23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22MAYIS1992CUMA 12 DIZI-YAZI 1934'te Moskova'ya kaçan Nail, 8 ayük hamile eşi Taisa'yı Türkiye'ye dönmekiçin terkeder A>Tilık Komintem'in emri Hr Ömünlen KesiHep NAİL VAHDET ÇAKIRHAN: AĞAHANÖDÜLLÜESKİTÜFEK Hazırlayan: ALPAY KABACALI — 3 — Yaşamöyküsüne dönüyoruz yeni- den... Naii Çakırhan, Muğla'da bir yıl kabp dava vekilliği yaptıktan sonra Is- tanbul'a dönüyor ve Yann gazetesin- de çalışmaya başhyor. (Arif Oruç'un çıkardığı Yann, Felhi Okyar'ın kısa ömürlü Serbest Fırka'sını destekle- tnişü.) O yılın sonunda bir kez daha tutukİanıyor: "Sebebini hâlâ bilmiyorum. Nâzım ve daha birkaç kişi de tutuklandı. Sa- nınm bir bıldıri dağıtılmış. Ben kımse- ye vermedim. Ama birisi "Ondan aJdım' demiş. Şöyle olmuş olabilir: Pa- ket halinde almışımdır da, bilmeden götürmüşûmdûr. Naam, ben. daha birkaç kişi, dörder buçuk yıl ceza ye- dik. Aşağı yukan yirmi kişi daha vardı, onlara dörder yıl verdıler. İstan- bul Tevkifhanesi'nde ve Bursa Hapis- hanesi'nde bir buçuk yıl kaldık, 1933 genel atTına kadar..." Nail Vahdet, cezaevınden çıkınca Yunus Nadi'ye başvuruyor: "Babıâli'de hapishaneye girmiş, po- lise düşmüş insanlan işe almakta tereddüt etmeyen iki kişi vardı. Biri Yunus Nadı, biri Zekeriya Sertel. Ikisi bırlıkte Hayat Ansiklopedisi'ni çıkan- yorlardı. Yunus Nadi hemen oturttu, kahve ısmarladı. Ansiklopedinin tas- hihi işini bana bıraktı. Bir gün çağırdı, 'Muğlah' dedi, hep Muğlah' derdi, 'Benim makalelenm tashih yanlışlan üe dolu. Cumhuriyet'in tashihini de yapar mısın?" 'Yapanm' dedim. 40 lira ansiklopediden ahyordum, 40 lira da Cumhuriyet'ten almaya başladım. Çok geçmeden Cumhuriyet yayını ki- taplann tashihi işini de bana verdi. 40 lira da oradan alıyordum, ayda 120 li- ra geçiyordu elime... Bir gün beni çağırdı, 'Sen benden fazla para ahyor- muşsun' dedi. 'Benim milletvekili ayhğım 87 lira.' Sonra üzerime baku, 'Sana elbise lazım' dedi. Birkaç gün İ937'de Türkiye'ye dönen Nail Çakırhan, Rus eşi Taisa'dan olan oğlu Rudik'i ancak 1979'da,yani42yıl sonra görür. Rudik evlidir ve iki kız çocuğu vardır. Nail Çakırhan'ın iki torununun, ikişer de çocuğu olmuştur. sonra idareden çağırdılar. Beyefendi söyledi, fılan yerdeki terziye gidecek- sin, onun gönderdiğini söyleyeceksin' dediler. Elbise yapıldı, sonra aybğım- dan azar azar kesildi. Bir gün de aynı şekilde saat almam için yolladı. Arası- ra çağınr, konuşur, hal hatır sorardı." Moskova'da iki buçuk yıl 1934 sonlannda, kimseye haber ver- meden ortadan kaybolur Nail Çakır- han Yunus Nadi, polis müdüriinü sıkıştınr. "Çocuğu kaybettiniz, çıka- nn. Yoksa Alatürk'e sÖyleyeceğim." Polis. "Gözalüna bile almadık, bizim olayla ilgimiz yok" der. Bunlan sonra- dan gazetedeki arkadaşı Feridun Osman'dan öğrenir... Nail