05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 1995 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Demokrasüerde çare tükenmiyor E\tN tLYASOĞLU Evet, "Demokrasilerde çare tüken- mez" sözü, bu hafta Istanbul'da bir kez dahakanıtlanmışoldu. Emlakbank, 69. kuruluş yildönümünü son yıllarda gele- nekselleşen konserli davetlerle kutladı. Istanbul Belediyesi, kendisine bağlı sa- lonlarda davet sahibinin ikram şekline müdahale ettiğinden böylesi iki daveti Cemal Reşit Re>'den kaçıranlar (bir ge- cede salon kirası 200 milyon artı KDV olduğuna göre) 500 milyonu bir çırpı- da gözden çıkarabildiler. Bu durumda ilti önemli şey gözden kaçmakta: Birin- cısi.Cemal Reşit Rey Salonu'nubutür sosyal-kültürel etkinliklerden anndıra- rak kamu hizmeti engellenirken, kamu geliri de kişisel düşüncelerle azaltıh- yor. tkincisi ise talep edilen bu kirayı ancak böylesi kuruluşlar sosyal-kültü- rel kutlamalan çerçevesindeödeyebilir. Emlakbank, kutlamasım uygarca ya- pacağı bir mekân olarak Hilton'un Convention Center'ını seçmişti. tlkge- cesinde Bilkent Orkestrası'nın konse- ri. ıkincı gece Istanbul Devlet Opera ve Balesi'nin düzenlediği Puccini ge- cesi yaşandı. Hilton'un bu salonunda iyi müzik dinlemek için akustik koşul- lar uygun değil. Kimsenin de iddiası yok bu konuda, ne de olsa konser salonu olarak inşa edilmemiş bir mekân! Yerleştirilen mikrofonlarla tüm çalgı gruplannın sa- lonun her köşesinden duyulmasına uğ- raşılmış. Önce mikrofondan gelen ses- lerin yüksekliği. sahneden gelen sesler- le kanştı. sonra biraz mikrofonlar kısi- lınca sesler dengelendi. Bugün bu sa- londaki koşullar, yann bir başkasında- ki koşullardenenecek. Doğal ki Cemal Reşit Rey Konser SatonıTndaki özel likle klasik müzik için bezenmiş. özc nilmiş koşullan hiçbiryerde bulmamı za olanak yok. Burada artik sorun iyi konser dinle- mek. güzel müzik duymak, nıtelikli or- kestralanmızı ve solistlerimizi değer- lendirmekten çok daha başka boyutlara ulaşmakta. Ne mutlu ki Emlakbank gi- bi bankalar ve bazı özel sektör kuruluş- lan, yıldönümü kutlamalannda başka türgösterilere değil de sanatsal etkinlik- lere rağbet ediyorlar. Belki de bugüne dek hiç böylesi bir orkestrayı dinleme- miş kişiler. önlerine gelen bu fırsatla müzik dünyasında yeni tatlar keşfede- ceklerdir. Kültürbirbirikimdir. Kültüre hizmet için kurulmuş tesisler de bu birikime zemin oluştururlar. Devletin çeşitli ka- demelerinde görev yapan kişilerin, ge- lip geçici belediye yöneticilerinin adla- n, ancak kültüre olumlu katkıda bulun- duklannda yanna kalır. Vergi veren hal- ka ait bir kültür tesisi boş bırakılıp kişi- sel görüşler uğruna zarar ettirilirse bu karan verenler yalnız maddi değil. kül- türel gelışmenin manevi sorumluluğu- nu da üstlenmiş olurlar. Gürer Aykai'ın yönetiminde bir baş- ka coşkuyla çalan Bilkent l luslararası Akademik Senfoni Orkestrası, son da- kikada Kızılordu Korosu'nun yerine çağnldı. Yine Emlakbank'ı kutlamak gerek. Cemal Reşit Salonu yerine bir başka sa- lon bulabildiği gibi, Kızılordu Korosu yerine de konuklanna hemen nitelikli iki program sunabilmişti. llk gece Bil- kentlilerin baştan sona "encore" parça- lanndan örülü programında orkestra, popüler yapıtlan parlak olduğunca ni- çağın izledigi kadar çağlann derinliği- ne inebilen zengin birikimi ve ardında bıraktığı 75 'ten fazla bestesiyle 20. yüz- yıl Türkiyesi, Saygun'u 21. yüzyılın uluslararası sanatına bir armağan olarak sunacak. Kendi özünü evTensel olanla kaynaştırabilen bestecimiz, "kökünden kopanlmadan yenileşme'Vi ilke edin- miş; iliğinde-kemiğinde Atatürkçülüğü duymuş, Atatûrk'ün devrimlerini bir toplumbilimci tirizliği ile değerlendir- mişti. Şu sıralarda tamamlanmak üzere olan Bilkent kampusundaki Saygun müze- olan babası Mehmet CeUl Bey, N'eiat Eczactbaşı'nın babasıyla birhkte Iz- mir'de Milli Kütüphane'nin kurucula- nndanmış. 7 Eylül 1907'de lzmir'de do- ğan Saygun, ilkokul yıllannda İsmail Zûhtü Bey ile müzik çalışmaya başlar. Koro üyesi olarak ut ve mandolin çala- rak başladığı müzik yaşamını 13 yaşın- da Rosati'den piyano dersleri alarak di- sipline yerleştırir. Okulun piyanosun- daki ciddi çalışmalan, Fransi2 bir mat- mazelden öğrendiği Fransızcayı kendi kendine ilerletmesi, dedesi ve babasının Islam dini üstüne yaptıklan inceleme- Ahmet Adnan Saygun, 6 Ocak 1991'de aramızdan aynlmıştı. Olümünün dördüncü yıldönümünde îstanbul Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenen anma töreninde Gülsin Onay, Erol Uras ve Metin Ülkü gibi sanatçılar onun yapıtlannı seslendirdiler. Dün akşam (10 ocak) Bilkent Üniversitesi'nin yeni konser salonu da Saygun'un yapıtlanndan oluşan bir programla açıldı telikli ve dengelı çalmanın hünerini ka- nıtladı. Suppe'nin Hafıf Süvari Uvertü- rü, bis olarak tekrarlandığında. müzik artık "Hafif Süvarinin güçlü zaferine" dönüşmüştü. Saygun'u anmak Ahmet Adnan Saygun, 6 Ocak 1991'de aramızdan aynlmıştı. Ölümü- nün dördüncü yıldönümünde Îstanbul Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenle- nen anma töreninde Gülsin Onay, Erol Urasve Metin Ülkü gibi sanatçılar onun yapıtlannı seslendirdiler. Dün akşam (10 ocak) Bilkent Üniversitesi'nin yeni konser salonu da Saygun'un yapıtlann- dan oluşan bir programla açıldı. Gürer Aykal yönetimindeki Bilkent Akade- mik Senfoni Orkestrası onun orkestra için çeşitlemelerini, Dördüncü Senfoni- sini ve Gülsin Onay solistliğinde Birin- ci Piyano Konçertosu'nu seslendirdi. Bir besteci kadar bir düşünce adamı, si'nde bestecinin elyazması notalannın yanı sıra arşivindeki felsefe etnomüzi- koloji, etnoloji, antropoloji, tarih, sos- yoloji, masallar, töreler üstüne kitapla- nyla çeşitli ülkelerin kültürel özellikle- rine ve geleneklerine ait yayınlar yer alıyor. Aynca dünyanın ünlü sanatçıla- nyla mektuplaşmalan ve fotoğraflan da bu arşivde yer alıyor. Saygun ve Nâzım Hikmet'in Bakü'de çekilmiş resimleri. Bela Bartok ile tarihi yazışmalan. bir- çok Balkan ülkesinden ve Rusya'dan et- nomüzikolog ile yazışmalan, Yunus Emre'nin New York'taki ilk seslendiri- sini yapan Stokowski ve MkhaelTippet gibi çağımızın müzik adamlanyla mek- tuplan var. Aynca kongre tebliğleri ve birçok taslak da belgeler arasında. Say- gun'un arşivi düzenlenip halka açıldığı zaman yalnız Türk müzisyenlerinin de- ğil. tüm dünya müzikbilimcilerinin kay- nağını zenginleştirmış olacak. Saygun'un bir matematik öğretmeni lere ilgi göstermesı. 13 ja^ında bir ço- cuğun inanılmaz iç disiplinini sergiler 1922'de, 15 yaşında liseyi bitirdiğinde Macar Tevfik Bey'in piyano öğrencisi olmuş ve ilk kompozisyon denemeleri- ne başlamıştır. tstanbul'dan getirttiği teknik bir müzik kitabını Türkçeye çe- virterek kendi kendine müzik teorisi öğ- renmeye koyulması da Saygun'un mü- ziğe tutkusunu ve bu yolda ciddi adım- larla yürüyeceğini kanıtlar. GiUper Refiğ, "A. Adnan Saygun ve Geçmisten Geieceğe Türk Musikisi" ad- lı kitabında (Kültür Bakanlığı Yayınla- n/1337, 1991) Saygun'un ilk gençliği- ni şöyle anlatıyor: "1923 yıünda baba- sının ısrarlan karşısında postanede gişe memuıiuğu ile işe başlar. Bunu su şirke- tinde memurluk. baharatçı dükkânında şise doldurmak gibi işler takip eder. Bir- kaç yıl içinde 15-20 iş dene>ip aynklık- tan sonra babası Celal Be>. oğlunun gü- venli bir meslek sahibi olması için ısrar- dan vazgeçer. Saygun'a arzusu üstüne nota ve kitap satan bir dükkân açüır. Nota almak isteyenlere çalmak da ge- rek, gerekçesh le piyanosu da dükkâna taşuıır» Dükkân 1924'te açtlışından bir yıl sonra iflas ederek kapanır. Saygun Milli Kütüphane'de memurluğa başlar. Aynı zamanda ilkokul öğretmenliği de yapmaktadır." 1926'da Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'nin sınavını kazanarak Jzmir Lisesi'ne müzik öğretmeni olarak ata- nır. 1928'de Atatürk'ün direktifi ile Av- nıpa'ya gidecek öğrenciler için açılan birsınavı başararak Paris'e gider. Scho- la Cantorum'da 19. yüzyılı 20. yüzyıla bağlayan bir bestecinin Vincent Dindy'nin öğrencisi olması belki de Saygun'un eğitim yasamındaki en bü- yük şansıdır. 1931 'de yurda döndükten sonra Türk halk müziği dalında aynntı- lı araştırmalar yapmaya başlar. Saygun'u uluslararası üne kavuşan ilk önemli yapıt, Yunus Emre Orator- yosu'dur(1946). Halkevlen müfettişli- ği yıllannda bestelenmiş ve ilk seslen- dirisi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Or- kestrası tarafından yapılmış. Bir yıl son- ra Paris Radyosu'nda ve Paris'in ünlü Pleyel salonunda Fransızca olarak icra edilmiş. 1958'de Leopold Stokowski yönetiminde Symphony of the Air Or- kestrası tarafından Ingilizce olarak New York'ta seslendirilmiş. Saygun, kendi deyişiyle bu oratoryoda "Geleneğimize ait unsurtan (makamlar ve ilahiler gibi) geienegimizin dışında kalan bir çokses- Klik*' ile bağdaştırmıştır. Saygun bu anlatımla çoksesliliği bir teknik, bir sistem olarak ele almak. öz olarak Türk ruhu ile kaynaştırmak ge- reğini kanıtlar. Böylece Atatürk'ün "Garp musikiciligi'' sözünün de bazı çevreler tarafından "Garp müzikçiliği" olarak yozlaştınldığından yakınır. Mu- sikicilik, Batı'da bin yıldır işlenegelmiş çokseslilik tekniğini öğrenmektir. Mü- zikçilik ise doğrudan taklit demektir. Saygun, Atatürk ve Musiki (Sevda Ce- nap, And Müzik Vakfı Yaytnlan, 1981) başlıkh kitabında gelenek ve yenilik ko- nulanna değinirken şunlan düşlemekte- dir "Yeni yetişen okul gençligine çokses- lilik temeline da\anan çağdaş anlayısta bir musiki eğitiıni vermek, bir >3iidan geleneğe körü körüne sapianıp kalma- >an, yeni ve çağdaş Türk musiki sanatı yaratabilecek bir gençligin yetişmesini saglamak \e nihayetbilinçsiz bir gelenek düşkünlüğü yüzünden yeni atılımlan köstekleyebilecek egitimlere bir son ver- mek." Saygun, 1930'dan ölüm döşeği- ne kadar eşit aralıklarla, şaşmaz bir di- siplin içinde eser üretmiştir. Kararlı, bilinçli, tutkulu, disiplinli, kendi kendini yetiştirmenin güveni için- de, onurlu ve başı dik bir yaşam geçir- miş Ahmet Adnan Saygun. Dansı nice devlet adamımızın, nice sanatçımızm başına. Tannsever'den CSO eşliğinde iki konser Kültür Servisi - Piyanist Be- nal Tannsever. Cumhurbaşkan- lığı Senfoni Orkestrası ile Anka- ra'da iki konser verecek. Üstün sahne performansı ve piyano yo- rumlanyla Avrupa ve ABD'dekı müzik çevrelerinde övgü alan ve uluslararası ödüller kazanan sa- natçı. cuma günü saat 20.00'de ve cumartesi 11.00'de CSO eşli- ğinde. Fransız besteci Francis ftıulenc'in piyano konçertosunu ülkemızde ilk kez seslendırecek. Tannsever'ın CSO'nun Anka- ra'dakı Konser Salonu'nda Nürnberg Senfoni Orkestrası Genel Müzik Direktörü Şef Giinter Einhaus yönetiminde v ereceğı konser. TRT tarafından canlı olarak yayımlanacak. Müzık eğitimine Ferdi Statzer ile îstanbul Konservatuvan'nda başlayan Benal Tannsever, New York'ta Juillıard Müzik Oku- lu'ndaJoseph RaiefTle çahşarak 'bachetor' ve 'master of music' derecelen aldı. Eğıtimini Ber- lin'de Hochschule der Kunsle der Kunste'de Prof. Georg Sav-a'yla sürdürerek 'virtüözlükunvaııı'nı kazandı. Tannsever. Berlin Senato- su'nun da\etlısı olarak Berlin Festivalı'ne, ABD'deki Azelea Festivalf ne ve Îstanbul Festiva- lı'ne katıldı. Orkestra solısti ola- rak Sibellius Orkestrası, Berlin Filarmonı Kuartet, New York Senfoni Orkestrası'yla, Îstanbul, Ankara, tzmır senfoni orkestra- lan. Ankara Yaylı Ca 'gılar Kuar- tet'ı eşliğinde konserler, Berlin, Hamburg, Stuttgart. Münih, Pa- ris. New York. Washington, Det- roit. Chıcago. Los Angeles ve Kopenhag'da resitaller verdı. Cem Mansur'u çok özleıııişiz..• ÜNER BtRKAN Genç kuşak orkestra yönet- menlerimiz arasında hatm sayı- lır bir yeri olan Cem Mansur'u (doğ. 1957) 1986Nisanı'ndanbu yana, demek yaklaşık dokuz yıl- dır dinlememiştim. Oysa, 1980 ile 1986 yıllan arasında 11 kon- ser yönetmiş genç yönetmen tz- mir'de; kimi yıllar üç konser yö- nettiği bileolmuş. Nedirbu unu- tulmanın, ihmalin nedeni dersi- niz? Mansur'un 1986 yılından sonra, çalışmalannı yurtdışında yoğunlaştırması olabilir mi? Mü- zik eğitimini Londra'da tamam- layan bu yönetmenimiz, gerçek- ten, öteden beri lngiltere'de otu- ruyor. Arada, 1981 -89 döneminde Îs- tanbul Devlet Operası'nda 're»- mi' görevde bulunmuş, sonra ay- nlmış o görevden; Oxford Şehir Orkestrası'nın birinci yönetme- ni olmuş, bu orkestrayla konser turneleri gerçekleştirmiş. Bir Rusya turnesi sırasında tanıdığı, son zamanlann en gözde, çalış- kan yönetmenlerinden Valeri Gergiev'in çağnsı üzerine, 1993'te St. Petersburg'un saygın opera topluluğu Kirov'da, Luda, Ü Trmatore, Sihirli Flüt, Mada- me Butterfly operalannı yönet- miş, bu temsillerde Galina Gor- çakova, Olga Borodina gibi sayı- U ses sanatçılan ile çalışma ola- nağını bulmuş. Bu mevsim de gi- decek Kirov'a. Mansur, Royal Albert Hall, Barbican Hall ve St. John's Smith Square gibi önem- li salonlarda konserler yönetiyor. Önümüzdeki 25 ocak günü Oxford'da, genç yaşta ölen çellist Cem Mansur Jacquelinedu Pre'nin anısma dü- zenlenen konserde, Ralph Vaug- nanVVlffiamsMn 'BirOxford AgH tı' adlı eserini yönetecek. Bu eserde, sinema dünyasının son yıllardaki gözde oyunculanndan Jeremy Irons,'Sunucu/narrator' olarak görev alacak. Cem Mansur'a, dokuz yıldır birlikte olmadığı Izmir DSO'yu geçen bu süre içinde gelişmiş bu- lup bulmadığını sordum. Yaıutı olumlu; Izmir'in, bu yıl 20 yaşı- nı doldurmakta olan 'delikan- h'orkestrasını bu arada ustalaş- mış, yönetmenin istediklerini ko- layca yerine getirecek kıvama Çimen Bergamaschi gelmiş, en önemlisi de. genç üye- lerin katılmasıyla, gençleşip ta- zelenmiş bulduğunu söylüyor. Orkestranın, başta entonasyon olmak üzere, belli başlı teknik sorunlannı, kendisine sahip çı- kacak bir temelli yetiştirici eliy- le çözümleyebileceği, böylece, elinde bulundurduğu potansiye- li değerlendirerek çok daha iyi şeyler ortaya çıkarabileceği gö- rüşünde. Yalnız, benim gibi o da, orkestranın Izmir dışına yansı- yan tek sesi olan TRT 3 radyosu- nun yayınlanndaki kalite bozuk- luğundan yakınıyor; orkestra üzerinde çok yanlış izlenimlerin birikmesine yol açmakta olan bu yayınlann teknik düzeyinin yük- seltilmesini, olmazsa tümüyle kaldmlmasını ıstiyor. 7 ocak cumartesi günü dinle- diğim konserde genç yönetmen Mansur, Edvard Grieg'in Peer Gynt sahne müziğinden birinci süiti ve Jan SibeHus'ün Op. 82 Mi bemol majör Beşinci Senfo- nisi'niyönetti. Peer Gynt'teözel- likle yaylı çalgılar grubunu çok tutarlı, düzgün bulduğumu be- lirtmeliyim. SibeHus'ün, 1915- 19 tarihlerini taşıyan senfonisini orkestra bundan yedi yıl önce de (Kasım 1987) seslendirmişti. Notlanma başvurduğumda anla- dığıma göre, senfoninin canlı, yaşam dolu, iyimser atmosferine o ilk çalışta da (usta yönetmen Strugala'nın yol göstericiliğiyle) yatkın olduklannı göstermişler Izmir DSO üyeleri. Böylece, Mansur'un pekiştir- mesiyle, belleklerini tazelemiş, orkestralama, renk ve gruplar arası denge açısından önemli bir denektaşı sayılması gereken bu senfoniyi dağarcıklanna daha bir yerleştirmiş oluyorlar. Konserin, biri sanşın, öteki es- mer, aynı boyda, aynı giyimde iki sevimli solisti vardı: Viyola- cı Çimen Bergamaschi ile klari- netçi Ayşegül Klrmanoğlu. Sım- sıcak, tertemiz bir tonlama; vur- gulamalan, entonasyonu, nüans dengesi kusursuz bir yorumla, Max Bruch'un şirin. melodik bir eserini, Op. 88 tkili Konçerto- su'nu seslendirdiler. Bana söy- lediklerine göre, aralanna piya- nist Hüseyin Sennet'i de alarak, bu bestecinin Op. 83 üçlülerini (sekiz adet) seslendirmeyi düşü- nüyorlar yakında. Kutluyor, ba- şanlanmn sürmesini diliyorum. Konserin öteki solistine ve seslendirdiği esere gelince: Kıb- nslı obuacı Oskay Hoca, ağabe- yi, Izmir DOB 'de görev yaprnak- ta olan AH Hoca'nın Obua Kon- çertosu'nu güzel. düzgün bir ton- lamayla sundu. Barok dönemi- nin yazı biçimini ulusal temala- ra uygulamayı denemiş besteci; ilginç, ustaca örülmüş. ama önemli sayılmayacak bir çalış- ma. Ali Hoca'nın günümüzden sesler geriren eserlerini de din- lemek isterim. 'Steve Lacy Quartet' cumartesi akşamı CRR'de Stcve Lacv Kültür Servisi-Pozitıf ve Cemal Re- şit Rey Konser Salonu'nun ortak giri- şimiyle düzenlenen caz konserleri se- risinin üçüncüsünde tstanbullu cazse- verler 'Steve Lacy Ojuartet'i dinleme olanağı bulacak. 1950'lerin sonlannda John Coltra- ne'in soprano saksofon çalmaya baş- lamasında en büyük etken olan Steve Lacy, Sklney Bechet'den sonra unu- tulmaya başlanan bu enstrümanı, üs- tün tekniği ve yumuşak stili ile yeni- den gündeme getirerek caza kazan- dırdı. Kimi eleştirmenlere göre sopra- no saksofonda Sklney Bechet'den son- ra çıkan en büyük isim olarak kabul edilen Lacy 'nin tonal esnekliği kendi- sini caz tarihinin en büyük isimleri arasına yerleştiriyor. 1956 yıhnda free-jazz'ın ve caz tarihinin en çok iz bırakan birkaç piyanistinden biri olan CecflTaylor'ın topluluğuna katılması, Lacy'nin kariyerinin dönüm noktala- nndan biri. 1992 yıhnda aldığı Mac ArthurÖdülü'yle saksofondaki virtü- özlüğünün yanı sıra bestecilikteki ye- teneğini de kanıtlayan Lacy'yi derin- den etkileyen müzisyen ise bebop pi- yanisti Thelonious Monk 1950'lerde Manhattan'da 'Dixi- eland Revtval' topluluğunda çalmaya başlayan Lacy, daha sonra altı yıl bo- yunca Cecil Taylor'ın avant-garde topluluğunda çalarak Monk'la çalıştı. Daha sonra New York'tan aynlarak Avrupa'ya giden Lacy, 1972 yıhnda Parisli arkadaşlan Irene Aebi, Bobby Fewve Steve Potts'la düşlerindeki top- luluğu kurdu. Bir altılı olan bu toplu- luğun diğer üyelerinden Kent Car- ter'ınyerini 1981 yıhnda Jean-Jacqu- es Avenel, Oliver Johnson'ın yerini ise 1990 yıhnda John Betsch aldı. Grup, Lacy'nin calışmalannın çekirdeğini oluşturdu. Avrupa'da geçirdiği yirmi yıl süre- since tek başına da konserler veren Lacy, aynı zamanda verimli bir beste- ci olup çıktı. Kırkına varmadan do- ğaçlama müzik yapan bir saksofoncu ve Monk, Taylor, GU Evans, Duke El- lington ve BiİK Stravhorn yorumcusu olarak tanınıyordu. Kendi müziğini yazmadan önce müziğin ne olduğunu bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Sta- vinsky, WBbem, Prokofiev, Ellington, Charlie Parker ve özellikle de Monk'un müziğini inceledi. Besteci olarak ise cazı şiirle birleş- tirme kavramına yeniden hayat verdi. Bu çabasında tsviçre doğumlu bir şar- kıcı olan, aynı zamanda topluluğunda keman ve viyolonsel de çalan arkada- şı Irene Aebi de katılmıştı. Lacy 6O'lı yıllann sonunda Ae- bi'yle birlikte Roma'ya gitti. Orada iki yıl boyunca amatör topluluklarda çaldılar. Sonra, iyi müzisyenlerle kar- şılaşacaklannı umduklan Paris'e geç- tiler. Lacy diğer sanat dallannın gelişi- miyle de yakından ilgilendiğinden, Paris'te bir Amerikalı olarak dene- yimleri, diğer Amerikalı caz sanatçı- lanndan çok romancı ve ressamlann deneyimleriylebağdaştınlabilir. 1989 yıhnda, dönemin Kültür Bakanı Jack Lang, Lacy'den Fransız Devrimi'nin 200. yıldönümü nedeniyle bir ilahi bestelemesini istemişti. DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Tle Oldu Size? Nerdesiniz?' 1983'te yazdığı bir yazıda şöyle diyor Onat Kutlar "Bir bilim adamını, birsanatçıyı, birgerçek aydını ne ka- darzor yetiştirdiğimizi düşünüyorum da olup bitenlere bir tûrlü akıl erdiremiyonım. Bilim ve sanat ağacının dallan- nın, hangi özgür kaynaklardan gelen sularia beslendiğini düşünüyonjm da, bu ağacı karanlıkta bırakarak, en sağ- lam dallannı budayarak, çevresinde aşılmaz birbeton du- var örerek ne yapmaya çalıştığımızı anlayamıyonım. Ül- kemizin bir Iran olmadığını biliyorum. Geçmişin karanlık- lanna dönmeye kimsenin niyeti olamaz ülkemizde.' (Ye- ter ki Kararmasın, s. 30) Türkiye'yi geçmişin karanlıklanna döndürmek isteyen terörcülerin sanatçılara saldırmalannı yadırgamıyorum. Bü- tün korkutmalara, yıldırmalara karşın, toplumun en çok dl- renen, boyun eğmeyen kişileri sanatçılar arasından çıkar. Gerçi onlarda insan, onlar da korkutulup, sindirilip içle- rine kapanmaya zorlanabılir, ama hiç beklenmedik bir sı- rada, hiç beklenmedik bir yerden bir ses yükselir: Bir şiir, bir öykü, bir şarkı, bir oyun, bir resim, bir yontu, bir fotoğ- raf, bir film... "Derken karanfil elden ele." Onca baskı, onca yasa bir anda aşılıverir. Yalnız geçmişin karanlıklanna dönmek isteyenler değil, güne çakılıp kalmak isteyenler de elbette sanatçılara düş- man olacak, onları kesmek, yakmak, bombalamak, öldür- mek, yok etmek isteyeceklerdir. Bu da çok doğal, çünkü sanatçı yetinmeyen, hep daha iyisini, daha güzelini, ülküsel olanı arayan insandır. İçinde yaşadığı duruk bir toplumla uyum içinde olması beklene- mez. Demek ki yüzü geieceğe dönük olmayan her düşünce için sanatçı baş düşman... Ne var ki sanatçılan kesmek, yakmak, bombalamak, öl- dürmekle sanatlar yok edilemez. Bir sanatçı yok edildiği zaman yerini hemen başka bir sanatçı alır, çünkü sanatsız bir toplum düşünülemez, çünkü toplumun yaşam damar- lannın yalnızca "biri" değil, en güçlüsü sanattır... Aynca bir sanatçı öldürülünce, onu bulunduğu yere ge- tiren yapıtlan yok edilmiş olmaz, ancak gelecekte ortaya koyacağı yaprtlan yok edilmiş olur, gelecekteki savaşımı, etkinliği önlenmiş olur. Ne var ki boşalan yerini, toplum için gerekliyse mutlaka başkalan dolduracaktır. Şairler öldürülebilir, ama şiir öldürülemez... 1950'lerin ikinci yansını, Onat Kutlar'ın öykü yazdığı gün- leri anımsıyorum: 1959'da yayımladığı Ishak adlı kitabıyla 1960 TDK öykü Ödülü'nü almıştı. Çok değişik öykülerdi bunlar. Sait Faik'in 1954'te ya- yımladığı Alemdağı'nda Var Bir Yılan adlı yaprtıyla başla- yan gerçekçiliğin alanını genişletme çabasının, bir Anado- lu kentinin görünümleri, havası, duyarlığı çerçevesinde sürdürülüşü denebilir... Yirmi yaşlarındayken yazdığı bu öykülere Türkiye'nin en değerli ödüllerinden birinin verilmesi bile yetmemişti Onat Kutlar'a. Yıllarca öykü yayımlamadi, kitabının ikinci bası- mını yapmak isteyenlere de izin vermedi. On yedi yıl son- ra kentlisi Ülkü Tamer'e pes ettiğinde de, yeni basımın ba- şına eklediği önsözde şöyle demek gereğini duydu: "Razı olmazdım, ama beğenmediğimden değil. Şimdi Ishak gibi yazmıyorum. llk gençlik yıllannın hatalannı çok iyi görüyorum. (...) Ishak, şimdilerde yazdıklanmdan son- ra yayımlansın isterdim." (Ishak, 2. basım, s.11) Onat Kutlar'a öykü yayımlamadığı günlerde sürekli bas- kı yapanlardan biri de bendim. Ne zaman görsem öykü ya- zıp yazmadığını sorardım. De Yayınevi yıllannda Ishak'ın ikinci basımı için de onu epeyce zoriamıştım. Yeni bir öy- kü kitabı vereceğini söyleyerek atlatırdı. Bazı bölümlerini gördüğüm uzun bir öykü üzerinde çaltşıyordu. Sonra sa- nırım o öyküyü senaryoya çevirdi. Sinema sanatına gereğinden fazla önem veriyordu. Bu önem verişin altında yatan kaygı şu sözlerinden çı- kanlabilir: "Kimin için yazıyorduk? Sait'in dediği gibi bir sınıfın en arka sıralanndan birinde gizlice şiirler okuyan öğrenci için mi? Artık o öğrenciler Marighella ve Lenin okuyortardı. Işçilerse neden kitap alsınlarl.. Okurla ortak bir dilimiz ner- deyse yoktu. Kavgasına katıldığımız insanlara ulaşamı- yorduk. Ne yapmalı?" (Ishak, 2. basım, s.9) O kuşaktan birçok yazıncı bu sorunun yanıtını ararken sinema sanatına yöneldi. Öykücü Onat Kutlar'la sanat tarihçisi Sezer Tansuğ'un, ellerinde kamera, Altınyurt Kulübü'nde amatör oyuncular- la sinema sanatının gizlerini çözmeye çalışmaları bugün gibi gözümün önündedir... Onat Kuttar daha sonra uzun yıllar senaryo yazan, eleş- tirmen, özellikle de yönetici olarak sinemaya büyük emek verdi. Bu arada yazından bütünüyle uzaklaşmadı. Şiir yazdı, deneme yazdı, denemede öyküye çok yaklaştı, ama yaz- dıklarına nedense "öykü" demedi. 1981'de Peralı Bir Aşk İçin Divan adıyla birinci basımı yapılan şiirieri, 1986'da bir o kadar şiir daha eklenerek Unutulmuş Kent adıyla ikinci kez yayımlandı. Yeter ki Kararmasın (1984), Bahar Isyancıdır (1986) ad- lı deneme krtaplannın ikincisine ise hiç çekinmeden "öy- frü" de diyebilirdi. Bu kitaplan okumadınızsa, mutlaka bulup okumalısınız, günümüzde benzeri çok az görülen bir insanı, katışıksız bir sanatçıyı tanımak için... Uğradığı alçakça saldın üzerine kamu iletişim araçlann- da, yazın sanatımızın böylesine çok yöntü bir ustasından, yalnızca senaryo yazan, gazeteci gibi nitelemelerle söz edildi. Oysa Onat Kutlar'ı önce öykücü, şair, denemeci, sonra senaryo yazan diye nitelemek gerekir. Gazeteciliği ise bazı yazılarını, sinema eleştirilerini gazetelerde yayımlamasından geliyor. Sanatçılara yeşil pasaport istemi •Kültür Bakanı Savaş, Içişleri Bakanı Menteşe'ye bir yazı göndererek, sanatçıların yurtdışı gezilerinde yeşil pasaport kullanalannı istedi. ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu)- Kültür Bakanı Tımurçin Savaş, Içişleri Bakanı Nahit Menteşe'ye gönderdiği yazıda, sanatçılann yurtdışı gezilerini yeşil pasaportla yapmalan iste- mini dile getirdi. Savaş, "Sanat- çılanmızın daha önceki \ ıllarda olduğu gibi >eşil pasaportla se- yahat etmeleri sağtanmalı" de- di. Kültür Bakanı Savaş, Içişleri Bakanı Menteşe'ye, sanatçıla- nn yeşil pasaportla yurtdışına çıkması istemiyle gönderdiği yazıda. Türkiye'yi yurtdışında temsil eden sanatçılann çıkış- larda sorunlarla karşılaştığına dikkat çekti. Savaş, Menteşe'ye şu mesajı iletti: "Son dönemde. belli neden- leıie olumsuz bir imaj verilmek istenen ülkemizin gerçek vüzü- nü, yani çağdaş, laik > üzünü bu kunımlaruı temsil ettikleri bir gerçektir. Ancak yurtdışı çıkışlannda. sanatçılanmı/ zaman zaman çe- şitli olumsuz davranışlara mu- hatap olmakta, gereken saygın tlişki bazen sağlanama makta ve çeşitli sorunlar >aşanabilmekte- dir. Bu anlamda söz konusu ku- rumlanmızın sanatçılannın da- ha önceki yıllarda olduğu gibi yeşil pasaportla seyahat edebü- melerinin sağlanmasını bilgile- rinize sunanm."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle