
!, hayatını, yaprtlannı düşündüm; bir de o bombayı
patlatan Abdülbasit Abamüslim Akıncıbey'lerin dünyası-
nı. Aydınlıktan yanadır Onat Kutlar, bildiği tek karanhk, si-
nema salonlannın karanlığıdır. O bombayı ayağının dibine
bırakan insan dahil herkesin daha iyi, daha güleryüzlü, da-
ha mutlu olmasını ister Onat Kutlar. Kimsenin dünyası ka-
rarmasın ister. Bu memleketin yüz akı bir aydınhk insan.
Uzun zamandır aynı sayfayı paylaşıyoruz pazar günleri
Cumhuriyet'te. Hep keyifle gülümseyerek okuyorum, ka-
ramsar satırlannın arasında bilge, görmüş geçirmiş bir in-
sanın kekremsi mizahını, iyimseriiğini sezerek. Kısa za-
manda iyileşip dönsün masasının başına. Bilirim nasıl ol-
sa kararmaz sol memesinin altındaki cevher, birbinmize tu-
tunur beraber yürürüz!
• • •
Ankara civannda (biliyorsunuz elbet, Ankara: Türkiye
Cumhuriyeti'nin başkentidir) Sincan kasabasının beledi-
ye başkanı yılbaşından önce bir açıklama yaparak başka-
nı olduğu kasabada yılbaşının ışıklarla, vitrin süsleriyle,
eğlencelerle kutlanmasını yasakladı. Yeni yılı ışıkla, süsle,
eğlenerek karşılamak yasak orada. Hiçbir cumhuriyet sav-
cısı bu haben bir ihbar oiarak kabullenip soruşturma baş-
lattı mı bilmıyorum. Diyelim ben bir eczacıyım. Eczanemin
vitrinine otuz kırk ampul koydum, bir de çam ağaçlannın
üstüne kar benzeri pamuklar serpilmiş bir kış manzarası.
Şimdi.. bir Abdülbasit Abamüslim Akıncıbey olmaz dedi
diye düğmeyi çevirip söndürecek miyim ışığı? Hukuk gu-
guksa ışık söner.
• • •
Mümtaz Soysal, taa Yirmi Kasım 1994 günü yazdı Hür-
riyet'te. 'Refah Korkusu' başlıkh yazıdan söz ediyorum.
Korkunun unsurtanndan, çelişkilerinden ve artış etken-
lerinden daha önemli olan, korkuyu yaratan durumun or-
taya çıkış nedenleridir. Oysa onun üsründe ancafc şimdi,
ateş bacayı sardıktan ve yumurta kapıya dayandıktan son-
ra duruluyor." Böyle yazmıştı Mümtaz Hoca haklı oiarak.
Son on beş yıhn ekonomi politikalan, küreselleşme adına,
bır koyup üç alma adına yutturulan ilkel kalkınma reçete-
lerinin, toplumu darmadağın edip bir kurtlar sofrasına dö-
nüştürmesi, çürümenin iç işlerinden milli eğitime kadar
toplumun her üstüne titrenmesi gereken katına yayılma-
sı, hem Refah korkusunun hem de Refah başarısının ne-
deni değil midir? Ne korkmak gerekiyor, ne de yılmak. Ne
de elbette Cem Boyner'in partisel örgütünü destekle-
mek. Yılbaşı geliyor on iki ay sonra. Her zamanki gibi ay-
nı yılbaşı, ama her zamanki gibi bütün diğerlerine benze-
meyen bir yılbaşı. Şimdiden Sincan kasabasındaki insan
kardeşlerimin 1996 yılbaşını kutluyorum.
• • •
Ali Sirmen, çok severek okuduğum Milliyet yazılannın 30
Aralık 1994 tarihli olanında, 'Sona Doğru' adlı yazısında,
yani Onat Kutlar'ı yaralayan bomba patlamadan bir gün
önce ne yazmış? "Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki eko-
nomik bakımdan da çok güç geçecek olan 1995'te bu
olaylar daha da yoğunlaşacak, saldınlar günlük olaylar
haline dönüşerek daha geniş kitleleri hedef alacaktır. (...)
Hiç kimse kendini aldatmasın, Türkiye'de neyasamada,
ne yürütmede, ne de yargıda demokrasiyi konıma bilin-
ci, isteği ve gücü vardır." Sevgili Ali Sirmen'e katılmamak,
aklı başında bir insan için mümkün müdür? Çarpık olanın
bir örgütten, bir gruptan, bır inançtan değil; yasama-yü-
rütme-yargılama biçiminden geldiğini anlamak için din te-
rörünü başlatan kişilerin hapislerinde barış davası gönül-
lüsü oiarak yıllarca yatmak mı gerekiyor?
• • •
Yılbaşının güzel bir tarafı var mı? Bence var. Insanlar ev-
lerde, lokantalarda, barlarda toplanıp eğlenirler. Içkiler içi-
lir, yemekler yenir, dostluklar tazelenir. Her yılbaşı, çocuk-
su bir başlagıçtır bir bakıma. Işık daha fazladır, eğlence da-
ha fazladır, olmayan bir şeyin başlangıcı kutlanır yılbaşla-
rında. Ama bence yılbaşının en güzel tarafı bir süre sonra
yine gelecek olmasıdır. Her şeyi engelleyebileceğinizi dü-
şünebilirsiniz ama yeni bir yıhn gelmesini engelleyemez-
siniz.
Kötü başladı bu yıl. İyi gideceğine ilişkin bir işaret de yok
şimdilik. Ama şu gelecek yılbaşı var ya, ya da ondan son-
ra gelecek olanı... Nice yeni yıllara Onat Kutlar!
O, yaşam savaşı veriyor,
biz ne yapıyoruz?
OZANCEYHUN
10 Eylül 1988 tarihinde "Ytf-
maz Güney'e Ozgürlük" kam-
panj'asını başlatanlar arasında yer
alıp. o dönemde sadece cesur
olanlann Türkıyeden kalkıp Al-
manya'ya gelerek destekledikle-
ri bu kampauyayı organize eder-
ken tanıdıgım konuğumuz Onat
Kutlar. şu anda Amerikan Bnstol
Hastanesi'nde yaşam kavgası
vermekte.
O günlerde Onat Kutlar'dan
çok şey öğrendim. En zor koşul-
larda bile soğukkanlı ve olgun
tavn ile çok kişiye örnek olan
Onat Kutlar, birçok kişinın istis-
mar etmek istediğı Yılmaz Gü-
ney'in sinemasını da gecelere ka-
tılan bınlerce insana anlatmaya
çalıştı ve bence başanlı da oldu.
Günümüzde, günlük yasamın
bir parçası sayılan böyle bir olay
o günlerde gerçekten "her baba-
\igklin hara" değıldı. İşte böyle
bir
tt
baba>igit'' Onat Kutlar.
Türkiye'de din adına başka
emeller peşinde koşanlann Türki-
ye'yı lran'a ya da Cezayir'e ben-
zetmek için ellerinden geleni yap-
tıklan ve bir Diyanet Tşlen Baş-
karu'nın "jilbaşıeğlencesigünan-
ür" diye fetva verebilecek kadar
küstahlaşabildığı bu günlerde
Onat Kutlar'ın oturmakta olduğu
birpastaneye kahpece bomba yer-
leştirip. suçsuz bir kadının ve yı-
ne tek suçu orada oturuyor olmak
olan Onat Kutlar'ın yaşamı ile oy-
nayan zorbalar, Türkiye'de de-
mokrasi ıstemediklerini açıkça
belli ediyorlar. Sıvas'ta sadece ve
sadece yobazlığa karşı olduklan
için yakılarak öldürülen insanla-
nn ölmesme neden olanlara ceza
verirken bile Aziz Nesin'i kışkır-
tıcılıkla suçlayan hâkimlerin, ona
karşı dava açmayı bir marifet sa-
yan başsavcılann, yılbaşını kutla-
mak isteyen insanlara bunu ya-
saklamaya çalışan zihniyete kar-
şı tavır almayan tüm devlet gö-
revlilerinin. Türkiye'nin Ceza-
yir'e benzetılmesı çabalanna, po-
litık çıkarlan uğruna göz yuman
tüm politikacılann daha ne kadar
kayıtsız kalacaklarını çok merak
edıyorum. "Hoşgörü Yıh" ilan
edilen 1995 yılının ilk gününde
ben. biz, tüm henüz saldırıya uğ-
ramamış demokrasi yanlılanna
sormadan edemıyorum: "Biz ne
yapıyoruz?" Bugün Onat Kutlar.
yann yine bir başka değerli dos-
tumuz; buna daha ne kadar izin
vereceğiz?
Her zaman hep diyalogdan ya-
na ve "hoşgörü" kavTamına çok
değer veren biri oiarak, bızlerden
hoşgörü bekledığıni söyleyip de
aynı hoşgörüyü başkalanna gös-
termeyenlere karşı demokrasinin
ve hukuk dev letınin sunduğu tüm
olanaklann kullanılarak tavır
alınmasından yanayım. Onat Kut-
lar gibi "çok hoşgörünün uygula-
nabildiği bir demokrasiye" ina-
nan kışıleri kahpece hedef alanla-
nn ve onlann destekleyicilennm
"hoşgörü" lafmı ağızlarına alma-
ya haklannın bile olmadığına ar-
tık sonuna kadar inanıyorum.
Eleştiriye tahammülü olmayan.
savunduklan konular hakkında
bile yeterince bilgısi olmayan ca-
hıllerin demokrasiyi kullanarak
demokrasiyi yıkmaya çalıştıklan-
nı gördüğüm için Almanya'daki
"çok hoşgörülü" çizgim ile ilgili
oiarak bir özeleştiri yapmam
gerektiğinı de itiraf ediyorum.
Onat Kutlar bir kez daha bana
bir ders verdi.