Vahdet Çakırhan'ın 25 yaşında- ki büyük torunu çocuğuyla. Yıl 1982. Nail Çakırhan, karayoluyla Hopa- ya gider, ocada ortaokul öğretmenliği yapan arkadaşı Tevfik'e misafır olur. Daha sonra da, birisinin yardımıyla, bir gece yansı Sovyetler Birliği'ne ge- çer. "Moskova'da iki buçuk yıl kaldım. llk olarak Komintern'le ilişki kur- dum. Şefık Hüsnü'yle, Ismail'le (Marat, Laz İsmail) görüşüyorduk. llk Rusça derslerini Ismail'den aldım. Beni en çok etkileyen, TKP'nin de içinde olduğu Doğu Şubesi'ne bakan Kuusinen'in sekreteri Miller oldu. Dostluk kurduk. Çok sonradan öğ- rendim, 1942-43 te sanıyorum, Komintem'in ortadan kaldınİmasın- dan sonra kendini tuvalette asmış. "Komintern'le ilişki kurdum, yurt denilebilecek bir toplu yaşama yerinde bana oda verdiler. Puşkin Meydanı'na yakın, eski. gûzel bir binanın ikinci ka- tınday*. Orada güzel bir Çinli kadın da vardı. İran'dan gelen bir arkadaş vardı. merkez komitesindenmiş. Ka- fasını hiç kitaptan kaldırmayan biri daha vardı, o da İsrail Komünist Par- tisi'nin merkez komitesinden..." Burada üç ay yaşar, Rusça öğrenir. Sonra Doğu Halklan Üniversitesi KUTV'de okumaya başlar. Sovyetler Birliği içindeki Doğu halklanndan ki- şilerin de öğrenim gördüğü KUTV'de Marksizm. Leninizm, ekonomi, Sov- yet Komünıst Partisi tarihi, sosyalizm tarihi öğretilmektedir. Daha sonra Nail Vahdet, bir fabri- kaya gönderilmeyi ister "Moskova dolayında bir tekstil fab- rikasına gönderdiler. Dört bin kadar kız çalışıyor, hepsi de 18-22 yaşlann- da. On kadar da erkek... tşte bunların arasına düştüm. Evlendim. Nasıl kur- tulursun dört bin kızdan?" Yıl 1981. Eşi Halet Çambel'Ie(solda) Moskova'ya gidenNail Vahdet, düşlerinde, şürlerinde yaşadığı oğlu Rudikie. Yü, 1937: "1 Mayıs öncesiydi. 27 nisan günü olmalı. Dört-beş Türk, Moskova'dan trenle Odessa'ya gittik, oradan bir ta- kaya bindik. Eskiden buradan, Güzel Sanatlar Akademisi'nden tanıdığım Ahmet adlı ressam da bizımle birlik- edildim. Mahkemeye çıkardılar. Hâ- kim. 'tutuksuz yargılanmasına...' dedi. Bir iki gün sonra duruşmaya gir- dik. Çok kalabahktı. Aynı savcı, 'fiîan maddeye göre bir aya mahkûmiyetine, 5 lira para cezasına. kaçış ilk defa ger- çekleştiği için cezasırun tecıline..." dedi. Moskova'da 4 bin kadııun çahştığı bir tekstil fabrikasına giren Nail Vahdet Çakırhan, Rus giizeli Taisa') la evienir. Moskova izlenimlennden: "1936 Anayasası çıkarken. Stalin'in Dom Sayuz denilen Sendikalar Birliği binasında yaptığı konuşmayı dinle- dim. Anayasayı niçin defpştirdiklerini anlatıyordu. Bu arada bürokrasi üze- rinde de konuştu ve beni çok etkiledi. 'Yoldaşlar' diyordu, "Partımiz uzun süren iktidar döneminden sonra han- tallaşmıştır. Partıyi yenilemek, daha demokratik bir yapıya kavuşturmak gerekir. Demokrasiye nasıl geçilecek? Kendi kendine soru soruyordu konu- şurken. "Hücrelerden başlayarak. otokritiği gebştirmeliyiz. Böylelikle örgütü aşağıdan yukanya yenileriz. Yoksa hantallaşmanın yolaçtığı bü- rokrasi partimizi çok güç duruma düşürecek. Biz bürokrasiyi yenmezsek bürokrasi partimizi yenecektir.' Dedi- ği oldu." Moskova'da dört yıl öğrenim gör- mesı gerekirken. iki buçuk yıl sonra, 1937 ortalannda dönmek zorunda ka- Uyor. Eşi hamile, bir ay sonra çocukla- n olacak. Ama Komintem'in buyruğuna karşı çıkmak olmaz: "İkinci Dünya Savaşı'nın başlamak üzere olduğu söyleniyordu. 'Her ko- münist kendi ülkesinde eylemde bulunsun' denildi. Komintern, komü- nist partilerinin eskisi gibi çalışmaktan vazgeçip, kendi ülkelerinde birleşik cepheler oluşturmasını uygun gördü. Yaa yazabilen yazı yazacak, gazete ya da dergi çıkarabilen çıkaracak. konuş- ma yapabilen konuşacak... Bir ara Şükrü'yle (Martel) birlikte Tito'yu gördük. Tito, "Artık buradan aynlma- hyız' dedi. "Günlerimize yazık oluyor. İkinci Dünya Savaşı başlamak üzere. Memleketlerımizin kaderi bize bağh." Dönüşünü. Doğu Şubesi'ne bakan Kuusinen'in sekreteri Miller sağbyor. teydi. Çok geçmeden, denizin dalgab oluşundan rahatsızlandı. Müthiş bir krize kapıldı, karaya çıkmak istedi. Çıkanldı. Sonra bir daha hiç karşılaş- madım onunla. Çok geçmeden hava düzeldi. Taka hep açık denizden. kıyı- lara hiç yanaşmadan ilerledi. Karade- niz'ın ortalannda takacılar beş gün yunus aviayıp ambara attılar. Yağını çıkanyorlarmış. İstanbul Boğazı'na girince bizi istediğimiz yerlere bıraktı- lar. İlk ben çıktım. Rumelihisan'nda. Beyoğlu'na gidip bir hamamda gecele- dim. Ertesi gün bir vapura atlayıp Bandırma'ya geçtim. oradan trenle İz- mir'e. İzmir'den de kaptıkaçtıyla (minibüs) Muğla'ya... Teyzemin evin- de saklandım. Yalnız iki kişiyi çağırt- tım. Biri, Halk Partisi il başkanı Ethem Selım; öteki, belediye başkanı Abidin Çakır. İkisi de sonradan mil- letvekili oldular. Oraran sözü geçen insanlanydılar. 'Beni tutuklayabilır- ler, yardım edin' dedim. Muğla'dan Ula'ya götürdüler beni. 'Bir şey olursa bize haber \çr" dediler." Bir hafta saklandıktan sonra çarşıya çıkıyor Nail Çakırhan. Nahiye müdü- rüne jumal ediliyor. O da jandarmaya haber veriyor. Evlen basılıyor, kara- kolda gözaltına alınıyor. Babası Muğla'ya gidip adlan geçen iki kişiyi buluyor, durumu anlatıyor: "Mahkemeye çıkmak. mahkûm ol- mak falan önemli değil, çünkü sının pasaportsuz geçmenin cezası az. İstan- bul'a gönderilip ışkence görmek var... Ethem'le Abidin Ankara'ya telefon edip Emniyet Genel Müdüru'yle gö- rüşüyorlar. Savayla birlikte geldıler. Savcı, 'Tahkikatı tamamlamadınız- sa biz alacağız, hapishaneye göıürece- ğız; yann geri geıınriz' diyor Soruşturma bitti diye savcıya tcslim Mahkeme de bu şekilde karar verdi." Nail Çakırhan Moskova'dan ayn- lırken eşi sekiz aylık hamileydi. O sıralar Uluslararası Devrimcilere Yar- dım Kurumu (MOPUR), onun durumundakı kişilere para yardımı yapıyordu. Türkiye'ye dönerken. "Bu çocuk ne olacak?" diye sorduğumuz- da. "Ya bir kreşe yerleştiririz ya da Nail Çakırhan'ın, 10 >ıl önce 19 \a- şında olan küçük torunu çocuğuyla. annesınin yarunda kalır. Yardım eder. bakımını sağlanz" demişlerdi. Sonra Moskova'yla bütün ilişkisi kesilmişti. Düşlerinde, şıirlerinde yaşıyordu ço- cuğu. "Ey benim adını ey benim yumuk elİerinin Ladını, bilmediğim! Ey benim öpüp yüzünü kaşıniı gözleri- nin yaşını'dudaklanmla silmediğim yavrum!.." diye başlayan şiırler yazı- \ordu. Şımdı yazı dizimizin (aynı zamanda Nail Çakırhan'ın yaşamının) en dra- matik boiümüne gelıyoru/... Aradan yıllar geçip de Mosko\a\a YAVRUMA Ey benim adını, ey benim yumuk elİerinin tadını bilmediğim! Ey, benim, öpüp yüzünü, kaşını, gözlerinin yaşını dudaklanmla silmediğjm yavrum!.. Belki o kadar tatlı ki gözlerin, rüyasız uykulara benziyor. Belki ıhk.serin baharda sulara benziyor. Belki, yıldızsız geceler gibi kara. Belki cevapsız bilmeceler gibi derin, benziyor ufuksuz ufuklara! Ellerin avucumda, Adın dilimin ucunda... Oğlum Demir, Hayır, belki kızım Şvetlana; ne y aak, ne yazık ki sana. bir defacık olsun bakamadım, gözlerine su gibi, uyku gibi aİcamadım... Ey benim adını, ey benim yumuk elİerinin tadını bilmediğim! Ey, benim öpüp yüzünü, kaşını, gözlerinin yaşını dudaklanmla silmediğim yavrum!.. (Ses,S.ZTemmuzl939) gıtmeler. oradan buraya gelmeler bir ölçüde kolaylaşınca, 1977'de,eşi Halet Çambel bir turistik geziye katılıp Mos- kova'ya gider. Nail Çakırhan, adını bilmediğı çoçuğunu, eski eşini nasıl bulabileceğini anlaür ona: "Şuraya, şuraya gidersin. Babayev'i de görür- sün... Yardım ederler." "Halet ilgileniyor, sorup soruşturu- yor. Babayey, 'Hiç boşuna uğraşma- yın' diyor. 'İkinci Dünya Savaşfnda Moskova boşaltıldı. Türkistan'a ya da başka bir yere gönderilmişlerdir.' Son- ra Şükrü İstanbul'a geldi. Bizim evde kalıyordu. Ona söyledik. Gidince ara- yıp sormuş, bulamarruş, 'Sen alaturka usullerle bulmaya çabş' dedik. O da öyle yapmak istemiş. Ama benim ver- diğim adresteki yerin adı değişmiş. O sırada Şükrü bir fabrikada müdür yar- dıması olarak çabşıyordu. Konuşur- larken müdüre anlatmış. Müdür, 'Sen nereyi anyorsun?' diyor. Obiralovka... Anna Karenına'nın intihar ettiği istas- yon, tanınan bir yer... 'Değişti' diyor müdür. "Jelezniodorojniya oldu.' "Sen nereden biliyorsun?' diyor Şükrü. 'Ben orada müdürlük yapum' diyor. Şükrü kalkıp gidiyor. Bir saat içerisinde eliyle koymuş gibi buluyor. Halet'e de tele- fon ediyor. 'buldum' diye..." Moskova'ya yolculuk Bu haber üzerine Nail Çakırhan, 1979'da Moskova'nın yolunu tutar. Gidip eski eşini. 43 yaşındaki oğlunu görür: "Kadın bir kolhozda çabşıyordu. Çocuk, torunlar... Oğlum şimdi 55 ya- şında, iki torunum var otuz yaşlann- da. Bunlann da erkekli kızb ikişer çocuklan var. Garip bir karşılaşma ol- du. 'Obiralovka'yı şöyle bir gezmek istiyorum' dedim. Çıktık fabrikaya doğru... Bir sürii kadın. Bana Kolye derlerdi. 'Ooo, Kolye gelmiş, Kolye gelmiş...' Sarmaş dolaş... Kalabalık toplandı, belki elîi kişi olduk. Cadde- den hep birlikte gidiyoruz, Halet durmadan fotoğraf çekiyor. Hiç unu- tamam... Çünkü olacak işdeğil... Kırk yıl sonra bütün herkes, 'gelmiş' diye kucaklıyor... On sekiz yaşındaki kızlar şimdi yetmiş yaşında... Tanıdığım bir- çok insan ölmüş, kimi erkeklerin savaşta kolu kopmuş... Fakat kadın- lar hiç unutmamışlar. Ben de şaşkına döndüm. Ben onlan on sekiz yaşında kızlar olarak hatırlıyorum, şimdi yet- miş yaşında insanlar olarak karşıma çıkıyorlar. O kadar dokunaklı..." İlişkileri beş yıl süreyle kesildigin- den, Sovyet yasalanna göre ondan boşanmış eşi. Sözü edilen karşılaşma- dan bir süre sonra da ölmüş. "Sonradan Halet'le gittiğimizde, çocuğa "Size yardım ettıler mi?' dedim. "Ayda 150 ruble verdiler' dedi. Bir işçi- nin aldığı kadar... 'Savaş içinde kesil- medi mi?' dedim. "Kesilmedi. İki yıl kesildi, sonradan başvurunca kesinti- leri de verdiler.' On yedi yaşına kadar bu paı a sürekli ödenmiş." SLRECEK ANKARA ATNKA... MÜŞERREF HEKİMOĞLU Sevdalı Bulut Geçen gün bir telefon; bir derneğin genel sekreteri arı- yor, büyük ozanımız Nâzım Hikmet'i anmak için düzenle- necek bir panelde konuşmamı istiyor. Kimi yazılarımda Nâzım a dönük anılardan, olaylardan söz etmem nedeniy- le onu iyi tanıdığımı düşünüyor. - Yok dedim, Nâzım Hikmet'i bir panelde konuşacak ka- dar tanımıyorum. Yazdıklarım, dinlediklerimden kaynak- lanıyor. Elbet şiirlerini, oyunlarını, masallarını da bıliyo- rum, ama bu kadarı yeter mi? Nâzım'a saygı için de öne- rinize olumlu yanıt veremiyorum.. Telefonu kapadım, düşündüm. Gençlik günlerimi, gizli- ce okuduğumuz şiirleri, Bursa Cezaevi'nden gelen haber- leri. Kadıköy vapurunda birkaç kez gördüğüm güzel bir erkeği. Sonra rahmetli Vâlâ Bey'den dinlediklerimi, Mü- zehher Hanım'dan.. Paris'te Hıfzı Topuz'un evinde bir söyleşiyi. Kasette Nâzım'ın sesi, Abidin Dino'ya soruyor: "Mutluluğun resmini çizebilir misin?" Sonra Moskova'da dinlediklerim var. Ankara'da Bir Aşk Masalı'nın bestecisi Arif Melikof'un anlattıkları... Sevgili Ekber Babayev gün- lerce Nâzım'ı anlattı bana. Arabada, parklarda... Moskova Havaalanı'nda karşılaştıkları günden ölümüne kadar bir- likteler. Sonra saçları saman sarısı, kirpikleri mavi bir kadından dinliyorum Nâzım Hikmet'i.. Vera ile bir gece ne- redeyse sabaha dek konuştuk. Ertesi gün Kızlar Manas- tırı na, mezarına gittik, eve döndük, yine konuşmaya baş- ladık. Nâzım türü votkalar içtik sofrada. Yine sorular ve yanıtlar. Vera'nın yüzü gölgelendi, birden açıkladı: "Bana kimse böyle şeyler sormadı bugüne kadar. Bunları hiç dü- şünmedim." Bir gazeteci değil, Nâzım'ı çok seven bir kişi olarak Vera'yı bırazdidikledim gerçekten. Büyük ozanı iyi tanıyor muydu, kıminle evli olduğunun farkında mıydı, onu çok sevdi mi, neden bir çocuk doğurmayı düşünmedi?.. Vera, kocasını yitirdikten sonra daha iyi tanıyor bence. Son karşılaşmamızda hissettim bunu. Evime geldi, dost- larımla tanıştı, hepsi Nâzım'dan dizelerle selamladı onu- kimi diplomat, kimi üniversitede öğretim üyesi, kimi politi- kacı, kimi kemancı. Vera, mutlu; sarıldı öptü beni. - Ülkesinde herkes Nâzım'ı çok seviyor, şiirlerini biliyor. Acaba okul kitaplarında da yer alır mı? Çocuklar da onu okuyacak, tanıyacaklar mı diye sordu. O gece sorusunu umutla yanıtladım, ama o umutsoldu. Dilimizin en usta mimarına okul kitapları kapalı hâlâ! Ge- çen gece Sevdalı Bulut'u seyrederken düşündüm. Böyle çelişki olur mu? Nâzım Hikmet sahneleri dolduruyor, dal- galandırıyor, ama ortaokul ya da lise öğrencileri dizelerini okumuyor! Bu çelişkiyi de aşacağız elbet. Kurtuluş Sa- vaşı'mızı onun kadar güzel kim anlatıyor? Kimi zaman sarsılmak, silkelenmek hoşunuza gider mi? Yozluğu aşar, yeşerdığini hisseder insan. Sıradağları ge- çip doruklara ulaştığını hisseder. Sevdalı Bulut'u izlerken boyle bir şeyler hissettim ben. Önce, ne oluyoruz diye şa- ştrdim biraz. O çarpıcı dekor, renk renk variller, gürültü patırtı derken oyun da sevdalandı, seyirciler de... Nâzım'ı yaşadık soluğumuz kesilerek. 1920lerden 2000'lere doğ- ru, gerçeğini de güzelliğinı de yitirmeyen dizeler çınladı yüreğimizde ve beynimızde! Oyun ayrı bir şiir elbet. Dost- lar'dan bir armağan tiyatromuza, bir sevgi ve saygı ürünü. Çok ince, zarif buluşlarla insana yaşama sevinci duyuran ayrıntılar var; o ayrıntılara damgasını vuran güzel ustalar. Aiehmet Güleryüzler, Mengü Erteller, Genco Erkallar, iki Zeynepler... Tiyatro dalında boy veren genç oyuncular. Yanımda Macide Tanır, ötede tiyatro kürsüsünden Sevda Şener, Sevinç Sokollu, AtiHa Sav, Orhan Asena, yönetici Yücel Erten. Hepimiz mutlu, seyrediyoruz oyunu. Güzel çarpıntılarla. Yeniden vurguluyorum, kalbimize de böyle çarpıntılar gerekiyor zaman zaman. Sevdalı Bulut'u 19 Mayıs öncesi bir akşam izlemek de güzel bir rastlantı. Ye- rimizde doğrulup düşünmek gerekir. Nereden nereye gel- dik ve nereye gidiyoruz! Oyunun çok şiirsel sahneleri var. çok acımasız sahnele- ri de. örneğin Genco Erkal'ın çırılçıplak bir sahnesi. Bir- den çarpılıyor insan. Bir gerçegi çok yalın biçimde vurgu- luyor. Çıplak ya da giyimli, sahnede tek başına ya da Dostlar'la birlikte, bütün içinde, çağdaş düzeyini güzel ko- ruyan bir sanatçımız Genco Erkal. Hiç ödün vermeden, sanatına, halkına saygı içinde sürdürüyor cizgisini. Her bahar yeni ufuklara götürüyor başkentlileri. Özellikle genç seyirciler onu büyük coşkuyla selamlıyor, sevgiyle özlem- le alkışlıyorlar. Bu coşku ve özlemi de iyi yorumlamak gerekir bence. Bu sıcak diyaloğun uyarıcı bir yanı yok mu acaba? Ben de çoktan sonbahan yaşıyorum, ama güzellikleri coşkuyla kutlarım her zaman. Dostlar'ı gençlerle birlikte seyretmekten de çok hoşlanırım. Sevdalı Bulut'u da çok sevdim. Oyunu, soluğum kesilerek izledim baştan sona. Nâzım'la çınladı beynim ve yüreğim. Mehmet Ulusoy'a gülümsedim uzaktan; biraz bulutlandım, biraz sevdalan- dım, ama asıl Dostlar'la onurlandım. Yazıma son verirken aklım takıldı birden. Bu tür oyunlar filme alınıyor, saklanıyor mu acaba? Saklanması gerek- mez mi? Geçen hafta da yazdım, Ulvi Cemal Erkin'in piya- no ve yaylısazlar beşlısi TRT arşivinde bulunamadı! Bes- tecinin kızı içten Erkin özel arşivinden bir kaset verdi piyanist Deniz Gelenbe'ye. Acı bir olay değil mi? Bir müzik yapıtı TRT arşivinden nasıl yok olur 1 0 beşliyi ilk kezçalan- ların çoğu dünyamızda değil bugün Oysa o kasette yaşı- yorlar. Bir kaset iyi saklanmıyorsa o arşiv neye yarar? BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Camilerde par- makbklarla çevril- miş yer. 2/ îspan- ya'da Bask bölgesi- nin bağımsızhğı için savaşım veren gizli örgüt... Demir ya da tahta üzerin- deki eski boyaları çıkarmak için kul- lanılan çelik araç. 3/ Soğanh bir süs bitkisi... Hayvanla- ra vurulan damga. 4/ Bir nota... Ada- let. 5/ İsiliğe veri- len bir başka ad. 6/ Ovada ya da dere kıyısında çalı ve diken toplu- luğu... İahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya değın aldığı du- ruma verilen ad. 7/ Notada durak işareti... Su.. Sıcak bölgelerde ye- tişen, odunu çok sert bir ağaç. 8/ Argoda gözcü. 9/ Kargaşa, başı- boşluk... Mısır'ın plaka ijareti. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Din büyüklerinin ya da rarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili öyku. 2/ Tanrnammaz... Çiçekleri iri, güzel görünüşlü ve ko- kulu bir süs bitkisi. 3/ Dışı hasır örgüsüyle kaplı, içinde kar ya da buz koymak için bölmesi bulunan ve soğutucu olarak kullamlan büyük şişe... Radyumun simgesi. 4/ Büyük demir- yolu durağı... İngiltere ve ABD'de kullamlan arazi ölçüsü bi- rimi. 5/ İsviçre'de bir kanton... Aptal, sersem. 6/ Kadınların kaş ve saç boyası olarak kullandıkları siyah boya... Boru sesi. 7/ Hikmet Feridun önadlı tanınmış Türk gazetecisinin soya- dı... Birim. 8/ Pokerde aynı cins iki kâğıda verilen ad... Fran- sa'da bir kent. 9/ Put... Kamu Iktisadi Teşebbusü'nün kısa ya- zıhşı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle