Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS1992 PERŞEMBE
12 DIZI-YAZI
Naı Vahdet Çakırhan,Nâzraı Hikmet'le ortak şiir kitabı 1 +1 =Bir'i 1930'da yayımladı
Nâzım + NailVahdet = 1Nal Çakırhan anlatıyor: Yunus Nadi, Yeni Gün'üyeniden akşam
gastesi olarak çıkardı. Ben aynı zamanda Yeni Gün'de çalışmaya
başlaiım. Bir gün Mekki Sait (Esen) sekreterlik yapıyor, bir gün ben...
Bir sabah geldim, Mekki Sait masanın başında oturuyor, ağlamaklı.
'Ne ^vapacağım ben şimdi?' diyor. Gazeteyi gösterdi. Baktım, Hariciye
Vetili Tevfık Rüştü'nün resmi var. Altına Tevfık Rüştü Hazretleri
diye yazılacak, R kınlmış, Tevfık Puştu Hazretleri olarak çıkmış.
Gazetedağıtılmış... Sonradan soruşturma falan oldu...
- 2 —
Bir de "Nail V" oluşunun öyküsü
var: Koıya'da, dergi çıkardığı sralar-
da şiirtainı "Nail" diye imzalar.
Henûz soyadı yok... Harfler de mat-
baada tet tek elle diziliyor...
"Adımn yanına bir V harfi düşmüş.
Basıldıkun sonra gördüm, canım sı-
kıldı. Hocam Sadettin Nüzhet, 'Ne
olacak?" dedi. 'Nam-ı müstear (takma
ad) olarak kalsın.' Sonradan kımileri
Vahdeti dediler. Oyşa bu V, o yankş-
lıktan ikri gelen bir şey. Sonradan
değiştirmedim, şiir yazarken hep kul-
landım edebiyat ismi olarak."
Cumhuriyet gazetesinde
WPflmüntenKesttler
NAİL VAHDET ÇAKIRHAN:
AĞAHANÖDÜLLÜESKİTÜFEK
Hazırlayan: ALPAY KABACALI
Liseyi bitirince Istanbul'a gider, Tıp
Fakültesı'ne yazılır. Bilirme ve olgun-
luk smavlan notlan çok iyi olduğu için
parasız yatıb öğrenim olanağı sağlan-
mıştır. Hocalarda bu kısa boylu. çahş-
kan gencı sevmektedir. Ancak...
"Ben kendi kendime, çocuk kafasıy-
la şöyle diyordum: Burayı bitifince
doktor olacağjm. Bundan İcazanç sağ-
layabümek için insanlann hasia
olmasını ısteyeceksıniz. Dolayısıyla
bir doktorun bir hastayı iyileştirme-
sinde bir anlam yok. Bu doktorluk
acayip şey. Ben bunu istemiyorum."
1929 eylülünde ya da ekiminde ta-
nışuğı Nâzım Hikmet, o sıralar Re-
sirnli Ay dergisinde çalışıyor. Bu
düşüncelerini anlaünca, Nâzım, "Gel,
basında çahş" der. "Gerekirse sonra
karar verirsin" Nail Vahdet de üptan
aynlır. Amaa, Hukuk Fakültesi'ne
girmekür. Ama bu kez de, "Iki kişi ge-
lecek, biri haklı biri haksız..." diye
düşûnür. "Haklıyı haksız çıkarmaya
çalışacaksın, haksıa haklı..." Sonun-
da Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe
Bölûmü'ne girer. O sırada Cumhuri-
yet'te düzeltmen olarak calışmaktadır.
Istanbul'a gelince Yunus Nadi'ye baş-
vurmuş, o sırada Muğla Milletvekili
olan Yunus Nadi onu hemen işe al-
mışör
"Beni, 'hemşerim' diye çok tutuyor.
Ben de dikkatli bir musahhihim. Sayfa
sekreteri Kemal Salih'ti (Sel). Sekreter
yardımcısı Abidin Daver, gece sekre-
teri de Feridun Osman (Menteşoğlu).
Ertesi yıl Yunus Nadi, Yeni Gün'ü y»-
niden akşam gazetesi olarak çıkardı.
Ben aynı zamanda Yeni Gün'de çalış-
maya başladım. Bir gün Mekki Sait
(Esen) sekreterlik yapıyor, bir gün
ben... Bir sabah geldim, Mekki Sait
masanın başında oturuyor, ağlamaklı.
'Ne yapacağım ben şimdi?' diyor. Ga-
zeteyi gösterdi. Baktım, Hariciye
Vekili (Dışişleri Bakanı) Tevfık
Rüştü'nün resmi var. Altına Tevfık
Rüştü Hazretleri diye yazılacak, R kı-
nlrruş, Tevfık Puştu Hazretleri olarak
çıkmış. Gazete dağıülrruş... Sonradan
soruşturma falan oldu... "
Nâzım Hikmet veTKP
1930'da Nâzım Hikmet'le dostluk-
lan ilerler. Ortak şiir kitaplan
1 + 1 = Bir o yıl yayımlanır. Nâzun'm
babasının evinde birlikte kalırlar. Or-
tak çahşmalanndan biri de. Nâzım'ın
Gece Gelen Telgraf mın sonundaki şi-
irler. Nâzım onlan kısa bir sürede
çevirmiş, Nail Vahdet de şiirleştirmiş.
"Nâzım'dan etkilendim" diyor. "Dü-
Nai I Çakırhan'ın anneannesi (üstte)
105 yaşında, annesi Halise Hanım
(aşağıda) ise 88 yaşında öldü.
Kaüuıuş Koyu'ndaki kır kahvea. Yü 1929. Eşi Piraye ik Nail Vahdet Çakırtun'm ortasmdaki Nâzm Hikmet, efini
19 yaşuıdaki geoç dostunun omuzuoa dolamış. En soMaki & Nâzım'm kızkinkş Samive Yatanm.
şüncenun oluşması biraz da Nâzım'a
bağlıdır. Gece gündüz beraber olunca
birçok şey ona bağh kalıyor."
O sırada Nâzım'ın önderliğindeki
bir "muhalif' gnıp, Türkiye Komü-
nist Partisi (TKP) yöneümini tanımı-
yor, kendi aralannda kongre yapıyor-
lar. Nâzım Hikmet genel sekreterliğe
seçiliyor. Ama muhalefeUe... Komin-
tern'e bağlı "asü parti", bunlann üye-
liklerine son veriyor. Nail Vahdet'e
göre, sol çevrelerde değişik biçimlerde
anlatılagelen olaym gerçeği, bu. Ken-
disi de bu "muhalefet" grubunun
içinde:
"Asıl parti dedikleri Komünist Par-
tisi'nin varhğmı (muhalefet-muvafa-
kat diye ayınrlardı) Bursa Hapisha-
nesi'nde yatarken öğrendim. Örada
'Tütüncüler' diye bilinen eski sokular-
dan pek çok kişi vardı. O sırada
Nâzım, sosyalist ihtilalin çok yakın ol-
duğuna inanırdı. 'En geç 1933'te'
derdi, 'daha sonraya kalmaz. 1931'de,
'32de de olabilir' Benim o sırada
Muğla'ya gitmem, orada bir süre kal-
mam gerekti. 'Ben şimdi gjdiyorum.
ama ihtilale nasıl yetişeceğim?' dedim.
Sanki ihtilal olursa yalnız İstanbul'da
olacak... 'Bız sana haber veririz' dedi
Nâzım."
Gelelim tutuklar-
r
na olayına... TKP
icinde önemli görevler üstlenmış olan
Zeki Baştimar, Sovyetler Birliği'nden
yeni dönmüştür. Nâzım, onu Nail
Vahdet'le tanıştınr
"Yatacak yeri yok?.. Nâzım, 'Sende
birkaç gün kalsın' dedi. Beyoğlu'nd-a
Bursa SokağVnda bir pansiyonda ka-
lıyorum. O sırada tutuklamalar olu-
yor. Nitekim bir gece Zeki Baştimar
gelmedi? Ertesi akşam da beni alıp gö-
türdüler. Zeki'ye 'Eşyan nerede,
nerede kabyorsun?' demişler, sıkıştır-
mışlar. O da söylemiş. 'Bir küçük
bavulum var' demiş. Saklamasına se-
bep yok, çünkü bavulda iki kirli
gömlek, bir kirli iç donu var. O gün
Nâzırn, 'Zeki tutuklanmış' dedi.
'Rusya'dan yeni geldi, bavulunda ev-
rak falan olabilir, sen bavulu kaçır.
Ben de bir yere koydum. O akşam da
tutuklandım. Polis müdürlüğü, şimdi-
ki vilâyetin karşısında, bir handa.
Sorgu sırasında Zeki, 'Bavulum ora-
daydı' diyor. Ben de, 'Evet oradaydı,
ama beni tutukladınız, ne olduğunu
bilmiyorum' diyorum. Zeki ısrar edi-
yor, ben ısrar ediyorum... Bir gece
sorguda sırt sırta otururken Zeki, ya-
mrruzdaki mangahn külüne yazdı:
"İçerisüıde bir şey yok, söyle.' Söyleye-
mem ki... Birkaç tokat falan attılar,
üç-beş gün sonra beni bıraktılar. Bu,
ilk tutuklanmam."
TKPnasüçalışırdı?
Yıllar yıh saklanmış bu gizin artık
açıklanmasında sakınca görmüyor
Nail Vahdet. Şunlan anlatıyor:
"Partinin bir merkez kornitesi vardı.
Kurulabildiği takdirde bir il komitesi,
aynca mahallelerde, mınükalarda
mıntıka komiteleri oluştunıluyordu.
Bunlann toplantılan nasıl olur, kaç
üyeleri vardır, hiç bilinmezdi. Her şey
gızlıydi. Mıntıka komıtelcrinın altmda
hücreler vardı. Bunlar birbirinden ha-
berli değildi. Yalnız hücre sekreteri
mıntıka sekretenyle, mıntıka sekreteri
il sekreteriyle, o da merkezle ilişki ku-
ruyordu. O zamanki çalışma da,
bayramlarda fılan, "Yaşasın Komü-
nist Partisi' diye bildiri yayımlamak-
tan öteye gecmiyordu. Her bildiri
yayımlanışında beş-on kişi içeri girer-
di. 1 Mayıs'ta da, 'Yaşasın 1 Mayıs'
diye, üzerinde orak-çekıç bulunan ya
da bulunmayan bir bildiri yayımlanır-
dı. Partinin kaç üyesi olduğunu kimse
bilmezdi. Her hücre, yalnız kendısıni
bilir. Bu hücreler üç, beş, en çok yedi
kişiden kurulur. Mıntıka sekreteriyse-
niz ya da mıntıka ile il arasında temas-
çıysanız, mıntıkada kaç tane hücre
olduğunu biürsiniz, hepsi o kadar.
Hücrelerin birer takviyecisi vardı. Si-
yasi eğitimci."
Komintern'deki temsikikr
Nail Vahdet de bir süre "siyasi eği-
timci" olarak çalışıyor. Komünist
Partisi nedir, komünist hareket nedir,
dünyanın siyasal durumu, kapitalizm
ne demektir?.. Bunlan Nâzım'dan,
Zeki Baştimar'dan öğrenip partililere
öğretiyor.
"Asıl parti, Komintem'e baglıydı"
diye sürdürüyor sözünü. "Komintern
uluslararası bir örgüttü, kongresine
Sovyetler Birliği Komünist Partisi'-
nin, başka ülkelenn partilerinin dele-
geleri katılırdı. Legal komünist partisi
kumlmamış ülkelenn delegelen gizli
gelirlerdi. 1936'da Ho Şi Minh gizli
geldi. Bütün komünist partilerin Ko-
mintern'de temsilcileri vardı. İtalya'-
nın Togliatli, Almanya'nuı Wilhebn
Pieck, Vietnam'ın Ho Şi Minh... Tür-
kiye'nin temsilcisi Şefık Hüsnü'ydü,
sonradan İsmail (Marat, Laz İsmail)
geldi. Ben gittiğim sırada Dimitrov,
Komintern'in genel sekreterliğine se-
çildi. Almanya'daki Nazi rejimi,
Reichstag yangınından sonra onu bir
süre tutuklamışü, sonra serbest bırak-
mak zorunda kalmışlardı."
StRECEK
ikı kültur ıım: Jvültursüzlııgıın kulturu ııııır
Ben Turnede İken
TARIKDURSUNK.
— 3 -
Sonra yolumu Münih'e çevirdim.
Altı küsur saatlik o hızlı tren yolculu-
ğundan sonra gara indiğimde dizlerim
tutmuyordu.
"Okuma Akşamı", kentin uzak,
hatta sapa bir yerinde yapılacakü. Kü-
çücük bir salon. Adı da ilgjnç. Türkçe:
"Dükkân".
Saat akşamın yedi buçuğu oldu. Ge-
len geldi. Kaç kişi? On kişi anca. tçle-
rinde bir kaçı Alman. Düpedüz. O
yüzden ben Türkçesini okudum, Mar-
git Lindner de çeviriden Almancasını.
"Kayabaşı Uygarhğının Yükselişi ve
Birdenbire Çöküşü" romanından bir
bölüm.
Sonra konuştuk. Almanca ve Türk-
çe. Sorulan Almanlar sordular. Biri;
Jörg Kuglin, Goethe Enstitüsü'nden-
di, benim kadar iyi Türkçe konuşu-
yordu. öbürü de oryantalist Chris-
toph Neumann. Türkiye üzerine ilginç
bir kitap yazmış. Türkiye: Bir ülkenin
9000 Yıllık Tarihi. "Kayabaşı"ndan
yola çıkarak bugün Almanya'da yaşa-
yan Türklerin iki kültür arasında ka-
hşlanyla doğuracağı sonuçlan söyleşi-
mize konu edindik.
Gerçekte öyle bir olgu yoktu. Bire-
yin ya da toplumlann iki kültür ara-
suıda kalmalkn için, önce kendi kültü-
rüyle birlikte bir başka yabancı kültü-
re erişmesi gerekirdi.
Bizim ınsanımızın serüveni, olağan
dışıydı. Türkiye'den Almanya'ya gi-
den 1950'lerin insanını düşünün bin
Kırsal kesimin en uç noktasından, ya-
ni köyden, yani uygarlığın kesinlikle
ulaşmadıgı, ulaştınlmadığı köyden
kalkmış; bucak, ilçe, küçük ve büyük
kent aşamasından geçmeden gökten
zembille inercesine Batı uygarhğının
ortasına inivermişti.
Nedir peki, kültür dediğimiz şey?
Şu: Tarihsel, toplumsal gelişme için-
de yaraülan maddi ve manevi değerle-
rin bütünü, toplamı yani. Devam ede-
lim: Kültür, bunlan yaratmada, gele-
cek kuşaklara aktarmada kullanılan
insanın doğal ve toplumsal çevresine
egemenliğinin ölçüsünü gösteren araç-
lann tümüdür.
Bir toplumun kültürü, alışkanlıkla-
n, duygu, düşünce, yaşam ve sanat
anlayışı, siyasal ekonomik, toplumsal,
yasal, dinsel ve eğitsel özellikleri sonu-
cu ortaya çıkmaz mı?
Gurbetlere yolladığımız insanımız-
da bunlar var mıydı?
Hayata gecirilmiş kültür; üretirn
teknikleri, tüketim mallanrun pazar-
lanması gibi alanlardan müzik, edebi-
yat, sinema, tiyatro, güzel sanatlara,
televizyon, radyo ve basın türü iletişim
araçlanna kadar hemen her yerde kar-
şımıza çıkmamalı mı? Kırsal kesimde
bu denli bir karşılaşma gerçekleşmiş
miydi?
Hayır!
O yüzden de biz gurbet ellerine yol-
ladığımız insanımm kültürsüz uğurla-
dık. Trenler. otobüsler, uçaklar dolu-
su. Karşılaştıklan toplum ya da top-
lumlar, kültür açısından daha geliş-
mişti onlara göre. Hem daha gelişmiş-
ti, hem nüfus bakımından daha
çoktular. Işte o zaman kültür özümse-
mesi gerçekleşü. İşte o zaman bizim
insanlanmız iki kültür arasında değil,
tek bir kültür karşısında buldular ken-
dilerini. tki kültür arasında kalmışlık o
nedenle yoktu, olmadı, olmamıştır.
Üçüncü kuşak şimdi o yabancı kül-
türü özümseme evresinde. Onlara geç
kalmış ulusal kültürünü vermezsek,
bu erişmede bir çözüm bulamazsak...
Yitik kuşaktır o kuşak. Yitirilmiş ku-
şaktır.
Halkevi kahvesâ
Düsseldorf ta adına Türk Halkevi
diyorlar, oraya gittik. Ben Halkevi ne-
dir, yetiştim, biîırim. Bu Halkevi, dü-
pedüz kahveydi. Üstelik tipik Anado-
lu kahvesi.
Masalarda pişpirik, tavla, okey oy-
nuyorlardı insanlar. Saat yedi buçuk
olunca Halkevi Başkanı ayağa kalktı,
gırtlağını temizledi, öksürdü. Ona
döndüler, bakülar. Beni tanıttı. "Oku-
ma Akşamı" yapılacağını söyledi.
Tane tane. Etkileyerek.
Kâğıtlar masalara tersinden kapa-
üldı. Tavlanın zan bir yana kondu,
okey taşlannın şakırusı durdu.
Onlara üç hikâye okudum. Doğru-
su, terbiyeli insanlardı. Renk vermedi-
ler. Suskun, gözlerinde dümdüz bakış-
lar, bıyıklanru sıvadılar, başlannı
anlamış ve beğenmiş bir edayla iki ya-
na salladılar.
İmdadıma öğretmenler yeüşti. Yok-
sa konuşma da yapamayacaküm. So-
rulan onlar sordular. Hava gitgide
ısındı. Diyalog kuruldu arada.
Hannover de iyiydi. Yemek yediği-
miz Çin lokantası da. Yüksük gibi
kadehlerde Kosova'nın Losavaçası'nı
andıran, aynı sertlikte pirinç rakısı iç-
tik, portakallı pekinördeği yahnisi (bir
şeye benzemiyordu ya, neyse) yedik.
Öğretmenler!
Evet, nerede olurlarsa olsunlar, ay-
dınlık, düşünen, sorgulayan, ınsana
katkı konusunda özveride bulunmaya
hazu-, coşkulu insanlar hepsi.
Duisburg'taki sıcak ilgi yine onlar-
dan geldi. Yabancılaşmaya da, yaban-
a kultüre de uzak durmasını biliyor-
lardı. Hesaplan geleceğe dönüktü.
Geleceğe ve Türkiye'ye dönmeye.
"Köşeyi dönmek", geri kalan insa-
nımızın Almanya'daki (Almanya'nın
neresindeyse orasında, hiç önemli de-
ğil) tek ideali. "Köşe dönücü"ler kah-
vehane işletmeciliğinden döner kebap-
çılığa kadar her işi yapıyorlar. "İnbis"
dedikleri ayaküstü yiyecekçilik sürü-
süne bereket ve hepsi de Türklerin.
Aralannda sabıkalılar, kaçaklar, ilti-
cacılar da var. En ilginçleri, Hanno-
ver'de bir tür "No Man's Land" diye
tanımlanabilecek bir bağımsız ve öz-
gür bölgede yaşayanlan. Ne Almanlar
giriyor o bölgeye, ne polis, ne yasa.
Tıpkı Charles Boyer'nin ünlü Pepe le
Moco'lu "Casbah" filmindeki gibi.
Kaçakçılar, uyuşturucu saüalan, eş-
cinseller, silah saüalan, yeraltına in-
miş insanlar... Hepsi bu "No Man's
Land'de. Aramadığmız kadar.
Kent. onlan o yöreye sürmüş, 'tec-
rit' etmiş âdeta Ne halleri varsa gör-
sünlerdiyerek.
Günümüz Türkiyesi'nde toplumun
fetişi nasıl para ise onlannki de para.
Mark. Bu satırlann yazıldığı gün 3900
bilmem kaç Türk Lirası olan Mark.
Evet efendim, benim bu edebî turne-
den sonra önüme koyduğum külah
budur.
BİTTİ
ANKARANOTLARI
MUSTAFA EKMEKCİ
İşin Aslı Astarı...
Prof. Zafer Paykoç, Isrnet Paşa'nın özel sağınıydı. Zafer
Paykoç, Ismet Paşa'nın sayrılığının azdığını görerek, ona
sigarayı yasaklar; "Paşam, kesinlikle içmeyeceksiniz!"
der. Paşa da, "Peki" der, bir süre içmez. Zafer Paykoç, bir
gelişinde bakar ki, Paşa'nın parmakları arasında bir siga-
ra!
- Hani Paşam içmeyecektiniz! deyince, ismet Paşa:
- Her şeye karışıyorsun! karşılığını verir. Zafer Paykoç
alınmıştır:
- Paşam, o zaman bana izin verin, kendinize başka bir
doktor (sağın) bulun!
ismet Paşa, Zafer Paykoç'a:
- Otur, der, sen haklısın!
Sonra, Atatürk'le ilgili bir anısını anlatır. Atatürk'ün say-
rılığı sırasında, sağınlar, ondan gerçeği saklamışlar; say-
rılığının boyle önemsiz gösterilmesinden hoşlanmış olma-
lıydı. Hatta, söylenir, sağın Atatürk'e kaç paket sigara
içtiğini sorar: Atatürk:
-İki paket! deyince, sağın, bunun bir pakete indirilmesi
gerektiğini bildirir. Atatürk, sonra arkadaşlarına:
- Zaten bir paket içiyordum! diye anlatır. Rakı için de, sa-
ğının "bir parmak" kalınlığında rakı içmesine izin vermesi
üzerine, kadehe parmağını dik tutarak, "bu kadar" dediği
söylenir.
ismet Paşa'nın Prof. Zafer Paykoç'a anlattığına göre,
Atatürk sayrılığının ilerlediği sırada, ismet Paşa'ya yakın-
mış, özetle şöyle demiş:
- İsmet, bu benim hastalığım (sayrılığım) çok daha önce
bütün ağırlığıyla bana anlatılsaydı, o zaman işin başında
tam kökten önlemini alırdım, bu noktaya getirmezdim. Ba-
na yeterince anlatılmadı, gerçekler gizlendi!
Bunu anlattıktan sonra, ismet Paşa, Prof. Zafer Pay-
koç'a, "Sen haklısın, gerçekleri söylemelisin!" der. İsmet
Paşa'nın, CHP Genel Başkanı'yken, genel yazmanı olan
Şeref Bakşık, bu olayı, Zafer Paykoç'un ağzından dinle-
miş. Ben Şeref Bakşık'tan dinledim. Aliağa'dan dönüyor-
dum; Izmir'de Yüksel Çakmur'un odasından, eski bakan-
lardan 12 Eylül'den sonra hapis yatan Hilmi Işgüzar'la
birlikte çıktık; Nadir Nadi için Izmir'de yapılan, ancak he-
nüz açılışı yapılmayan büstü gördük. Oradan, Izmir Fuarı
yöneticisi, eski milletvekili Selami Gürgüç'e gittik. Şeref
Bakşık oraya geidi, Bakşık'ın inönü anısını orada dinledik.
Şeref Bakşık'la karşılaşınca, kesinlikle boyle anıları ko-
nuşuruz. İnönü, Bakşık'a:
- Sigara çok tatlı bir şey! dermiş. Bakşık, bir gün İsmet
Paşa'tarda yemekteymiş, yemekte Prof. Zafer Paykoç da
varmış.
- Zafer Bey, demiş Paşa, ben dün gece uyuyamadım!
Çok gecikerek uyudum...
- Paşam, acaba yemeği geç mi yediniz? Erken mi yattı-
nız?
- Hayır, o söylediğiniz saati aşarak yattım!
Şeref Bakşık diyor ki:
- öyle bir şeyi de vardı ki, yemeği bitirdikten sonra, ye-
meği ne zaman bittiyse, hemen karşısındaki duvarsaatine
bakardı; sonra yine ünlü İsmet Paşa ihtiyatlılığı, ölçülülüğü
ile bileğindeki saatine bakarak, saatleri doğrulatırdı. Tek
saatle yetinmezdi. "Yemeği belli bir saatte bitirdim, öyley-
se üzerinden şu kadar saat geçtikten sonra uyuyabilirim
africak" diye düşünürdü.
Şeref Bakşık, bunları anlattıktan sonra, Paşa'yla Zafer
Paykoç'un konuşmasına dönüyordu:
- Paşam, erken mi yattınız?
- Hayır, dikkat ediyorum.
- Alkol falan aldınız mı?
- Hayır, almıyorum, almadım!
Konu kapanır, Şeref Bakşık, Zafer Paykoç'a sorar:
- Hocam, benim bildiğim, alkol uykuyu daha kolaylaştırır
bir öğe diye bilirim. Oysa, inönü rakıyı içince uykuyu erv
geller, diye düşündünüz..
- Evetdoğru, genelde uyku getirici, uykuyu kolaylaştırıcı
bir öğedir, bir unsurdur alkol ama, İsmet Paşa'da öyle de-
ğildir; İsmet Paşa'da ters sonuç yapar, uykuyu dağıtıti
Heyecanlı psikolojisine öyle etki yapar...
Günlerdir, Cumhuriyet'te; "Ankara Notları"nda, Kuzey
Kıbrıs ta demokrasinin olmadığını, kösteklendiğini anlat-
maya çalışıyorum. KKTC'nin oluşmasında, Türkiye'deki
generallerin büyük payı var. Kenan Bey, Milliyet'te çıkan
anılarında anlatıyor: Amerikalıya şöyle diyor, 1983'te
KKTC'nin ilanı konusunda:
- "... Siz acaba, Kıbrıs Türkleri arasında iç durumu bili-
yor musunuz? Her gün komünistler kuvvet kazanıyor.
Bugün Meclis'te çoğunluğa Denktaş, ancak bir farkla sa-
hip bulunuyor. Bu durum devam ettiği takdirde, bundan
sonra yapılacak bir seçimde, tahminim sol grup iktidan ele
alacaktır. Rum tarafında zaten komünistler var, Türk tara-
fında da komünist bir grup var, bunlar birleştiği takdirde,
işte o zaman Akdeniz'de, tam Sovyetler'in arzuladığı gibi
bir durum meydana gelmiş olur. Acaba, Amerikalı dostla-
rımız bunu mu arzu ediyor? Denktaş, bağımsızlığını ilan
ettikten sonra, anayasanın değiştirilmesi için harekete
geçti."
Kenan Bey, 12 Eylül Anayasası'na benzer bu değişikliği
de bir müjde gibi veriyor. 1961 Anayasası örnek alınarak
yapılan Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, 12 Eylül
1982 Anayasası'na benzetiliyor. Son kerte antidemokratik
bir anayasa! işin gerçeği, aslı astarı budur...
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Sel sulannın
oiuşturduğu ohık
biçimli çukur. 2/
Gerçekleştirilmesi
zamana bağh is-
tek... Bir şeyin ere-
bileceği uzaİdık. 3/
Türkiye'de yetiştiri-
len ve sürüyü gü-
düp korumasıyla
tanınan çoban kö-
peği ırkı... Tüy, kıl.
4/ Zihin... Iri taneli
bezelye. 5/ Güney-
doğu Anadolu,
Kerkük gibi bölge-
lerde ezgiyle söylenen cinaslı mani-
lere verilen ad... Bir nota. 6/ Avru-
pa Uzay örgütü'nün simgesi... Ma-
kinelerde, bir ucu pistona öbür ucu
volanı çeviren kaldıraca gecirilmiş
devinimli çubuk. 7/ Hızlı yazma-
ya elverişli yazı yöntemi. 8/ Türk-
çede ilgi adılı... Notada durak işa-
reti... Damla hastahğına verilen bir
başka ad. 9/ Çağatay ve Azeriler-
de özel bir ezgiyle okunan halk
türkülerine verilen ad.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bütün beyitleri aynı güçte olan
gazele verilen ad. 2/ Güney Anadolu'da bir dağ... Köpek. 3/
Evcil bir geyik... Matem. 4/ Dizginleri koyuveıilmiş atın dört-
nala koşması... Deriden sızan sıvı. 5/ Girişik süsleme. 6/ Bir
tür sağlam ve yumuşak dana ya da öküz derisi. 7/ Şarkı,
türkü... Ruhsal yaşama ve bedene egemen olmayı amaçlayan
Hint felsefe sistemi. 8/ Tespihlerin baş tarafma geçirilen umnca
parça... Hububat tozu. 9/ Avustralya'da yaşayan bir cins de-
vekuşu... Mesaj.