27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29MAYIS1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 GÜNDEMDEKİ SANATÇI MELİHFEREÜ ONATKUTLAR Bir kültüryönetidsi1981 yılının bir gûz günü, İstanbul Festivali'ni düzenleyen Kültür ve Sanat Vakfi'nın Taksim Gümüşsuyu'ndaki bürosunun kapısından içeri girerken doğrusu oldukça kanşık duygular için- deydim. Bir süre önce Vakfın Genel Müdürü Sn. Aydın Gün bana yönetim kurulu üyeliği önermiş. daha sonra da Genel Koordinatör Avni Akyol imzalı bir yanyla bu öneri resmileştirilmişti. O yıllarda bir kısım aydın arasında festivale bir "mutlu azınlık eğlencesi'" gibi bakılıyor. aynca Vakfın kuruculan arasında çok sayıda iş adamı bulun- masmdan ötürü benim çevremde çok sempati duyulmuyordu. Benim bu tür- den ön>argı ve antipatilerim yoktu. Tersıne bir çöl olan kültür yaşamımızda her olumlu girişime olumlu yaklaşıyor- dum. • İyi bir tenor sesi vardı. Amerikan üniversitelerinin yetenekleri yüreklendiren ortamında bir müzik topluluğuna katıldı. Bu çalışmalar onu Başkan Nixorf ın Beyaz Saray'daki noel kutlamalannda söylemeye kadar götürdü... Yönetim ve ıcra kurullannda başta Nejat Eczacıbaşı, Cevat Memduh Altar, Tayfım İndirkaş; Sinema Festivalfnde Şakir Eczacıbaşı, Hül>a Uçansu, Vecdi Sayar. öbür festivallerde Cevza Aktüze, Görgün Taner, Vasıf Korhun. Dikmen Gürûn L'çarer; özverili yöneticıler Asu- maa Bayram, Zeliha Kaya ve burada isimlenni tek tek veremediğim vakıf çalışanlanyla geçirdiğim olağanüstü çahşma yıllannı anlatmam olanaksız. Bir müzik festivali ile başlayıp sonunda yıhn neredeyse yansını kaplayan. caz, sinema, tiyatro. plastik sanallar etkin- liklenyle genişleyen bu büyük kültür üretim merkezi, benim gibi birçok kişi- ye, sık sık içine düştüğümüz karanlığı aralayan umut kapılanndan biri, en önemlilerinden biri oldu. Bu nedenle, nerdeyse ilk yıldan baş- lavarak Vakıf ta Genel Müdür olarak görev yapmaya başlayan, gelişmede çok büyük emeği geçen Sayın Gün'ün iki yıl önce başka bir görev için Vakıf- tan aynfenasıyla oluşan boşluğun nasıl doldurulacağı hem bizler hem de kamu- oyJ için ciddi bir soru işareti oluşturdu. Nejat Bey'ın, bu sorunun çözümü için ne sıkıntılar çektiğini, nasıl kapsamlı araştırmaya giriştığini yakından bilen- lerdenim. Nejat Eczacıbaşı. önce ilkele- ri saptadı bizlerle birlikte. Yeni Genel Müdür yalnızca sanat ve kültüre yakın bir kişi olarak düşünülmemeli, aynı za- manda kendini kanıtlamış. deneyimli, profesyonel bir yönetici olmahydı. Bu özellikleri kendi kişiliğinde top- layan birini kolayca bulrnak da doğ- rusu bana pek olası gelmiyordu. Bu yüzden iki yıl önce bir şubat günü Nejat Bey. biz icra kurulu üyelerini. yeni genel müdür adayı ile tanıştırmak ve görüşlerimizi almak üzere bürosuna davet ettiğinde. oraya yoğun kuşkularla gitum. Söz konusu adayın adı Melih Fe- reli ıdı. Yaşamöykûsü dosyamda duru- yordu ama. ben bu adı daha önce hıç duymamıştım. Yaşamının büyük bölü- mü Ingiltere'de gecmişti. Robert Kolej Yüksek Bölümü'nde. Amerika'da oku- muştu. Makine mühendısiydi. Lucas adlı ünlü yedek parça markasının yöne- ticilerinden biriydi ve ... mandolin çalı- yordu. özal'ın ünlü prensler serüveninin. birkaç istisna dışında. başımıza kimlen musallat ettiğini yakından bildiğimden bu "tersiııe beyin göçü" masalına çok kuşkuyla bakıyordum. Ama en çok o "mandolin" sözüne takılmıştım. Benim bildiğim, her Türk çocuğu mandolin ça- lardı. Bunun bir "sanata yakınlık" gös- tergesi olarak dile getirilmesini tuhaf bulmuştum. Nejat Bey'in odasmda, sanşma yakın kurnral, ince yapılı, temiz görünüşlü, nazik, otuz beş kırk yaşlannda genç bir adamla tanıştık. Hafıf sinirli gibi görü- nen, kararü. ilkeleri olan ve bunlan çe- kinmeden dile getiren, ama son derece kibar bir adamdı. Biz onu tanımıyor- duk ama, o herkesi tanıyordu. Ülke ve dünya kültürü ile yakından ilgiliydi. • Olağanüstü yetenekli pek çok çocuk gibi Melih Fereli için de müzik, asıl ilgi alanı olması gerekirken, hep yan uğraş olarak kaldı. Ama onun için o yan uğraş her zaman asıl uğraş oldu... tevazı insana o günü anımsaüyorum. Kahkahalarla gülüyoruz. "Çok heyecanlıydım o gün" diyor. "Hiç öyle görünmüyordun.." diyo- rum. "Sen bir de bana sor!" diyor. "Hete bir sabah altı buçukta Londra'daki evimde, Nejat bey'in telefonuyla uyantşunı anlat- sam... "Günaydın Melih' dedi, "Sorum- luluktan kaçamazsın. Yoksa İngiltere'- yi Türkiye'den daha çok mu seviyor- sun?' Bu sözler dokuntnuşttı bana..." Bey'di. Notalan harflerden önce öğren- dim..." Duruyor ve dalıyor. Onun daldığı belirsizliği artık çok iyi biliyorum. Olağanüstü yetenekli pek çok çocuk gibi Melih Fereli için de mü- zik, asıl ilgi alanı olması gerekirken hep yan uğraş olarak kaldı. tlkokulda ve istanbul Erkek Lisesi'nde çok parlak bir öğrenciydi. Başta anne olmak üzere aile, onun konservatuvara girerse daha da duygulu büyüyeceğini, "hayata ab- lmak"ta güçlük çekeceğini düşünüyor- du. Bu nedenle, müzigi pekala bir yan uğraş olarak sürdürebilirdi. Melih görünüşte karşı çıkmadı buna. Ama onun için o yan uğraş her zaman asıl uğraş oldu. Bu nedenle evde, Medi- atör marka kocaman radyonun arkası- ndaki kafesten içine bakıp söyleyenleri görmeye calışırken bir gün kendisini o koronun içınde buldu. Halil Bedii Yö- netken'in onayıyla Radyo Çocuk Ko- rosu'nagirdi. Yıllarca sürdü Çocuk Korosu çalı- şmalan. Lisede Fikri Çicekoğhı müzik (Fotoğraf: FİLtZ KUTLAR) En çok şaşıran bendim. Çünkü Do- ğan Kardeş'te birlikte çahşma mutlu- luğunu bulduğum Vedat Nedim Tör- den tevarüs ettiğim bir alışkanlıkla, bu ülke dünyanın neresinde bir kültür adamı yetiştirse haberli olmaya çalış- mıştım. Melih Fereli ıse Cem Niansur- un arkadaşı olmanın dışında bana hiç- bir şey çağnştırmıyordu. Sonunda iro- nik olmamaya çalışarak, "Galiba..." de- dim, "Mandolin de çalıyormuşsunuz..." Güldü. Espriyi hemen anladı. "Evet" dedi, "hem de çok iyi çalıyorum galiba. Londra'da solist olarak birçok konser verdira." Yanıt yeterliydi. O gün biraz daha onun Londra Phil- harmonia Chorus'taki üyeliği ve yöne- ticiliği: Vakfın profesyonel yönetim so- runlan ve başka şeylerden konuştuk ve hepimiz son derece memnun el sıkışa- rak aynldık. Şimdi aradan bir buçuk yıl geçti. Karşımda oturan dost. keytflı, mü- İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı"nın Genel Müdürü Melih Fereli'nin yaşa- möyküsünün aynntılannı bilenler bu sözlerin nıçın bu kadar önemli oldu- ğunu anlayacaklardır. Sanat, sevgi, so- rumluluk ve Türkiye... Bu kavramlar 1948 yılında, bir göçmen ailesinin çocu- ğu olarak IstanbuPda. Şişli EtfaKde dünyaya gelen Melih Fereli için birer tılsım değerine sahiptirler. Trakya'daki Fere kasabası Batı Trakya'nın Fere kasabasmdan Mehmet Bey'le gene Batı Trakyalı Mu- alla Hanım bir erkek çocuklan doğdu- ğunda Keşan'da oturuyorlardı. Tica- retle uğraşan Mehmet Bey 1953'te İstanbul'a taşındı. "tlkokulu Fındıkza- de'de Hekimoğlu Ali Paşa'da okudum. Miidüriimüz Bahattin Alagöz, müzisyen Alagözler'in babası, müzik meraklısıydı. Ama ben mandoline (gülüyor) okuldan önce başladım. Mandolin nocam Veli hocasıydı. Onu yüreklendirmeyi sür- dürdü. Sonrakı yıllarda AFS ile gjttiği Amerika'da, dönüp girdiği RC Mühen- dislik bölümünde bir süre uyuyan mü- zik tutkusu, master için gittiği ABD Virginia'da yeniden canlandı... İyi bir tenor sesi vardı. Amerikan üni- versitelerinin kişisel yetenekleri yürek- lendiren ortamında üniversite müzik topluluğuna katıldı. "New Virgimans" topluluğuna. Tam bir profesyonel dı- sipliniyle sürdürülen bu çalışmalar onu Başkan Nixon'm Beyaz Saray'daki Noel kutlamalannda söylemeye kadar götürdü. Oysa öbür yandan annesinin dediği gibi "hayat" sürüyordu. Makine mü- hendisi olarak çoktan profesyonel kari- yeri başlamıştı. Lucas'ın Türkiye tem- silcisiydi. 1978*e kadar teknik uzman ve yönetici olarak çalıştı. parlak bir kariye- re sahip oldu. Sonra îngilterc'de Lucas'ın merke- zine cağırdılar onu. Biraz kaygıyla yüzüne bakıyorum: "Peki müzik? Bu yıllarda unuttun mu onu?" Gözleri parlıyor: "Unutur muvum. Ama burada pek oianak yoktu. fngiltere'ye gider gitmez, daha ilk günden korolan incelemevebaş- ladım. fngiltere, klasik korolar yönünden dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Üç ünlü korosu vardır. Ben bunlardan Philhartnonia'vı seçtim. Hemen başvur- dum. Çünkü başında üniü şef Riccardo Muti vardı. Beni auditiona aldılar. Çok şaşırdım, çünkü auditi#nda ne konser- vatuvar sordular ne de hoca. Dinlediler ve hemen kabul ettiler. Yüzü mutluluk- la aydınlanıyor: "Gec açan bir çicek gibi. 1978-92 arasında Philharmonia'da hem korist hem de yönetici olarak geçirdiğim yıllar, yaşamımın en unutuimaz yıUarıdır. O koroda bütün büyük şeflerle konser yaptık. Muti, Maazel, Giuilini, Davies, Mckoras, Sinopoli, Sir George Solti \e daha nkeleriyle. Bütün büyük solistlerle çalıştık. Tunieler, TV' yayınlan, plaklar, CDIer yaptık. Cnlü Concertgebouw Or- kesrrası'nın 100. kunıluş yildonümünde kapanış konserini biz verdik. Mahler 81e. Orada büyük dosrluklar kurdum. Sadece müziklc değil, tiyatro ile de ilgi- lendim İngiltere'de. Hiçbir önemli oyunu kaçırmadım." Bir an duruyor: "Ama gene de itiraf etmeliyim ki" di- yor "O yıllann da en büyük mutluluğu gene Türkiye ile ilgili. 1985'te Philhar- monia ile tstanbul Festi>ali"ne geldik ve 'MessiarT icra ettik. O gün mutluluktan neredeyse ağlayacaküm..." Sözünü kesiyorum: 'Hayalimden bile geçmezdi' "Aklma gelir miydi bir gün o festivali düzenleyen vakfm başma gececeğin?" "Nerdeer diyor. "Hayalimden bile geçmezdi. Ama o gün başka bir Türkiye ile karşılaştığımı düşündüm. Bir kültür Türkiyesi ile. \'e bunu da sevgili Nejat Bey'e borçluyuz. Bu nedenle iki yıl önce Cem Man^ur bana Nejat Bey'in önerisi- ni bikiirdiğinde inanılmaz ölçüde heye- canlandmt... Sonrasını biliyorsun..." Melih Fereli de şimdilerde bızler gibi hem mutlu hem de mutsuz. Mutlu, çün- kü müzikten sinemaya, tiyatrodan caza tüm etkinlikler hep başanyla sonuçlaru- yor. Mutsuz, çünkü ülkede, art arda yaşanan toplumsal, ekonomik, kültürel krizlerle her şey zorlanıyor. yozlaşıyor, erozyona uğruyor. 'Nejat Bey'e söz verdiıtı...' "Bu nedenle" diyor, derin bir ınançla, "Ben, tKSV'de ğöreve çağnldığımda duyduğum heyecandan daha fazlasmı şimdi duyuyorum. Bu kunımun, bu yoz- luk içinde ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anlıvorum. lşin içine girdikçe hem ilgi alanlan. hem izle>icileri hem de çalışan- ları açLsından. kendi toplumunun yozlaş- masını, kendi murfağının olanaksızlı- klanm bunca gizli rutmayı başararak, işini yürüten bu olağanüstü kuruma hay- ranltğrm artıyor. Ve dhorum ki, ben is- tendiğim sürece bu görevde kalmaktan gurur dujacağım. Nejat Bej'e >e kendi- me bu sözii verdim..." Sevgjli Melih. iki festival arasındaki şu günlerde bizler de. yani sanatsever- Ier, seninle ve çahşma arkadaşlannla gurur duyuyoruz. Ülkeyi çöl olmaktan kurtanyorsunuz. PENALTI IV Al i İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Yönetîm Kurulu, 13. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan tüm Bakanlık, kurum ve kişilere teşekkür eder. Sa>m D Fikri Sağlar. Kültür Bakanı Sayın Hikmet Çetın. Dışişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Ateş. Turizm Bakanı Dışişleri Bakanlığı Kültür Işleri dcnel Muduriuğu Kültür Bakanlığı Telif Haklan vc Sinema C»cncl Mutluriüğü Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gumrukler Ccncl Mudurluğü Gcçicı Muafiyetlcr Şubc Muduriüğu Türk Hava Yollan Genel MuUurluğu TRT Genel Muduriüğu tstanbul Valiliği İstanbul Büyukşehir Beleüiye Baı^kanlığı Reyuğlu Bclediye Bakanlığı Kadıkoy Bcledıye Ba^kanlığı Ercümtnt Akman Federal Almanya (umhuriyctı Ka^konM>U»lıığıı Alman Kültür Merkezi. istanbul Yurdaer Ahıntaş ANS Asya Film Kutlug Ataman Atlas. Nehir İletisim A S. Atolye MD Avşar Film Dr. Suphi Ayvaz Ba^ak Sigorta Ate> Benice British c;ouncil İstanbul Unci Cumhuriyet Ga7cte;.i Çanakkale beramik Kalebodur ÇASt^I) Çırağan Palace Hutel. Kempin*>ki İstanbul Dadaş Sin Tic Ltd. Şti. Metin Deni7 DHL, Worldwide Express Diet &x:a Cola Divan Oteli. Ntanbul Dove Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Ekpar l'lusiararası Inşaat Taahhüt San. ve Tic. A.Ş. Bulent Erkmen Fransa BaşkonMiloslugu Fransa Dışişlen Bakanlığı Fransi2 Kültür Merkezi, istanbul Defiie Halman Talat Halman Hıllaş Ud Hürriyet Gazetesi IBM İFM İstanhul Film Ajamı Italya DiM.slcn Bakanlığı Italya BaşkonsoloMuğu Italyan Kültür Mcrkczi. İManbuI E»en Kan>l Kentel Film GmbH Kodak (Ncar Ea-st) Inc Lstanhul. Türkiye Şubt>i Isnıct Kıırtulu» LX.. Waikikı LEVI'S Betul Mardin The Marmanı. Istaııhu! Mo> Matbaa.M MaM Fılmıılık Ud. *.ti. Mınıar sm.ın l nı\v*rsiteM Sinema Tekvi/yon Merke/ı Mınc Film MııhteMnı Film NumlvrOnı- FM Old Spke Onıomatık Mikn> Hiıu. Panıııkbank Bılgın Perı-meci l'c>lon\.ı (umluınycti Ka^konM>U>%luğu Rcn.uılt-MaİN RPM-IUdar Sabah Ga/etesi SE-SAM SODF.R SPI Intemational Standard Film %e \idco SuperFre>h Tanıtım Cirafik TckMiIbank Oğuzhan Tenan Türsak t.üncyt Türcl IIIP Türkiye Umut Sanat Ürünleri Tic. Ltd. Şti. Wımcr Bro». Tütkiye Tun<; Yalman Yeni Yapımlar Yondcr Ltd. Yeşilcam Filmcilik Atıf Yılma/- Young and Rubicam-Reklamcvi Yönetim A.S. ZFilm MEMET BAYDUR Ferit Celal Güven Kağıdı kalemi alıp masa başında hikaye yazmaya gi- riştiğimde sekiz yaşındaydım. Belli belirsiz anımsıyo- rum o ilk hikayeyi. Içinde köpekler vardı. Uzun bir yolcu- luk vardı. iki yıl ilkokulda okuduklarımdan, bana anlatı- lan masallardan, şimdi yerinde yeller esen Gölbaşı si- nemasında seyrettiğim Disney filmlerinden etkiler vardı. Yazı yazmayı çabucak bıraktım. Bisiklete binmek ve futbol gibi daha önemli, daha ciddi işlere verdim ken- dimi. Derken trto oldum. Sağlık memurlan gelip evin kapısınasarı birzarf astılar: Bulaşıcı hastalık. Birayyat- tığım odada küçük bir kitaplık vardı. Kitapların çoğu Milli Eğitim Bakanlığı klasikleri ve Varlık Yayınlan ydı... Can sıkıntısından okumaya başladım. Moliere, İbsen, Çehov... SaH Faik, Erskine Cadvvell, William Saroyan, Albert Camus, Hemingvvay ve Faulkner. Bütün kitaplığı okudum sırayla iki kere. Önce soldan sağa, sonra sağdan sola. Bulaşıcı hastalık işime yara- mıştı. Babaannemin uykularını kaçırırdım İhtiyar Adam ve Deniz'i en küçük ayrıntısına kadar anlatarak. Baba- annem Türkçe öğretmeniydi. Bana o yıllarda şaşırtıcı gelen bir şey söylemişti. Ona göre Aziz Nesin komik de- ğil, hüzünlü hikayeler yazıyordu. Bunu hiç unutmadım. Neyi hiç unutmadım? Bir yazının iki türlü okunabilece- ğini. Bana komik gelen bir şeyin, bir başkasına acı vere- bileceğini hiç unutmadım. Tatil aylarında gidip haftalar- ca kaldığım Ferit Celal Güven'in evinde daha büyük bir kitaplık vardı. Feneryolu'nda, bir korunun hemen yanın- da bir evde, birkaç yıl, yaz boyu o kitaplığı didikledim. Okuduklarımı aksamüstü, balkonda çay içilirken Ferit Celal Güven'e ve eşi Fahime Güven'e anlatırdım. Olan- ca ciddiyetleriyle tartışırlardı benimle. Birçok arkadaşı- mın paylaşamadığı bir hava eserdi evde: Herkes için, sınırsız bir söz özgürlüğü. Babam da Ferit Celal Güven'- in elinde yetiştiği için, evde herkes her konuda aklına geleni söylerdi. Herkes diğerini dinlerdi. Birçok konuk gelip giderdi, ilkokulu bitiriyordum, Vedat Amca (Gün- yol) ve Ruhi Su'yu orada tanıdım. Ben ve kardeşim Ah- met, Güngör Güven'in oğulları, kuzenlerim Murat, En- gin ve Ferit, birçok yazm ve sanat adamının arasında dinleyerek, oynayarak, azarak büyüyorduk yavaş ya- vaş. Yirmi sekiz yıl önce kağıdı kalemi alıp yine masa başı- na ama bu kez "yazar olmak" için oturduğum zaman Ferit Celal Güven'in, bu güzel insanın hayatımdaki öne- mini iyice kavramıştım. Mustafa Kemal Atatürk'e ilk gö- nül verenlerden. İlk Meclis'ten 1950 yılına kadar içel Mil- letvekili. Türksözü gazetesinin kurucusu, başyazarı. Yeni Ufuklar'm başyazarı, Halkevleri Başkanı, Aydın Fe- rit Celal Güven. Babaannemin kızkardeşiyle evli. tanıdı- ğım en güleryüzlü, en hoşgörülü otorite, enişte-dede. Müdahalecibiraydındı, bir aydınlanmainsanıydı; ince zevklerin, derin bir öğrenme ve öğretme tutkusunun in- sanıydı. Çocukluğumun ilk günlerinde başlayan dostlu- ğumuz (evet, dostluğumuz, bunu böyle yazmamdan hoşlanırdı) öğrenim için gittiğim Londra'dan mektuplaş- malarımızla, ölümüne kadar kesintisiz sürdü. Gerçek bir beyefendiydi. Lisedeyken, daktilosunun önüne oturur, duru, temiz, güzel Türkçesiyle dikte ettiklerinı yazardım. Kurtuluş Savaşı öncesi, genç bir zabitken, Adana'da bir kır kahvesinde Mustafa Kemal'le ilk karşılaşmasını an- latmıştı. Büyük bir bilgi ve görgü hazinesiydi. Mizah duy- gusu son derece gelişmiş bir insandı. Geçmişi, deneyi- mi, bilgisi, hoşgörüsüyle özellikle son yıllarında her şey- le ince ince dalga geçerdi. Hemen hemen her şeyle. Yalnızca iki şeye hoşgörüsü, tahammülü yoktu Ferit Celal Güven'in. Bağnazlık, yobazlık, tutuculuk bir; sö- mürgecilik ve ona bağlı bütün ayrıntılar, iki... Sürekli bu iki konu üstünde yoğunlaşırdı. Laikliğin öneminden, de- ğerinden, ondan uzaklaşmanın başımıza öreceği çorap- lardan, dine saplanıp kalmamizın kimlerin-işine ve nasıl yarayacağından sözü açar, insan için de, uluslar ıçın de en önemli olgunun bağımsızlık olduğunu; ama ulusça bağımsız olmadan insan bağımsızlığına ulaşmanın pek bir işe yaramayacağını söylerdi. Din sömürüsüne karşı hiçbir hoşgörüsü yoktu. Bağım- sızlık ülküsü ise, onca, hayatı hayat yapan en değerli ol- guydu. Kitapların önemini, klasik müzik plaklarının nasıl mu- hafaza edilmesi gerektiğini, meyve ve sebze ile bes- lenmenin yararını, insanlara, en başta da çocuklara sü- rekli sevgi ve saygı ile yaklaşmanın gerekliğini, doğru bildiklerimizden odün vermeden direnmeyi, en çok acı çektiğimiz, en üzgün anlarımızda uygar bir insan gibi davranmanın gizlerini ve başka birçok şeyi Ferit Celal Güven'den öğrendim ben. Öğrendiğimiz hiçbir şeyi de unutmadım. Bellek yalnızca aktın değil, yüreğin de saa- tini kuruyor. Onu elbette sevgiyle. saygıyla, ama en çok da özlemle düşünüyorum şimdi. 'Türk Musikisi' tartışıld Kültûr Senisi - Tarih Vakfı ve İTÜ Türk Musikisi Devlet Konsenatuan Mezunlan Derneği'nin ortaklaşa düzen- ledikleri 2. İstanbul Türk Mü- ziği Günlcri "Türk Musikisi- nin Toplumsal Boyutu ve Mu- siki Dernekleri" konulu bir panelle sona erdi. Gönül Pa- çacı'nın yönettiğı panelde Prof. Dr. Hüsrev Hatemi ile Yılmaz Karakoyunlu Türk müziği eğitiminin tarihçesini ve Türk müziği eğitiminde musiki derneklerinin yerini ir- delediler. Türk müziği eğitiminin, devletin bağımsızlğınının bile bir müzik aletiyle. davul ile. temsil edildiği Osmanlı dö- neminde başladığının vurgu- landığı panelde. bu dönemde müzik eğitiminin, sarayda. tekkelerde. meşk silsilelerin- de. orduda ve musiki cemivet- lcrindc sürdürülcrek Türk müziginin kuşaktan kuşağa geçmesinin sağlandığı açı- klandı. Bu toplu eğitim odaklan- ndan ayn olarak, filmlere bile konu olan aşk öykülerine yol açan. özel hocalar ile müzik eğitimi uygulamasının da yaygın olduğu belirtildi. 19. yüzyılda sadece İstanbul'da Türk müziği eğitimi veren 300 tekkenin butunduğunun an- latıldığı panelde. okullaşma sürecinin gecikme!.inden do- ğan Türk müziği eğitimi boş- luğunu Türk müzigi dernekle- rinin doldurduğu vurgulandı. Günümüzde İstanburda. en eşkisi 1918 ynhnda kurulan Üsküdar Musiki Cemiyeti başta olmak üzere 60 ayn Türk Müziği Derneğinin faa- liyetlerini sürdürdüğü de be- lirtildi. 'Istanbul'u Sevmek' sergisi Kültür Servisi - Uluslararası Lions Klübünün düzenlediği "İstanburu Sevmek" adlı sempozyum ve sergjlerden oluşan etkinliğin beşıncisi bugün Kadıköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde başlıyor. Etkinlikler kapsamında bugün saat 19.00'da"tstanburunDünü, Bugünü ve Yanru" konulu bir sempozyum ve Olcayto Eryükserin "Değişen İstanbul" başlıkh dia gösterisi gerçekleş^tirilecek. Aynca Serdar Samancıoğlu'nun yağlıboya istanbul tablolan, Ömer Faruk Acar'ın İstanbul Yalılan maketleri ileçeşitli koleksiyonlardan derlenmiş kartpostal. tahvil, eski sokak tabelalan. İstanbul gravürleri, İstanbul fotoğraflan, tarmvay maket ve biletleri, tüneljctonlan gibi İstanbul'un tarihine ışık tutan çeşitli malzemelerin sergileri de açılacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle