Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GORÜŞLER bellere de yer vardır. Tembelhayvangüler'e karşı çalışkan bir hayvan çıkarmak için mi karınca konusunu açıyorum? Doğrusunu söylemem gerekirse, hiçbir hayvanın çalışkan olduğuna inanmam ben. Onun için belli bir tür familya için 'tembel' denmesine de karşıyım. Neden çalışkan olsun hayvan? Bunun için bir neden göremiyorum. Karnını doyurur, çiftleşir, sonra yatar uyur. fazla ürün elde edecek de ne olacak! Yoksa bu nitemi, çalışkanlık nitemini sadece insana özgü mü saymak istiyorum? O da değil. Çalışkanlık insana da yakışmaz. Belli bir işin yapılması için belli bir süre gereklidir o kadar. Gereğinden çok çalışmak insan doğasında var olan bir yetenek diye görülmemelidir. tnsanları daha çok çalışmaya itelemek yeniçağ'da ortaya çıktı ve bir tutku gibi insanları sardı. Baudelaire'in anlatısıdır: Burjuvanın biri, Seine nehri yanında yürüyormuş, bakmış aşağıda, kıyıda bir delikanlı güneşleniyor, "Oğlum" diye seslenmiş, "Burada boşu boşuna yatacağına gidip çahşsana!" Delikanlı, "Neden?" diye sormuş. "Kazancının bir bölümünü biriktirirsin..!', "Sonra?", "Sonrası o para ile başka bir iş yapar, daha zengin olursun.." "Sonra?" Burjuva, "Yaşlıuğında yan gelir, yatarsın" deyince, kıyıdaki genç, "Ben şimdi yan gelip yatıyorum" yanıtını vermiş. Biz karıncalara dönelim... Karınca yuvalarında hiç anlaşmazlık çıkmaz, kavga olmaz; orada belli bir otorite de yoktur. Dahası ve en önemlisi, karınca yuvasına yabancı bir böcek de girebilir, oturup karnını doyurabilir. Kimse ses cıkarmaz. Hiç çalışkan olsaydı, topladığı ürünü beleşe bırakır mıydı? La Fontaine, hakkını yiyor kanncanın; aç kaldığı için ondan borç yiyecek isteyen cırcır böceğine şu sert yanıtı verdiriyor: Ne yaptınız yaz boyunca? Ne mi yaptım saz çaldım, saz? Ya öyle mi? Demek ki siz Yazı sazla geçirdiniz; Şimdi de oynayın biraz. Yo, bunu diyecek hayvan değildir karınca. Çünkü o da gününü hoş geçirmek için orda burda dolaşır. İzledinizse bilirsiniz, kanncanın yolu keyif yoludur, canı hangi yanı çekerse oraya yönelir, önüne çıkan ganimetlere boş vermez elbet, boyundan on kat büyük bir besini çekiştirmeğe başlar. Nereye götürecektir onu? Yuvasına diyeceksiniz. Hiç olur mu? Karınca, yuvasından on, onbeş kilometre uzağa gidebilir, insaf edin, nasıl taşısın onca büyük yükü! Vazgeçer, onun için önemli olan gezintidir. Karşılaştığı karıncalarla durup ayaküstü konuşur, işini gösterir. Onlar da yuvaya döndüklerinde, "Gördük" derler, "Bostancıda güzel bir et parçası bulmuştu, onu getiriyorduî' Oysa bizim karınca çoktan bırakmıştır o güzel et parçasını, sürdürür yolculuğunu. Nasıl olsa dönecek değil mi yuvaya, yeni yeni yerler görse daha iyi olmaz mı? İşte bir yoruma göre, Odysseus da bu mantığa uyarak uzatmış deniz yolculuğunu. Troya savaşı dönüşü, gemisinin rotası İthaka adası değil miydi? Eşi ve oğlu, onu orada beklemiyorlar mıydı? Odysseus, yol arkadaşlarına, "Nasıl olsa dönecek değil miyiz yurdumuza, yola çıkmışken biraz daha dolaşalim, yeni yerler görelim" dermiş, bu yoruma göre Biraz daha dediği tam on yıl sürdü. On yıl da Troya savaşını katarsak, Odysseus adasına döndüğünde eşi Penelopeia tam yirmi yıl yaşlanmıştı. Bu yüzden tanıyamadılar onu, söylenceye göre köpeği tanımış. 