Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17OCAKİ995SALI
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Üniversite öğrencisine açık mektup
Ben, üniversitede tanık olduklanm hakkında ipuçlan vermek
istedim; değerlendirilmesi, eleştirilerimin benimsenmesi ya
da reddi sana kalıyor.
Prof. Dr. SALtH ÖZBARAN
Dokuzeylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakiiltesi
D
okuzeylül Üniversite-
si'ne bağlı Buca Eği-
tim Fakültesi'nde, 18
Kasım 1992 günü öğ-
rencilerın uymaiarı
gereken yönetmeliği
hatırlatmak amacıyla yapılan bir top-
lantiya katılan üniversiteye yeni adı-
mını atmış bir öğrenci, tanık oldukla-
rına ve dinlediklerine çok üzülmüş,
s.aşırmış ve ardından. çıkardiklan bir
duvar gazetesinde, NVilhelm Reich'ın
bir kitabından esinlenerek şunlan yaz-
mış. 'Dinle Kiiçük Adam' başlığı al-
tında:
"Hani okulumuz yöneticileri ile ta-
nısma toplantımız vardı. Okul hakkın-
da bilgiler verilip sorunlarımı/ dinle-
necek, çözüm yolları araştırılacaktı.
Sen oradaydın. Sorgusuz sualsizdin
her zamanki gibi.... Senden farklı
olanlar da vardı orada. Anlatilanları
diniedikten sonra. onlar da düştincele-
rini açıklamak istediler. sorunlannı
aktarmaya çabaladılar. Birisi bölük
pörçük söylemeye çalıstı düşüneeleri-
ni. Çiinkü söziine sürekli müdahale
edflfyor, bir ölçnde konuşrurulmamay a
çalısılıyordu. Sonra bir diğeri söz hak-
kı istedi— Sana soruidu: Arkadaşuıın
konuşmasınt istiyor musun?' 'Konuş-
masın' diye eüni yukanya kaldırdın..."
Bir üniversite öğrencisinin yüreğini
yakan bu olayın yaşandığı salonda
ben de vardım. 1980"li yıllarda üni-
versiteye zerk edilen yeni kanın. öğ-
renci damarlannda da hızla dolaştığı-
nı. çok somut biçimde görmüştüm.
Üst düzeydeki yöneticiierin. kürsü
tutmuş 'höcalar'ın en tepedekiler adı-
n& yeşcrttikleri eleştiri kısıtlamaya.
görüş açıklama yasağına öğrencilerin
de katıldıklanna, şoke olurcasına. ta-
nık olmuştum.
Çoğuniuğunuzun, çok büyük bir
çoğunluğunuzun, kimliksiz gruplar
halinde derslerini dinlediğiniz 20-30
(haftada yirmi-otuz!) saat ders yorgu-
nu ve kendilerini yinelemekten öteye
gitmeyen hocalarınızın tutturduğu ve
yutturduğu satırlar ya da bellettiği
metinler ile evrensel (üniversal) bo-
yutlan yakalamanızın düş durumuna
getirildiği ortamda; bir-iki yıldır uy-
gulanan gece öğretimiyle de yüklen-
diğı onca dersin ardından (20-30 saati
30-40'lara doğru tırmandırarak) ka-
zanmayı düşündüğü üç-beş kuruş ek
ders vkretinin çekicıliğiyle yaratılmak
istenen doldur boşalt anlayışı içinde,
üniversite yaşamımız ne anlam taşıyor
acaba9
Sen. üniversite öğrencisi dostum.
kendi kendine hiç sorduğun oluyor
mu, sakin kafayla doldurduğun (daha
açık bir deyişle işgal ettiğin) yerin so-
rumluluguyla? "Ne öğreniyorum, ne
inceleyebiliyorum, neyi tartışabiliyo-
rum?" diye geçirdiğin günlerin mu-
hasebesini yapabiliyor musun'? Uy-
durma bir binaya. politik gerekçelerle
sıkıştınlmış; uzman, kıtap. araç gereç-
ten yoksun, üniversite ortamını hiç mı
hiç soluyamayan. ama sana üniversite
olarak sunulan görüntüden ne yakala-
yabıliyorum dıye bir sorun oldu mu?
Ya da lisede öğretilenlerin yetersizliği
paradigmasına dayanarak aldığın özel
dersler. dershanelcr için harcadığın
milyonların karşılığını. kürsüyü tut-
muş öğretim elemanından. yönetime
getirirmiş yönlendiricıden görebildin
mi acaba?
