15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9EKİM1992CUMA 12 DIZIYAZI Doğu Oku uçağına, başında bir Bask beresi, elinde abanoz bir baston bulunan bir kadın biner Paris'tebirgecegüzelî: Leyla Leyla Ya da Açgözlü Genç Kızlar R O G E R V A I L L A N D Çeviren: Feridun M. AKSIN Oyazgününiin şafak vakti. Bourget Havaalanı'nda bendcn başka üç kişi daha Fleche d'Orient (Doğu Oku) uçağının kalkmasını bekliyordu: Üç kadın. İçlerinden ikisi lüks otomobil- lerden inmişler, bavullar. sandviçler. su şişeleri, dergiler ve yolculukla ılgili başka ıvır avır eşyalarla ilgilenmeyi, bu işi şevkle yapan kısa boylu sinirii bir adamcağıza bırakmışlardı. Yûzü kan kırmızı bir boyaya bulanmış; başı- nın tepesine yanlamasına minicik bir fb'tr şapka oturtulmuş en gencinin ge- çenlerde Charlie Chaplin tarafından keşfedilen Romanyalı artist Maimazel Constantinesco olduğunu hemen öğ- renmiştim. Oda hizmetçisi-sırdaşıyla birlikte Bükreş'e dönüyordu. Üçüncü kadın yolcu daha esrarlıy- dı. Başında bir Bask beresi'. üstünde gri bir elbise, kazak ve yağmurluk, ya- lın bir giyimi vardı. Ama bu yalınlık, elinde sımsıkı tuttuğu abanoz ağacın- dan fıldişı saplı kocaman baston nede- niyie bir tuhaflığa dönüşüyordu. Öte terk edecek. "Bu da nesi" diye soruyo- rum kendi kendime. "şu kır uflcunda lek bir jandarma bile yok." Sanki gümrükten mal kaçınyoruz, pasapor- tumuz yok da gizlice kaçıyoruz, ya da Fransız Merkez Bankası'nın altın stoklanvla ilgili sırlannı götürüyor- muşuz gibi bir izlenim içindeyiz. Pilot böylesine hoş yaratıklan gö- türmekten son derece heyecanlıydı. Kalkışta motor bir huysuzluk yapnuş, uçağın içine kötü bir koku ya'yılmıştı ve daha Paris banliyölerini geçmemiş- tik ki. yol arkadaşlannnza verilmesini rica ederek şöyle bir pusula uzallı ba- na: "Hava güzel. Hoş bir yolculuk ge- çırmenizi sağlayarak kalkıştaki tatsız- lığı unutturacağımı umuyorum. Sol tarafınıza bakın, az sora Meaux'yu ve ünlü yeldeğirmenini görecekiniz." Kuşbakışı coğrafya dersi Böylece, üstünden geçüğimiz ilgi ce- kici her köşe bu lür çapkınca pusula- larla bize bildinldi. Güneşin Cham- pagne tepelerinden doğuşunu görelim üzerine kalınca tereyağı süriilmüş ek- mek dilimleri getirdi. Eski zamanlann atlı araba yolculuklanna hoşluk katan o basit zevkleri yaşamak için yeniden uçağa binmek gerekıyor şimdi. Paris- ten otobüsle Flandre Yolu'nu izleye- rek çıkışımızdan Strasbourg çayırlan- na inişimize kadar bütün bu sabah yolculuğu boyunca, yüz yıl önce Er- monville Ormanı'nda Sylvie'y le buluş- mak için yine aynı yerden yola çıkan Gerard ve Nerval'in hayali gözümün önünden hiç gitmemişti. Abanoz ağacından bastonu oJan hanım yolcuyla Strasbourg Havaa- lanı'nın kestane ağaçlan altında tanış- tık. '"Uykum gelmeye başladı" diye açıl- dı bana. "dün akşamı bir sokak baİo- sunda geçirdim. Yolculuğa çıkmak için sabahın dördünde kalkmak zo- rundaysan yatağa girmenin biranlarru yok ki." "Zaten hiçbir zaman erken yatrru- yorum. Geçenlerde Haller'de yaşam- larını zengin yabancılarla buluşarak kazanan küçük çocuklann uğradığj bir kahve keşfettim. Çabucak dost ol- duk, onlara Eflatun'un Şölen'ini tanıt- mayı denedim. Eflatun"u asiından okuyorum ben, ama onlar için Guil- laumc Bude'nin o nefıs çevirisinden satın aldım. Tepkileri çok ilginç oldu." Bu garip yolcu karşısmda şaşkınlı- ğım ve merakım giderek artıyordu. Doğrudan sormaya cesaret edemedi- ğim için şu beylik cümleyi söyleme teh- likesinı göze aldım: "Sizin gibi bir Parisli kız için. Paris'i bırakmak çok üzücü olmuştur herhalde." "Pansli değilim ben mösyö'". diye dönmek zorunda kaldıK-. Leyla bu arada, havaalanı donanımlarından her birinin kuşku duyulamaz bir bı- çimde Freudcu simgeleri gösterdiğine dikkatimi çekecek vakit bulabilmişti. Milada'nın kenti Prag Prag üzerine geldiğimizde bin beş- yüz metre yükseklikteydik. İnişe ge- çince kent, çevremizde büyük bir yel- paze gibi sallanmaya başJamıştı. Sağa, sola, yukanya, aşağıya, Viltava suyu- nun kıvnmlannı görüyordum. bir zamanlar o kıyılarda Milada ıle gezi- nirdim, sevgilisi, uzaklarda bir yerde. bir Polonya hapishanesinde yatıyor- du. Uçaktayken motorlann gürültü- sünden pek konuşamıyorduk. mola? larsa her kentte birkaç ciakikayı aşmı- yordu. Yine de Prag'da, Leyla'nın Paris'te Rue de Lille'deki Doğu Dilleri Okulu'nda öğrenci olduğunu öğren- dim. Orada Bengalce, Kamboçça ve Arapça öğreniyordu. Aynı zamanda Sorbon'da etnografyaya başlamıştı. Bütün bunlan, bir gün, bilimsel keşif heyetlerine katılabibrnek amacıyla ya- pıyordu. Viyana'da (önce birbirine dümdüz paralel kıyılannın arasında bir büyük kanal gibi kara ve yeşil akan Tuna gö- rünüyor; sonra Strohein'in filmlerin- deki gibi, demir grisi, Avusturya'nın başkenti). Leyla. çocukluğunda okul tatillenni boğaz kıyısında, Kandilli'- de, Jean Cocteau'nun Müthiş Çocuk- lar'ına benzeyen arkadaşlanyla birlik- te. geçirdiğini anlauyor bana. Budapeştede (Tuna, Viyana'dan sonra yeşil çayırlıklan kucaklayarak Bbaşında bir Bask beresi, üstünde gri bir elbise, kazak ve yağmurluk, yalın bir giyimi vardı. Ama bu yalınlık, elinde sımsıkı tuttuğu abanoz ağacındanfildişisaplı kocaman baston nedeniyle bir tuhaflığa dönüşüyordu. Öte yandan, geleneksel olarak kadınlar arasında en kadınsı olanlara özgü diye düşünülen bir vücut yapısı da bu erkeksi havayı açıkça yalanlıyordu: Geniş kalçalar üzerine oturtulmuş kısa bir büst, ikiküçukdağgjbi kabank memeler... yandan, geleneksel olarak kadınlar arasında en kadınsı olanlara özgü diye düşünülen bir vücut yapısı da bu er- keksi havayı açıkça yalanlıyordu: Geniş kalçalar üzerine oturtulmuş kı- sa bir büst, iki küçük dağ gibi kabank memeler... Hem zaten, uçlan hafıf çekik parlak siyah gözleri. titreşen burun delikleriy- le kısa, düz, uca doğru yuvarlaklaşan olağanüstü biçimlı burnu, biraz kalın- ca dudaklan insanın içinde kıpırtılar uyandırmaya yetiyordu. Bütün bun- lar. aşağıdan yukanya ölçmeye kalk- sanız, bir metreye elİiyi. olsa olsa bir- kaç santim geçerdi. Doğu Oku yaydan fırlıyor Doğu'ya doğru uçakla yola cıkar- ken trenle ya da gemiyle aynhşlarda yaşadığınız o törensi havayı bulamaz- sınız. Bourget Havaalanına otobüsle kentin kenar mahallelerinden geçerek geldik ve Fleche d'Orient, çiylerle nemli ıssız bir çayırlıktan başka bir şey olmayan havaaİanmı yan karanlıkta Erkeksi bir hava, güzel bir vücut ve kadınsı davranışlar... Fransız romancı Roger Vailland Leyla'nın portresini çizer- ken neredeyse 1930'lu ydJarda erkeklerin kalbine damgasını vuran İs\ecli aktris Greta Garbo'yu tarif ediyor. di>e uçak birkaç kez kanadı üzerinde yana kaykıldı. Vosges dağlanna yak- İaşırken, tepeleri, engebelı yolda sırtın- da yük taşıyan bir eşek gibi zıplaya apiaya aşıyordu ki bu kez de şunlan okuduk: "Sağ tarafa bakın, çok güzel küçük bir kilisenin üzerinden geçece- ğiz. On dakika sonra da Strasbourg'- dayız." Strasbourg Havaalanı'nın büfesi büyük ağaçlar arasına gizlenmiş, ban- liyölerin salaş kahvelerine benzeyen tahta bir barakaydı. Saat sabahın altı- sıydı. Kırmızı yüzlü güleç bir kadın bize büyük kâselerle sütlü kahve ve karşılık verdi. "Ben bir Türk yurttaşı- yım. adım Leyla. babam Kemalist hükümetin hizmetinde mimar olarak çalışıyor. annem Pera'nm en tanınmış modistidir. Anne-babamm para gön- dermeyiz diye tehdit etmeleri üzerine eğitime ara vererek belli birzaman için Constantinople'a. pardon İstanbul'a -şimdi öyle demek gerekiyor- dönüyo- rum." Havaalanı neyi andırır? Büyük uçağın üç motoru homur- danmaya başlamıştı bile, yerlerimize yirmi kola aynhyor), Leyla'nın yirmi yaşında olduğunu öğrendim, gireli birkaç ay olmuş. Tuna çok daraldı, Demir Kapı Dağ- ları üzerinden geçiyoruz;"sonra bir kanat vuruşuyla. tepeleri Demir Kapı Dağlan için dev dayanaklar olan TransiKanya Alpleri'nin üstüne yük- seliyoruz: Işte şimdi. oyuncaklar gibi alaca bulaca renkli ahşapevleriyle Ro- manya köyleri görünüvor altımızda. Saat sekızde Bükreş'e indik, akşamı orada birlikte geçirdık. SİRECEK Başlarken JtVoger Vailland 5 Ağustos 1932 tarihli mektubunda dostu gazeteci Ren Ballet'ye şöyle yazıyor: "Bu yaz- dığıma kendimi bütün yüreğimle ve- nvorum ve aynı zamanda küçük bir roman gibi bir şey olacağını umuyo- rum." Temmuz ayını Istanbul'da geçiren yazar döner dönmez yazma- ya koyulmuştur. Sözünü ettiği "küçük roman gibi bir şey" o ayın sonuna doğru tamamlanıyor ve ekim ayında yazann "büyük röpor- taja" olarak çalıştığı en büyük gün- lük gazetelerden Paris-Soir'da "Ley- la ou Les Ingnues Voraces - Leyla ya da Aç Gözlü Genç Kızlar" başlığı al- tında yayımlanıyor. Yazann "röportaj- roman" olarak nitelendirdiği "Leyla..", Cumhuri- yet'in 10'uncuyılınahazırlananTür- kiye üzerine yazılıyor. Roger V'ail- land'ın bir gazeteci gözüyle yaptığı gözlemleri, edindiği izlenimleri >an- sıtıyor. Okuyuçulann göreceği gibi bu gözlem ve izlenimler geleneksel röportajlardan farklı olarak bir ka- dın kahraman ve büyük bir olasılıkla benzerlerini tanımış olduğu birtakım kahramanlar cevresinde ve bir tür roman kurgusu içinde sunuluyor. Seçilen bu biçimsel edebiyat çalışma- lanyla yaşamını kazanamadığı için gazetecilik yapmak zorunda kalan yazann iki türü birleştirme isteğin- den kaynaklanıyor. Okuyucular, "Batılı" bir yazann o yıllarda "Hareket halinde bir toprak. yirmi yıl süren savaşlardan. yalnız politik değil toplumsal devrimlerden de geçen bir ülke" diye tarumladığı Türkiye'de yaşanan eski-yeni çatış- masına. Batılılaşma. modemleşme çabalanna, Doğulu bir ülkede İaik bir toplum yaratmanın ortaya çıkar- dığı sorunlara. abartmalara. uyum- suzluklara yönelen özgün bakışını bulacaklar. Ama yazann kullandığı yöntemle bütün bunlar günlük yaşam sahnele- rinde şu ya da bu olguya küçük bir dokunuşla yine yaşam içinde algıla- nıyor. öte yandan Istanbulu, insan- lannı ve özellikle kadınlannı anlattı- ğı bölümlerde sevgi yükiü bir lirizme tanık oluyoruz. Asıl ünü romancıhğından gelen (iki romanı Türkçeye de çevrildi) Roger Vailland (1907-1965). 1929 ıle 1939 arasında Paris-Soir'da gazeteci ola- rak çalışıyor. Balkanlar. Ortadoğu. Etiyopya gibi birçok ülkede büyük röportajlar yapıyor. Kendısınin "çı- raklık yıllan" olarak nitelediği bu dönemde smır tanımayan bir yaşam sürdürüyor. Bunlar alkol, erotızm, şiir ve hatta uyuşturucu ile yüklü yıl- lardır. Amacı kendi deyişiyle çocuk- luğunda edindiği "burjuva ahlakının zoriamalan"ndan kendini kurtar- maktır. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Al- manyası'nın Fransa'yı işgali üzerine Fransız Direnış Hareketi'ne katılı- >or. 1952de Fransız Komünist Par- tisi'ne giriyor. Ün kazandıran ro- manlannın büyük bölümünü bu dönemde yazıyor. 1956 Macaristan olaylan üzerine partiden aynlıyor. Ama parti ile ilişkileri saygılı bir dü- zeyde kalıyor. Bordas Yayıne\-i'nin "Fransız Ede- biyatı Sözlüğü"nde Roger Vailland için şöyle bir değerlendirme yapılı- yor: "Roger Vailland. "tabulara bo- y un eğmeksizın gerçeği kendi istekle- ri ve gereksinimlerine uyarlamayı' amaçlayarak seksüel devrimle poli- tik devrimin birlikte yaşama geçiril- mesini ilk isteyenlerdendir." Bir roman-röportajında Leyla tipi biraz abartılı bir biçimde de olsa bir "özgür genç kadın" ya da (bütün iç çelişkileri ile birlikte) özgür olmaya çalışan bir genç kız tipidir. Böyle bir tipin, büyük çalkantılar arkasından yepyeni reformlarla yeni bir ülkenin yaratılmaya çalışıldığı Türkiye'den seçilmesi bu bakımdan aynca ilginç- tir. F.M.A ANKARA/ANKA MÜŞERREF HEKİMOĞLU Başkentte BaharMevsimler de şaşırıyor, sonbaharı değil baharı yaşı- yoruz başkentte. Güzel konserler dinleyerek, güzel sergiler seyrederek, insanın yaratıcı gücünü kutluyo- ruz, yaşama sevincimiz yeşeriyor yeniden! Nereden başlamalı. galiba SANART '92 olayını yaratanlara ses- lenerek. SANART '92 önemli bir sanat olayı. Resim ve Heykel Müzesi salonlarında, başkent galerilerinde açılan sergiler. değişik salonlarda konferanslar, tar- tışmalarla çağdaş bir başkente yaraşır bir olay. O ser- gilerin öyküsünü okurlarıma aynca anlatmak isterim. Hepsinin ayrı bir uyarısı var. Kolaylığa, alacalığa kar- şın direnişi, çirkinliklere karşı güzellikleri üretmek çabasını kanıtlıyor her şeyden önce. Odün vermeden başlayan bir girişimin güzel sonucunu... Konser mevsiminin Beethoven'in Dokuzuncu Senfo- nisi'yle açılması da raslantı değil bence Schilter'in dizeleriyle güzel bir sesleniş başkentlilere. Yaşama sevincini belirten, sevincin dostlukla, sevgiyle, banşla güçlendiğini belirten dizeler. Biliyorsunuz, uzun süre- dir Avrupa Marşı olarak çalınıyor bu senfoni. Avrupa Konseyi'nin kapısı bu marşla açılıyor yeni üyelere. So- listler arasında Ayhan Baran da var. Eski bir sevgiliye kavuşur gibi dinledik şarkılannı. Insan sesinin güzelli- ğini hissettik yeniden. Beethoven bu senfonide insan sesinin yüceliğini de belirtmek. müziğini o sesle tır- mandırmak istiyor belki de.. Solistler de, koro da bizi tırmandırdı. O tırmanışta başkentimize çağdaş bir koo ser salonu yapmayanları, yapımını geciktirenleri de anımsadık elbet! Kulaklan yanmış olacak! Dokuzuncu Senfoni'yi Hipodrom'da yaklaşık elli bin kişinin dinlediğini duydunuz değil mi? O kalabalığın coşkusu bir başka uyarı bence. Çok kişi gözleri yaşa- rarak yaşadı o olayı. Halkımız çoksesli müzikten hoş- lanmıyor diye düşünenler radyoda, TV'de sanatla hiç ilgisi olmayan, düzeysiz, arabesk programlar uygula- yanlara da bir tepki ve uyarı o kalabalık. Güzel olaylan güzel yaşıyor, geri çevirmiyor halkımız. Geçen tem- muz Bilkent Uluslararası Gençlik Orkestrası'na Mar- maris ve Ayvalık'ta gösterilen ilgi de kanıtladı bunu. Marmarislıler de, Ayvalık halkı da coşkuyla dinledi, selamladı genç orkestrayı. Hipodrom'daki coşku da Beethoven in müziği kadar görkemliydi. Ölümsüz bes- teci bu yapıtının Türkiye'nin kalbi Ankara'da, Hipod- rom'da çahnacağını düşünür müydü acaba? Ya müzik devrimini yaratanlar? Atatürk ve Inönü bu hipodromda marşlar dinlediler, geçit törenleri izlediler, ama 1992 yılında bir ekim akşamı Dokuzuncu Senfoni'nin çahna- cağını düşünürler miydi acaba? Her zaman yazarım, cumhuriyetimizin kurucuları çağdaş bir toplum amaç- lamışlar, Ankara'yı da çağdaş bir başkent yapmaya özen göstermişler. Bizim çocukluğumuz ve de gençli- ğimiz öyle bir başkentte geçti. O başkente özlem duy- mamı kuşağımın özelliği diye niteleyenler de var. Sanırım öyle değil. Hipodrom'da yaklaşık elli bin dinle- yici arasında gençler çoğunlukta. Orkestrayı, solistleri ve Gürer Aykal'ı dakikalarca alkışladılar. Anakent Başkanı Murat Karayalçın'ı da coşkuyla selamladılar. Bir yerel yönetici için yıldızların parladığı bir akşam bence. BaşkentlPer Anakent Başkanı'na desteği her yerde belirtiyor, onun çağdaş bir başkent oluşturma çabalarını alkışlarla onaylıyor. A CSO salonunda Kültür Bakanı Fikri Sağlar ile yan ya- na, Hipodrom'da Başkan Karayalçın, Genef Sekreter Timur Erkman ve eşleriyle birlikte izledim Dokuzuncu Senfoni'yi. CSO salonunun kalabalığından, Hipod- rom'daki coşkudan belli uyarılar almış, belli yorumla- ra varmış olacaklar. Kültür Bakanımızın çağrısına katı- lamadığım için üzgünüm. Mersin güzel sanat etkinlik- lerine sahne oluyor bugünlerde. Dünyanın en güzel seslerinden birini dinleyecek Mersinliler. Soluk solu- ğa da yaşasak her şeyi birden izlemek kolay değil. Seçmek. ötekilerden vazgeçmek sözü çok doğru. SA- NART '92 günlerınde seçim yapmak hayli güç. Bir gün- de birkaç sergi! Canan Tolon'u bu kez tanıdım Nev Galeri de. Los Angeles'ta yaşayan bir sanatçımız. Mi- marlık ve resim çalışmalarını birlikte yürütüyor. SA- NART '92ye dört tabloyla katılıyor. Doğayı kirletenlere sitem, çevrecilere selam gibi... Resimden müziğe geçiyorum yeniden. Bu akşam CSO'da ilginç bir konser dinleyeceğiz. Piyanist Gülsin Onay'ı, bariton Mesut iktuğ'u izleyeceğiz, sonra M. Falla'nın Üç Köşeli Şapka sını. Konserin geliri de Sa- raybosna çocuklanna. Savaş ateşinde evini, ailesini yitirenlere, aç ve çıplak kalanlara, ilaç bulamayan küçük hastalara. işte yaşamımız! Güzelliklerden söz ederken savaş ateşi içimize düşüyor birden. Yitik can- lar, yitik düşler diken gibi batıyor yüreğimize. Avrupa Konseyi'nde Dokuzuncu Senfoni çalınıyor, Schiller'in dizeleriyle. Aynı Avrupa'da ne çağdışı olaylar yaşanı- yor sonra! Haçlı seferleri yeniden başlar gibi. Batı sö- zünün içeriği de hayli yıpranıyor doğrusu. Yıpranmayı sanatçılar onarıyor çoğu kez. Direnme gücümüz onlardan kaynaklanıyor. Bir konser, bir sergi yeni bir soluk veriyor yüreğimize. O solukla bekliyo- ruz. Siyasal orkestralara, siyasal ressamlara çeviriyo- ruz gözlerimizi. Elbet onlar da somut ürünler verecek bir gün! Yalnız laf üretenler, bunalım politikası uzmarv- larıyla sahne yozlaşıyor, kaos oluşuyor ancak. Halkımız o kaosu da aşacak kuşkusuz. Siyasal or- kestraları da, solistleri, şefleri de iyi tanıyor giderek. Yapay sahnelerin kulisini görebiliyor! Laf değil eylem istiyor, sorunlarına, beklentilerine gerçek yanıtlar isti- yor. SANART '92 ya da Hipodrom'da Dokuzuncu Senfo- ni gibi bir olayı, siyasal sahnede de görmeyi istiyor halkımız. Verebilenlere umutla bakıyor... Gözalbsüresinikısaltarakişkence önlenir mi? BULMACA J Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu, insan hattmmn sigortasıdır. C M U K R E F O R M U DOÇ.DR.BAHRİÖZTÜRK nun, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu arasın- da bir paralellık sağlamaya çalışrnak- tadır. Tasanya göre CMUK'daki 24 saallik süre aynen muhafaza edilmek- tedir, 15 günlük süre de 4 güne ındinl- mektedir. Bu 4 günlük süre soruştur- ma konusu fiilin fail sayısının çokluğu veya benzeri nedenlerle soruşturma- nın 4 günlük sürede sonuçlandınlama- ması halinde 4 günlük süre. savcının talebi ve sulh hakiminin karan ile 8 güne kadar uzatılabilcektir. her zaman riayet edilmemektedir. Bu bakımdan gözaltı süresinin 8 veya 4 güne veya 4 saate indirilmesinin pratik biryaranyoktur. Uygulamada kolluk sanığı. çoğu kez işi ne zaman biterse veya canı ne zaman isterse o zaman bı- rakmaktadır. B H. -3- Lazırlık soruşturması sırasmda meydana gelen insan haklan ihlalleri- nin. özellikle de işkencenin önemli bir bölümü. gözaltı süreleri içinde olmak- tadır. Bu nedenle gözaltına alınma korkusu. korkulann en büyüğüdür. uygulamada gözaltına alınan kimse, polisin vejandarmanın insafına terk edilmiştir. Her polis veya jandar- ma işkence yapmaz, polis vejandarma teşkilatının önemli bir bölümü büyük bir özveri ve iyi niyetle çalışmaktadır. fakat yapabilecek olana karşı da gö- zaltına alınan kişi. çeşitli hukuki dü- zenlemelerle bazı haklarla donatılmış olmasma rağmen bunlan uygulamada kullanabilmeleri mümkün olama- maktadır. Çünkü hazırlık soruştur- ması sırasında insan haklannın sıgor- tası durumunda bulunan CMUK ve diğer hukuki düzenlemeler, hem bilgi- sizlik hem de keyfilik yüzünden tam olarak uygulanmamaktadır. CMUK'da gözaltında tutma süresi. kural olarak 24 saattir. 3 veya daha zi- yade kımse (arafından işlenen suçlar- da bu süre 15 gündür. Tasan bu süre- !cr bakımından CMUK ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Ka- Glözaltı sürelerinin kısaltılması olumludur. ancak burada teknik bir hata yapılmıştır. Gerçekten 4 günlük sürey e 4 gün daha ilaveedilerek 8 güne çıkanlabilmesi için savcının talebi. sulh hakiminin karan aranmaktadır. O zaman bu ilave 4 gün, yakalama de- ğil "tutuklama" olmaktadır. Zira ya- kalama, hakim karan olmadan kişinin hürriyetinin kısıtlanmasıdır. Oysa bu- rada hâkim karan ile hürriyetin kısıt- lanması söz konusudur ki, bu da tu- tuklamadan başka bir şey değildir. Bu teknik hataya rağmen gözaltı süreleri- nin kısaltılması olumlu bir değişiklik- tir. Ne var ki uygulamada halen yiirür- lükte bulunan sürelere dahi maalesef urada önemli olan. kanunlara tam olarak uyulmasının sağlanması- dır. Ancak o zaman gözaltı sürelerinin kısaltılmasının yararîı olduğu söyiene- bilecektir. Tasanyı yapanlar 15 gün- lük gözaltı süresinin 4 güne indirilme- siyie işkencenin önleneceğine inan- maktadırlar. Bizce bu fazlaTyimser bir yaklaşımdır. Bu takdirde olsa olsa iş- kencenin sayısı veya süresi azaltılabi- lır. İşkencenin bu yolla önlenebilmesi mümkün değildir. çünkü işkence için değil 24 saat \eya 4 gün. yanm saat dahi yeterlidir. Tutuklamaya süre getirilmesi Tasanda (madde 7) öngörülen tu- tuklamaya ılişkın değışiklikler. özel- likle bu konuda 6 ay ve 2 yıllık sürele- rin öngörülmüş bulunması son derece olumludur. Buna göre hazırlık ve so- ruşturmasında azami tutukluluk süre- si altı aydır. Kamu davasının açılması halinde bu süre hazırlık soruşturma- sında tutuklulukta geçen süre dahil iki yılı geçemez. Ancak bu kurala getiri- len istisna uygulamada kötüye kulla- nılabilecek niteliktedir. Buna göre "soruşturmanın veya yargılamanın özel zorluğu veya geniş kapsamlı ol- ması sebebiyle yukanda belirtilen sü- relerin sonunda kamu davası açılama- mış veya hüküm tesis edilememiş ise soruşturma konusu fiilin kanunda be- lirtilen cezasının alt sının yedi seneye kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerek- tiren suçlarda tutuklama karan kaldı- nlır. edi sene ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalar ile ölüm cezasmı ge- rektiren suçlarda tutuklama sebebıne. delillerin durumuna ve sanığın şahsi hallerinegöre tutukluluk halinindeva- mına veya uygun görülecek nakti ke- faletin verilmesi şartıyla sanığın tahli- yesine karar verilebilir." Burada niçin dokuz veya onbeş değil de yedi sene- ninesasaîındığımerak konusudur. Bu bir keyfilik örneğidir. Bu konuda su- çun "cezasının" değil de "niteliğinin" esas alınması daha anlamlı olurdu. SfJRECEK SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 1/ Anlatı türünde bir yapıün ya da ti- yatro oyununun akı- şıyla bütünleşmekle birlikte kendine öz- gü nitelikleri olan bölüm... Bir cetvel türü. 2/ Iskambilde bir renk... Kaba bir komedi türü. 3/ Ja- pon lirik dramı... Matematikte doğrul- tusu, yönü, uzunlu- ğu beürli olan ve bir ok işaretiyle gösteri- len doğru çizgi. 4/ İzmaritgillerden bir balık... Tavlada bir sayı. 5/ Oylum- lu... Avrupa Topluluğu'nu simgele- yen harfler. 6/ Aza... Bir ilimiz. 7/ "Uygun durum, fu^at" anlamında argo sözcük... Manavgat ilçesi yakm- lannda ünJü bir arkeolojik ve turis- tik yer. 8/ tnilti... Bir meyve. 9/ Kö- pek... Denizli yöresinde kına gecesin- de gelin için okunan maniye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dört ya da altı kişilik kapalı at arabası. 2/ Asya'da bir ülke... Başı- boş hayvan. 3/ Bir şeyin kenarı... Meryem'i üzgün, yalnız ve di- zinde ölmüş Isa'yı taşırken gösteren resim ya da heykel. 4/ Ha- vaalanlarında bulunan ve çevredeki uçuşları denetlemeye yara- yan sistem... Telefon sözü. 5/ Bir şeyin erebileceği uzaklık... Ilave. 6/ Yatay... Akıl. 7/ Satrançta bir taş... "Melâlı anlamayan nesle — değiliz" (Ahmet Haşim). 8/ Tekelci kapitalizme özgü şirket- ler birliği... Dansta kavalyenin eşi. 9/ Arapça bir sözcükte kısa "ı" ve "i" sesini okutan işaret... Beyoğlu semtinin eski adı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle