Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 OCAK 1995 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Demokrasüerde çare tükenmiyor
E\tN tLYASOĞLU
Evet, "Demokrasilerde çare tüken-
mez" sözü, bu hafta Istanbul'da bir kez
dahakanıtlanmışoldu. Emlakbank, 69.
kuruluş yildönümünü son yıllarda gele-
nekselleşen konserli davetlerle kutladı.
Istanbul Belediyesi, kendisine bağlı sa-
lonlarda davet sahibinin ikram şekline
müdahale ettiğinden böylesi iki daveti
Cemal Reşit Re>'den kaçıranlar (bir ge-
cede salon kirası 200 milyon artı KDV
olduğuna göre) 500 milyonu bir çırpı-
da gözden çıkarabildiler. Bu durumda
ilti önemli şey gözden kaçmakta: Birin-
cısi.Cemal Reşit Rey Salonu'nubutür
sosyal-kültürel etkinliklerden anndıra-
rak kamu hizmeti engellenirken, kamu
geliri de kişisel düşüncelerle azaltıh-
yor. tkincisi ise talep edilen bu kirayı
ancak böylesi kuruluşlar sosyal-kültü-
rel kutlamalan çerçevesindeödeyebilir.
Emlakbank, kutlamasım uygarca ya-
pacağı bir mekân olarak Hilton'un
Convention Center'ını seçmişti. tlkge-
cesinde Bilkent Orkestrası'nın konse-
ri. ıkincı gece Istanbul Devlet Opera
ve Balesi'nin düzenlediği Puccini ge-
cesi yaşandı. Hilton'un bu salonunda
iyi müzik dinlemek için akustik koşul-
lar uygun değil.
Kimsenin de iddiası yok bu konuda,
ne de olsa konser salonu olarak inşa
edilmemiş bir mekân! Yerleştirilen
mikrofonlarla tüm çalgı gruplannın sa-
lonun her köşesinden duyulmasına uğ-
raşılmış. Önce mikrofondan gelen ses-
lerin yüksekliği. sahneden gelen sesler-
le kanştı. sonra biraz mikrofonlar kısi-
lınca sesler dengelendi. Bugün bu sa-
londaki koşullar, yann bir başkasında-
ki koşullardenenecek. Doğal ki Cemal
Reşit Rey Konser SatonıTndaki özel
likle klasik müzik için bezenmiş. özc
nilmiş koşullan hiçbiryerde bulmamı
za olanak yok.
Burada artik sorun iyi konser dinle-
mek. güzel müzik duymak, nıtelikli or-
kestralanmızı ve solistlerimizi değer-
lendirmekten çok daha başka boyutlara
ulaşmakta. Ne mutlu ki Emlakbank gi-
bi bankalar ve bazı özel sektör kuruluş-
lan, yıldönümü kutlamalannda başka
türgösterilere değil de sanatsal etkinlik-
lere rağbet ediyorlar. Belki de bugüne
dek hiç böylesi bir orkestrayı dinleme-
miş kişiler. önlerine gelen bu fırsatla
müzik dünyasında yeni tatlar keşfede-
ceklerdir.
Kültürbirbirikimdir. Kültüre hizmet
için kurulmuş tesisler de bu birikime
zemin oluştururlar. Devletin çeşitli ka-
demelerinde görev yapan kişilerin, ge-
lip geçici belediye yöneticilerinin adla-
n, ancak kültüre olumlu katkıda bulun-
duklannda yanna kalır. Vergi veren hal-
ka ait bir kültür tesisi boş bırakılıp kişi-
sel görüşler uğruna zarar ettirilirse bu
karan verenler yalnız maddi değil. kül-
türel gelışmenin manevi sorumluluğu-
nu da üstlenmiş olurlar.
Gürer Aykai'ın yönetiminde bir baş-
ka coşkuyla çalan Bilkent l luslararası
Akademik Senfoni Orkestrası, son da-
kikada Kızılordu Korosu'nun yerine
çağnldı.
Yine Emlakbank'ı kutlamak gerek.
Cemal Reşit Salonu yerine bir başka sa-
lon bulabildiği gibi, Kızılordu Korosu
yerine de konuklanna hemen nitelikli
iki program sunabilmişti. llk gece Bil-
kentlilerin baştan sona "encore" parça-
lanndan örülü programında orkestra,
popüler yapıtlan parlak olduğunca ni-
çağın izledigi kadar çağlann derinliği-
ne inebilen zengin birikimi ve ardında
bıraktığı 75 'ten fazla bestesiyle 20. yüz-
yıl Türkiyesi, Saygun'u 21. yüzyılın
uluslararası sanatına bir armağan olarak
sunacak. Kendi özünü evTensel olanla
kaynaştırabilen bestecimiz, "kökünden
kopanlmadan yenileşme'Vi ilke edin-
miş; iliğinde-kemiğinde Atatürkçülüğü
duymuş, Atatûrk'ün devrimlerini bir
toplumbilimci tirizliği ile değerlendir-
mişti.
Şu sıralarda tamamlanmak üzere olan
Bilkent kampusundaki Saygun müze-
olan babası Mehmet CeUl Bey, N'eiat
Eczactbaşı'nın babasıyla birhkte Iz-
mir'de Milli Kütüphane'nin kurucula-
nndanmış. 7 Eylül 1907'de lzmir'de do-
ğan Saygun, ilkokul yıllannda İsmail
Zûhtü Bey ile müzik çalışmaya başlar.
Koro üyesi olarak ut ve mandolin çala-
rak başladığı müzik yaşamını 13 yaşın-
da Rosati'den piyano dersleri alarak di-
sipline yerleştırir. Okulun piyanosun-
daki ciddi çalışmalan, Fransi2 bir mat-
mazelden öğrendiği Fransızcayı kendi
kendine ilerletmesi, dedesi ve babasının
Islam dini üstüne yaptıklan inceleme-
Ahmet Adnan Saygun, 6 Ocak 1991'de
aramızdan aynlmıştı. Olümünün dördüncü
yıldönümünde îstanbul Mimar Sinan
Üniversitesi'nde düzenlenen anma
töreninde Gülsin Onay, Erol Uras ve Metin
Ülkü gibi sanatçılar onun yapıtlannı
seslendirdiler. Dün akşam
(10 ocak) Bilkent
Üniversitesi'nin yeni
konser salonu da
Saygun'un
yapıtlanndan
oluşan bir
programla
açıldı
telikli ve dengelı çalmanın hünerini ka-
nıtladı. Suppe'nin Hafıf Süvari Uvertü-
rü, bis olarak tekrarlandığında. müzik
artık "Hafif Süvarinin güçlü zaferine"
dönüşmüştü.
Saygun'u anmak
Ahmet Adnan Saygun, 6 Ocak
1991'de aramızdan aynlmıştı. Ölümü-
nün dördüncü yıldönümünde Îstanbul
Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenle-
nen anma töreninde Gülsin Onay, Erol
Urasve Metin Ülkü gibi sanatçılar onun
yapıtlannı seslendirdiler. Dün akşam
(10 ocak) Bilkent Üniversitesi'nin yeni
konser salonu da Saygun'un yapıtlann-
dan oluşan bir programla açıldı. Gürer
Aykal yönetimindeki Bilkent Akade-
mik Senfoni Orkestrası onun orkestra
için çeşitlemelerini, Dördüncü Senfoni-
sini ve Gülsin Onay solistliğinde Birin-
ci Piyano Konçertosu'nu seslendirdi.
Bir besteci kadar bir düşünce adamı,
si'nde bestecinin elyazması notalannın
yanı sıra arşivindeki felsefe etnomüzi-
koloji, etnoloji, antropoloji, tarih, sos-
yoloji, masallar, töreler üstüne kitapla-
nyla çeşitli ülkelerin kültürel özellikle-
rine ve geleneklerine ait yayınlar yer
alıyor. Aynca dünyanın ünlü sanatçıla-
nyla mektuplaşmalan ve fotoğraflan da
bu arşivde yer alıyor. Saygun ve Nâzım
Hikmet'in Bakü'de çekilmiş resimleri.
Bela Bartok ile tarihi yazışmalan. bir-
çok Balkan ülkesinden ve Rusya'dan et-
nomüzikolog ile yazışmalan, Yunus
Emre'nin New York'taki ilk seslendiri-
sini yapan Stokowski ve MkhaelTippet
gibi çağımızın müzik adamlanyla mek-
tuplan var. Aynca kongre tebliğleri ve
birçok taslak da belgeler arasında. Say-
gun'un arşivi düzenlenip halka açıldığı
zaman yalnız Türk müzisyenlerinin de-
ğil. tüm dünya müzikbilimcilerinin kay-
nağını zenginleştirmış olacak.
Saygun'un bir matematik öğretmeni
lere ilgi göstermesı. 13 ja^ında bir ço-
cuğun inanılmaz iç disiplinini sergiler
1922'de, 15 yaşında liseyi bitirdiğinde
Macar Tevfik Bey'in piyano öğrencisi
olmuş ve ilk kompozisyon denemeleri-
ne başlamıştır. tstanbul'dan getirttiği
teknik bir müzik kitabını Türkçeye çe-
virterek kendi kendine müzik teorisi öğ-
renmeye koyulması da Saygun'un mü-
ziğe tutkusunu ve bu yolda ciddi adım-
larla yürüyeceğini kanıtlar.
GiUper Refiğ, "A. Adnan Saygun ve
Geçmisten Geieceğe Türk Musikisi" ad-
lı kitabında (Kültür Bakanlığı Yayınla-
n/1337, 1991) Saygun'un ilk gençliği-
ni şöyle anlatıyor: "1923 yıünda baba-
sının ısrarlan karşısında postanede gişe
memuıiuğu ile işe başlar. Bunu su şirke-
tinde memurluk. baharatçı dükkânında
şise doldurmak gibi işler takip eder. Bir-
kaç yıl içinde 15-20 iş dene>ip aynklık-
tan sonra babası Celal Be>. oğlunun gü-
venli bir meslek sahibi olması için ısrar-
dan vazgeçer. Saygun'a arzusu üstüne
nota ve kitap satan bir dükkân açüır.
Nota almak isteyenlere çalmak da ge-
rek, gerekçesh le piyanosu da dükkâna
taşuıır» Dükkân 1924'te açtlışından bir
yıl sonra iflas ederek kapanır. Saygun
Milli Kütüphane'de memurluğa başlar.
Aynı zamanda ilkokul öğretmenliği de
yapmaktadır."
1926'da Ankara'da Musiki Muallim
Mektebi'nin sınavını kazanarak Jzmir
Lisesi'ne müzik öğretmeni olarak ata-
nır. 1928'de Atatürk'ün direktifi ile Av-
nıpa'ya gidecek öğrenciler için açılan
birsınavı başararak Paris'e gider. Scho-
la Cantorum'da 19. yüzyılı 20. yüzyıla
bağlayan bir bestecinin Vincent
Dindy'nin öğrencisi olması belki de
Saygun'un eğitim yasamındaki en bü-
yük şansıdır. 1931 'de yurda döndükten
sonra Türk halk müziği dalında aynntı-
lı araştırmalar yapmaya başlar.
Saygun'u uluslararası üne kavuşan
ilk önemli yapıt, Yunus Emre Orator-
yosu'dur(1946). Halkevlen müfettişli-
ği yıllannda bestelenmiş ve ilk seslen-
dirisi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Or-
kestrası tarafından yapılmış. Bir yıl son-
ra Paris Radyosu'nda ve Paris'in ünlü
Pleyel salonunda Fransızca olarak icra
edilmiş. 1958'de Leopold Stokowski
yönetiminde Symphony of the Air Or-
kestrası tarafından Ingilizce olarak New
York'ta seslendirilmiş. Saygun, kendi
deyişiyle bu oratoryoda "Geleneğimize
ait unsurtan (makamlar ve ilahiler gibi)
geienegimizin dışında kalan bir çokses-
Klik*' ile bağdaştırmıştır.
Saygun bu anlatımla çoksesliliği bir
teknik, bir sistem olarak ele almak. öz
olarak Türk ruhu ile kaynaştırmak ge-
reğini kanıtlar. Böylece Atatürk'ün
"Garp musikiciligi'' sözünün de bazı
çevreler tarafından "Garp müzikçiliği"
olarak yozlaştınldığından yakınır. Mu-
sikicilik, Batı'da bin yıldır işlenegelmiş
çokseslilik tekniğini öğrenmektir. Mü-
zikçilik ise doğrudan taklit demektir.
Saygun, Atatürk ve Musiki (Sevda Ce-
nap, And Müzik Vakfı Yaytnlan, 1981)
başlıkh kitabında gelenek ve yenilik ko-
nulanna değinirken şunlan düşlemekte-
dir "Yeni yetişen okul gençligine çokses-
lilik temeline da\anan çağdaş anlayısta
bir musiki eğitiıni vermek, bir >3iidan
geleneğe körü körüne sapianıp kalma-
>an, yeni ve çağdaş Türk musiki sanatı
yaratabilecek bir gençligin yetişmesini
saglamak \e nihayetbilinçsiz bir gelenek
düşkünlüğü yüzünden yeni atılımlan
köstekleyebilecek egitimlere bir son ver-
mek." Saygun, 1930'dan ölüm döşeği-
ne kadar eşit aralıklarla, şaşmaz bir di-
siplin içinde eser üretmiştir.
Kararlı, bilinçli, tutkulu, disiplinli,
kendi kendini yetiştirmenin güveni için-
de, onurlu ve başı dik bir yaşam geçir-
miş Ahmet Adnan Saygun. Dansı nice
devlet adamımızın, nice sanatçımızm
başına.
Tannsever'den
CSO eşliğinde
iki konser
Kültür Servisi - Piyanist Be-
nal Tannsever. Cumhurbaşkan-
lığı Senfoni Orkestrası ile Anka-
ra'da iki konser verecek. Üstün
sahne performansı ve piyano yo-
rumlanyla Avrupa ve ABD'dekı
müzik çevrelerinde övgü alan ve
uluslararası ödüller kazanan sa-
natçı. cuma günü saat 20.00'de
ve cumartesi 11.00'de CSO eşli-
ğinde. Fransız besteci Francis
ftıulenc'in piyano konçertosunu
ülkemızde ilk kez seslendırecek.
Tannsever'ın CSO'nun Anka-
ra'dakı Konser Salonu'nda
Nürnberg Senfoni Orkestrası
Genel Müzik Direktörü Şef
Giinter Einhaus yönetiminde
v ereceğı konser. TRT tarafından
canlı olarak yayımlanacak.
Müzık eğitimine Ferdi Statzer
ile îstanbul Konservatuvan'nda
başlayan Benal Tannsever, New
York'ta Juillıard Müzik Oku-
lu'ndaJoseph RaiefTle çahşarak
'bachetor' ve 'master of music'
derecelen aldı. Eğıtimini Ber-
lin'de Hochschule der Kunsle der
Kunste'de Prof. Georg Sav-a'yla
sürdürerek 'virtüözlükunvaııı'nı
kazandı.
Tannsever. Berlin Senato-
su'nun da\etlısı olarak Berlin
Festivalı'ne, ABD'deki Azelea
Festivalf ne ve Îstanbul Festiva-
lı'ne katıldı. Orkestra solısti ola-
rak Sibellius Orkestrası, Berlin
Filarmonı Kuartet, New York
Senfoni Orkestrası'yla, Îstanbul,
Ankara, tzmır senfoni orkestra-
lan. Ankara Yaylı Ca
'gılar Kuar-
tet'ı eşliğinde konserler, Berlin,
Hamburg, Stuttgart. Münih, Pa-
ris. New York. Washington, Det-
roit. Chıcago. Los Angeles ve
Kopenhag'da resitaller verdı.
Cem Mansur'u çok özleıııişiz..•
ÜNER BtRKAN
Genç kuşak orkestra yönet-
menlerimiz arasında hatm sayı-
lır bir yeri olan Cem Mansur'u
(doğ. 1957) 1986Nisanı'ndanbu
yana, demek yaklaşık dokuz yıl-
dır dinlememiştim. Oysa, 1980
ile 1986 yıllan arasında 11 kon-
ser yönetmiş genç yönetmen tz-
mir'de; kimi yıllar üç konser yö-
nettiği bileolmuş. Nedirbu unu-
tulmanın, ihmalin nedeni dersi-
niz? Mansur'un 1986 yılından
sonra, çalışmalannı yurtdışında
yoğunlaştırması olabilir mi? Mü-
zik eğitimini Londra'da tamam-
layan bu yönetmenimiz, gerçek-
ten, öteden beri lngiltere'de otu-
ruyor.
Arada, 1981 -89 döneminde Îs-
tanbul Devlet Operası'nda 're»-
mi' görevde bulunmuş, sonra ay-
nlmış o görevden; Oxford Şehir
Orkestrası'nın birinci yönetme-
ni olmuş, bu orkestrayla konser
turneleri gerçekleştirmiş. Bir
Rusya turnesi sırasında tanıdığı,
son zamanlann en gözde, çalış-
kan yönetmenlerinden Valeri
Gergiev'in çağnsı üzerine,
1993'te St. Petersburg'un saygın
opera topluluğu Kirov'da, Luda,
Ü Trmatore, Sihirli Flüt, Mada-
me Butterfly operalannı yönet-
miş, bu temsillerde Galina Gor-
çakova, Olga Borodina gibi sayı-
U ses sanatçılan ile çalışma ola-
nağını bulmuş. Bu mevsim de gi-
decek Kirov'a. Mansur, Royal
Albert Hall, Barbican Hall ve St.
John's Smith Square gibi önem-
li salonlarda konserler yönetiyor.
Önümüzdeki 25 ocak günü
Oxford'da, genç yaşta ölen çellist
Cem Mansur
Jacquelinedu Pre'nin anısma dü-
zenlenen konserde, Ralph Vaug-
nanVVlffiamsMn 'BirOxford AgH
tı' adlı eserini yönetecek. Bu
eserde, sinema dünyasının son
yıllardaki gözde oyunculanndan
Jeremy Irons,'Sunucu/narrator'
olarak görev alacak.
Cem Mansur'a, dokuz yıldır
birlikte olmadığı Izmir DSO'yu
geçen bu süre içinde gelişmiş bu-
lup bulmadığını sordum. Yaıutı
olumlu; Izmir'in, bu yıl 20 yaşı-
nı doldurmakta olan 'delikan-
h'orkestrasını bu arada ustalaş-
mış, yönetmenin istediklerini ko-
layca yerine getirecek kıvama
Çimen Bergamaschi
gelmiş, en önemlisi de. genç üye-
lerin katılmasıyla, gençleşip ta-
zelenmiş bulduğunu söylüyor.
Orkestranın, başta entonasyon
olmak üzere, belli başlı teknik
sorunlannı, kendisine sahip çı-
kacak bir temelli yetiştirici eliy-
le çözümleyebileceği, böylece,
elinde bulundurduğu potansiye-
li değerlendirerek çok daha iyi
şeyler ortaya çıkarabileceği gö-
rüşünde. Yalnız, benim gibi o da,
orkestranın Izmir dışına yansı-
yan tek sesi olan TRT 3 radyosu-
nun yayınlanndaki kalite bozuk-
luğundan yakınıyor; orkestra
üzerinde çok yanlış izlenimlerin
birikmesine yol açmakta olan bu
yayınlann teknik düzeyinin yük-
seltilmesini, olmazsa tümüyle
kaldmlmasını ıstiyor.
7 ocak cumartesi günü dinle-
diğim konserde genç yönetmen
Mansur, Edvard Grieg'in Peer
Gynt sahne müziğinden birinci
süiti ve Jan SibeHus'ün Op. 82
Mi bemol majör Beşinci Senfo-
nisi'niyönetti. Peer Gynt'teözel-
likle yaylı çalgılar grubunu çok
tutarlı, düzgün bulduğumu be-
lirtmeliyim. SibeHus'ün, 1915-
19 tarihlerini taşıyan senfonisini
orkestra bundan yedi yıl önce de
(Kasım 1987) seslendirmişti.
Notlanma başvurduğumda anla-
dığıma göre, senfoninin canlı,
yaşam dolu, iyimser atmosferine
o ilk çalışta da (usta yönetmen
Strugala'nın yol göstericiliğiyle)
yatkın olduklannı göstermişler
Izmir DSO üyeleri.
Böylece, Mansur'un pekiştir-
mesiyle, belleklerini tazelemiş,
orkestralama, renk ve gruplar
arası denge açısından önemli bir
denektaşı sayılması gereken bu
senfoniyi dağarcıklanna daha bir
yerleştirmiş oluyorlar.
Konserin, biri sanşın, öteki es-
mer, aynı boyda, aynı giyimde
iki sevimli solisti vardı: Viyola-
cı Çimen Bergamaschi ile klari-
netçi Ayşegül Klrmanoğlu. Sım-
sıcak, tertemiz bir tonlama; vur-
gulamalan, entonasyonu, nüans
dengesi kusursuz bir yorumla,
Max Bruch'un şirin. melodik bir
eserini, Op. 88 tkili Konçerto-
su'nu seslendirdiler. Bana söy-
lediklerine göre, aralanna piya-
nist Hüseyin Sennet'i de alarak,
bu bestecinin Op. 83 üçlülerini
(sekiz adet) seslendirmeyi düşü-
nüyorlar yakında. Kutluyor, ba-
şanlanmn sürmesini diliyorum.
Konserin öteki solistine ve
seslendirdiği esere gelince: Kıb-
nslı obuacı Oskay Hoca, ağabe-
yi, Izmir DOB 'de görev yaprnak-
ta olan AH Hoca'nın Obua Kon-
çertosu'nu güzel. düzgün bir ton-
lamayla sundu. Barok dönemi-
nin yazı biçimini ulusal temala-
ra uygulamayı denemiş besteci;
ilginç, ustaca örülmüş. ama
önemli sayılmayacak bir çalış-
ma. Ali Hoca'nın günümüzden
sesler geriren eserlerini de din-
lemek isterim.
'Steve Lacy Quartet' cumartesi akşamı CRR'de
Stcve Lacv
Kültür Servisi-Pozitıf ve Cemal Re-
şit Rey Konser Salonu'nun ortak giri-
şimiyle düzenlenen caz konserleri se-
risinin üçüncüsünde tstanbullu cazse-
verler 'Steve Lacy Ojuartet'i dinleme
olanağı bulacak.
1950'lerin sonlannda John Coltra-
ne'in soprano saksofon çalmaya baş-
lamasında en büyük etken olan Steve
Lacy, Sklney Bechet'den sonra unu-
tulmaya başlanan bu enstrümanı, üs-
tün tekniği ve yumuşak stili ile yeni-
den gündeme getirerek caza kazan-
dırdı. Kimi eleştirmenlere göre sopra-
no saksofonda Sklney Bechet'den son-
ra çıkan en büyük isim olarak kabul
edilen Lacy 'nin tonal esnekliği kendi-
sini caz tarihinin en büyük isimleri
arasına yerleştiriyor. 1956 yıhnda
free-jazz'ın ve caz tarihinin en çok iz
bırakan birkaç piyanistinden biri olan
CecflTaylor'ın topluluğuna katılması,
Lacy'nin kariyerinin dönüm noktala-
nndan biri. 1992 yıhnda aldığı Mac
ArthurÖdülü'yle saksofondaki virtü-
özlüğünün yanı sıra bestecilikteki ye-
teneğini de kanıtlayan Lacy'yi derin-
den etkileyen müzisyen ise bebop pi-
yanisti Thelonious Monk
1950'lerde Manhattan'da 'Dixi-
eland Revtval' topluluğunda çalmaya
başlayan Lacy, daha sonra altı yıl bo-
yunca Cecil Taylor'ın avant-garde
topluluğunda çalarak Monk'la çalıştı.
Daha sonra New York'tan aynlarak
Avrupa'ya giden Lacy, 1972 yıhnda
Parisli arkadaşlan Irene Aebi, Bobby
Fewve Steve Potts'la düşlerindeki top-
luluğu kurdu. Bir altılı olan bu toplu-
luğun diğer üyelerinden Kent Car-
ter'ınyerini 1981 yıhnda Jean-Jacqu-
es Avenel, Oliver Johnson'ın yerini ise
1990 yıhnda John Betsch aldı. Grup,
Lacy'nin calışmalannın çekirdeğini
oluşturdu.
Avrupa'da geçirdiği yirmi yıl süre-
since tek başına da konserler veren
Lacy, aynı zamanda verimli bir beste-
ci olup çıktı. Kırkına varmadan do-
ğaçlama müzik yapan bir saksofoncu
ve Monk, Taylor, GU Evans, Duke El-
lington ve BiİK Stravhorn yorumcusu
olarak tanınıyordu. Kendi müziğini
yazmadan önce müziğin ne olduğunu
bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Sta-
vinsky, WBbem, Prokofiev, Ellington,
Charlie Parker ve özellikle de
Monk'un müziğini inceledi.
Besteci olarak ise cazı şiirle birleş-
tirme kavramına yeniden hayat verdi.
Bu çabasında tsviçre doğumlu bir şar-
kıcı olan, aynı zamanda topluluğunda
keman ve viyolonsel de çalan arkada-
şı Irene Aebi de katılmıştı.
Lacy 6O'lı yıllann sonunda Ae-
bi'yle birlikte Roma'ya gitti. Orada
iki yıl boyunca amatör topluluklarda
çaldılar. Sonra, iyi müzisyenlerle kar-
şılaşacaklannı umduklan Paris'e geç-
tiler.
Lacy diğer sanat dallannın gelişi-
miyle de yakından ilgilendiğinden,
Paris'te bir Amerikalı olarak dene-
yimleri, diğer Amerikalı caz sanatçı-
lanndan çok romancı ve ressamlann
deneyimleriylebağdaştınlabilir. 1989
yıhnda, dönemin Kültür Bakanı Jack
Lang, Lacy'den Fransız Devrimi'nin
200. yıldönümü nedeniyle bir ilahi
bestelemesini istemişti.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Tle Oldu Size? Nerdesiniz?'
1983'te yazdığı bir yazıda şöyle diyor Onat Kutlar
"Bir bilim adamını, birsanatçıyı, birgerçek aydını ne ka-
darzor yetiştirdiğimizi düşünüyorum da olup bitenlere bir
tûrlü akıl erdiremiyonım. Bilim ve sanat ağacının dallan-
nın, hangi özgür kaynaklardan gelen sularia beslendiğini
düşünüyonjm da, bu ağacı karanlıkta bırakarak, en sağ-
lam dallannı budayarak, çevresinde aşılmaz birbeton du-
var örerek ne yapmaya çalıştığımızı anlayamıyonım. Ül-
kemizin bir Iran olmadığını biliyorum. Geçmişin karanlık-
lanna dönmeye kimsenin niyeti olamaz ülkemizde.' (Ye-
ter ki Kararmasın, s. 30)
Türkiye'yi geçmişin karanlıklanna döndürmek isteyen
terörcülerin sanatçılara saldırmalannı yadırgamıyorum. Bü-
tün korkutmalara, yıldırmalara karşın, toplumun en çok dl-
renen, boyun eğmeyen kişileri sanatçılar arasından çıkar.
Gerçi onlarda insan, onlar da korkutulup, sindirilip içle-
rine kapanmaya zorlanabılir, ama hiç beklenmedik bir sı-
rada, hiç beklenmedik bir yerden bir ses yükselir: Bir şiir,
bir öykü, bir şarkı, bir oyun, bir resim, bir yontu, bir fotoğ-
raf, bir film...
"Derken karanfil elden ele."
Onca baskı, onca yasa bir anda aşılıverir.
Yalnız geçmişin karanlıklanna dönmek isteyenler değil,
güne çakılıp kalmak isteyenler de elbette sanatçılara düş-
man olacak, onları kesmek, yakmak, bombalamak, öldür-
mek, yok etmek isteyeceklerdir.
Bu da çok doğal, çünkü sanatçı yetinmeyen, hep daha
iyisini, daha güzelini, ülküsel olanı arayan insandır. İçinde
yaşadığı duruk bir toplumla uyum içinde olması beklene-
mez.
Demek ki yüzü geieceğe dönük olmayan her düşünce
için sanatçı baş düşman...
Ne var ki sanatçılan kesmek, yakmak, bombalamak, öl-
dürmekle sanatlar yok edilemez. Bir sanatçı yok edildiği
zaman yerini hemen başka bir sanatçı alır, çünkü sanatsız
bir toplum düşünülemez, çünkü toplumun yaşam damar-
lannın yalnızca "biri" değil, en güçlüsü sanattır...
Aynca bir sanatçı öldürülünce, onu bulunduğu yere ge-
tiren yapıtlan yok edilmiş olmaz, ancak gelecekte ortaya
koyacağı yaprtlan yok edilmiş olur, gelecekteki savaşımı,
etkinliği önlenmiş olur. Ne var ki boşalan yerini, toplum için
gerekliyse mutlaka başkalan dolduracaktır.
Şairler öldürülebilir, ama şiir öldürülemez...
1950'lerin ikinci yansını, Onat Kutlar'ın öykü yazdığı gün-
leri anımsıyorum: 1959'da yayımladığı Ishak adlı kitabıyla
1960 TDK öykü Ödülü'nü almıştı.
Çok değişik öykülerdi bunlar. Sait Faik'in 1954'te ya-
yımladığı Alemdağı'nda Var Bir Yılan adlı yaprtıyla başla-
yan gerçekçiliğin alanını genişletme çabasının, bir Anado-
lu kentinin görünümleri, havası, duyarlığı çerçevesinde
sürdürülüşü denebilir...
Yirmi yaşlarındayken yazdığı bu öykülere Türkiye'nin en
değerli ödüllerinden birinin verilmesi bile yetmemişti Onat
Kutlar'a. Yıllarca öykü yayımlamadi, kitabının ikinci bası-
mını yapmak isteyenlere de izin vermedi. On yedi yıl son-
ra kentlisi Ülkü Tamer'e pes ettiğinde de, yeni basımın ba-
şına eklediği önsözde şöyle demek gereğini duydu:
"Razı olmazdım, ama beğenmediğimden değil. Şimdi
Ishak gibi yazmıyorum. llk gençlik yıllannın hatalannı çok
iyi görüyorum. (...) Ishak, şimdilerde yazdıklanmdan son-
ra yayımlansın isterdim." (Ishak, 2. basım, s.11)
Onat Kutlar'a öykü yayımlamadığı günlerde sürekli bas-
kı yapanlardan biri de bendim. Ne zaman görsem öykü ya-
zıp yazmadığını sorardım. De Yayınevi yıllannda Ishak'ın
ikinci basımı için de onu epeyce zoriamıştım. Yeni bir öy-
kü kitabı vereceğini söyleyerek atlatırdı. Bazı bölümlerini
gördüğüm uzun bir öykü üzerinde çaltşıyordu. Sonra sa-
nırım o öyküyü senaryoya çevirdi.
Sinema sanatına gereğinden fazla önem veriyordu.
Bu önem verişin altında yatan kaygı şu sözlerinden çı-
kanlabilir:
"Kimin için yazıyorduk? Sait'in dediği gibi bir sınıfın en
arka sıralanndan birinde gizlice şiirler okuyan öğrenci için
mi? Artık o öğrenciler Marighella ve Lenin okuyortardı.
Işçilerse neden kitap alsınlarl.. Okurla ortak bir dilimiz ner-
deyse yoktu. Kavgasına katıldığımız insanlara ulaşamı-
yorduk. Ne yapmalı?" (Ishak, 2. basım, s.9)
O kuşaktan birçok yazıncı bu sorunun yanıtını ararken
sinema sanatına yöneldi.
Öykücü Onat Kutlar'la sanat tarihçisi Sezer Tansuğ'un,
ellerinde kamera, Altınyurt Kulübü'nde amatör oyuncular-
la sinema sanatının gizlerini çözmeye çalışmaları bugün
gibi gözümün önündedir...
Onat Kuttar daha sonra uzun yıllar senaryo yazan, eleş-
tirmen, özellikle de yönetici olarak sinemaya büyük emek
verdi.
Bu arada yazından bütünüyle uzaklaşmadı. Şiir yazdı,
deneme yazdı, denemede öyküye çok yaklaştı, ama yaz-
dıklarına nedense "öykü" demedi.
1981'de Peralı Bir Aşk İçin Divan adıyla birinci basımı
yapılan şiirieri, 1986'da bir o kadar şiir daha eklenerek
Unutulmuş Kent adıyla ikinci kez yayımlandı.
Yeter ki Kararmasın (1984), Bahar Isyancıdır (1986) ad-
lı deneme krtaplannın ikincisine ise hiç çekinmeden "öy-
frü" de diyebilirdi.
Bu kitaplan okumadınızsa, mutlaka bulup okumalısınız,
günümüzde benzeri çok az görülen bir insanı, katışıksız
bir sanatçıyı tanımak için...
Uğradığı alçakça saldın üzerine kamu iletişim araçlann-
da, yazın sanatımızın böylesine çok yöntü bir ustasından,
yalnızca senaryo yazan, gazeteci gibi nitelemelerle söz
edildi. Oysa Onat Kutlar'ı önce öykücü, şair, denemeci,
sonra senaryo yazan diye nitelemek gerekir.
Gazeteciliği ise bazı yazılarını, sinema eleştirilerini
gazetelerde yayımlamasından geliyor.
Sanatçılara yeşil
pasaport istemi
•Kültür Bakanı Savaş, Içişleri Bakanı
Menteşe'ye bir yazı göndererek, sanatçıların
yurtdışı gezilerinde yeşil pasaport
kullanalannı istedi.
ANKARA (Cumhuriyet Bü-
rosu)- Kültür Bakanı Tımurçin
Savaş, Içişleri Bakanı Nahit
Menteşe'ye gönderdiği yazıda,
sanatçılann yurtdışı gezilerini
yeşil pasaportla yapmalan iste-
mini dile getirdi. Savaş, "Sanat-
çılanmızın daha önceki \ ıllarda
olduğu gibi >eşil pasaportla se-
yahat etmeleri sağtanmalı" de-
di.
Kültür Bakanı Savaş, Içişleri
Bakanı Menteşe'ye, sanatçıla-
nn yeşil pasaportla yurtdışına
çıkması istemiyle gönderdiği
yazıda. Türkiye'yi yurtdışında
temsil eden sanatçılann çıkış-
larda sorunlarla karşılaştığına
dikkat çekti. Savaş, Menteşe'ye
şu mesajı iletti:
"Son dönemde. belli neden-
leıie olumsuz bir imaj verilmek
istenen ülkemizin gerçek vüzü-
nü, yani çağdaş, laik > üzünü bu
kunımlaruı temsil ettikleri bir
gerçektir.
Ancak yurtdışı çıkışlannda.
sanatçılanmı/ zaman zaman çe-
şitli olumsuz davranışlara mu-
hatap olmakta, gereken saygın
tlişki bazen sağlanama makta ve
çeşitli sorunlar >aşanabilmekte-
dir. Bu anlamda söz konusu ku-
rumlanmızın sanatçılannın da-
ha önceki yıllarda olduğu gibi
yeşil pasaportla seyahat edebü-
melerinin sağlanmasını bilgile-
rinize sunanm."