28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 5 MART1992 ÇARŞAMBA CÜMHURİYE1 bMITM KULTUR SANAT 13 Raziye, Örsan Öymen'in kızı olan Yasemin Öymen'in ilk sinema deneyimi. 4 Raziye\ yann 18.30'da Beyoğlu Sineması'nda Asıl uygarlık doğallık mı? Kültiir Servisi - Beyoğlu Sineması'nda gösterilecek olan; Melıh Cevdet Anday'- ın romanından Yusuf Kurçenli'nin se- naryosunu yazıp yönettiği "Raziye" 1990 yılı yapımı ve henüz 'salon' bulama- yan filmlerimızden bin. Yapımcılığını Kadn Yurdaiap'ın, gö- rünıü yonetmenlığini Erdal Kahraman'- ın üstlendiği, başrollerinde Kamran Us- luer, Yasemin Öymen ve Oğuz Tunç'un oynadıklan, çekimleri Babakale'de 28 günde elli dokuz kutu negatifle gerçekleş- tirilcn Raziye, Kültür BakankğVndan 200 milyon liralık yardım almıştı. Yaşlı ama dinç. dürüst, korkusuz, aydın. çevrcsındekı ilkelliklerle savaş- mayı, kişileri gerilikten, yozluktan kur- tarmayı amaçlayan ıdealist bir *dayı\ Doğadaki saflığın. dişi'liğin uzantısı olan olağanüstü güzellikte bir 'evlatlık'. Polıtik nedenlerle İstanbul'dan uzaklaş- mak zorunda kalıp Cge'yle Akdenız arasında bir yerde evlatlığıyla yaşayan dayısının yanına gelen bir 'genc'. İşte bu üç özgün insanın arasındaki iJişkilerin. devınımlerin romanırun filmi- dır Raziye; bıraz platonik. biraz roman- tık, hani oldukça da erotiktir. Alabildiği- ne coşkulu bir sevda romarunın fılmidir. Peki, Yusuf Kurçenli'yi bu romanı sinemaya akiarmaya ıten öğe neydi ve KurçenlTye göre, neyi anlatıyordu Razi- ye? Kurçenü, sorumuzu şöyle yanıüadı; "Razıye'nın ashnda çok 'sahici' bir şey anlattığı kanısında değılim, ama bcnim ilgimi çeken noktalardan biri Raziye'nin kendi güdüleri, kendı doğası doğrultu- sunda davranmasıyla filmin diğer kahra- manlannın alışkm olduğu ilışkilerin bir hayli zorlandığı, "doğariığın insanlann kabullendikleri kurallan, davranışlan nasıl 'sarstığY noktası. Benı bu filmı yap- maya iten öğe de bu oldu. diyebilirim." Evet, romanın adı Raziye, ama kızın adı Vedia. Vedıa sonradan Raziye olu- yor. Nasıl mı? Onu öğrenmek de sizlere kalıyor... İDSO'nun bu hafta dört seçkin solisti ve bir "hanım" şefl vardı Dört çalgımn tek soluktaki dengesi EVfN İLYASOĞLL İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın bu hafta dört seçkin solisti ve bir "hanım" şefı vardı. Orkestranın şef yardımcılığı gö- revine atanan İnci Özdil, bu yıl ilk kez Is- tanbul'dayönetti. İlk bolümde Mozart'ın Klarnet Konçertosu'nu seslendiren Alman sanatçı Sabine Meyer, Berlin Filarmoni Orkestrası üyelen ve Herbert von Karajan arasında topluluğa katılan ilk kadın sanatçı olması nedenıyle tarüşmalara yol açmıştı. Karajan'ın çağnlısı olan Meyer. bu orkestra ile Luzern ve Satzburg festivallen- ne ve Amenka turnesıne katılmış. sonra- dan solistliğı seçmiş. Solist ve oda müziği üyesi olarak yaptığı plaklardan övgü dolu eleştiriler toplamış. Mozart'ın Klar- net Konçertosu'nda Meyer, üstün yetene- ğini. doğal sesinı ve üst dü/ey bir Mozart anlayışını çaigısının güzel tonunda duyur- du. Sabine Meyer'ı dınlemek gerçekten büyük bir zevkti. Programdaki ikincı ya- pıt, yine Mozart'ın klarnet. obua, fagot ve korno ıçın Senfoni Konçertant'ı oldu. Me- yer'e katılan obuacı Dıethelm Jonas. fagot- çu Sergıo Azzolinı ve kornocu Bruno Schneıder kendi içlerinde bir orkestra oluş- turdular. Dört çalgının tek soluktaki den- gesini, İncı Özdil de İDSO ile eşlikte pay- laşü. Solistlerin ustalığ) ile teknik pürüzle- rin geride kaldığı, yorum inceliklerinin üste çıktığı bir dinletiydi. Şef İncı Özdil. "Solist ler olayı aşmış kişilerdi. En ufak hatada, en ufak kaymada irkildılerprovalarsırasında. Birlikte amacımız müzıkal bütünlüğü gü- zel yakalamaktı" diyor. Konserin son yapıtı Çaykovski'nin ftal- yan Kapriçyosu idı. Herkesin kulağının çok iyı tanıdığı. böylesı değişken tempolan içeren ve kocaman bir orkestra topluluğu gerektiren bu yapıü yönetmek cesaret ışi diye düşünüyorduk. îna Özdil, tempolar- da hiç aksamadan, bütün çalgı gruplannın ve sololann renklerinı titızlikle ayırarak ya- pıtın parlak coşkusunu ve he>ecanını baş Türkiye'nin ilk kadın orkestra şefi olan İnci Özdil, İDSO'nun haftasonu konserini yönetti. tan sona korudu. Bazı üfleme sololarda tek tük pürüzler olsa da bütünüyle coşkulu ve kulakta kalıcıydı İtalyan Kapriçyosu. _ Sonra ilk "kadın" orkestra şefimiz İnci Özdil ile konuştuk. Ankara'da doğrnuş. Ankara Devlet Konservatuvan'nda piya- no. kompozisyon ve şeflik eğitimi görmüş. 1981 'de Gürer Aykal ile şeflik bölümünü tamamlamış ve devlet bursu ile Guildihall Müzık Okulu'na, Londra'ya gitmiş. Sonra Kraliyet Müzik Akademisi'nde Colin Da- vis. George Hurst gıbı ünlülenn öğrencisi olmuş, Horst Neumann ile koro şefliğı ça- lışmış. 1986'da İtalya'da Chıgıana Akade- misi'nde Gıulini ile özel olarak AJman ro- mantiklennin yorumunu çalışmış. 1988'de yurda dönerek bursunun karşılığı için gö- rev beklemiş, kendısinı geçici olarak Devlet Çokseslı Korosu Şeflıği'ne atamışlar. Bir yıl sonra Leningrad Konseryatuvan'na, Sovyetler Birliği bursu ile gitmiş ve 1991 'de Hollanda'da Breda Müzik Festivaü'nin şefliğini yapmış. Kısa bir süre önce İstan- bul Devlet Senfoni Orkestrasfna şef yardıması olarak atandı. Şef yardımcısı olarak orkestraya katkılan neler olabilir sorumuzu, "Bu yılın ortasında atandım. Sanınm gelecek yıl daha çok konser prog- ramlannın içinegirebileceğim. Orkestrayla daha çok çalma fırsatı bulunca. problemle- re de daha yakın olabilirim Yersizlik, pro- va sayısının azhğı, çalgılar ve nota kütüp- hanesi başlıca sorunlar gibi gözüküyor. Her konuda yardıma, çahşmaya hazınm" şekünde yanıüadı. Sonra "kadın" olmanın ayncalıgından ve sorunlanndan söz ettik: "Her konuda ilk olmak zor. İlk kadın şef olmak, giyim kuşamdan tutun da disipline kadar değişik geliyor insanlara. Doğal olan şeyleri siz, kadın olduğunuz için bir kez da- ha vurgulamalısınız. Sesinızı daha yüksel- tip kendinizı anlatmalı, kendinize inandır- malısınız. Üstelik çok ufak tefek bir insa- nım. Bir de uzun yıllar dışanda olduğum için şimdi kendi iilkemin sistemine alışma savaşı veriyorum. Hepsi doğal, geçecek bunlar." İnci Özdil için giyim kuşam da orkestra- nın bir parçası gibi görünmekten öteye gjt- miyor. "Kıyafetimde erkek-kadın birleş- meli ve orkestradakilerin renklerinden farklı olmamalı. Kesinlikle erkeksı değil, ama topluluktan ayn düşmeyen bir hava esmeli." Giysilerinin çok şık olduğunu anım- satıyoruz; "Annem çizdi. Şimdi daha çağdaş bir şeyler çiziyor. Yine de pantolon giymeyi düşünmüyorum" dıyor. Gökmen'in açıklaması • AA (Izmir) - Devlet Opera ve Balesi genel müdürü Rengim Gökmen, Kültür Bakanlığı'nın, insan yaşammı en derinden etkileyen ve toplumu şekillendıren işlerin yapıldığı bir bakanhk olduğunu bildirerek, "Kültür Bakanlığı da Diyanet İşleri Bakanlığı da toplumun roaoevi yaşantısını yakından ilgılendıren kurumlardır.Bu ıki kurumun bütçeleri farklı olmamalı.en azından eşit olmabdır'dedi.Gökmen,Refah partisi genel başkanı Necmettın Erbakan'ın bir süre önce TBMM'deki konuşmasında.hükümete.'CSO'runeden özelJeştirmiyorsunuz?'yolundaki sorusuna yönelık de şuinlan söyledi.'Aslında Meclıs'teki bu tartışma özelleştirrhe değil.özerkleştirme tartışması olmalıydı.Çünku dünyanın her yerinde orkestralar ve opera bale gjbi sanat kurumlan,siyasi.otoritelerden bağımsız,onlann yönlendirmelennden uzak.daha özgür bir ortam içinde çalışırlarken.devletten maddi destek görürler" Ulutaş'm sergisi • Kültür Servisi-Nevın Göker Uluıaş'ın son dönem reşim çahşmalan 30 marttan başlayarak İş Bankası Par- makkapı Sanat Galerisi'nde sergılenecek 1954-60 yıllan arasında galeride Halil Dikmen.atölyede Cemal Tollu'nun öğrencisi olarak istanbul GÜ2el Sanatlar Akademisi Yüksek Resm Bölümü'ndeeğitimgören Ulutaş. 1958'de Paris Genç Sanatçılar Bierali'ne katıldı. Musica Viva Topluluğu • kültür Servisi- İstanbul Büyükşehir Bebdiyesi Cemal Reşit Rey Konser Sabnu'nda Uluslararası Oda Müziği Sersi'hde 30 ve 31 mart günlerinde M ısica Viva Topluluğu'nun konsen varMoskova Devlet Konservatuan ve Grtsın Müzik Pedagojısi Enstitüsü me.unlanndan oluşan toplulukta 23 minsyengörevyapıyor.Topluluğun şef. \ ıyolonselci Alexander Ruiin. Rudin müzik arkeoloğu olarak tannıyor. Konsere solist olarak katlacak olan soprano Natalia Creassimova da uluslararası bir sanatçı. Sanat Günleri • vültürServisi-İ.Ü.Ö.K.M. Edebiyat K. uübü sanatçı Tank Günersel'in '36. Sa:at Yılı'nedeniylebırdızietkinlik diLenledi. Öğrenci Kültür Merkezi'nin sen ve Tıyatro Salonu'nda 26 marta deıdevam edecek etknliklerçercevesinde bugün saat 15.0'te "Tank Günersel'in Şiin' konulu b>inçıkoturum düzenlenecek. Oturuma kouşmacı olarak Gülseli İnal, Sunay /Vkn, Nur Bulum katılıyor. Saat 16 5'te ise Tank Günersel 'Zaman Oeen Oy uncak" konulu söyleşının kouğu olacak. Çağdaş sanattaTürk-Yıınan buluşması gerçekleşirken Kültür Servisi-Ondört Türk ve Yunan çağdaş sanatçıyı biraraya getiren "Sanat,Texnh" sergisi, 25 mart-18 nisan tarihleri arasında Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi'nde gerçekleş- tirilecek. Sponsorluğunu Digital Equipment, Anadolu Sigorta, Mas Matbaası. Marshall Boya ve Vernik Sanayii ile İTÜ Vakfi'nın üstlendiği sergi, Dimitri Alithi- nos, Canan Beykal, Selim Birsel, Ayşe Erkmen, Serhat Kiraz. Niki Liodaki, Füsun Onur, Oşman, Aimilia Papaphilippou, İsmail Saray, Marios Spiliopoulos, Ge- orge Sfikas,Theodoros ve Theo- doulos'u biraraya getiriyor. Sergi- nin yapımcılan Yunan sanat ta- rihçisi Efı Strousa ve Beral Mad- ra, sergi ile ilgili sorulanmızı ya- nıtladılar: -"Sanat, Texnh" sergisi nasıl oluştu ve bu 14 sanatçıyı biraraya getirme düşüncesı nasıl doğdu? BERAL MADRA-Bu sergıye katılan Türk sanatçılar, daha önce Mimar Sinan Üniversitesi Resim \e Heykel Müzesi Mü- dürü Prof.Belkıs Mutlu ile böyle bir sergi üstüne görüşmüşler. Bu ikı proje birleşti ve Resim ve Heyke! Müzesi Şeker Ahmet Paşa Salonu. bahçesı ve Hareket Köş- kü'nde izleyeceğınız "^anat, Texnh" Yu- nanca'da "sanat" anlamına aelıvor Marios Spiliopoulos un \apıtı: "Melisson Mysteria" 1991. EFI STROUSA-Bu sergi ıçın vurgulan- ması gereken şe>. ilk kez Turkıye ve Hellen dünyasından çağdaş sanatçılar ortak bir sergide karşılaşıyorlar. Açılan her yeni yol zorluklarla doludur. Bu, belkı de dağlık bir ulked- yol açmaya çahşmak gibi. Sanatçı- lann isteği ve gücü, bizim inanamız vardı. Yeni birdüzlem veyenı bıralan keşfetmek üzere açılıyordu onlar için. Ancak Beral de ben de ülkemiz çağdaş sanat ortamındak] altyapı sorunlannın bilincindeydik. Çağ- daş sanat alanında. ülkesinın kültürel üre- tımine kaıkıda bulunmak ısteyen herkes için sorunlar ortaktır. Bız bu sergide ola- naklanmız çerçevesinde projeleri gerçek- leştırmeye çalıştık. İnsanlar, sanat parayla olmaz, ruhla olur der, ben nıhsuz olmaz diyorum, ama ruhu da ortaya koymak için bir takım araçlar gereklıdir, para da bun- lardan bırisidir. Bu sSrgi kitleye sunulma- lıydı, resmi bir kuruluş tarafından sahıple- nılmeliydi, örneğin bir galeride değil de müzede olmalıvdı. -öyleyse bulduğunuz mekân. tam aradığı- nız gibi denilebilır mı? EFI STROUSA-Resım ve Heykel Müzesi tanh yüklü bir mekân. Ancak. bu tür ya- pılar sanatçılar için hem çekjci. hem de sorunlu. Bu yapıtlar. çağdaş sanat için kullanılacaksa. bırtakım yeniliklerle do- natılmalıdır. Günümüz sanaiçılan, çok- tan geleneksel resim ve heykelin sınırlannı aştılar; mekânın kültürel ve fıziksel özel- lıklenyle söyleşen ışler } r apıyoriar, bazen de cüretkâr oluyorlar; duvarlan, tavanlan yorumluyorlar. -Böyle geniş kapsamlı bir Türk-Yunan çağdaş sanat sergisi gerçekleştirmek politik düzlemde nasıl algılanabilir? Türkiye ile Yunanistan arasındaki politik ilişkilerin bu sergiye dolaylı olarak herhangi bir yön- den etkisi olabilir mi? BERAL MADRA-Ne olursa olsun, sanat ve kültür ilişkilen ve bağlantılan, politik üstü bir olgudur ve etkılenmemelidir. Yu- nanistan ve Türkiye arasındaki yazın, film, müzik alanındaki ilişkiler. böylece plastik sanat alanında da gerçekleşmeli ve olay bü- tünleşmeli diye düşündük. Öte yandan iki- mız de Avrupa Birliği kültür kimliği karşısmda Akdeniz ve çevre ülkelerinin kimliğinin de öneminin bilincindeyiz ve birlikten güç doğar inancındayız. EFI STROUSA- Bızim bir ılışki önerisi olarak sunduğumuz bu sergi ashnda daha evrensel bir kültür sorunu için de geçerlı- dir. Biz, bu sergide, tarihsel nedenlerle bir- biriyle çekişen iki ülkenin sanat ve kültür ınsanlannın biraraya gelme istegjni yadsı- yamayız. Bu teknik ve teknolojik çağda, herşeyin çok iyi programlandığı çağda. in- sanın dünyadaki varhğını kanıtlamak için yaratıalığını kullanmaktan baska çare yoktur; sanat dünyası ve entelektüel ça- lışma bızim ayn dünyalanmia birleştina bir rol üstlenmelidir. Bütün bu girişimin tinsel yönü budur. -Böyle bir sergiyi Atina'da da gerçekleştir- meyi düşünüyor musunuz? BERAL MADRA-Evet. sergi buradan sonra Atina'da da gerçekleşecek ama yeri ve tarihı daha sonra belli olacak. Efı ile bir- likte bir çalışma yaparak serginin Avrupa'- da başka başkentlerde gösterilmesini sağ- lamaya çalışacağız. -Sergiye katılan 14 sanatçı ile ilgili olarak neler anlatabilirsiniz bize? BERAL MADRA- Sergide izleyeceğiniz Türk sanatçılar yaklaşık 1970 sonlanndan bu yana, mekân düzenlemeleri, yerleştir- meler, kavramsai işler üretiyorlar. Bu sa- natçılann bu >önü de sanat yapıtlannın yeni felsefeler geliştirmek için ortaya koy- duklan önerilerinin bir araa olmasıdır. EFI STROUSA- İkı kıışak arasındaki iliş- kiler ilginçtir. Sfıkas. Theodoros ve Alithi- nos 1960'h ve 70'li yıllarda sanat-kültür- toplum iüşkilerini irdelediler. 80"li yıllarda dünyamızın içinde bulundugu krizi anlat- maya calışan post-modernist hareketten sonra, şimdi bu sergide izleyeceğiniz Lio- daki, Papaphilippou. Spiliopoulos ve The- odolous gibi sanatçılar artık öneriler geti- ren ve geleceğe yönelik düşünceleri belirle- yen işler üretiyorlar. istanbul Devlet Tiyatrosu, Aiskhylos'ım oyununu Mustafa Avkıran yönetimindeYıldız Sarayı'nda sahneliyor 24 yüzyü öncesinden gelen bir iiçleme: Oresteia Oresteia Yazan: Aiskhylos j Çe- viren: Ebru Sonuç ' Yöneten: Mus- tafa Avkıran , Oyuncular: İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunculan / Mü- zik: Melih Özçelik ve Taner Birsel ı Koregrafı: Sigrid Seberich. NALAN MANYASLI (İstanbul)- "Bu, kral evi üzerinden geçen üçüncü yokedici fırtınaydı. Ilkı, çocukla- nnı yiyen talihsiz Thyestes'in hik- yesi. Onu, öldürülen kral izledi, Agamemhon. Sonra üçüncü gel- di. Orestes. Kurtancı. Yoksa la- net mi, desem? Nasıl bitecek bu? Nerde durulup bitecek bu azgın uğursuzluk?" Bu sözler. Yunan trajedisinin kurucusu olarak kabul edılen Aıskhylos'un (İ.Ö. 525-456), 25 yaşında yazdığı üçlemesi "Oresteia"nın ıkıncı bölümünün finaline aıl. Günümüzedek gelen tek Yunan üçle- mesi olan, bu alanda Devlet Tıyatroları"- nın da ilk çalışması sayılan "Oresteia", Yıldız Saravı Tıyatrosu'nda sahneleniyor bir süredir. "Agamemnon". ""Sunu Taşı- \anlar" ve "Ömınıdler" başlıklannı taşı- yan üçlemcyi. Mustafa Avkıran hazırladı. "Oresteia", konusunu ana katili Ores- tes'ın cfsanesınden alan bir üçleme İlk bö- lüm, Pclops'un ölümünden sonra krallığı cldc ctmek ıçın savaş»ın oğullan Atreus ile Thyestes'in öyküsünü \e Truva Savaşı'nı Mustafa Av kıran'ın yönettiği "Oresteia"da İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan 14 oyuncu rol alıyor. konu alıyor. İkinci bölüm Agamemnon'un fırtınayı dindirmek için, kızı Iphigenia'yı kurban etmesini anlatıyor Üçüncü bölüm ise, Agamemnon ile Klytaımnestra'nın oğ- !u olan Orestes'in, babasının intikamını al- mak için annesini öldürmesi, öç tannlan Ennyesler tarafından rahatsız edilmesi ve Athena mahkemesinde aklanması üzerine kurulu. İçdaralması, kaygılı bekleyış ve korku üzerine bir oyun. Mustafa Avkıran. bir Yunan efsanesini Türk ızleyicilere sunarken ortak bir mekân yaratmış: Akdeniz köyü. Yıldız Sarayı'nın larihımekânında.dilleri.giysileri.yaşamlan yalın olan bir köyün insanlan ile karşı karşıyayız. 24 yüzyıl öncesinden gelen öy- kü, 14kışidenoiuşankorodasesvecan bu- luyor. 1983'ten bu yana İstanbul Devlet Tiyat- rosu kadrosunda bulunan Mustafa Avkı- ran oyunculuğu janında. yönetmenliğı de deniyor. Sanatçı. I984'te başladığı yüksek lısans eğitimini. 1990'da Bakırköy Bclcdi- yc Tiyatrosu için hazırladığı vc ilk antık projesi olan Aıskhvlos'ıın "Prometheus "u ile tamamlarlı A>nı \:! Trab/on Devlet Tı- yatrosu'nda S.Mıozek'ın "Sığıntılar" oyununu sahneleyen Avkıran, 1990-91 ti- yatro sezonunda Theater des Augenblicks ve Akzent tiyatrolannın daveti üzerine Vi- yana'da ikinci yönetmen ve oyuncu olarak çahştı. Avkıran, Aiskhylos'un "Promet- heus"u ile başlayan ve aynı yazann "Ores- teia" üçlemesi ile süren, antık dönem yapıt- lannı seçme ve yönetme nedenini şöyle an- latıyor: "Antik dönem yapıtlannı sahnelemem bilinçli bir seçimle oldu. Ben ve benim ku- şağımdaki oyuncular, bu döneme ait çok örnek izleyemedik. Konservatuvarda ho- calanmızın anlattıklannı biliyoruz yalnız- ca. Ben Devlet Tiyatrosu kadrosuna girdi- ğımden bu yana da antik oyun sergilenme- di. "Antigone", "Troya Savaşı Olmaya- cak" gibi yeni düzenlemeli oyunlan saymı- yorum. Bir de Tiyatro Festıvali'nde Attis Theatre'ı izleme şansım oldu. Onun dışında bir şey yoktu. Benim, herşeye sıfır- dan, başından başlama gibi bir alışkanlı- ğım var. Ritüelle. törenle zorum var. Dit- ranbos şölenleri ile sorunlanm var, onlan çözmeye çalışıyorum. Neydi bu insanlan çılgınlık boyutuna getiren? Bir av olayını ya da dinsel öyküyü, görsel efekte dönüştü- ren? Bunu araştınrken 'Prometheus'u keş- fettim, tarihin ilk başkaldıran insanını, ilk devrimcisini anlatan oyundu. İnanılmaz, güçlü bir oyun 'Prometheus'. "Orcsteia", ondan da güçlü bir yapıt. Kurgusu, kahra- manlan, koro, tüm bunlar bir araya geldi, birleşti ve benim antik dünya ile bir bağ. kurmama neden oldu. Bu bağın adı da çok açık, atatanmla ılışki kurmak. Ve benden sonraki kuşaklarla, atalanm arasında bir köprü oluşturmak."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle