Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22MAYIS1992CUMA
12 DIZI-YAZI
1934'te Moskova'ya kaçan Nail, 8 ayük hamile eşi Taisa'yı Türkiye'ye dönmekiçin terkeder
A>Tilık Komintem'in emri
Hr Ömünlen KesiHep
NAİL VAHDET ÇAKIRHAN:
AĞAHANÖDÜLLÜESKİTÜFEK
Hazırlayan: ALPAY KABACALI
— 3 —
Yaşamöyküsüne dönüyoruz yeni-
den... Naii Çakırhan, Muğla'da bir yıl
kabp dava vekilliği yaptıktan sonra Is-
tanbul'a dönüyor ve Yann gazetesin-
de çalışmaya başhyor. (Arif Oruç'un
çıkardığı Yann, Felhi Okyar'ın kısa
ömürlü Serbest Fırka'sını destekle-
tnişü.) O yılın sonunda bir kez daha
tutukİanıyor:
"Sebebini hâlâ bilmiyorum. Nâzım
ve daha birkaç kişi de tutuklandı. Sa-
nınm bir bıldıri dağıtılmış. Ben kımse-
ye vermedim. Ama birisi "Ondan
aJdım' demiş. Şöyle olmuş olabilir: Pa-
ket halinde almışımdır da, bilmeden
götürmüşûmdûr. Naam, ben. daha
birkaç kişi, dörder buçuk yıl ceza ye-
dik. Aşağı yukan yirmi kişi daha
vardı, onlara dörder yıl verdıler. İstan-
bul Tevkifhanesi'nde ve Bursa Hapis-
hanesi'nde bir buçuk yıl kaldık, 1933
genel atTına kadar..."
Nail Vahdet, cezaevınden çıkınca
Yunus Nadi'ye başvuruyor:
"Babıâli'de hapishaneye girmiş, po-
lise düşmüş insanlan işe almakta
tereddüt etmeyen iki kişi vardı. Biri
Yunus Nadı, biri Zekeriya Sertel. Ikisi
bırlıkte Hayat Ansiklopedisi'ni çıkan-
yorlardı. Yunus Nadi hemen oturttu,
kahve ısmarladı. Ansiklopedinin tas-
hihi işini bana bıraktı. Bir gün çağırdı,
'Muğlah' dedi, hep Muğlah' derdi,
'Benim makalelenm tashih yanlışlan
üe dolu. Cumhuriyet'in tashihini de
yapar mısın?" 'Yapanm' dedim. 40 lira
ansiklopediden ahyordum, 40 lira da
Cumhuriyet'ten almaya başladım.
Çok geçmeden Cumhuriyet yayını ki-
taplann tashihi işini de bana verdi. 40
lira da oradan alıyordum, ayda 120 li-
ra geçiyordu elime... Bir gün beni
çağırdı, 'Sen benden fazla para ahyor-
muşsun' dedi. 'Benim milletvekili
ayhğım 87 lira.' Sonra üzerime baku,
'Sana elbise lazım' dedi. Birkaç gün
İ937'de Türkiye'ye
dönen Nail Çakırhan,
Rus eşi Taisa'dan olan
oğlu Rudik'i ancak
1979'da,yani42yıl
sonra görür. Rudik
evlidir ve iki kız
çocuğu vardır. Nail
Çakırhan'ın iki
torununun, ikişer de
çocuğu olmuştur.
sonra idareden çağırdılar. Beyefendi
söyledi, fılan yerdeki terziye gidecek-
sin, onun gönderdiğini söyleyeceksin'
dediler. Elbise yapıldı, sonra aybğım-
dan azar azar kesildi. Bir gün de aynı
şekilde saat almam için yolladı. Arası-
ra çağınr, konuşur, hal hatır sorardı."
Moskova'da iki buçuk yıl
1934 sonlannda, kimseye haber ver-
meden ortadan kaybolur Nail Çakır-
han Yunus Nadi, polis müdüriinü
sıkıştınr. "Çocuğu kaybettiniz, çıka-
nn. Yoksa Alatürk'e sÖyleyeceğim."
Polis. "Gözalüna bile almadık, bizim
olayla ilgimiz yok" der. Bunlan sonra-
dan gazetedeki arkadaşı Feridun
Osman'dan öğrenir...
Nail Vahdet Çakırhan'ın 25 yaşında-
ki büyük torunu çocuğuyla. Yıl 1982.
Nail Çakırhan, karayoluyla Hopa-
ya gider, ocada ortaokul öğretmenliği
yapan arkadaşı Tevfik'e misafır olur.
Daha sonra da, birisinin yardımıyla,
bir gece yansı Sovyetler Birliği'ne ge-
çer.
"Moskova'da iki buçuk yıl kaldım.
llk olarak Komintern'le ilişki kur-
dum. Şefık Hüsnü'yle, Ismail'le
(Marat, Laz İsmail) görüşüyorduk.
llk Rusça derslerini Ismail'den aldım.
Beni en çok etkileyen, TKP'nin de
içinde olduğu Doğu Şubesi'ne bakan
Kuusinen'in sekreteri Miller oldu.
Dostluk kurduk. Çok sonradan öğ-
rendim, 1942-43 te sanıyorum,
Komintem'in ortadan kaldınİmasın-
dan sonra kendini tuvalette asmış.
"Komintern'le ilişki kurdum, yurt
denilebilecek bir toplu yaşama yerinde
bana oda verdiler. Puşkin Meydanı'na
yakın, eski. gûzel bir binanın ikinci ka-
tınday*. Orada güzel bir Çinli kadın
da vardı. İran'dan gelen bir arkadaş
vardı. merkez komitesindenmiş. Ka-
fasını hiç kitaptan kaldırmayan biri
daha vardı, o da İsrail Komünist Par-
tisi'nin merkez komitesinden..."
Burada üç ay yaşar, Rusça öğrenir.
Sonra Doğu Halklan Üniversitesi
KUTV'de okumaya başlar. Sovyetler
Birliği içindeki Doğu halklanndan ki-
şilerin de öğrenim gördüğü KUTV'de
Marksizm. Leninizm, ekonomi, Sov-
yet Komünıst Partisi tarihi, sosyalizm
tarihi öğretilmektedir.
Daha sonra Nail Vahdet, bir fabri-
kaya gönderilmeyi ister
"Moskova dolayında bir tekstil fab-
rikasına gönderdiler. Dört bin kadar
kız çalışıyor, hepsi de 18-22 yaşlann-
da. On kadar da erkek... tşte bunların
arasına düştüm. Evlendim. Nasıl kur-
tulursun dört bin kızdan?"
Yıl 1981. Eşi Halet Çambel'Ie(solda) Moskova'ya gidenNail Vahdet, düşlerinde, şürlerinde yaşadığı oğlu Rudikie.
Yü, 1937:
"1 Mayıs öncesiydi. 27 nisan günü
olmalı. Dört-beş Türk, Moskova'dan
trenle Odessa'ya gittik, oradan bir ta-
kaya bindik. Eskiden buradan, Güzel
Sanatlar Akademisi'nden tanıdığım
Ahmet adlı ressam da bizımle birlik-
edildim. Mahkemeye çıkardılar. Hâ-
kim. 'tutuksuz yargılanmasına...'
dedi. Bir iki gün sonra duruşmaya gir-
dik. Çok kalabahktı. Aynı savcı, 'fiîan
maddeye göre bir aya mahkûmiyetine,
5 lira para cezasına. kaçış ilk defa ger-
çekleştiği için cezasırun tecıline..." dedi.
Moskova'da 4 bin kadııun çahştığı bir tekstil fabrikasına giren Nail Vahdet Çakırhan, Rus giizeli Taisa') la evienir.
Moskova izlenimlennden:
"1936 Anayasası çıkarken. Stalin'in
Dom Sayuz denilen Sendikalar Birliği
binasında yaptığı konuşmayı dinle-
dim. Anayasayı niçin defpştirdiklerini
anlatıyordu. Bu arada bürokrasi üze-
rinde de konuştu ve beni çok etkiledi.
'Yoldaşlar' diyordu, "Partımiz uzun
süren iktidar döneminden sonra han-
tallaşmıştır. Partıyi yenilemek, daha
demokratik bir yapıya kavuşturmak
gerekir. Demokrasiye nasıl geçilecek?
Kendi kendine soru soruyordu konu-
şurken. "Hücrelerden başlayarak.
otokritiği gebştirmeliyiz. Böylelikle
örgütü aşağıdan yukanya yenileriz.
Yoksa hantallaşmanın yolaçtığı bü-
rokrasi partimizi çok güç duruma
düşürecek. Biz bürokrasiyi yenmezsek
bürokrasi partimizi yenecektir.' Dedi-
ği oldu."
Moskova'da dört yıl öğrenim gör-
mesı gerekirken. iki buçuk yıl sonra,
1937 ortalannda dönmek zorunda ka-
Uyor. Eşi hamile, bir ay sonra çocukla-
n olacak. Ama Komintem'in
buyruğuna karşı çıkmak olmaz:
"İkinci Dünya Savaşı'nın başlamak
üzere olduğu söyleniyordu. 'Her ko-
münist kendi ülkesinde eylemde
bulunsun' denildi. Komintern, komü-
nist partilerinin eskisi gibi çalışmaktan
vazgeçip, kendi ülkelerinde birleşik
cepheler oluşturmasını uygun gördü.
Yaa yazabilen yazı yazacak, gazete ya
da dergi çıkarabilen çıkaracak. konuş-
ma yapabilen konuşacak... Bir ara
Şükrü'yle (Martel) birlikte Tito'yu
gördük. Tito, "Artık buradan aynlma-
hyız' dedi. "Günlerimize yazık oluyor.
İkinci Dünya Savaşı başlamak üzere.
Memleketlerımizin kaderi bize bağh."
Dönüşünü. Doğu Şubesi'ne bakan
Kuusinen'in sekreteri Miller sağbyor.
teydi. Çok geçmeden, denizin dalgab
oluşundan rahatsızlandı. Müthiş bir
krize kapıldı, karaya çıkmak istedi.
Çıkanldı. Sonra bir daha hiç karşılaş-
madım onunla. Çok geçmeden hava
düzeldi. Taka hep açık denizden. kıyı-
lara hiç yanaşmadan ilerledi. Karade-
niz'ın ortalannda takacılar beş gün
yunus aviayıp ambara attılar. Yağını
çıkanyorlarmış. İstanbul Boğazı'na
girince bizi istediğimiz yerlere bıraktı-
lar. İlk ben çıktım. Rumelihisan'nda.
Beyoğlu'na gidip bir hamamda gecele-
dim. Ertesi gün bir vapura atlayıp
Bandırma'ya geçtim. oradan trenle İz-
mir'e. İzmir'den de kaptıkaçtıyla
(minibüs) Muğla'ya... Teyzemin evin-
de saklandım. Yalnız iki kişiyi çağırt-
tım. Biri, Halk Partisi il başkanı
Ethem Selım; öteki, belediye başkanı
Abidin Çakır. İkisi de sonradan mil-
letvekili oldular. Oraran sözü geçen
insanlanydılar. 'Beni tutuklayabilır-
ler, yardım edin' dedim. Muğla'dan
Ula'ya götürdüler beni. 'Bir şey olursa
bize haber \çr" dediler."
Bir hafta saklandıktan sonra çarşıya
çıkıyor Nail Çakırhan. Nahiye müdü-
rüne jumal ediliyor. O da jandarmaya
haber veriyor. Evlen basılıyor, kara-
kolda gözaltına alınıyor. Babası
Muğla'ya gidip adlan geçen iki kişiyi
buluyor, durumu anlatıyor:
"Mahkemeye çıkmak. mahkûm ol-
mak falan önemli değil, çünkü sının
pasaportsuz geçmenin cezası az. İstan-
bul'a gönderilip ışkence görmek var...
Ethem'le Abidin Ankara'ya telefon
edip Emniyet Genel Müdüru'yle gö-
rüşüyorlar. Savayla birlikte geldıler.
Savcı, 'Tahkikatı tamamlamadınız-
sa biz alacağız, hapishaneye göıürece-
ğız; yann geri geıınriz' diyor
Soruşturma bitti diye savcıya tcslim
Mahkeme de bu şekilde karar verdi."
Nail Çakırhan Moskova'dan ayn-
lırken eşi sekiz aylık hamileydi. O
sıralar Uluslararası Devrimcilere Yar-
dım Kurumu (MOPUR), onun
durumundakı kişilere para yardımı
yapıyordu. Türkiye'ye dönerken. "Bu
çocuk ne olacak?" diye sorduğumuz-
da. "Ya bir kreşe yerleştiririz ya da
Nail Çakırhan'ın, 10 >ıl önce 19 \a-
şında olan küçük torunu çocuğuyla.
annesınin yarunda kalır. Yardım eder.
bakımını sağlanz" demişlerdi. Sonra
Moskova'yla bütün ilişkisi kesilmişti.
Düşlerinde, şıirlerinde yaşıyordu ço-
cuğu. "Ey benim adını ey benim
yumuk elİerinin Ladını, bilmediğim!
Ey benim öpüp yüzünü kaşıniı gözleri-
nin yaşını'dudaklanmla silmediğim
yavrum!.." diye başlayan şiırler yazı-
\ordu.
Şımdı yazı dizimizin (aynı zamanda
Nail Çakırhan'ın yaşamının) en dra-
matik boiümüne gelıyoru/...
Aradan yıllar geçip de Mosko\a\a
YAVRUMA
Ey benim adını,
ey benim yumuk elİerinin tadını
bilmediğim!
Ey, benim, öpüp yüzünü, kaşını,
gözlerinin yaşını
dudaklanmla silmediğjm yavrum!..
Belki o kadar tatlı ki gözlerin,
rüyasız uykulara benziyor.
Belki ıhk.serin
baharda sulara benziyor.
Belki, yıldızsız geceler gibi kara.
Belki cevapsız bilmeceler gibi derin,
benziyor ufuksuz ufuklara!
Ellerin avucumda,
Adın dilimin ucunda...
Oğlum Demir,
Hayır, belki kızım Şvetlana;
ne y aak, ne yazık ki sana.
bir defacık olsun bakamadım,
gözlerine su gibi,
uyku gibi
aİcamadım...
Ey benim adını,
ey benim yumuk elİerinin tadını
bilmediğim!
Ey, benim öpüp yüzünü, kaşını,
gözlerinin yaşını
dudaklanmla silmediğim
yavrum!..
(Ses,S.ZTemmuzl939)
gıtmeler. oradan buraya gelmeler bir
ölçüde kolaylaşınca, 1977'de,eşi Halet
Çambel bir turistik geziye katılıp Mos-
kova'ya gider. Nail Çakırhan, adını
bilmediğı çoçuğunu, eski eşini nasıl
bulabileceğini anlaür ona: "Şuraya,
şuraya gidersin. Babayev'i de görür-
sün... Yardım ederler."
"Halet ilgileniyor, sorup soruşturu-
yor. Babayey, 'Hiç boşuna uğraşma-
yın' diyor. 'İkinci Dünya Savaşfnda
Moskova boşaltıldı. Türkistan'a ya da
başka bir yere gönderilmişlerdir.' Son-
ra Şükrü İstanbul'a geldi. Bizim evde
kalıyordu. Ona söyledik. Gidince ara-
yıp sormuş, bulamarruş, 'Sen alaturka
usullerle bulmaya çabş' dedik. O da
öyle yapmak istemiş. Ama benim ver-
diğim adresteki yerin adı değişmiş. O
sırada Şükrü bir fabrikada müdür yar-
dıması olarak çabşıyordu. Konuşur-
larken müdüre anlatmış. Müdür, 'Sen
nereyi anyorsun?' diyor. Obiralovka...
Anna Karenına'nın intihar ettiği istas-
yon, tanınan bir yer... 'Değişti' diyor
müdür. "Jelezniodorojniya oldu.' "Sen
nereden biliyorsun?' diyor Şükrü. 'Ben
orada müdürlük yapum' diyor. Şükrü
kalkıp gidiyor. Bir saat içerisinde eliyle
koymuş gibi buluyor. Halet'e de tele-
fon ediyor. 'buldum' diye..."
Moskova'ya yolculuk
Bu haber üzerine Nail Çakırhan,
1979'da Moskova'nın yolunu tutar.
Gidip eski eşini. 43 yaşındaki oğlunu
görür:
"Kadın bir kolhozda çabşıyordu.
Çocuk, torunlar... Oğlum şimdi 55 ya-
şında, iki torunum var otuz yaşlann-
da. Bunlann da erkekli kızb ikişer
çocuklan var. Garip bir karşılaşma ol-
du. 'Obiralovka'yı şöyle bir gezmek
istiyorum' dedim. Çıktık fabrikaya
doğru... Bir sürii kadın. Bana Kolye
derlerdi. 'Ooo, Kolye gelmiş, Kolye
gelmiş...' Sarmaş dolaş... Kalabalık
toplandı, belki elîi kişi olduk. Cadde-
den hep birlikte gidiyoruz, Halet
durmadan fotoğraf çekiyor. Hiç unu-
tamam... Çünkü olacak işdeğil... Kırk
yıl sonra bütün herkes, 'gelmiş' diye
kucaklıyor... On sekiz yaşındaki kızlar
şimdi yetmiş yaşında... Tanıdığım bir-
çok insan ölmüş, kimi erkeklerin
savaşta kolu kopmuş... Fakat kadın-
lar hiç unutmamışlar. Ben de şaşkına
döndüm. Ben onlan on sekiz yaşında
kızlar olarak hatırlıyorum, şimdi yet-
miş yaşında insanlar olarak karşıma
çıkıyorlar. O kadar dokunaklı..."
İlişkileri beş yıl süreyle kesildigin-
den, Sovyet yasalanna göre ondan
boşanmış eşi. Sözü edilen karşılaşma-
dan bir süre sonra da ölmüş.
"Sonradan Halet'le gittiğimizde,
çocuğa "Size yardım ettıler mi?' dedim.
"Ayda 150 ruble verdiler' dedi. Bir işçi-
nin aldığı kadar... 'Savaş içinde kesil-
medi mi?' dedim. "Kesilmedi. İki yıl
kesildi, sonradan başvurunca kesinti-
leri de verdiler.' On yedi yaşına kadar
bu paı a sürekli ödenmiş."
SLRECEK
ANKARA ATNKA...
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Sevdalı Bulut
Geçen gün bir telefon; bir derneğin genel sekreteri arı-
yor, büyük ozanımız Nâzım Hikmet'i anmak için düzenle-
necek bir panelde konuşmamı istiyor. Kimi yazılarımda
Nâzım a dönük anılardan, olaylardan söz etmem nedeniy-
le onu iyi tanıdığımı düşünüyor.
- Yok dedim, Nâzım Hikmet'i bir panelde konuşacak ka-
dar tanımıyorum. Yazdıklarım, dinlediklerimden kaynak-
lanıyor. Elbet şiirlerini, oyunlarını, masallarını da bıliyo-
rum, ama bu kadarı yeter mi? Nâzım'a saygı için de öne-
rinize olumlu yanıt veremiyorum..
Telefonu kapadım, düşündüm. Gençlik günlerimi, gizli-
ce okuduğumuz şiirleri, Bursa Cezaevi'nden gelen haber-
leri. Kadıköy vapurunda birkaç kez gördüğüm güzel bir
erkeği. Sonra rahmetli Vâlâ Bey'den dinlediklerimi, Mü-
zehher Hanım'dan.. Paris'te Hıfzı Topuz'un evinde bir
söyleşiyi. Kasette Nâzım'ın sesi, Abidin Dino'ya soruyor:
"Mutluluğun resmini çizebilir misin?" Sonra Moskova'da
dinlediklerim var. Ankara'da Bir Aşk Masalı'nın bestecisi
Arif Melikof'un anlattıkları... Sevgili Ekber Babayev gün-
lerce Nâzım'ı anlattı bana. Arabada, parklarda... Moskova
Havaalanı'nda karşılaştıkları günden ölümüne kadar bir-
likteler. Sonra saçları saman sarısı, kirpikleri mavi bir
kadından dinliyorum Nâzım Hikmet'i.. Vera ile bir gece ne-
redeyse sabaha dek konuştuk. Ertesi gün Kızlar Manas-
tırı na, mezarına gittik, eve döndük, yine konuşmaya baş-
ladık. Nâzım türü votkalar içtik sofrada. Yine sorular ve
yanıtlar. Vera'nın yüzü gölgelendi, birden açıkladı: "Bana
kimse böyle şeyler sormadı bugüne kadar. Bunları hiç dü-
şünmedim."
Bir gazeteci değil, Nâzım'ı çok seven bir kişi olarak
Vera'yı bırazdidikledim gerçekten. Büyük ozanı iyi tanıyor
muydu, kıminle evli olduğunun farkında mıydı, onu çok
sevdi mi, neden bir çocuk doğurmayı düşünmedi?.. Vera,
kocasını yitirdikten sonra daha iyi tanıyor bence.
Son karşılaşmamızda hissettim bunu. Evime geldi, dost-
larımla tanıştı, hepsi Nâzım'dan dizelerle selamladı onu-
kimi diplomat, kimi üniversitede öğretim üyesi, kimi politi-
kacı, kimi kemancı. Vera, mutlu; sarıldı öptü beni.
- Ülkesinde herkes Nâzım'ı çok seviyor, şiirlerini biliyor.
Acaba okul kitaplarında da yer alır mı? Çocuklar da onu
okuyacak, tanıyacaklar mı diye sordu.
O gece sorusunu umutla yanıtladım, ama o umutsoldu.
Dilimizin en usta mimarına okul kitapları kapalı hâlâ! Ge-
çen gece Sevdalı Bulut'u seyrederken düşündüm. Böyle
çelişki olur mu? Nâzım Hikmet sahneleri dolduruyor, dal-
galandırıyor, ama ortaokul ya da lise öğrencileri dizelerini
okumuyor! Bu çelişkiyi de aşacağız elbet. Kurtuluş Sa-
vaşı'mızı onun kadar güzel kim anlatıyor?
Kimi zaman sarsılmak, silkelenmek hoşunuza gider mi?
Yozluğu aşar, yeşerdığini hisseder insan. Sıradağları ge-
çip doruklara ulaştığını hisseder. Sevdalı Bulut'u izlerken
boyle bir şeyler hissettim ben. Önce, ne oluyoruz diye şa-
ştrdim biraz. O çarpıcı dekor, renk renk variller, gürültü
patırtı derken oyun da sevdalandı, seyirciler de... Nâzım'ı
yaşadık soluğumuz kesilerek. 1920lerden 2000'lere doğ-
ru, gerçeğini de güzelliğinı de yitirmeyen dizeler çınladı
yüreğimizde ve beynimızde! Oyun ayrı bir şiir elbet. Dost-
lar'dan bir armağan tiyatromuza, bir sevgi ve saygı ürünü.
Çok ince, zarif buluşlarla insana yaşama sevinci duyuran
ayrıntılar var; o ayrıntılara damgasını vuran güzel ustalar.
Aiehmet Güleryüzler, Mengü Erteller, Genco Erkallar, iki
Zeynepler... Tiyatro dalında boy veren genç oyuncular.
Yanımda Macide Tanır, ötede tiyatro kürsüsünden Sevda
Şener, Sevinç Sokollu, AtiHa Sav, Orhan Asena, yönetici
Yücel Erten. Hepimiz mutlu, seyrediyoruz oyunu. Güzel
çarpıntılarla. Yeniden vurguluyorum, kalbimize de böyle
çarpıntılar gerekiyor zaman zaman. Sevdalı Bulut'u 19
Mayıs öncesi bir akşam izlemek de güzel bir rastlantı. Ye-
rimizde doğrulup düşünmek gerekir. Nereden nereye gel-
dik ve nereye gidiyoruz!
Oyunun çok şiirsel sahneleri var. çok acımasız sahnele-
ri de. örneğin Genco Erkal'ın çırılçıplak bir sahnesi. Bir-
den çarpılıyor insan. Bir gerçegi çok yalın biçimde vurgu-
luyor. Çıplak ya da giyimli, sahnede tek başına ya da
Dostlar'la birlikte, bütün içinde, çağdaş düzeyini güzel ko-
ruyan bir sanatçımız Genco Erkal. Hiç ödün vermeden,
sanatına, halkına saygı içinde sürdürüyor cizgisini. Her
bahar yeni ufuklara götürüyor başkentlileri. Özellikle genç
seyirciler onu büyük coşkuyla selamlıyor, sevgiyle özlem-
le alkışlıyorlar.
Bu coşku ve özlemi de iyi yorumlamak gerekir bence.
Bu sıcak diyaloğun uyarıcı bir yanı yok mu acaba?
Ben de çoktan sonbahan yaşıyorum, ama güzellikleri
coşkuyla kutlarım her zaman. Dostlar'ı gençlerle birlikte
seyretmekten de çok hoşlanırım. Sevdalı Bulut'u da çok
sevdim. Oyunu, soluğum kesilerek izledim baştan sona.
Nâzım'la çınladı beynim ve yüreğim. Mehmet Ulusoy'a
gülümsedim uzaktan; biraz bulutlandım, biraz sevdalan-
dım, ama asıl Dostlar'la onurlandım.
Yazıma son verirken aklım takıldı birden. Bu tür oyunlar
filme alınıyor, saklanıyor mu acaba? Saklanması gerek-
mez mi? Geçen hafta da yazdım, Ulvi Cemal Erkin'in piya-
no ve yaylısazlar beşlısi TRT arşivinde bulunamadı! Bes-
tecinin kızı içten Erkin özel arşivinden bir kaset verdi
piyanist Deniz Gelenbe'ye. Acı bir olay değil mi? Bir müzik
yapıtı TRT arşivinden nasıl yok olur
1
0 beşliyi ilk kezçalan-
ların çoğu dünyamızda değil bugün Oysa o kasette yaşı-
yorlar. Bir kaset iyi saklanmıyorsa o arşiv neye yarar?
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Camilerde par-
makbklarla çevril-
miş yer. 2/ îspan-
ya'da Bask bölgesi-
nin bağımsızhğı
için savaşım veren
gizli örgüt... Demir
ya da tahta üzerin-
deki eski boyaları
çıkarmak için kul-
lanılan çelik araç.
3/ Soğanh bir süs
bitkisi... Hayvanla-
ra vurulan damga.
4/ Bir nota... Ada-
let. 5/ İsiliğe veri-
len bir başka ad. 6/ Ovada ya da
dere kıyısında çalı ve diken toplu-
luğu... İahılın tarlaya atıldığı andan
harman oluncaya değın aldığı du-
ruma verilen ad. 7/ Notada durak
işareti... Su.. Sıcak bölgelerde ye-
tişen, odunu çok sert bir ağaç. 8/
Argoda gözcü. 9/ Kargaşa, başı-
boşluk... Mısır'ın plaka ijareti.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Din
büyüklerinin ya da rarihe geçmiş
ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili
öyku. 2/ Tanrnammaz... Çiçekleri iri, güzel görünüşlü ve ko-
kulu bir süs bitkisi. 3/ Dışı hasır örgüsüyle kaplı, içinde kar
ya da buz koymak için bölmesi bulunan ve soğutucu olarak
kullamlan büyük şişe... Radyumun simgesi. 4/ Büyük demir-
yolu durağı... İngiltere ve ABD'de kullamlan arazi ölçüsü bi-
rimi. 5/ İsviçre'de bir kanton... Aptal, sersem. 6/ Kadınların
kaş ve saç boyası olarak kullandıkları siyah boya... Boru sesi.
7/ Hikmet Feridun önadlı tanınmış Türk gazetecisinin soya-
dı... Birim. 8/ Pokerde aynı cins iki kâğıda verilen ad... Fran-
sa'da bir kent. 9/ Put... Kamu Iktisadi Teşebbusü'nün kısa ya-
zıhşı.