'Keşke erken erken dönseydi" diyemezsiniz. İthaka'da kalsaydı yaşlanmayacak mıydı? Karınca da birkaç gün sonra yorgun argın döner yuvasına, kapıdan girmeğe yakın, bir sinek ölüsünü alır ağzına, kilere bırakır. Tanımazlar onu, bir şey sormazlar. Bizim yorgun karınca da uzanır ranzasına, görüp gezdiği yerlerin duşünü görerek uyur. Tembellik... MELÎH CEVDET ANDAY Yuvalannı boyuna değiştirmek zorunda olan hayvanlar, balıklarla kuşlardır; bundan ötürü olacak, bunlar şişmanlamaz. Söğiit Baştan Karası adı verilen bir kuş vardır, bayılırım, semiz görünür ama gerçekte değildir. Tüylerini kabartır da ondan. Ronsard, yurdunu anlatırken, "Başka yere gitmeğe gerek yok, buğdaylar, şaraplar, ormanlar, çayırlar... hep burada; burası ne öyle çok sıcaktır, ne de çok soğuk" der. Diyesim (yani) yer değiştirmelerini istemez yurttaşlannın. Ingilizlerse dünyayı dolaşma hastalığına tutulmuşlardır. Gerçekten de dünyayı görmeğe çıkan büyük gezginler içinde hiçbir Fransız yoktur. Yalnızca bir kişi, La Barbinais Le Gentil adlı biri, 1714'de gemi ile Fransa'dan açılmış; ama o adam da vergi kaçakçısı imiş, istemeye istemeye çıkmış denize, gemisinin adı 'La Boudeuse' (küskün). Anlaşılan yurdundan ayrılmak zorunu onu küstürmüş. Gezginler, göçebeler tembellik edemezler; tembellik için bir yerde oturmak, yerleşmek gerekir. Bu yüzden bunların (göçebelerle yerleşiklerin yemekleri de birbirine benzemez. Diyelim Yörük, kolayından yapar yemeğini, et kızartır (kebap); yerleşik ise türlü yer, dolma yer, vakit alan yemeklerdir bunlar. Başka bir deyişle, tembelliğin ürünüdür. Tembellik deyip geçmeyin, uygarlıkların ortaya çıkmasında bunun büyük payı olmuştur. Felsefeyi bulan eski Atinalılar çalışmazlardı. Bizim 'tembel' diye yazıp okuduğumuz bu sözcüğün Farsçası 'tenbel'dir, diyesim 'm' ile değil, 'n' ile yazılır; "Çalışmayı sevmeyen, iş görmekten kaçınan" demektir. Eskiden bizde tenbelhane'ler varmış, tembel kimseleri orada toplarlarmış. Sanırım bunlar yoksul, sakat, hasta kimselerdi. Kendi evinde paşa paşa tembellik edene kim ne karışır! Sultanî tembel sözü bunlar için bulunmuş olsa gerek. Bir deyim vardır, çok severim: "Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin" derler. Aklı, çalışma gücünden çok olan elbet o yolu tutar. Tarihte Tembel Krallar diye anılan kırallar vardır, "Bütün kırallar tembeldir" diyerek işin içinden çıkmağa kalkmayın, Merovenj sülalesinin son kırallanna bu ad verilmiştir. Tembellik insana vergidir diyeceğim, ama tembel hayvanlann bulunması buna engel oluyor; hayvanbilimde tembelhayvangiller familyası var. Dünya güzeli bir tembel ayı var ki Hindistan ile Sri Lanka'nın tropik bölgelerinde yaşar, geceleri böcek kolonilerini yağmalar, termit yuvalannı parçalar. Yalnız o değil, sanırım bütün ayılar karınca yuvalarına düşkündür. Ormancılar iyi bilir, çam kese böcegi denilen, çamlara dadanmış bir hastahk vardır, fonnica rufa türü karıncayı o ormanda yuvaladınız mı, ağaçları kurtarırsınız. Fakat doğanın bir yasası vardır, ne formica rufa bütün çam kese böceğini yer bitirir, ne de ayı karınca yuvasının dibine darı eker. Bütün hayvanlar çevrecidir. Böylece çam kese böceğinin de kanncanın da kökü kazınmaz. Biz biraz daha tembelhayvangiller üzerinde duralım da sonra karıncalara geçeriz. Düpedüz tembel hayvan diye anılan altı memeli türü vardır ki Amerika'nın tropik kesimlerinde ağaçlar üstünde yaşar. Bunlar dişsizdir, yapraklarla beslenir, genel olarak sessiz olmalarına karşın, arada bir keskin çığlıklar atar. Ömrü yirmi yıl sürer. Demek bu dünyada tem PENCERE Dipten Gelen... 12 TEMMUZ 1991 ARADA BİR SEVGİ ÖZEL DilDerneği Genel Yazmanı Kadın Haklan ve Kadın Vali Bir vatandaş olarak bu atamayı gerçekleştirenleri, eğer bir noktayı unutmamış olsalardı, böyle önemli bir konuda öncülük yaptıklan için içtenlikle kutlamak isterdim. açıklamasından anlaşılmıştır. Bu önemli bir aşamadır. 12 temmuz (bugün), kapatılan Türk Dil Kurumu'nun kuruluş günüdür. Türk Oil Kurumu 59. yaşını kutluyor (!). Sekiz yıldır Atatürk'ün Türk Dil Kurumu yok. Ancak kurumu kapatanlarla, yerine oluşturdukları resmi kurum duruyor. Sekiz yıldır bakışıyorlar. 'Alan memnun, satan memnun.' Bugün Ankara'da Atatürk'e tek yakınlığı eski kurumla adbenzerliği ve Atatürk Bulvarı üzerinde oluşu diyebileceğimiz bir kurum var. 82 Anayasası'nın 134. maddesine dayanılarak, Danışma Meclisi'nden yangından mal kaçırır gibi ivedi çıkarılan 2876 sayılı yasayla 'var edilen' resmi TOK, 12 Eylül'ün hukukdışı uygulamalarının tipik bir örneği olarak yaşamaktadır. Buna yaşamak denirse... Sekiz yıl önce üreten, üretimiyle dipdiri olan TDK, 12 Eylül fırtınasıyla bitkisel yaşama zorlanmıştır. Çünkü büyük umutlarla kurulan resmi TDK, 2876 sayılı yasanın kendisine verdiği görevleri bile yerine getirememiştir. Adı anılan yasanın 37. maddesi.Türkçesinin olanca bozukluğuna karşın resmi TDK'ye 11 görev yüklüyor. "...Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine ve etimolojisine yarayacak inceleme ve araştırmalar yaparak..." diyor bir maddesi. Yasa, Türk dilinin 'özleşmesinden, gelişmesinden' sözediyor. Resmi TDK'nin yayın kataloğuna bakıyoruz: Sekiz yılda 50'yi aşan yapıt yayımlamışlar. Bunların yaklaşık 20'si Atatürk'ün kurumunca yayımlanan yapıtların tıpkıbasımı, beş altısı üç beş sayfalık ayrıbasımlar, geri kalanı da Türkçenin özleşmesine, gelişmesine' katkısı öngörülen ürünler olmalı (mı)... Yayımlanan kitaplardan birkaç örnek, bir yargı oluşmasını sağlar belki: Bilinmeyen İç Asya (Ligeti, Çev. Sadrettin Karatay); Tuna Bulgarlan ve Dilleri (Talat Tekin); Mukaddimet'ül Edeb (Nuri Yüce); Müntehabı Şifa (Zafer Onler) Manyaslı Mahmut Gülistan Tercümesi (Mustafa Özkan)... Yayımlanan kitapların hemen hemen hepsi kurum dışında hazırianmıştır. Ama haksızlık etmeyelim, yazım birliğini yok eden ünlü 'imla Kılavuzu'yla, eski TDK'ninkini adlarını da koyarak tersyüz ettikleri Türkçe Sözlük'ün hazırlanmasında kurum başkanının başı çektiğini söyleyelim. Bu yapıtlar basılmaz mı? Hepsine emek harcanmıştır, elbette basılır. Bu ayrı bir tartışma konusudur. Ama Türkçenin 'özleşmesi, gelişmesi' kendisine görev verilen bir kurumda 'ilkler' olmalıdır. Aynı yasanın yine aynı maddesinde, "Bütün bilim, sanat ve teknik terim ve kavramlarını karşılayacak terim ve kavramların bulunmasına yönelik araştırma ve incelemelerde bulunmak" da resmi TDK'nin görevleri arasında. Bu anlaşılması zor maddeyle resmi TDK'den beklenen görev çok Önemli. Eski kurumun terimlerle ilgili çalışmaları kitaplıklarda (90'a yakın terim sözlüğü), konuya verdiği önem de belleklerdedir. Öyle anlaşılıyor ki, resmi TDK yasanın verdiği görevlerden kimini üstünkörü yapar görünürken, henüz terimler konusuna gelememiştir. Sekiz yılda bırakın 'bütün bilim, sanat ve teknik' kavramlarını karşılayacaicterimtet^bjjlmayr, tek bir terime tek bir karşılık bile bulamamışlardır. Kaldı ki, resmi TDK yöneticilerinden kaynaklanan TRT'deki sözcük yasakları hâlâ sürüyor. Yasaklanan 205 sözcükten pek çoğu da terim'dir. Bu da gösteriyor ki, resmi TDK, üreten değil tüketen bir kurum konumundadır. Özetle, 82 Anayasası'nın 134. maddesine dayanılarak kurulan resmi TDK, Atatürk'ün 'vasiyetine', adına, malvarlığına, yapıtlarına el koyanların hukukdışı uygulamalarının örneği olarak durmaktadır. Kültürel yaşamımızı, düzeyimizi, bilimsanat anlayışımızı inciten bu tarihsel yanlış düzeltilmeli, Atatürk kurumları eski yapısına dönmelidir. Hatta bu yanlışta tuzu olanlar bile bu konuda çaba harcamalıdır. Görünen köy kılavuz istemez, yanlışın neresinden dönülse kârdır. Yanlış yaptığını bilmek, düzeltmeye çalışmak da erdemdir. Ağızlarından bir kez bile 'dil devrimi' sözü çıkmayanlar, cümle 'inkılapçı'lar, 2876 sayılı yasanın 37. maddesine uymuyorlar; hiç değilse vasiyet'in ne durumda olduğunu açıklasınlar. Atatürk'ün kurumunun 59. yaşı kutlu olsun!.. Üreten Değil Tüketen Ktınım Seçim yanlış Prof.Dr. AYSELAZİZ/ltftfas/rt Yayın Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yeni hükümetin ilk icraatlarından biri, Muğla iline bir kadın valiyi ataması oldu. Basın, olaya geniş yer verdi. Gerçekten de olay büyüktür, önemlidir. Çünkü Türkiye tarihinde ilk kez bir kadın, mülki idarenin en üst düzeyi olan bir göreve getirilmiştir. Böylece, kadınlarla ilgili mesleğe ilişkin bir engel daha ortadan kaldırılmış oluyor. Artık kızlanmızı, kadınlanmızı, il, ilçe gibi idari birimlerin üst düzey yönetimlerinde görebileceğiz. Son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye'de görülen kadın haklan konusundaki savaşımın önemli bir meyvesi daha alınmış olmaktadır. Bir vatandaş olarak bu atamayı gerçekleştirenleri, eğer bir noktayı unutmamış olsalardı, böyle önemli bir konuda öncülük yaptıklan için içtenlikle kutlamak isterdim. Unutulan bu nokta, valilik mesleği ile ilgili niteliklerdir. Bu atama ile kadınlara yönetimde görev alma yolu açılmış olmakla birlikte, valilik mesleği yara almıştır. Dolayısıyla ilk bakışta kadın haklannda olumlu gibi görünen husus, olumsuz duruma dönüşmüştür. Muğla Valisi olarak atamayla ilgili öyküsünde kendilerinin de "Önce şaka zannettim, inanamadım" diyerek açık, samimi açıklamasında olduğu gibi sayın büyükelçi eşinin eğitim ve çalışma yaşamıyla ilgili geçmişini okuyunca ben de "şaka" zannettim ve Muğla'ya vali olarak atanma teklifine ve teklifi aile bireyleriyle görüşerek kabul etmesine ben de inanamadım. Çünkü şimdiye değin bildiklerimiz, gördüklerimiz kadarıyla vali, il yönetiminin en üst Yeni hükümetin kadın hakları konusuna gösterdiği duyarlılık, il yönetimlerinin en üst düzeyi olan valilik makamına da bir kadın atayarak bu girişimini sürdürmesi, kadın düzey yöneticisidir ve böyle bir göreve gel konusunda öncülük puanını toplaması, simek, ancak belirli bir öğrenim görme, ça yasal yatınmını yapması doğaldır. Düşünlışma yaşamında yönetimle ilgili başanlı bir ce çok güzel olmakla birlikte seçim yanlışmeslek deneyimini kazanmakla olabilir. Bu tır. Büyükelçi eşinin nitelikleri başka görevnun için öğrenim kurumları olarak siyasal ler için çok yüksek olabilir, ancak valilik bilgiler fakülteleri, eski adıyla "idari şube", mesleği için uygun değildir. Üst düzey ilişyeni adıyla "kamu yönetimi" bölümlerini kiler yoluyla yapılan atamalar ise önce o ya da hukuk fakültesini bitirme, maiyet me meslek içerisinde, daha sonra da kamuomurluğu, kaymakamlık, vali muavinliği, yunda haklı tepkilere neden olur. Kadınlaîçişleri Bakanlığı'nda çeşitli yönetici görev ra bu meslekte verilen eşitlik, meslekte yelerinde elde olunan deneyim gereklidir. Va ni bir eşitsizlik, dolayısıyla huzursuzluk yalilik makamma gelmede genel süreç budur. ratır. Zamanla meslekte yozlaşmalar olur. Ancak zaman zaman bunun dışına çıkıla Bunu ise, kadın haklan uğruna yapılmasırak bürokrasinin çeşitli kademelerinde yö nı en katı kadın haklan savunucusunun bile netim deneyimleri bulunan kişilerden vali istemeyeceği açıktır. Oysa bu konuda yapılatamalarının da yapıldığı görülmüştür. So ması gereken şey, öncelikle Îçişleri Bakannuç olarak mülki idarenin en üst düzeyine hğı'nın çeşitli yönetim kademelerinde valigelebilmek, uzun yıllann birikimiyle gerçek lik, yoksa kaymakamlık, vali muavinliği göleşir. Vali; il yönetimi, yerel yönetimler ile revini yapabilecek nitelikte başarılı kadınmerkezi yönetim arasında bir köprüdur. lann bu görevlere atanmalan idi. Ya da büBunların yapısını, işleyişini bilmeden, bu rokrasinin çeşitli kademelerinde bu konukonuda en kuçük bir bilgisi olmadan ka da eğitim görmüş, yönetim deneyimi olan dın ve erkeğin bu göreve getirilmesi, olsa ol pek çok kadın bürokrat bu tür görevlere atasa, Osmanlı tmparatorluğu zamanındakı nabilirdi. Ancak bu yol tercih edilmemiş, ulufe dağıtımı gibi uygulama olur. Bu da 1980 sonrası bürokrasinin çeşitli kademelekadının toplumdaki hakkı olan gerçek ye rinde uygulaması görülen mesleksel bilgi, rini almada yarar değil zarar getirir. "Tor görgü ve deneyimi olmayan kişilerin, üst düpilli atama", "adam kayırma" sonucu ya zey siyasal ilişkiler sonucu verilen referanspılan bir atama izlenimini verebilir. Oysa larla bu görevlere atanmalan yolu bir kez kadın haklan açısından istenilen, savaşımı daha uygulanmıştır. Ancak işin üzücü tayapılan bu tür atamalar, görev vermeler de rafı, bunun kadın haklan için yapıldığını sağil, bu mesleğe alınmada kadına ve erkeğe nan bir kısım basınımızın ya susarak ya da eşit işe alınma; yükselmelerinde, her tür gö gerçekleri görmeyerek olayı alkışlamaları ve reve atanmada eşit uygulama yapılmasıdır. dolayısıyla kamuoyunu aydınlatma görevBunun da yapılacağı Içişleri Bakam'nm lerini yerine getirmeyişleridir. Daha doğru dürüst Türkçe karşılığı bulunamadı; "istikrarsızlaştırma" deniyor. Frenkçesi "destabilizasyon". "İstikrar" ne demek? Çeşitli anlamları var; Türkçe sözlükte "istikrarlı" karşılığında "dengeli, kararlı" yazıyor; "destabilizasyon"a dengesizleştirme diyebilir miyiz? Hayır, daha yerli yerine oturan bir sözcük bulmalı... 20'inci yüzyılda bir 'süper devlef elverişli ortam bulursa elindeki araçlarla 'istikrarsızlaştırma1 siyasetini bir küçük devlet üzerinde uygulayabiliyor. Nasıl? • Bir toplumda iç içe geçmiş çelişkiler vardır; din, mezhep, milliyet, soy ayrımlannın yanı sıra ekonomik açıdan servetsefalet uçurumlan, her zaman körüklenmeye, kışkırtmaya ve çatışmaya elverişli ortam yaratır. Eğer çelişkiler, ayrımlar, uçurumlar, çağdaş demokrasinin işlerliğinde görüşmeler, uzlaşmalar, anlaşmalar yoluyla çözümlenemezse tehlikeli bir ortam oluşturur; küçük ülkedeki çelişkileri dışarıdan pompalayarak iç tedirginlik, çatışma, hatta iç savaş yaratmak kolaylaşır. Türkiye bugün "destabilizasyon" politikasına bütünüyle açık bir ülkedir. • Dinsel açıdan sakıncalı bir eğik düzeydeyiz; devletin uzlaşma temelini oluşturan laiklik kemirilmiştir; mezhep çatışmaları keskinleşiyor; Sünnilik kırk yıldan beri siyasal iktidarda yol alıyor; Alevilik üzerindeki baskılarını yoğunlaştırıyor; tarikatçılık, politika yaşamında devletin en üst katlarına kadar tırmanabiliyor. islam dünyasını saran şeriat köktenciliği dışarıdan içeriye doğru parasal desteklerle pompalanıyor, eğitimde ve bürokraside kilit noktalarını ele geçiriyor. Yobazlığın bağnazlığı, demokrasinin hoşgörü temelini gün geçtikçe çürütmektedir. • "Çağdışı milliyetçilik" apaçık şovenlik biçiminde gündeme girmiştir. Bir yandan ırkçılığa dönük Türkçülük, öte yandan şovenliği yeğleyen Kürtçülükçatışmasında, demokrasinin uzlaşma erdemi boğulmaktadır. Kürt kesiminin çok partili düzende eğilimlerini politikaya koymak istemesini "ihanet" diye niteleyen katı yargıların ağırlığı, yönetimi bir baskı rejimine dönüştürüyor. Ülkemizde dışarıdan pompalanacak "istikrarsızlaşhrmanın en etkili alant" böylece yaratılıyor. • Servetsefalet uçurumlarıyla ülke tehlikeli bir dengesizliğe sürüklenmiştir. Bir yanda en zengin kapitalist ülkelerde bile göze çarpacak lüks, savurganlık, görgüsüzlük, şatafat, çılgınlık yaşanırken öte yandan Hindistan ya da Pakistan'ın en yoksul kesimlerinde görülebilecek sefalet geçerlidir. Artık herkesin bildiği gerçek: Nüfusun yüzde 20'si ulusal gelirin yüzde 50'sini paylaşıyor. Ulusal gelirin geriye kalan yüzde 50'sini de nüfusun yüzde 80'i bölüşmektedir. Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Sayın Özal ne diyor: ' Ben zenginleri severim." • Ekonomide, dinde, milliyerte alabildiğine derinleşen çelişkilerin yanı sıra aiil yakın tehlike "istikrarsızlaştırma" siyasetine Çankaya'nın elinde körükle katılmasıdır. Demokratik rejimin "istikrar"\ yerine, anayasayı ve yasaları çiğneyen, kanun devletini hiçe sayan, fiilen başkanlık rejimini uygulayarak rejimin bütün dengelerini bozan Sayın Ûzal, 'destabilizasyon'a bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmekte, halksız iktidarının geleceğini bu yolda aramaktadır. Çok tehlikeli bir iş yapmaktadır; Diyarbakır'daki olaylar bilmem ki gözünü açacak mıdır? GULAY ARICI ALPER ERSOY CULETLE MAVI Y0LCULU6 ÇIKANLARSİZİ KISKANACAK. KARADENİZ'İN OELENEKSEL ÇEKTİRMELERİNDEN BİRİ ARTIK EOE VE AKDENİZ SULARINDA : CUMALILAR. C U A ^ L I L A R M Ü T H İ Ş BİR TEKNE.BOYU 26 METRE,ENİ 8METRE, KULLAN I M ALANI 8 0 METREKARE.DEN İ Z İ N ÜZERİNDE ADETA BİR EV. SEKİZ KAMA1 RANIN SEKİZİNDE DETUVALETVE DUŞ VAR.HERBİRİ ÜÇER KİŞİLİK. ÇOK RAHAT,ÇOK KEYİFLİ, ÇOK KONFORLU. YEMEKLERDEN SONRA İSTERSENIZ HORON TEPİN. KARADENİZÇEKTİRMESİ CUMALILAR ARTIK GÜNEY'DE. CUM A L I L A R DA YAŞAMAK İÇİN BİZİ ARAYIN. 2871970 20101970 TESLİMİYETİ DEĞIL, DİRENİŞİ SEÇENLERE SELAM OLSUN... ZAFERE DOĞRU OKLRLARI ADINA İSMAİL SAFTER VEFAT Arkadaşımız, ağabeyimiz, değerli insan, bilim adamı, Dr. M. KORHAN BABACAN'ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Ailesine ve dostlarına başsağlığı dileriz. TÜRKİYE YÜKSEK İHTİSAS HASTANESİ KALPDAMAR CERRAHİSİ DOKTORLARI halaylarımız sürüyor, sürecek, bu yürekler hiç susmayacak Bu coşkulu halaya 17 temmuzdan itibaren katılabilirsiniz. G r u p Cl/İM "BİZE ÖLÜM YOK" A5ET LIMITET TELEFON:143 09 30 antiepileptik, antikonvülsan, n örotrop özellikleri ile her tablette 200 mg. Kar bamazepin içeren CD ACILIYIZ insan haklan mücadelesinin son kayıpları: "Karanhk güçlerce" katledilen sevgili VEDAT AYDIN'ın cenaze törenine giderken yitirdiğimiz Adana İHD Şube Başkanı ELİF TUNCER, Adana İHD Yönetim Kurulu üyesi HASAN ÜZÜMÇELAL ÖLÇMEZ ve Adana İHD üyesi YUSUF UZUM ve İMAM TURAN ve Diyarbakır'da 10.7.1991'de VEDAT AYDIN'ın cenaze töreni sırasında ölen onlarca insanımız . Hepsini sevgiylesaygıyla anıyor, insan haklan mücadelemizde yaşatma sözü veriyoruz 24 t a b l e t l i k b l i s t e r a m b a l a j l a r d a Tıp k u l l a n ı m ı n a sunul muştur. O r i o n P h a r m a c e u t i c a ( F i n l a n d i y a ) lisansı ILÂÇ SANAVI ue TICARET A Ş ABZ3İ İBRAHİM İHD İSTANBUL ŞUBESİ i l e ür e t i l m e k t e d i r.