Sana bir şeyler öğretmek ıçin karşı-
na dikilen "hoca'ya soru sorabilecek.
onun söylediklerine ilişkin yorum ya-
pabilecek. belkt itiraz edebilecek dü-
zeye gelebilmek için kendmi hiç zor-
ladm mı? Alanınla ilgili ve toplumsal.
politik. kültüret konularda kitap. ma-
kale okuyor musun? Kürsüyü tutmuş
kişiyi. mutlak egemen. söylediklerine
sorgusuz inanılan kimse mi sanıyor-
sun? 1980'li yıllann yarattığı 'medre-
se ripi'ne kolaylıkla uyum mu sağla-
dın? 'Medya' ile sorumsuzca ateşlen-
dirilmiş kafanı sorguladığın oluyor
mu?.. Şıkıdımlı şarkıların eğlenceli.
ama sorumsuz hayatı senin üniversite-
nin somut sorunlannı görmeni engel-
ledi mi? Katıldığın fakülte ya da yük-
sekokulda bulamadığın ilgiyi. kapında
bekleyip sana aş ve bannak \aat eden
tarikat erbabında mı buldun?
Üniversitenin tarihçesine. hiç ol-
mazsa son 15-20 yılına göz atabilecek
zamanın, bir o kadar merakın oldu mu
acaba? Ben sana bir kıyaslama ile an-
latayım istersen; üniversitenin geçmi-
şini, tarihçiliğimin esinlendirdiği bi-
linçle kiştsel deneyimlerimin dürtü-
süyle.
Onaltincı yiizyıl Osmanlı dünyasına
eleştirici yaklaşımlarıyla dikkat çek-
miş olan Gtlibolulu Mustafa Âli, med-
reselerin nasıl bozulduğunu, bilgi dü-
zeyinin neden geriledigini dile getirir-
ken padişah hocalannın oğullarının
beürii öğrenim aşamalannı geçmeden.
medrese eğitimi görmeden, beşikte
iken mülazım (asistan) okiuklannı, söz
söyletneye güçleri yettiğinde müderris-
lik (profesöriük), buluğ çağına ulaşbk-
lannda önemli kadılık (y argıçlık) mev-
kilerine atandıklannı dile getirmiş; bi-
raz daha büyüdüklerinde de yani tt-
raşları geldiğinde, beş yüz akçe ile
mevleviyete (müderrisliğin en vüksek
katına) atandıklannı yazmıştır. Böyle
okuyup yazma bilmeden. kitap kanş-
tınp deney yapmadan, akademik evre-
leri geçm'eden. daha açık bir deyişle
btlgisiz okluklan hakle de> let kapısın-
da. ancak bilginlerin dotdurması gere-
ken yerlere geçip oturanlara 'btşik
uleması' denmiştir.
. işte genç arkadas,ım, 1980'li yıllar-
daki bozulmuşlugunu sayfalarca an-
latsam dahı yansıtamayacağımı sandı-
gım üniversitelerimizin yukandaki sa-
tırlarda saklı, dört yüz yıl öncesinden
gelen ve ufak tefek farîdarla karşımı-
za çıkanlan durumu. Nc ondokuzuncu
yüzyılın Darülfünunu ne de cumhuri-
yet Türkiyesi'nın özerk üniversite ça-
balan. Yüzyıllann biriktırdiği ve ge-
liştirdigi bir olguyu sıfırlama cesareti-
ni gösterip Gelibolulu Mustafa Âli
dönemine sürükleyen cüretkârlık.
Kestirme yollann bahijettiği rütbe-
lere stgınmış. hELzımsızlığın lütfettiği
unvanlara sanlmış 'hocalar" böyle çı-
kıp geldiler kar^ına. Bir üst makamına
hoş görünebilmek için "Evet efen-
dim"parolasına yapışan yöneticiler.
akıl verdiler sana, hep saygı ve itaat
bekleyerek. Ve sonunda, ögrenciler
adına konuşmak isteyen bir öğrenci-
nin konuşma istegini, ne söyleyecegi-
ni bilmeden. engellemek isteyen arka-
daşını. arkadaşlarını yarattın; düşün-
cesini söylemeyi arzu eden bir öğren-
cinin konu^masına dayanamayacak ve
konuşmaması için eüni havaya kaldı-
rabilecek kadar ileri (daha dogrusu
geri) girtin.
Şunu çok iyi bilmelisin ki çalısarak.
didinerek, hafta sonlannı feda ederek.
ve bir yığın para harcayarak geldiğin
üniversite. sana vaat edilen, sıradan
bir Batı ülkesinde görünen üniversite
değil. 1980'li yıllann polıtikalarında
yıpranmış, kötüleşmiş bu kurumu
düştügü durumdan kurtarmak için,
YÖK Yasası'nı çagdas. bir yasaya dö-
nüştürmek ıçin. kollan sıvayan ve ha-
len hükümeti ellerinde bulunduranlar,
sorunlarına sırt çevirmiş durumdalar;
üniversite için \erdikleri bütün sözleri
unuttular; sı\asal amaçlarla açtınlan
üniversite veya fakülteleri eskilerine
benzettiler; demokraside daha iddialı
olduğumuzu sandığımız son yıllarda,
en azından Batı'ya demokrat bir yüz
gösterme çabasıyla birbirimizi kandır-
dığımız bu günlerde kitapsız. labora-
tuvarsız. ortamsız yüksekögretimı ya-
rattılar.
Senin yüz yüze geldiğin profesör-
ler. doçentler, öğretim görevlileri vb
yeni yeni oluşan temelsiz, ama kutsal
geleneklerini yaratma yolundalar.
Gerçekten. senin güdülcnen (yörflen-
dirilen) bilincin. öyle taşlaşma süreci-
ne \ardı ki bir şeyler söylemek iste-
yen. tartışmak. görüs.mek isteyen ar-
kadaşın. hocalannın ve yöneticilerinin
gözünde 'potansiyel tehdit' gibi gö-
rünmeye başladı. Övülüyorsunuz.
ama sizden korkuluyor; özendiriliyor-
sunuz, ama en'gellerden kurtulamıyor-
sunuz; konuşuluyorsunuz. ama konuş-
turulmuyorsunuz. Ne yapmayı düşü-
nüyorsun, üniversite arsasını doldu-
ran. dershanelerden feyz alıp gelmiş.
ögrenci kardeşım?
Bütün bu soruları ve uyanlan ne-
den meslektaşlarıma yöneltmiyorum;
seni karşıma almış sorguluyorum, pek
dc yumuşak olmayan bir anlatımla?
Yukanda anlattıklarım sana yeterince
ipucu \eri>or sanıyorum. inan ki
umudumu onlara değil. sana bağla-
mak istiyorum. bir çeyrek yüzyıllık
süreç içinde tanık olduğum üniversite
hocalığı \e yönet\c\liğı bende, üniver-
siter potansiyelın. sizin katkılannızla,
sorgulamanızla, beklentilerinizle. bu-
lunduğunuz yerin sizde yarattığı hayal
kırıklığının hesabını sorabilmenizle
geri gelebilecegi inancını iyice ycrleş-
tirdi. Bu inancın. üniversite gençligi-
nin içine düs,ürüldüğü karanlıktan çık-
masına çok yardımcı olacagım düşü-
nüyorum.
Oyle düsünüyorum. çünkü hükümet
\e YÖK senin gibilerin sayılannı art-
tırmak için elinden geleni yapıyor: so-
kakta kalmanı(') ıstemiyor. 'nitelik
değil, nkefik' uğruna istif ediyor du-
varlar arasına. Batfdan, komşu ülke-
lerden bulup getirdiği okullaşma
oranlarını yakalama peşine düşüyor
güya. Hep bununla övünüyor. Ama ne
pahasına! Üçer kişilik sıralara oturtup
yetiştirdiği ya da yeşerttiği 'beşik ute-
ması'nın -öğretim elemanlan dernek-
lerinin kimi zaman yaptıklan uyanlar
bir tarafa, kendi sorunlannı dıle getir-
me cesaretini dahi gösteremeyen, gös-
termeyen sözde bilginlenn- 1980'li ve
1990'îı yıllann kazandırdığı bilimsel-
likle, akademisyenlikle. önlerindeki
eskimiş notlan nakşettiriyor kafanıza.
Anadolu'ya böyle yayıyor bilimi llim
yayma cemiyetlerini aratmayacak nı-
telikte!..
Değerli(!) hocalannız da var elbet-
te. Onlara da dikkat et aziz dostum!
Kimileri çok liberaldir onlann, burun-
larından kıl aldırmazlar: eski solcu-
luklannın ya da Maoculuklannın piş-
manlıklannı yaşayarak toplumsal ey-
lemlere kızarlar. Her seyi bilirler, Ba-
tfdan, önce sosyalistliği ögrenmişler-
dir. ama bireyselliklerinin tadına da
varmışlar sonradan; artık her şeyin
'elit'i ilgilendirir onlann çoğunu; vit-
rinlerde Batı mallannın bulunmasın-
dan memnundurlar. Şeriattan korkar-
lar, ama 1920'li, 1930'lu yıllarda arar-
lar tüm geri kalmışlığımızı.
Laikliğin tüm tadını çıkanrlar, an-
cak 1994'te işletemediğimiz demok-
ratik sistemin hatasını son 70 yıla, da-
ha doğru bir deyişle cumhunyetin ılk
on yılına fatura ederler. Bilimselliği
şeriat paradigmasıyla törpülemeye ça-
lışanlan demokrat sayanlar vardır ara-
iarmda; sivil örgütlenmenin lüks bi-
çimlerine ınanırlar, umutlan ışadam-
lanndadır. Söylenecek daha pek çok
şey, tanıtılacak daha nice *hoca'(!)lar
var. ama onlan da bir başka yazıya bı-
rakalım.
Sonuç: İyi hocalann da var elbette.
Doğrusu onlann ne kadar iyi, yararlı
olabilecekleri üstüne spekülasyon
yapmak istemiyorum Övgüye gerek-
sinimi yok herhalde. üniversitenin so-
rumluluğunu kavrayarak karşına gel-
miş bir öğretim elemanının; karşına
yönetici olarak da çıkabilen bir öğ-
retim üyesinin.
Ben, üniversitede tanık olduklanm
hakkında ipuçlan vefmek istedim;
değerlendirilmesi, eleştirilerimin
benimsenmesi ya da reddı sana
kalıyor.
ARADABIR
Dr. ALPER AKÇAM
Toplumcu Sanatın Ruhuıta
Fatiha mı?
lnsan yapımız, kültürümüz, ilgi alanlarımız 12 Eylül
1980 sonrası görünebilir değişiklikler yaşadı. Insanın top-
luma yabancılaşması, kültüre, sanata yabancılaşmasını,
böylece insanı insan yapan özejliklerin gerilemesini izli-
yoruz. işsizlik, pahalılık, politik çözümsüzlük ve din sö-
mürüsû sokaktaki insanı şaşkınlığa. karamsarlığa itele-
mekte.
Altmış milyonu geçen kalabalığımtzın satın aldığı gün-
lük gazete sayısı iki milyonu buîmuyor. Gazetelerin ço-
ğunluğu da kuponlan için alınan; kanlı, abartmalı, yalan
yanlış haberler uçuran; doyumsuz cinsel duyguian gıdık-
layan, şöyle bir göz gezdirilip atıliverecek cinsten şeyler.
Kitap basım ve satışlan ise son aylardaki kıpırdanmaya
karşın gülünç denecek ölçüde küçük sayılarda dolaşıyor.
Giderek bedensel gereksinimlerini karşılamaktan öte
amacı olmayan ınsanlardan oluşan bir toplum halıne geli-
yoruz. "Dürüstlük" "özveri" gibi kavramlar "enayilik"le eş
tutulur oldu. Batan bankalar, yurtdışına kaçınlan trilyonlar.
en yetkili yerlerden patlak veren vurgun ve yolsuzluk
olaylan...
Bu kanşıklık içinde, topluma kurtancı olarak din bezir-
gânlan çıkıyor ve gün geçtikçe artan sayıda yandaş bulu-
yoriar. Mekkeli Kureyşliler'in göstermelik Müsiümanlığını
anımsatan çıkarcılar bir yandan vatandaşın dine bağlılığı-
nı oya çevirmeye çalışırken bir yandan da ekonomik ve
siyasal seçenek (attematif) olabiliyorlar.
Attmış milyonun bunalımı ne yazık ki aydınlanmızı da
kavramış durumda. Sokaktaki yozlaşmayı (dejenerasyo-
nu) haklı kılacak bir yığın neden sayılabilir belki. Asıl üzü-
cü olan, aklı başında. aydın geçınen, yazar geçınen in-
sanların durumudur. Alıp okuyorsunuz çok beğenilen.
çok sattığı söylenen, ödül kazanmış bir yapıtı. Kapağını
açar açmaz buram buram kişicil bunalım kokusu, soyut.
okura ne verdiği anlaşılamayan karmaşık anlatımlar, ala-
bildiğine duygusallık. Kişicil düşler evrenini de dolaşan,
belli "entel" çevrelerden öteyi görmeyen, göremeyen ba-
kış açılan... Hamamda şarkı söyler gibi bir avuç kamı tok,
sırtı pek bunalimlı insana soyut duygusallıklar satıyoruz.
"Sosyalist Blok"un çöküşüyle birlikte sanat ve edebi-
yatımız yaşadığı toplumla selamı sabahı kesme yolunda.
Insanlar ezilmez, sömürülmez, kandırılmaz oldu; her şey
yerli yennde de bir tek aşk ve düş sorunlarımız kaldi sarv
ki. Çogu yazanmızı ve onlan tartan eleştirmenlerimizi so-
kaktaki, tarladaki, fabrikadaki, aç, işsiz gezenimiz, insanı-
mız ilgilendirmiyor artık. Topluma bilinç, aydınlık taşıya-
bilme, yazdığıyla okuyucuya ışık verebilme kaygısı tarihin
çöp sepetine atılması gereken bir "özlem "dir şimdi. Bir
de yakınırlar arkasından, alıp okumuyortar diye... Adam,
yiyecek ekmek için para bulamıyor be kardeşim, senin
bunalım öyküne, soyut düşler romanına nasıl para ayır-
sın, niye zaman ayırsın? Sen onun yaşamına, sıkıntısına
ilgisizken; senin romantizmin, soyut duygusallığın onu ni-
ye ilgilendirsin?
Sanat ve edebiyat çevremizle halk arasındaki uçurum
giderek büyüyor.
Halkın içinden kopup gelmiş ülkücü (idealist) yazarları-
mızın, örnegin Köy Enstıtüsü çıkışlı aydıplanmızın bu top-
luma kazandırdıklan unutulmamalıdır. Özellikle de yaşa-
dığımız bu günler, geçım sıkıntısı içindeki, çözümsüzlük
ıçindeki insanımızın aydınlanmaya, uyandınlmaya ekmek
kadar, su kadar gereksinimi var. Halk yığınlan, kapağtnı
açınca kendini görebileceği anlatımların özlemi içerisin-
dedir. Toplumdan kopuk, yaşamdan kopuk sanat, belirli
bir aydın çevreye seslenen soyutluklar ve bu dogrultuda
gelişen "moda", ekmek isteyen halkapasta yemeyi öne-
ren kraliçe davranışından farklı değildir.
Bir kıpırdanma gerek artık, bir silkinme, bir diriliş. Aydı-
nımız üzerindeki ölü toprağını atmak zorundadır. Yaşam
sürüyor ve köprülerin altından akan sularla beraber halk
yığınlan siyaset ve din bezirgânlanriın denizıne sürüklenı-
yor.
Zaman çok geç olmadan insanımıza, gerçeğimıze in-
mek zorundayız. Sanat ve edebiyatın yeri entel barlan,
içkili ahbap çavuş meclisleri değil; halkın gönlü, yüregi
olmahdir.
Sırat Köprüsü
Onat Kutlar, sallantıh dar bir köprüden geçti. Sevgiyle örülüydü bu
köprii. Yıkjlmadı. Aşağıdaki derin vadiye yolcusunu bırakmadı.
Onat bir küçük oyun yaptı. Iki tarafı eğimli bu köprünün en yüksek
yerinden gökyüzüne kanatlanıverdi.
ERHAN KARAESMEN
G
öklere uçuşundan üç gün
önceydi. Amerikan Bris-
tol'daki bir duruklamanın
karmaşık izlenimleri içinde
Onat Kutlar için o anda iç-
ten fırlayan agıtımsı birkaç
satır yazmıştım. O loş. donuk hastane kori-
dorlannın; orada bekleşenlerin. telefon yağ-
dıranlann, hicranı içlerinde hapsederek
uzaktan sürekli düşünen Onat dostlannın
gönül ışırmasıyla adeta aydınlanıp ıhndığın-
dan &öz ediyordum. Sonra şunlan söylüyor-
dum.
"._Oysa, beklevişlerin en gergini cerejtın
ediyor, orada. Berbat çağrışımlara, drama-
rik kurgulara yol veren karmaşık düşünce-
kr kol geziyor olabilirdi: 'Bir terör evlemi ki
insanhk dışılığının ötesinde vahim bir top-
lumsal bo) ut taşıyor. Bu. en büyük kentin en
göbeğinde can gü>enliği kalmadığının açık-
ça ilanıdır. O sevimli, değerii Vasenıin'in ya-
nı sıra on kişi daha ölebilirdi. Ne kahpe dün-
ya ve ne sahipsiz memk'ket. Onat'a ne ola-
cak şimdi. Lime lime bir dalak, pan;alanmış
bir omurilik, çalışır çalışmaz böbrekler, her
gün biri patla>an kan pıhtıları. Kalkacak mı
a\ağa? Ne zaman? Bu nasıl bir kritik kırkse-
kizsaat ki geçmek bilmiyor? Felç riski mi; ha-
ni azalmıştı... Bitkisel yaşam mı? Nereden
çıkh. yok. »lanıaz. Devlet yetkilikri, önemli
(!) kişiler uğrayıp gecmiş okun diyor. Ne ka-
dar alaycı bir utanma/lık. Toplum zrvanadan
çıkarken neredey diniz, bey ler.'
Ama ne oluyor. Gerilmiyor insanlar. Din-
ginlik içinde umutia b«kliyortar. Onat'a yö-
nelmiş o yoğun se\gi \ar ya; ferah bir gönül
aviusundaki o içten buluşma var ya. Kaçınıt-
maz bir hiiznii, vakur bir metaneteçe\ irmiş.
Ben Ankara'dan sadece bir günlüğüne eri-
şebildim Amerikan Bristol koridoıianna.
Oradaki herkesle birlikte derinlemesine du-
>'umsadtğun şu oldu: 'Onat Kutlar'a hiçbir
şeycikler olmayacak. Bu denli karıksız bir
sevgiçemberiyle kusatılmış bir adama doğa-
nın bilinen ve bilinmeyen güçleri kötü bir şey
yapabilemez."
Onat, icerilerde bir yerlerde ulaşılamayan
bir yoğun bakım çadırında, aşağıdaki bekle-
yişin mctanetini, karaıiılığın kendiliğinden
oluşuvermiş sevgi \e dayanışma korosunu
duyumsuyordur. Sessiz bir müzik; ama gö-
nöllerdeki nakaratı çok net 'Vermeyeceğiz
seni, arkadaş." Sonra öbür dizeler geliyor:
'Doktor bilinci yennde diyor. Düşünüyorsun
öyleyse. Daha yapacak ne kadar çok işin ol-
duğunu hesaphyorsundur. Duyarlı bilgeli-
ğinden çevrene daha ne lezzetler dagıtman
gerektiğini de kestiriyorsundur. Düşün Onat.
Bunlan düşün. Aşağıdaki sevgi halkasının
anlamlı yogiınluğunu duyumsa. Düşündük-
çedirenmeyede\am ediyorsun, zaten. ,\z da-
ha dayan bedostum. Kritikgünler.saatler bu
kez gerçekten sona eriyor. Sen ki. ozan dos-
tun çok tatlı söyleyişiyle, Gazi Ay ıntap'ü soy -
lu bir yanş atısın. Çok yanş geçirdin. Çok he-
yecan yaşadın, yaşattın. Haydi be Onat, son
düzlüktesin artık. Az kakiı. Haydi, haydi—~
Haydi... Hay... Ay... Ve yukanlardaay ışı-
ğı ile kucaklaştı Onat. Doğanın bilinen bi-
linmeyen güçleri o yogun sevgi çembenni
bile dinlemedi. Yenildi Onat, ilk kez bir ya-
nş kaybettı. Hepyenildik. Derin üzüntümüz
bu yenilgiden eelmiyor sadece. Katillereye-
nildik.
Toplumu, devleti, ülkeyi bu acınaklı hale
getiren haınlere yenildik. Tarihin en sarsak
politik iktidannın, en gariban muhalefetin.
en soytan medyasının. tüketime tapınan du-
yarsız sürülerin oluşturduğu gafıllerordusu-
na yenildik. Bu, çok koyuyor adama.
Onat Kutlar, sallantıh dar bir köprüden
geçti. Sevgiyle örülüydü bu köprii. Yıkıl-
madı. Aşağıdaki derin vadiye yolcusunu bı-
rakmadı. Onat bir küçük oyun yaptı. Iki ta-
rafı eğimli bu köprünün en yüksek. yerinden
gökyüzüne kanatlanıverdi. Oysa, hainler. ay -
mazlar, hokkabazlar, nemanlar, kararlı cahil-
ler. ısrarlı kültür düşmanlan. katiller yirtık
çuvallann içine tıkışmış yuvarlana tekerle-
ne Sırat Köprüsü'ne doğru yaklaşıyorlar. Ya-
lazlı alevlerde kül olmak da var ise bu ge-
çişte, dökülürken kayalara çarpıp felçli kal-
mak da var, bitkisel yaşama girmek de var.
Ayılın bre gafitler. Sırat Köprüsü'ne iyı-
ce yaklaştınız.
07.00-08.30 Sabahın Ilk Işıklan
08.30-09.30 Basmda Haber
09.30-11.00 Sabahın İlk Işıklan-Devarn
11.00-13.00 Güneşli Dakikabr
13.00-15.00 Aiışveriş Sepeti
15.00-18.00 FaxKlab
18.00-20 00 Müzikli Dakikalar
20.00-24.00 istetcler (Sevgi Çağlayanı)
24.00-07.00 Gecenin Sesi
Haber Saatleri: 10.45-11.45-12.45
16.45-18.45-20.45-24.00
Değerii insan, şair, yazar ve kültür adamı
ONAT
KUTLAR'ı
yitirmenin sonsuz acısını yaşıyoruz.
Ailesine, yakınlanna ve tüm sevenlerine
başsağhğı dileriz.
BtRKÎYE AİLESÎ
Romanlannız ve
Ansiklopedileriniz
yerinizden ahmr.
Tel:5540804
Pasaportumu kaybettim.
Hükümsüzdür.
HIZJR Y1LMAZ
SALI
08.00 Sabahın Nağmeleri
11.00 Enstrümantal
11.30 Sevgi Bahçesi
14.00 Gültteste
17.00 Sevdiğiniz Sesler, Sevdiğiniz Şarkılar
18.00 Fasıl
19.00 Unutulmayan Sesler
20.00 SeçmeEserler
23.00 Sevilen Şarkılar *1
PENCERE
İsJamı BJImek
1
Ne Demek?..
Yenibir laf çıktı:
"islamı bilmek!.."
Nedemeko?..
Televizyonlarda, medyada, açık oturumlarda Islam
adına ahkâm kesenler türedi. Bir zamanlar 'Marksolog'
geçinenler vardı, şimdi de, tövbe estağfurullah, 'islamo-
tog'lar mı ortaya çıktı?.. Maşallah bilmedikleri yok, Müs-
Iümanlık bunlardan soruluyor.
•
Eski Ortaköy'de, Bektaşi Babası, kilisenin papazıyla
çok dostmuş. yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Gel za-
man git zaman, papaz hastalanmış, ağırlaşmış, son ne-
fesini verecek!..
Bektaşiye haber iletmişler, Baba Erenler kalkmış, pa-
pazın evine varmış...
Papaz, Baba Erenleri karşısında görünce konuşmaya
çabalamış, dudakları kıpırdıyor; ama, Bektaşi hemen
eliyle adamcağızın ağzını kapatmış...
Çevredekiler:
- Baba Erenler ne yapıyorsun?..
Bektaşi:
- Sen 5u herge/eyı kırk yıldır tanırım, şimdi bir kelime-i
şahadet getirir. doğru cennete gider; biz bu yolda yaya
kalırız...
Öykü, Müslümanlığın nasıl bir din olduğunu da vurgu-
luyor. Islam tümüyle bir vicdan işi!.. Kelime-i şahadet
getirdin mi Müslümansın, bu iş için Hıristiyanlıktaki gibi
kilisenin turnikesinden geçmeye gerek yok...
Bir inanç sorunu Müslümanlık!..
•
Peki, inancı nasıl ölçeceksin?.. Metreyle mi, okkayla
mı, kiloylamı?..
Bu işin arşını endazesi yok!..
İnanç ölçülemez.
Hiç kimsenin vicdanına iskandil sarkıtamazsın, Allah
ile kul arasındaki ilişkinin ruhsal okyanusunda kim yel-
ken açabilir?.. Kilise papazı gibi, hücrede, Müslümanın
benliğindeki günahları çıkartmaya mı kalkışacaksın?..
Kim daha iyi Müslüman?.. Nereden bileceksin?.. Allah
tarafından sana bir yetki mi verilmiş ki kulu sorgudan
sualden geçireceksin?.. Sen islamı ne kadar biliyorsun
ki karşındakinden hesap soracaksın?..
Hem bilmek ayrı şey..
İnanç ayn..
Kim islam konusunda bir şeyler bildiğini sanarak şişi-
niyorsa, bilin ki cahildir.
1400 yıllık bir tarih sürecinde yayılıp gelişmiş islami-
yeti, bilimsel yaklaşımla değerlendirmek gerekiyorsa,
bir kimse ancak bu işin bir dalında uzmanlaşabilir. tslam
hukuku başlıbaşınabirderya!.. Aşılmışdaolsa, bu huku-
kun her bir dalında yetkiyle konuşabilmek kolay mı?..
Yüzlerce yıldan beri medreselerde tartışılıp duran nice
soruna, bin bir çözüm önerilmiştir. Kara kaplı kitaplar-
daki karınca dualarının içinden çıkmak olanaksızdır. Din
ve hukuk konularında verilen fetvaların ise haddi hesabı
yoktur. Bu fetvaların birbirleriyle çelişkileri açılmaz bir
kördüğüm oluşturur; üstelik islamda fetvanın da bağla-
yıcı niteliği varsayılamaz.
Kim İslamı bilebilir?..
Bir kul Müslümanlıkta nedir ki, oturup öteki kullara ah-
kâm kesecek?..
'Ruhban' sözcüğü rahibin çoğuludur; Osmanlı'da yok-'
tu; ama, CumhuriyetTürkiyesi'nde bir ruhban sınıfı olu-
şuyor; bunlar islamı tekellerine alıp politikaya alet ede-
rek siyasal iktidara tırmanmaya çalışıyortar, koltuk hır-
sıyla sağa sola İslamiyet adına babalanıyorlar...
Yok böyle şey...
Ütkemizde İslamı siyasete bulaştırtp kendi çıkarları
için kullananlar mı Müslüman?.. Yoksa İslamı bir vicdan
işi sayıp alçakgönülle özümseyen mi Müslüman?..
İsjamın temsilcisi kılığına bürünerek seçmenlerin kar-
şısında Müslümanlık taslayan kişi, din adına sahtecilik
yapan çıkarcıdan başkası olamaz.
BAŞSAGLIGI
Türk sinema dünyasının sayılı
eleştirmenlerinden, Antalya Altın Portakal
Film Festivali'nin her dönemde fahri
danışmanı, birçok kültürel,sanatsal
etkinliklerin fikir babası. yeri
doldurulamaz
yazar, şair, sinema adamı
ONAT
KTJTLAR'ıkahrolası teröre kurban verdik.
Acımız sonsuzdur.
Türk toplumunun başı sağolsun.
ANTALYA ALTIN PORTAKAL KÜLTÜR
VE SANAT VAKFI VE FESTtVAL
\TRÜTME KURULU BAŞKANLIĞI
İLAN
T.C.
BÜNYAN KADASTRO
MAHKEMESİ'NDEN
DosyaNo: 1992/1290
Davacı Hazine vekili Av. Betül Özkan tarafından davab Mah-
mut Polat. Haa ve Ahınet Polat mirasçılan aleyhine mahkememize
açılan kadastro tespitine itiraz davasırun yapdan duruşmasının veri-
len ara karan gereğince:
Davalı mirasçılanndan Emine Ali, Cmmehan İsa, Nesibe, Meh-
met Emine, Nergül, Yahya, Emsal, Fatma, Ayşe Mahmut, Fedakar,
Ahmet ve Ayşe Polat tüm aramalara rağmen tebligata yarar açık ad-
resleri tespit edilemediğinden adı geçenlere dava dilekçesi ve duruşma
günü tebliğ edilememiştir.
Mahkememizde yargılaması devam eden Samağıreköyü Uzungü-
ney me\ kiinde 117 ada, 2 parsel saynlı taşınmaza ilişkin ibraz etmek
istedikleri belgeleri. duruşmanın bırakıldığı 29 3,1995 günü mahke-
memize ibraz etmesi ya da kendilerini bir vekille temsil ettirmesi, aksi
halde davanın yokluklannda devam edeceğj ve karar verileceği husu-
su, dava dilekçesi yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur.
Basm: 1884
Haber Saatleri: 11.00-12.00-13.00-17.00-18.00-19.00-21.00
Bizim musiKimiz.
SATILIKMA2DA
Sahibinden 323 Sedan, 1993 model, koyu gri, metalik
boya, full aksesuar, orijinal klimalı.
34.500 kilometrede, çoktemiz.
Tel: (0216)-35717 20-369 24 06