23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 MAYIS1993 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yabana dilde öğretimyanlışlığı Bugün toplumun da benimseme durumuna geldiği yabancı dildeeğitim yanhştır ve bizleri bir açmaza sürüklemektedir. Nasıl Osmanh Devletfnde bilim ve yazın diline Arapça ve Farsça sokulmuş ve sonuçta içinden çıkılmaz bir duruma gelinmişse, aynı yanlış günümüzde de yapılmaktadır. Prof.Dr.DEMİR İNAN Hacettepe Üniversitesi, FizikMüh.Bölümü gelimi, bir Yunanistan, bir İsrail. abe- ce'leri (alfabeleri) bile farkh iken, yine de kendi dillenrü kullanıyorlar. Peki, bızdeki bu İngilizce eğitim mo- dası nereden geliyor? Acaba, Atatiirk'ün Erzurum Kong- resi'nde manda olma düşüncesine kar- şı çıkışı, yani; "Biz bir şey yapamayız, bizi başka birileri gclsin kurtarsın, biz de onlann egemenliğinde yaşayalım' düşüncesine karşı çıkışı yanlış mıydı? O gün, topla tüfekle ülkenun elde ede- meyenler bugün başka yöntemfcri mi deniyorlar? Yoksa bizler kendiliğimiz- den, genç kuşaklara meslek edindire- meyecek denli kendi dilimizi ve dolayı- sıyla kendimizi yetersiz sanma döne- mıne mi girdik? Siyasetçilerimiz, Balkanlar'dan Or- ta Asya'ya dek Türkçe konusuluyor diyorlar ve bu ülkelerin yol göstericisi, önde gelen ülkesi olduğumuzu söylü- yorlar, ama gelin görün ki üniversite eğitimini Türkçe ile değil. İngilizce'yle yaptınyoruz!.. B undan birkaç yıl önce. bir Anadolu üniversitesindeki arkadaşıma sormuştum: "Sizin ünıversitede fızik îğitimine gelen öğrencile- rin düze/i nasıl? Nitelikli öğrenciler bulabiliyor musunuz?" "Bu yıla değin pek iyi değildi, ama bu yıl cok iyi öğrenciler geleceğini umuyo- ruz" diye yanıtlamıştı sorumu. "Ne- den" diye sorduğumda, "Bu yıl İngi- lizce öğretime başlıyoruz. dersleri îngilizce vereceğiz"' demişti. Bir kongreye katılmak üzere Tri- este'ye (İtalya) giderken kızımj da ya- nıma almışüm. Kötü bir şans oldu ve kızım düşüp kolunu kırdı. Trieste'deki çocuk hastanesine gittik; söylendiğine göre o bölgenin en ünlü çocuk hasta- nesiymiş. Karşıüklı iyi niyet ve çabala- nmıza karşın, doktorlarla birtek söz- cük İngiliace konuşamadık; İngilizce bilmiyorlardı bu genç doktorlar. Yurt içinde ve yurt dışında yabana ûnivenite üyeleriyle karşılaştığımda hep soranm: "Sizde üniversite eğitimi hangi dilde yapılıyor" diye. Aldığun yanıtlar şu sonucu veriyor: Daha önce sömürge olmuş ülkelerde, hangi ülke- nin sömürgesi olmuşlarsa o dili kulla- nıyorlar, ama öbürleri kendi dillerinde yapıyorlar üniversite eğitimlerini. Söz- Tûrkçe eğitim için geliyorlar Bugünlerde, özellikle yeni Türk cumhuriyetlerinden ülkemızdeki üni- versitelere büyük akın var. Bu gelen öğrenciler, Türkiye'ye Türk dilinde eğitim yapmak üzere geliyorlar. İngj- lizce değil!.. İngilizce eğitim yapmak isteselerdi, İngiltere ya da Amerika Birleşik Devletleri'ne giderlerdi. Türk- çe eğitim yapamadığnruzı görünce. kısa bir süre sonra onlann da gözün- den düşeceğimiz açık. İşin aslına bakacak olursak. iki de- ğişik konuyu bir potada eritme çabası- nın verdiği yanlışlıktır bu yabancı dil- de üniversite eğitimi. Genç kuşaklara yabana dil (bugün için moda olan İn- gilizce) öğretmek başka şeydir, meslek öğretmek başka şey. Bana göre yabana dil öğretmek, üniversitenin bir gorevi değıldir. olma- malıdır. Yabana dil öğrenmede en ve- rimli yaşlar, orta öğretim yaşlandır. Yabana dil öğretme, orta öğretimin görevi olmalıdır. sorun burada çözül- melidir. Üniversiteye gelen öğrenci, yabancı dil değil, bir meslek öğrenmek için üniversiteye gelir. Bu meslekle ilgi- li bilgileri. kendi anadili varken, ya- bana dilde öğrenmesinin ne bir gereği ne de bir anlamı vardır. Kaldı ki Türk öğretim üyelerinin, kendi bilgilerini öğrencilere en iyi ve verimli olarak. kendi dillerinde aktarabilecekleri de su götürmez bir gerçektir. Düşününüz ki, bir sınıfta bir Türk öğretim üyesi meslekle ilgili bir konu- yu, yine Türk öğrencilerine yabana dilde anlatmaya çalışıyor. önce şu so- ruyu soralım: Türk öğretim üyesi o ya- bana dili ne denli biliyor? Ne denli iyi bilirse bilsin, kendi ana dili gjbi kul- lanabilir mi? Aynca o öğretim üyesi- nin oradaki görevi, meslekle ilgili bir konuyu yabana dilde anlatabilme gayretinde olrnak değüdir ve o öğre- tim görevlisi iyi yabana dil konuşmak zorunda da değildir. Çünkü onun işi, kendi mesleğindeki bilgi birikimini en verimli bir biçimde karşısındaki öğ- rencilere aktarmaktır. Görevi budur ve bunun için orada bulunmaktadır. Bunu da en iyi kendi diüni 'kullanarak yapabileceğinden kimin kuşkusu ola- bilir. Şimdi de öğrenciler için şu soruyu soralım: Öğrenciler, yeni gördükleri, yeni öğrenmek durumunda olduklan bilgileri, bu bilgilerin yabancı bir dilde anlatıimasıyla ne denü verimli öğrene- bileceklerdir? Söylenilen kaç cümle- den kaçını tam anJayabilecekierdir? Hele, hem kendilerinin hem de öğre- tim üyesinin yabana dilleri yetersizse; ki çoğunlukla durum böyledir. Bir de öğrencilerin, o anlayabildik- lerini kağıda geçirme.not tutma duru- munu düşünün; hele İngilizce gibi ne- redeyse her sozcüğü için ayn bir yazım kuralı olan dilde. Sonra da o tuttuklan notlardan çalışırken yararlan- malannı., Hem öğretim üyesi, hem de öğrenci- ler Türkçeyi kendi anadilleri olarak bi- lirken, böyle bir "oyun"a, işi böyle bir "karmaşa"ya sokmaya ne gerek vardır? Kime ne kazandırmaktadır, götürdüklerinin yanında? Şöyle bir sav ileri sürülmektedir: "Efendim. bugün bilimde en yaygın kaynaklar İngilizcedir, çocuklanmız mesleklerini İngilizce olarak öğrenir- lerse bu İngilizce kaynaklardan da ko- layca yararlanabilirler ve daha iyi yeti- şirler." Oysa mesleklerini tam öğrene- memektedirler kı, o kaynaklardan ya- rarlanabilsinler, o kaynaklarda yaa- lanlan anlayabilsinler. Aynca bundan yüz yıl önce bu denli yaygın İngilizce kaynak yok idi. Bun- İar gökten de inmedi, birileri bunlan yazdı. Öyleyse öğretim üyelerini İngi- lizce ders vermeye zorlamak yerine, en azından İngilizce kaynaklan Türkçeye çevirmeye yönlendirmek. Türkçe kay- naklar yaratmaya yönlendirmek daha akılhca olmaz mı? Sonuç Bugün toplumun da benimseme du- rumuna geldiği yabancı dilde eğitim yanbştır ve bizleri bir açmaza süriikle- rnektedir. Nasıl Osmanh Devletinde bilim ve yazın diline Arapça ve Farsça sokulmuş ve sonuçta içinden çıkıhnaz bir duruma gelinmişse, aynı yanhş gü- nümüzde de yapılmaktadır. Ana ba- balarca, çocuklannın yabana dilde eğitim görmeleri isteği. daha önceleri Avrupa ülkelerine ve öbür gelişmiş ül- kelere öğrenci gönderilmesi ve oralar- da daha iyi öğrenim göreceği inanışı- nın bir uzantısıdır. Ama unutulmama- lıdır ki, o ülkelere gönderilen öğrenci- ler de o ülkenin dilinde eğitim görür- ler; İngiltere'ye giden bir öğrencinin, İngilız hocalardan Fransızca mühen- dislik öğrenimi görmesi düşüncesi ne kadar ters ise, Türkiye'deki bir öğren- cinin de Türk hocalardan İngilizce öğ- renim görmesi o denli terstir. Unutmayalım, bugün hastalamp bir doktora gittiğınizde, onun yabana dil bilgısinden değil, tıp konulanndaki bilgjlerinden yararlanınz. İngilizce bi- len ama tıp bilgisi yanm yamalak olan bir doktor yetiştirmenin kime yaran olabilir? Bugün Türkiye güçlü bir ülke ve ulus olmak istıyorsa, dilini her alanda kullanmak. kullandırmak, geliştirmek zorundadır. Dil, bir toplumun düzeyi- ni. gelişmişliğini gösteren bir aynadır. Üniversite, bir toplumun düşünce ve bilgi lokomotifıdir. Orada kendi dili- mizi kullanamazsak. nasıl güçlü bir ülke olabiliriz? ARADABİR ORHAN KARAVELİ Dışpolitikaygzan Kıbns'ta Son Durum "Ne bir kanş toprak, ne bir portakal ağaa!.." Milliyet ve Vatan gazeteleri adına ta 1950li yıllardan beri birçok kez gitiğim Kıbrıs'a geçenlerde bir daha uzandım ve KKTC'nin hemen her yerini dolaştım. özel- likle, halktaki özgüven duygusu ve gözle görülür kalkın- ma çabaları, burada eski acılı ve karanlık günleri yaşa- mış bir gazeteci olarak beni çok rnutlu etti. Evef bir Tür- kiye ya da İtalya düzeyinde olmasa bile bazı yolsuzluk söylentileri, deneyim ve kadroları çok sınırlı "Yavru Va- tan'da da kulakları rahatsız ediyordu ve işler, herhalde, yüzde yüz yolunda gitmiyordu. Ancak, devrimci ve di- rençli Kıbrıs Türklüğünün 30 yıldır yaşamaya zorlandığı inanılmaz güçlükler.. hala ve utanmazca sürdürülen ambargolar anımsanır ve KKTC'nin, kendi sınırlı kay- naklarına ek olarak Türkiyg'nin^ok ölçülü yardımlarjn- dan başka birdayanağı olmadığı düşünülürse, bu genç, laik ve demokratik devletin ayakları üstünde -yine de- duruyor olması, hepimizi mutlu etmelidir. Ana çizgileriyle Kıbns'ta güncel durum şudur: 1- özellikle genç kuşaklar, komşu (!) Rumlarla şu ya da bu ad altında herhangi bir "ortaklıgı" düşünmek bile istemiyor. Çünkü, ezici çoğunluk yaşamı boyunca tek bir Rum bile görmemiş; tek sözcük Rumca bilmiyor. Ortak bir yanlarının da olmadığının bilincindeler. Rumlarla or- taklaşa birdevletoluşturmak, onlar için, örneğin Çek'ler ya da Ukraynalılarla federasyona (!) gitmek gibi bir şey! Üstelik Rumları, babalarının dedelerinin, ninelerinin ka- tilleri ve hepsini ülkelerinden sürüp atmak için her yolu denemiş ve -ellerine fırsat geçerse- yeniden deneyecek düşmanları gözüyle görüyorlar. 2- Rumlara bir karış toprak ya da bir tek portakal ağacı bile vermekten yana görünmüyorlar. Bunun mantığını da kuramıyorlar. Diyorlar ki, "Çıkarma öncesi bizler 250 (cep) içinde toplam yüzde 3lük bir toprak parçasına sı- kıştırılmıştık. O zaman kimse "yüzde 20 nüfusa yüzde 3 toprak azdır..." demediği gibi, Türk ordusu son anda ye- tişmeseydi -Bosnalılar gibi- buralardan da sökülüp atıla- caktık. "Etnik temizliği" Bosnalılardan önce biz yaşaya- caktık. Şimdi New York'ta bazı beyler hiç sıkılmadan, "Yüzde 20 nüfusa yüzde 33 toprak fazladır. Bunun 5'te 1'ini (hem de en verimli yerleri) Rumlara hediye edin ki, ortak bir devlet kurabilesiniz." diyorlar ve bizlerin bu oyuna gelmemizi bekliyorlar. Hiç sanmıyorum ama, li- derlerimiz herhangi bir toprak ödünü verse bile halkımız referandumda bunu reddedecektir ' 3- Eski Yugoslavya'da yaşananlar, Birleşmiş Milletler örgütünün zavallılığı ve Batı'nın güvenilmezliği konu- sunda Kıbrıs Türklüğünün gözünü büsbütün açmış. Ko- nuştuğum hemen herkes, sözbirliği etmişçesine, "Kıbrıs sorunu belki daha uzun yılar sürecek bir mara- ton; bir sabır işidir" dediler. "Dünya ergeç bizi tanıya- caktır. O zamana kadar dişimizi sıkacağız. "Ne bir karış toprak ne bir portakal ağacı" biçiminde özetlenen paro- lamızı -her şeyi göze alıp- sürdüreceğiz. Yeter ki Türkiye üzerimizden elini ve garantisini çekmesin..." Sözde "yatırım" teşvikleri, bakan bile yapılan hayali ihracatçılar ve banka dolandıncıları, üçkağıtçı müteah- hit ve kooperatifçiler şaibeli bürokratlar için trilyonlar bulup savuran Türkiye, uzun erimli stratejik çıkarları ve doğrudan ulusal güvenliği açısından ayakta tutmak zo- runda olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için, birkaç köşe dönmeci ile bir iki Güneydoğu iline yaptığı kadar "yardımı" herhalde esirgemez. Esirgerse, tarih önünde sorumlu duruma düşer. OKURLARDAN Dûzeni yasalar sağbr Sayın Özgün Soyucak'ın, 22 nisanda tartışma bölümünde çıkmış olan yazıma katıbnadığını açıklamasma sevindim. Doğrulan bu katılmayışlarla bulacağız. Yasalara uymak başka, onlan putlaştırmak başkadır. Savunduğum görüş, devletin, çıkarmış olduğu yasayı uygulatmada titizhk göstermesi zorunluluğudur. Kişisel yorumlarla yasaya uymama ahşkanbğı oluşmasını engellemesidir. Bunu devlet yapmazsa, kendi rahaumız için biz yapmabyız. Çünkü kural ve yasalara saygı düşüncesi gelişmezse. ne eşitsizlikler, haksızlıklar önlenebilir, ne de toplumda düzen sağlanabilir. 'Her durumda v asalardan medet ummaktan vazgecersek' hiçbir yere varamayız. Evet, 'İyinin, güzelin teminatı biz insanlarız' ama, kurallara, yasalara uyrnak koşuluyla. Bu konu çok derin düşünübnelidir. Rüştü Erguıı Işınbilimci (Radyolog) TARHŞ3IA Göreve davet ediyoruz 12 Mayıs 1993 günü saat 22.20'de, HBBTV kanabnda yayınlanan ve başta demokrasi ve laik ilkeler olrnak üzere Atatürk devrimlerini hedefleyen, bu ilkelerin yıkılması ve şeriat düzeninin kurulması için uğraş verirken bizAJevi vurttaşlara da hakaret eden zihniyetı nefretle kınıyoruz. Nefretimiz, bu ve benzeri kişilere degüdir. Nefretimiz; niyetleri bilindiği halde bunlara kol-kanat geren. palazlanmalanna ses çıkarmayan (sempati gösteren) yetkilileredir. Uzüntürnüz ise bu gelişmeleri salt Alevi-Sünni çekişmesi farzederek sessiz kalan, laik ve demokratik kamuoyunadır. Siyasal partileredir,' Demokratik kitlc örgütlerinedir, Sendikalaradır. Demokrasi ve özgürlük yanbsı basınımızadır... Şu husus iyice bilinmeb ve altı da kabn çizgilerle çizilmehdir ki; yurdumuzdaki şeriat örgütlenmesınin geldiği nokta savsaklama ve hoşgörü dönemini çoktan aşmıştır. Bunda, Türkiye'deki bilinen siyasal partilerin olduğu kadar, dışandaki şer-i finans kaynaklannın ve Diyanet'e aynlan bütçenin de büyük payı vardır. Bu nedenle; Bugün Atatürk Türkiyesi'nde en üst makama secilen zat da dahil olmak üzere; İmam hatip okulu ve Kuran kursu seferberbğinde başan (!) gösteren Mılli Eğitim Bakanını; "din devletin değil. devlet dinin emrinde obnalıdır" diyen devlet bakanını, ülkemize yapüklan ihanetin boyutlannı görmeyeçağjnyor. ülkenin birbk ve bütünlüğünü tehlikeye sokan bu gebşmeler ile ilgili olarak yasal sorumlulan göreve davet ediyoruz. Murtaza Demir Pir Sultan Abdal Kültür ve Tanıtma Derneği Genel Ba§k /ANKARA PENCERE Yasak var, önlem yok! steklerirnizi engelleyici oldukça fazla sayıda k l l k I y vasaklarla karşı karşıya kaldığımıza hiç dıkkat ettıniz mi? Acaba sadece yasak koymak yerine önlem abnak ya da alternatifsunmak olası değil midir? Neredeyse bebeklik dönemiyle başlayan bu yasaklar yaşam boyu sürmektedir. "Hunmm o cıs, ellemc" sözleriyleilk yasının içindeki çocuğu engelleyıci bu sözler, ilkokula başlayan çocuk için daha katı yasailan ve emirleri içeren sözler haline dönüşmekte, gençler ve yetişkınler için ise yaptınmı olan emirler dizini habne gelmektedir. Ilkokullannuzın duvarlannda, giriş kapısından başlayan yasaklar zinciri vardır. "Koşma, bağırma, merdivenlerden koşma, birbirim itme..." vb. Kuşkusuz bu yasaklann temelinde, bebeği ya da çocuğu koruma amaa vardır. Ama sadece yasak koymak çözüm müdür? Çünkü ilkokul yaşmdaki çocuk enerji doludur. Koşmak, oynamak onunen doğal hakkıdır. Oysa ilkokullanmızın büyıik bir çoğunluğunda sportif faaliyetlerin yapıldığı ne mekân ne de zaman mevcuttur. Beden eğitimi dersleri yerine matematik, fen ya da sosyal bilgjler dersleri yapıbııaktadır. Bunun nedeni; beden eğitimi dersini verecek öğretmen, bu dersin yapılacağı salon ve bu ders için gereç olmamasıdır. Dolayısıyla yerinde duramayan enerji dolu çocuklar; kurallarla, yasaklarla ve de bunlan uygulayan sert yüzlü müdürlerle, öğretmenlerle ya da müstahdemlerle durdurulmaktadır. Üstelik ilkokul müdürleri öcü şeküne bürünmekte veya büründürülmekte ve 6 yaşında okula gelen çocuk 11 yaşında âdeta birkahpiçinde mezun edilmektedir. Dolayısıyla çocuklar, okul müdurüyle yolda bile karşılaşsa bir anlamda "hazrola geçmekte", sorulara çekingen, sıkılgan, cevaplar vermektedir. Üstelik bu, saygı olarak nitelendirilmektedir. Acaba saygı bu mudur? Acaba saygı için korku ve kural koşul mudur? Her şey gereksinimden doğar. Çoğumuzun bildiği bu öncül, iktisat kurallan arasında da yer almıştır. Bakın Amerikahlar bu gereksinimi nasıl çözümlemişler Tuvalet kapılanna yazı yazıklığı fark edılince, kurai koymak yerine her tuvaİetin kapısına büyük boyda kâğıt asmışlar. Böylece vazı yazmak isteyen insanlar, bu kâğıtlan kullanarak hem kendiferi rahatlamışlar, hem kapılan kirletmemişler hem de işin bir başka ilginç yanı, baa insanlara ış olanağı hazırlamışlardır. Nasıl bir iş mi? Şöyle: Bazı yetenekli ve ticarifikirliinsanlar, yaalan bu kâğıüan toplamış, derlemiş ve ilginç yazı dizileri halinde kitap olarak yayımlamışlardır. Bu uygulamanın karşı çevabı olarak kâğıt maliyetleri savunulabilir. Ama hertürlü uyanya rağmen kapılara yazı ıek zordur. f fanması ya lanılacak kâğıtlan daha yüksek maliyettedir. Dolayısıyla bana göre bu yol daha iyidir. Üstebk bu davranış, insana bir saygıdır. Bir başka, çözüm önerihneyen yasağımız da şudur: Parklarda çeşitu levhalar görürüz: "Yerlere çöp atmayın." Tamam atmayaum, ama nereye ataüm? Çünkü o parkta yaçöp kutusu voktur ya da varsa bile amaca hizrnet etmemektedir. Bilirsiniz, parklara giden insanlanmız kabuklu yemiş yemeyi de sever. Parklardaki çöp kutulan da genellikle küçük ya da arası oldukça açık çubuklardan oluşmuştur. Siz, kabuklan toplayıp çöp kutusuna atsanız bile kabukJar kutudan yine yerlere dökülecektir. Bir başka yasak, üniversitelerin koridorlannda, kantinlerinde "Sigara izmaritkrini, çay-kahve kapTannı yerlere atmay ın" uyanlan vardır. Bu uyanlar okul yönetimi tarafından bazen sert bir şekilde sözlü olarak da yapıhr. Ancak öğrenciler yeriere atmamalan gereken çöpleri atacak bir yer ya da bir şey bulamazlar. Var olan kül tablalan da yasak savıa nitebğinde küçük boydadır. Çözümü sunulmayan bir başka yasak da inşaatlardadır: "Inşaata ejrmek tehlikeli ve yasaktır. Çok güzel, peki herhangi bir önlem var mı? İnşaatın etrafı cevritoıişmi? Yok! Demek ki sadece yasağı koymak yetiyor. Gerisı yasağı çiğneyenın sorunu... Amerika'da üniversite kampuslannda yaya yolJanna uzaktan bakarsanız birindl ve ikincil yollar görürsünüz. Birincil yollar, okuldaki yetkililer tarafından kararlaşunlan yollardır. İkincil yollarsa öğrencilerin tercihleri doğrultusunda oluştunümuş youardır. Japonya'da ilkokullara giriş yollannın tespiti de oldukça ilginç. Asbnda ilginçten öte, bana göre insana yerilen saygının bir örneğidir. Bir Japon arkadaşımın anlattığına göre, Japonya'da yeni bir ilkokul binası inşa edildiğinde okul bahçesini çevreleyecek duvarlar önceden örülmezmiş. öğrencilerin kendib'ğinden oluşturduklan giriş yoluna. kapı olacak şekilde sonradan duvar örerlermiş. Ne güzel değil mi? Bu yazuîida yasaksız bir topîum istedığim anlaşılmasın. Benim savunduğum sadece yasak koymanın yeterli olmayacağıdır. Yasak varsa, önlemi de obnab diyorum. öğr. Gör. Filiz Seçiın Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fak. FAZLA KİLOLARINIZ İÇİN KİLO KONTROL MERKEZİ TÜRK KALP VAKFI : 275 12 44/45 FAKS: 266 47 12 Adres: 19 Mayıs Cad. No. 8, Şişli, İSTANBUL GİDERAYAK YAŞARKEN Vedat Günyol 20.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli göDderilmez. ÇokSeviyonız KzDevrtmL.. Toktamış Ateş'in 'Biz Devrimi ÇokSeviyoruz' adlı kita- bını (Der Yayınları) okumadınızsa, okumanızı öneririm. Halktan yana bir bilim adamımn, yazarlığı da kıvamını bulduğu zaman, söyleşi güzelleşiyor: "Bilen ve gören bir gözle bakıldığı zaman insanlık ta- rihi, ezen ve ezilenin kavgasmdan başka bir şey değil- dir. Her şey ezen içindir, egemen olan içindir. En güzel sofralar onlanndır, en yararlrkitaplar ve bilgiler de onlar içindir, başkaları hakkında karar verme yetkisi de onlar- dadır. Ezilene ise sadece çalısmak düşer. İnsanlar demokrasiyle kendi kendilerini (çoğu kez laf- ta) yönetmeye başladıklan zaman da durum pek değiş- memiştir. Kitle iletişim araçlannı ellerinde bulunduran- lar ve üretim araçlarmın sahipleri, yani egemen sınıf, demokrasiyi de kendi koyduklan sınırlar içinde oyna- mak isterler. Toplumdaki temel ilişkileri bozmayacak bir demokrasi!.. Işte devrimci olmak, bu temel ilişkileri, bu sömürü ilişkilerini bozmak için uğraşmak demektir. Ve kimileri ne derse desin, biz devrimi hâlâ çok seviyo- ruz, uğruna mücadele ediyoruz ve çok özlüyoruz." • Peki, devrime bu kadar bağlanan Toktamış Ateş kim- dir, nedir, necidir? Sosyalist midir, komünist midir, Troç- kist midir, Maoist midir, bir vakitlerortalıktakasımkasım dolaşıp dönenen, şişinip mangalda kül bırakmayan sö- züm ona devrimcilerden hangileriyle yoldaş ya da omuzdaş olmuştur?.. Yok canım, Ateş, 1960'lardan beri ülkenin ilerici, dev- rimci, Kemalist, laik, toplumcu kesiminde uğraşını sür- dürürken alçakgönüllüğü hiç elden bırakmadı, ne dev- rimciyim diye önefırlayıp şişindi kasıldı, ne işler tersine döndükten sonra hamamböceğine dönüştü, soldan çar- kedip holding babalarının eteklerini öptü, ne de serma- ye politikacılarının dalkavukluğuna soyundu .. Ateş dün neyse, bugün de o!.. Elbet değişimin yasalarını özümsedi; ama, değişme- nin döneklikle uzaktan yakından bir ilgisi oimadığını bi- len bilim adamı kişiliğini korudu. haramzadeleresatma- dı, devrimi dün de sevdi, bugün de seviyor... Çünkü devrim yaşamın ta kendisidir. Toktamış Ateş, bunu biliyor: "Biz devrimi severdik-sevmezdik, seviyoruz-sevmi- yoruz tartışmasına girmek için önce devrimin ne oldu- ğunu anımsamakta yarar var. Devrim elbette, ellerinde- ki çakaralmaz tabancalarla devletin silahlı kuvvetlerinin üstüne gitmek değildi. Ya da kitaplardan öğrenilen bir işçi sınıfı şablonuna Türkiye'deki işçileri uyarlayarak hayal kurmak da değildi. Kapalı kapılar ardında karanlık pazarlıklar sonucu ortaya çıkan militan bozuntulannın dışında, hain provokasyonlarla kendini savunmaya zor- lanan gençlerin anılarına elbette saygısızlık etmem. Inanç ve yurtseverlikleri yolunda göğüslerinde kan çi- çekleriyle binlercesini toprağa verdik onların. Yaşaya- cakları ne kadar güzel şeyler vardı oysa... Ancak o kısa ömürlerine sığdırdıkları heyecan, umut, mutluluk ve tat- mini yaşayabilmek için eski 'omuzdaşlarının' ömürleri birkaç yüzyıl da olsa yetmez. Bu eski omuzdaşlar ege- men sınıfın elleri kanlı temsilcilerinin karşısında peren- deler atarken, yaranmak için yaltaklanırken; mezarlar- da kemikleri sızlar mı acaba? Devrim demek, bir toplumdaki siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarının toplumun geniş kesimleri le- hine hızla değişmesi demektir. Siyasal alanda katriı- mın' artması, ekonomik alanda 'paylaşımın' dengeien- mesî, 'fırsateşitliği'nin verilmesidemektir." • Toktamış Ateş'i Cumhuriyet'te okuyorsunuz; ama, 'Biz Devrimi Çok Seviyoruz' adlı kitabını okumamışsa- nız, okumanızı öneriyorum. Sıcak bir yürekte insanlığın vicdanı duyumsandı mı, bilimin yol göstericiliğinde doğ- rular saydamlaşır, somutlaşır ve yazıya dökülür... KEŞKE, Selanik'ten gelen "REMBETIKO" topiuluğunu dinleyebilseydiniz, müziğin insanları nasıl kaynaştırdığını, Selanikli dört genç ile onlan dinleyen İstanbullu gençlerin nasıl bütünleştiğini görseydiniz. IIASANPUIUR - Milliyet.. Grup Selanik, müziğin sınırlan oimadığını göstermek için geldiği İstanbul'da tam bir haita dost dinleyicilere seslenecek... Cumburiyet.. Hiizün ve Coşku; İşte Rembetiko.. TEMPO Yoğun ilgi üzerine SON 4 GÜN TRİBUNAL Muammer Karaca Çıkmazı, Odakule Karşısı, Beyoğlu.. Rez : 249 71 79 T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN "Ödüllü Bilimsel Eser Yarışması" Konu: Cumhuriyetimizin 70. yılında halk kütüpha- neleri ve düşünce özgürlüğü. ÖDÜLLER: Birincilik ödülü 35.000.000: TL, İkin- cilik ödülü 25.000.000rTL, Üçüncülük ödülü 15.000.000r TL. Son başvuru tarihi 17 Eylül 1993 Yanşma özel şartnamesi ile daha ayrıntılı bilgi için Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'ne (Necatibey Cad. No: 55 Sıhhiye/ANKARA Tel: 231 79 62 / 242) veya il ve ilçelerdeki halk kütüphanele- rine başvurulabilir. Basın: 29783 DARBELER 'DEMIRKIRAT'LAR ve 27 MAYIS Ahmet Yıldız, Şuphi Karaman, S.Gürsoytrak, MuzafferÖz- dağ, Selahattin Özgür, H.Tunçkanat, A.Türkeş, Srtkı Ulay, Ta- latTurhan, SelçukAtakan, HamdiBaşar, M.Başaran, Sami Karaören,UğurMumcu,İlhamiSoysalveAvşarTimuçin'inya- zılarıyla... Yayına hazırlayan: SadıkGöksu Anahtar Kitaplar Yayınevi Tel.: 51617 46 Çemberlitaş •kjı-
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle