Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9EKİM1992CUMA
12 DIZIYAZI
Doğu Oku uçağına, başında bir Bask beresi, elinde abanoz bir baston bulunan bir kadın biner
Paris'tebirgecegüzelî: Leyla
Leyla Ya da
Açgözlü Genç Kızlar
R O G E R V A I L L A N D
Çeviren: Feridun M. AKSIN
Oyazgününiin şafak vakti. Bourget
Havaalanı'nda bendcn başka üç kişi
daha Fleche d'Orient (Doğu Oku)
uçağının kalkmasını bekliyordu: Üç
kadın. İçlerinden ikisi lüks otomobil-
lerden inmişler, bavullar. sandviçler.
su şişeleri, dergiler ve yolculukla ılgili
başka ıvır avır eşyalarla ilgilenmeyi,
bu işi şevkle yapan kısa boylu sinirii
bir adamcağıza bırakmışlardı. Yûzü
kan kırmızı bir boyaya bulanmış; başı-
nın tepesine yanlamasına minicik bir
fb'tr şapka oturtulmuş en gencinin ge-
çenlerde Charlie Chaplin tarafından
keşfedilen Romanyalı artist Maimazel
Constantinesco olduğunu hemen öğ-
renmiştim. Oda hizmetçisi-sırdaşıyla
birlikte Bükreş'e dönüyordu.
Üçüncü kadın yolcu daha esrarlıy-
dı. Başında bir Bask beresi'. üstünde
gri bir elbise, kazak ve yağmurluk, ya-
lın bir giyimi vardı. Ama bu yalınlık,
elinde sımsıkı tuttuğu abanoz ağacın-
dan fıldişı saplı kocaman baston nede-
niyie bir tuhaflığa dönüşüyordu. Öte
terk edecek. "Bu da nesi" diye soruyo-
rum kendi kendime. "şu kır uflcunda
lek bir jandarma bile yok." Sanki
gümrükten mal kaçınyoruz, pasapor-
tumuz yok da gizlice kaçıyoruz, ya da
Fransız Merkez Bankası'nın altın
stoklanvla ilgili sırlannı götürüyor-
muşuz gibi bir izlenim içindeyiz.
Pilot böylesine hoş yaratıklan gö-
türmekten son derece heyecanlıydı.
Kalkışta motor bir huysuzluk yapnuş,
uçağın içine kötü bir koku ya'yılmıştı
ve daha Paris banliyölerini geçmemiş-
tik ki. yol arkadaşlannnza verilmesini
rica ederek şöyle bir pusula uzallı ba-
na: "Hava güzel. Hoş bir yolculuk ge-
çırmenizi sağlayarak kalkıştaki tatsız-
lığı unutturacağımı umuyorum. Sol
tarafınıza bakın, az sora Meaux'yu ve
ünlü yeldeğirmenini görecekiniz."
Kuşbakışı coğrafya dersi
Böylece, üstünden geçüğimiz ilgi ce-
kici her köşe bu lür çapkınca pusula-
larla bize bildinldi. Güneşin Cham-
pagne tepelerinden doğuşunu görelim
üzerine kalınca tereyağı süriilmüş ek-
mek dilimleri getirdi. Eski zamanlann
atlı araba yolculuklanna hoşluk katan
o basit zevkleri yaşamak için yeniden
uçağa binmek gerekıyor şimdi. Paris-
ten otobüsle Flandre Yolu'nu izleye-
rek çıkışımızdan Strasbourg çayırlan-
na inişimize kadar bütün bu sabah
yolculuğu boyunca, yüz yıl önce Er-
monville Ormanı'nda Sylvie'y le buluş-
mak için yine aynı yerden yola çıkan
Gerard ve Nerval'in hayali gözümün
önünden hiç gitmemişti.
Abanoz ağacından bastonu oJan
hanım yolcuyla Strasbourg Havaa-
lanı'nın kestane ağaçlan altında tanış-
tık.
'"Uykum gelmeye başladı" diye açıl-
dı bana. "dün akşamı bir sokak baİo-
sunda geçirdim. Yolculuğa çıkmak
için sabahın dördünde kalkmak zo-
rundaysan yatağa girmenin biranlarru
yok ki."
"Zaten hiçbir zaman erken yatrru-
yorum. Geçenlerde Haller'de yaşam-
larını zengin yabancılarla buluşarak
kazanan küçük çocuklann uğradığj
bir kahve keşfettim. Çabucak dost ol-
duk, onlara Eflatun'un Şölen'ini tanıt-
mayı denedim. Eflatun"u asiından
okuyorum ben, ama onlar için Guil-
laumc Bude'nin o nefıs çevirisinden
satın aldım. Tepkileri çok ilginç oldu."
Bu garip yolcu karşısmda şaşkınlı-
ğım ve merakım giderek artıyordu.
Doğrudan sormaya cesaret edemedi-
ğim için şu beylik cümleyi söyleme teh-
likesinı göze aldım: "Sizin gibi bir
Parisli kız için. Paris'i bırakmak çok
üzücü olmuştur herhalde."
"Pansli değilim ben mösyö'". diye
dönmek zorunda kaldıK-. Leyla bu
arada, havaalanı donanımlarından
her birinin kuşku duyulamaz bir bı-
çimde Freudcu simgeleri gösterdiğine
dikkatimi çekecek vakit bulabilmişti.
Milada'nın kenti Prag
Prag üzerine geldiğimizde bin beş-
yüz metre yükseklikteydik. İnişe ge-
çince kent, çevremizde büyük bir yel-
paze gibi sallanmaya başJamıştı. Sağa,
sola, yukanya, aşağıya, Viltava suyu-
nun kıvnmlannı görüyordum. bir
zamanlar o kıyılarda Milada ıle gezi-
nirdim, sevgilisi, uzaklarda bir yerde.
bir Polonya hapishanesinde yatıyor-
du.
Uçaktayken motorlann gürültü-
sünden pek konuşamıyorduk. mola?
larsa her kentte birkaç ciakikayı aşmı-
yordu. Yine de Prag'da, Leyla'nın
Paris'te Rue de Lille'deki Doğu Dilleri
Okulu'nda öğrenci olduğunu öğren-
dim. Orada Bengalce, Kamboçça ve
Arapça öğreniyordu. Aynı zamanda
Sorbon'da etnografyaya başlamıştı.
Bütün bunlan, bir gün, bilimsel keşif
heyetlerine katılabibrnek amacıyla ya-
pıyordu.
Viyana'da (önce birbirine dümdüz
paralel kıyılannın arasında bir büyük
kanal gibi kara ve yeşil akan Tuna gö-
rünüyor; sonra Strohein'in filmlerin-
deki gibi, demir grisi, Avusturya'nın
başkenti). Leyla. çocukluğunda okul
tatillenni boğaz kıyısında, Kandilli'-
de, Jean Cocteau'nun Müthiş Çocuk-
lar'ına benzeyen arkadaşlanyla birlik-
te. geçirdiğini anlauyor bana.
Budapeştede (Tuna, Viyana'dan
sonra yeşil çayırlıklan kucaklayarak
Bbaşında bir Bask
beresi, üstünde gri bir
elbise, kazak ve
yağmurluk, yalın bir
giyimi vardı. Ama bu
yalınlık, elinde sımsıkı
tuttuğu abanoz
ağacındanfildişisaplı
kocaman baston
nedeniyle bir tuhaflığa
dönüşüyordu. Öte
yandan, geleneksel
olarak kadınlar arasında
en kadınsı olanlara özgü
diye düşünülen bir vücut
yapısı da bu erkeksi
havayı açıkça
yalanlıyordu: Geniş
kalçalar üzerine
oturtulmuş kısa bir büst,
ikiküçukdağgjbi
kabank memeler...
yandan, geleneksel olarak kadınlar
arasında en kadınsı olanlara özgü diye
düşünülen bir vücut yapısı da bu er-
keksi havayı açıkça yalanlıyordu:
Geniş kalçalar üzerine oturtulmuş kı-
sa bir büst, iki küçük dağ gibi kabank
memeler...
Hem zaten, uçlan hafıf çekik parlak
siyah gözleri. titreşen burun delikleriy-
le kısa, düz, uca doğru yuvarlaklaşan
olağanüstü biçimlı burnu, biraz kalın-
ca dudaklan insanın içinde kıpırtılar
uyandırmaya yetiyordu. Bütün bun-
lar. aşağıdan yukanya ölçmeye kalk-
sanız, bir metreye elİiyi. olsa olsa bir-
kaç santim geçerdi.
Doğu Oku yaydan fırlıyor
Doğu'ya doğru uçakla yola cıkar-
ken trenle ya da gemiyle aynhşlarda
yaşadığınız o törensi havayı bulamaz-
sınız. Bourget Havaalanına otobüsle
kentin kenar mahallelerinden geçerek
geldik ve Fleche d'Orient, çiylerle
nemli ıssız bir çayırlıktan başka bir şey
olmayan havaaİanmı yan karanlıkta
Erkeksi bir hava, güzel bir vücut ve kadınsı davranışlar... Fransız romancı Roger Vailland Leyla'nın portresini çizer-
ken neredeyse 1930'lu ydJarda erkeklerin kalbine damgasını vuran İs\ecli aktris Greta Garbo'yu tarif ediyor.
di>e uçak birkaç kez kanadı üzerinde
yana kaykıldı. Vosges dağlanna yak-
İaşırken, tepeleri, engebelı yolda sırtın-
da yük taşıyan bir eşek gibi zıplaya
apiaya aşıyordu ki bu kez de şunlan
okuduk: "Sağ tarafa bakın, çok güzel
küçük bir kilisenin üzerinden geçece-
ğiz. On dakika sonra da Strasbourg'-
dayız."
Strasbourg Havaalanı'nın büfesi
büyük ağaçlar arasına gizlenmiş, ban-
liyölerin salaş kahvelerine benzeyen
tahta bir barakaydı. Saat sabahın altı-
sıydı. Kırmızı yüzlü güleç bir kadın
bize büyük kâselerle sütlü kahve ve
karşılık verdi. "Ben bir Türk yurttaşı-
yım. adım Leyla. babam Kemalist
hükümetin hizmetinde mimar olarak
çalışıyor. annem Pera'nm en tanınmış
modistidir. Anne-babamm para gön-
dermeyiz diye tehdit etmeleri üzerine
eğitime ara vererek belli birzaman için
Constantinople'a. pardon İstanbul'a
-şimdi öyle demek gerekiyor- dönüyo-
rum."
Havaalanı neyi andırır?
Büyük uçağın üç motoru homur-
danmaya başlamıştı bile, yerlerimize
yirmi kola aynhyor), Leyla'nın yirmi
yaşında olduğunu öğrendim, gireli
birkaç ay olmuş.
Tuna çok daraldı, Demir Kapı Dağ-
ları üzerinden geçiyoruz;"sonra bir
kanat vuruşuyla. tepeleri Demir Kapı
Dağlan için dev dayanaklar olan
TransiKanya Alpleri'nin üstüne yük-
seliyoruz: Işte şimdi. oyuncaklar gibi
alaca bulaca renkli ahşapevleriyle Ro-
manya köyleri görünüvor altımızda.
Saat sekızde Bükreş'e indik, akşamı
orada birlikte geçirdık.
SİRECEK
Başlarken
JtVoger Vailland 5 Ağustos 1932
tarihli mektubunda dostu gazeteci
Ren Ballet'ye şöyle yazıyor: "Bu yaz-
dığıma kendimi bütün yüreğimle ve-
nvorum ve aynı zamanda küçük bir
roman gibi bir şey olacağını umuyo-
rum." Temmuz ayını Istanbul'da
geçiren yazar döner dönmez yazma-
ya koyulmuştur. Sözünü ettiği
"küçük roman gibi bir şey" o ayın
sonuna doğru tamamlanıyor ve
ekim ayında yazann "büyük röpor-
taja" olarak çalıştığı en büyük gün-
lük gazetelerden Paris-Soir'da "Ley-
la ou Les Ingnues Voraces - Leyla ya
da Aç Gözlü Genç Kızlar" başlığı al-
tında yayımlanıyor.
Yazann "röportaj- roman" olarak
nitelendirdiği "Leyla..", Cumhuri-
yet'in 10'uncuyılınahazırlananTür-
kiye üzerine yazılıyor. Roger V'ail-
land'ın bir gazeteci gözüyle yaptığı
gözlemleri, edindiği izlenimleri >an-
sıtıyor. Okuyuçulann göreceği gibi
bu gözlem ve izlenimler geleneksel
röportajlardan farklı olarak bir ka-
dın kahraman ve büyük bir olasılıkla
benzerlerini tanımış olduğu birtakım
kahramanlar cevresinde ve bir tür
roman kurgusu içinde sunuluyor.
Seçilen bu biçimsel edebiyat çalışma-
lanyla yaşamını kazanamadığı için
gazetecilik yapmak zorunda kalan
yazann iki türü birleştirme isteğin-
den kaynaklanıyor.
Okuyucular, "Batılı" bir yazann o
yıllarda "Hareket halinde bir toprak.
yirmi yıl süren savaşlardan. yalnız
politik değil toplumsal devrimlerden
de geçen bir ülke" diye tarumladığı
Türkiye'de yaşanan eski-yeni çatış-
masına. Batılılaşma. modemleşme
çabalanna, Doğulu bir ülkede İaik
bir toplum yaratmanın ortaya çıkar-
dığı sorunlara. abartmalara. uyum-
suzluklara yönelen özgün bakışını
bulacaklar.
Ama yazann kullandığı yöntemle
bütün bunlar günlük yaşam sahnele-
rinde şu ya da bu olguya küçük bir
dokunuşla yine yaşam içinde algıla-
nıyor. öte yandan Istanbulu, insan-
lannı ve özellikle kadınlannı anlattı-
ğı bölümlerde sevgi yükiü bir lirizme
tanık oluyoruz.
Asıl ünü romancıhğından gelen (iki
romanı Türkçeye de çevrildi) Roger
Vailland (1907-1965). 1929 ıle 1939
arasında Paris-Soir'da gazeteci ola-
rak çalışıyor. Balkanlar. Ortadoğu.
Etiyopya gibi birçok ülkede büyük
röportajlar yapıyor. Kendısınin "çı-
raklık yıllan" olarak nitelediği bu
dönemde smır tanımayan bir yaşam
sürdürüyor. Bunlar alkol, erotızm,
şiir ve hatta uyuşturucu ile yüklü yıl-
lardır. Amacı kendi deyişiyle çocuk-
luğunda edindiği "burjuva ahlakının
zoriamalan"ndan kendini kurtar-
maktır.
İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Al-
manyası'nın Fransa'yı işgali üzerine
Fransız Direnış Hareketi'ne katılı-
>or. 1952de Fransız Komünist Par-
tisi'ne giriyor. Ün kazandıran ro-
manlannın büyük bölümünü bu
dönemde yazıyor. 1956 Macaristan
olaylan üzerine partiden aynlıyor.
Ama parti ile ilişkileri saygılı bir dü-
zeyde kalıyor.
Bordas Yayıne\-i'nin "Fransız Ede-
biyatı Sözlüğü"nde Roger Vailland
için şöyle bir değerlendirme yapılı-
yor: "Roger Vailland. "tabulara bo-
y un eğmeksizın gerçeği kendi istekle-
ri ve gereksinimlerine uyarlamayı'
amaçlayarak seksüel devrimle poli-
tik devrimin birlikte yaşama geçiril-
mesini ilk isteyenlerdendir."
Bir roman-röportajında Leyla tipi
biraz abartılı bir biçimde de olsa bir
"özgür genç kadın" ya da (bütün iç
çelişkileri ile birlikte) özgür olmaya
çalışan bir genç kız tipidir. Böyle bir
tipin, büyük çalkantılar arkasından
yepyeni reformlarla yeni bir ülkenin
yaratılmaya çalışıldığı Türkiye'den
seçilmesi bu bakımdan aynca ilginç-
tir.
F.M.A
ANKARA/ANKA
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Başkentte BaharMevsimler de şaşırıyor, sonbaharı değil baharı yaşı-
yoruz başkentte. Güzel konserler dinleyerek, güzel
sergiler seyrederek, insanın yaratıcı gücünü kutluyo-
ruz, yaşama sevincimiz yeşeriyor yeniden! Nereden
başlamalı. galiba SANART '92 olayını yaratanlara ses-
lenerek. SANART '92 önemli bir sanat olayı. Resim ve
Heykel Müzesi salonlarında, başkent galerilerinde
açılan sergiler. değişik salonlarda konferanslar, tar-
tışmalarla çağdaş bir başkente yaraşır bir olay. O ser-
gilerin öyküsünü okurlarıma aynca anlatmak isterim.
Hepsinin ayrı bir uyarısı var. Kolaylığa, alacalığa kar-
şın direnişi, çirkinliklere karşı güzellikleri üretmek
çabasını kanıtlıyor her şeyden önce. Odün vermeden
başlayan bir girişimin güzel sonucunu...
Konser mevsiminin Beethoven'in Dokuzuncu Senfo-
nisi'yle açılması da raslantı değil bence Schilter'in
dizeleriyle güzel bir sesleniş başkentlilere. Yaşama
sevincini belirten, sevincin dostlukla, sevgiyle, banşla
güçlendiğini belirten dizeler. Biliyorsunuz, uzun süre-
dir Avrupa Marşı olarak çalınıyor bu senfoni. Avrupa
Konseyi'nin kapısı bu marşla açılıyor yeni üyelere. So-
listler arasında Ayhan Baran da var. Eski bir sevgiliye
kavuşur gibi dinledik şarkılannı. Insan sesinin güzelli-
ğini hissettik yeniden. Beethoven bu senfonide insan
sesinin yüceliğini de belirtmek. müziğini o sesle tır-
mandırmak istiyor belki de.. Solistler de, koro da bizi
tırmandırdı. O tırmanışta başkentimize çağdaş bir koo
ser salonu yapmayanları, yapımını geciktirenleri de
anımsadık elbet! Kulaklan yanmış olacak!
Dokuzuncu Senfoni'yi Hipodrom'da yaklaşık elli bin
kişinin dinlediğini duydunuz değil mi? O kalabalığın
coşkusu bir başka uyarı bence. Çok kişi gözleri yaşa-
rarak yaşadı o olayı. Halkımız çoksesli müzikten hoş-
lanmıyor diye düşünenler radyoda, TV'de sanatla hiç
ilgisi olmayan, düzeysiz, arabesk programlar uygula-
yanlara da bir tepki ve uyarı o kalabalık. Güzel olaylan
güzel yaşıyor, geri çevirmiyor halkımız. Geçen tem-
muz Bilkent Uluslararası Gençlik Orkestrası'na Mar-
maris ve Ayvalık'ta gösterilen ilgi de kanıtladı bunu.
Marmarislıler de, Ayvalık halkı da coşkuyla dinledi,
selamladı genç orkestrayı. Hipodrom'daki coşku da
Beethoven in müziği kadar görkemliydi. Ölümsüz bes-
teci bu yapıtının Türkiye'nin kalbi Ankara'da, Hipod-
rom'da çahnacağını düşünür müydü acaba? Ya müzik
devrimini yaratanlar? Atatürk ve Inönü bu hipodromda
marşlar dinlediler, geçit törenleri izlediler, ama 1992
yılında bir ekim akşamı Dokuzuncu Senfoni'nin çahna-
cağını düşünürler miydi acaba? Her zaman yazarım,
cumhuriyetimizin kurucuları çağdaş bir toplum amaç-
lamışlar, Ankara'yı da çağdaş bir başkent yapmaya
özen göstermişler. Bizim çocukluğumuz ve de gençli-
ğimiz öyle bir başkentte geçti. O başkente özlem duy-
mamı kuşağımın özelliği diye niteleyenler de var.
Sanırım öyle değil. Hipodrom'da yaklaşık elli bin dinle-
yici arasında gençler çoğunlukta. Orkestrayı, solistleri
ve Gürer Aykal'ı dakikalarca alkışladılar. Anakent
Başkanı Murat Karayalçın'ı da coşkuyla selamladılar.
Bir yerel yönetici için yıldızların parladığı bir akşam
bence. BaşkentlPer Anakent Başkanı'na desteği her
yerde belirtiyor, onun çağdaş bir başkent oluşturma
çabalarını alkışlarla onaylıyor.
A CSO salonunda Kültür Bakanı Fikri Sağlar ile yan ya-
na, Hipodrom'da Başkan Karayalçın, Genef Sekreter
Timur Erkman ve eşleriyle birlikte izledim Dokuzuncu
Senfoni'yi. CSO salonunun kalabalığından, Hipod-
rom'daki coşkudan belli uyarılar almış, belli yorumla-
ra varmış olacaklar. Kültür Bakanımızın çağrısına katı-
lamadığım için üzgünüm. Mersin güzel sanat etkinlik-
lerine sahne oluyor bugünlerde. Dünyanın en güzel
seslerinden birini dinleyecek Mersinliler. Soluk solu-
ğa da yaşasak her şeyi birden izlemek kolay değil.
Seçmek. ötekilerden vazgeçmek sözü çok doğru. SA-
NART '92 günlerınde seçim yapmak hayli güç. Bir gün-
de birkaç sergi! Canan Tolon'u bu kez tanıdım Nev
Galeri de. Los Angeles'ta yaşayan bir sanatçımız. Mi-
marlık ve resim çalışmalarını birlikte yürütüyor. SA-
NART '92ye dört tabloyla katılıyor. Doğayı kirletenlere
sitem, çevrecilere selam gibi...
Resimden müziğe geçiyorum yeniden. Bu akşam
CSO'da ilginç bir konser dinleyeceğiz. Piyanist Gülsin
Onay'ı, bariton Mesut iktuğ'u izleyeceğiz, sonra M.
Falla'nın Üç Köşeli Şapka sını. Konserin geliri de Sa-
raybosna çocuklanna. Savaş ateşinde evini, ailesini
yitirenlere, aç ve çıplak kalanlara, ilaç bulamayan
küçük hastalara. işte yaşamımız! Güzelliklerden söz
ederken savaş ateşi içimize düşüyor birden. Yitik can-
lar, yitik düşler diken gibi batıyor yüreğimize. Avrupa
Konseyi'nde Dokuzuncu Senfoni çalınıyor, Schiller'in
dizeleriyle. Aynı Avrupa'da ne çağdışı olaylar yaşanı-
yor sonra! Haçlı seferleri yeniden başlar gibi. Batı sö-
zünün içeriği de hayli yıpranıyor doğrusu.
Yıpranmayı sanatçılar onarıyor çoğu kez. Direnme
gücümüz onlardan kaynaklanıyor. Bir konser, bir sergi
yeni bir soluk veriyor yüreğimize. O solukla bekliyo-
ruz. Siyasal orkestralara, siyasal ressamlara çeviriyo-
ruz gözlerimizi. Elbet onlar da somut ürünler verecek
bir gün! Yalnız laf üretenler, bunalım politikası uzmarv-
larıyla sahne yozlaşıyor, kaos oluşuyor ancak.
Halkımız o kaosu da aşacak kuşkusuz. Siyasal or-
kestraları da, solistleri, şefleri de iyi tanıyor giderek.
Yapay sahnelerin kulisini görebiliyor! Laf değil eylem
istiyor, sorunlarına, beklentilerine gerçek yanıtlar isti-
yor. SANART '92 ya da Hipodrom'da Dokuzuncu Senfo-
ni gibi bir olayı, siyasal sahnede de görmeyi istiyor
halkımız. Verebilenlere umutla bakıyor...
Gözalbsüresinikısaltarakişkence önlenir mi?
BULMACA
J
Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu,
insan hattmmn sigortasıdır.
C M U K
R E F O R M U
DOÇ.DR.BAHRİÖZTÜRK
nun, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu
ve Terörle Mücadele Kanunu arasın-
da bir paralellık sağlamaya çalışrnak-
tadır. Tasanya göre CMUK'daki 24
saallik süre aynen muhafaza edilmek-
tedir, 15 günlük süre de 4 güne ındinl-
mektedir. Bu 4 günlük süre soruştur-
ma konusu fiilin fail sayısının çokluğu
veya benzeri nedenlerle soruşturma-
nın 4 günlük sürede sonuçlandınlama-
ması halinde 4 günlük süre. savcının
talebi ve sulh hakiminin karan ile 8
güne kadar uzatılabilcektir.
her zaman riayet edilmemektedir. Bu
bakımdan gözaltı süresinin 8 veya 4
güne veya 4 saate indirilmesinin pratik
biryaranyoktur. Uygulamada kolluk
sanığı. çoğu kez işi ne zaman biterse
veya canı ne zaman isterse o zaman bı-
rakmaktadır.
B
H.
-3-
Lazırlık soruşturması sırasmda
meydana gelen insan haklan ihlalleri-
nin. özellikle de işkencenin önemli bir
bölümü. gözaltı süreleri içinde olmak-
tadır. Bu nedenle gözaltına alınma
korkusu. korkulann en büyüğüdür.
uygulamada gözaltına alınan
kimse, polisin vejandarmanın insafına
terk edilmiştir. Her polis veya jandar-
ma işkence yapmaz, polis vejandarma
teşkilatının önemli bir bölümü büyük
bir özveri ve iyi niyetle çalışmaktadır.
fakat yapabilecek olana karşı da gö-
zaltına alınan kişi. çeşitli hukuki dü-
zenlemelerle bazı haklarla donatılmış
olmasma rağmen bunlan uygulamada
kullanabilmeleri mümkün olama-
maktadır. Çünkü hazırlık soruştur-
ması sırasında insan haklannın sıgor-
tası durumunda bulunan CMUK ve
diğer hukuki düzenlemeler, hem bilgi-
sizlik hem de keyfilik yüzünden tam
olarak uygulanmamaktadır.
CMUK'da gözaltında tutma süresi.
kural olarak 24 saattir. 3 veya daha zi-
yade kımse (arafından işlenen suçlar-
da bu süre 15 gündür. Tasan bu süre-
!cr bakımından CMUK ile Devlet
Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Ka-
Glözaltı sürelerinin kısaltılması
olumludur. ancak burada teknik bir
hata yapılmıştır. Gerçekten 4 günlük
sürey e 4 gün daha ilaveedilerek 8 güne
çıkanlabilmesi için savcının talebi.
sulh hakiminin karan aranmaktadır.
O zaman bu ilave 4 gün, yakalama de-
ğil "tutuklama" olmaktadır. Zira ya-
kalama, hakim karan olmadan kişinin
hürriyetinin kısıtlanmasıdır. Oysa bu-
rada hâkim karan ile hürriyetin kısıt-
lanması söz konusudur ki, bu da tu-
tuklamadan başka bir şey değildir. Bu
teknik hataya rağmen gözaltı süreleri-
nin kısaltılması olumlu bir değişiklik-
tir. Ne var ki uygulamada halen yiirür-
lükte bulunan sürelere dahi maalesef
urada önemli olan. kanunlara
tam olarak uyulmasının sağlanması-
dır. Ancak o zaman gözaltı sürelerinin
kısaltılmasının yararîı olduğu söyiene-
bilecektir. Tasanyı yapanlar 15 gün-
lük gözaltı süresinin 4 güne indirilme-
siyie işkencenin önleneceğine inan-
maktadırlar. Bizce bu fazlaTyimser bir
yaklaşımdır. Bu takdirde olsa olsa iş-
kencenin sayısı veya süresi azaltılabi-
lır. İşkencenin bu yolla önlenebilmesi
mümkün değildir. çünkü işkence için
değil 24 saat \eya 4 gün. yanm saat
dahi yeterlidir.
Tutuklamaya süre getirilmesi
Tasanda (madde 7) öngörülen tu-
tuklamaya ılişkın değışiklikler. özel-
likle bu konuda 6 ay ve 2 yıllık sürele-
rin öngörülmüş bulunması son derece
olumludur. Buna göre hazırlık ve so-
ruşturmasında azami tutukluluk süre-
si altı aydır. Kamu davasının açılması
halinde bu süre hazırlık soruşturma-
sında tutuklulukta geçen süre dahil iki
yılı geçemez. Ancak bu kurala getiri-
len istisna uygulamada kötüye kulla-
nılabilecek niteliktedir. Buna göre
"soruşturmanın veya yargılamanın
özel zorluğu veya geniş kapsamlı ol-
ması sebebiyle yukanda belirtilen sü-
relerin sonunda kamu davası açılama-
mış veya hüküm tesis edilememiş ise
soruşturma konusu fiilin kanunda be-
lirtilen cezasının alt sının yedi seneye
kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerek-
tiren suçlarda tutuklama karan kaldı-
nlır.
edi sene ve daha fazla hürriyeti
bağlayıcı cezalar ile ölüm cezasmı ge-
rektiren suçlarda tutuklama sebebıne.
delillerin durumuna ve sanığın şahsi
hallerinegöre tutukluluk halinindeva-
mına veya uygun görülecek nakti ke-
faletin verilmesi şartıyla sanığın tahli-
yesine karar verilebilir." Burada niçin
dokuz veya onbeş değil de yedi sene-
ninesasaîındığımerak konusudur. Bu
bir keyfilik örneğidir. Bu konuda su-
çun "cezasının" değil de "niteliğinin"
esas alınması daha anlamlı olurdu.
SfJRECEK
SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8
1/ Anlatı türünde
bir yapıün ya da ti-
yatro oyununun akı-
şıyla bütünleşmekle
birlikte kendine öz-
gü nitelikleri olan
bölüm... Bir cetvel
türü. 2/ Iskambilde
bir renk... Kaba bir
komedi türü. 3/ Ja-
pon lirik dramı...
Matematikte doğrul-
tusu, yönü, uzunlu-
ğu beürli olan ve bir
ok işaretiyle gösteri-
len doğru çizgi. 4/
İzmaritgillerden bir
balık... Tavlada bir sayı. 5/ Oylum-
lu... Avrupa Topluluğu'nu simgele-
yen harfler. 6/ Aza... Bir ilimiz. 7/
"Uygun durum, fu^at" anlamında
argo sözcük... Manavgat ilçesi yakm-
lannda ünJü bir arkeolojik ve turis-
tik yer. 8/ tnilti... Bir meyve. 9/ Kö-
pek... Denizli yöresinde kına gecesin-
de gelin için okunan maniye verilen
ad.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dört
ya da altı kişilik kapalı at arabası. 2/ Asya'da bir ülke... Başı-
boş hayvan. 3/ Bir şeyin kenarı... Meryem'i üzgün, yalnız ve di-
zinde ölmüş Isa'yı taşırken gösteren resim ya da heykel. 4/ Ha-
vaalanlarında bulunan ve çevredeki uçuşları denetlemeye yara-
yan sistem... Telefon sözü. 5/ Bir şeyin erebileceği uzaklık... Ilave.
6/ Yatay... Akıl. 7/ Satrançta bir taş... "Melâlı anlamayan nesle
— değiliz" (Ahmet Haşim). 8/ Tekelci kapitalizme özgü şirket-
ler birliği... Dansta kavalyenin eşi. 9/ Arapça bir sözcükte kısa
"ı" ve "i" sesini okutan işaret... Beyoğlu semtinin eski adı.