22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/16 HABERLERİN DEVAMÎ 11 MAYIS Değiştirmek istediğîm tek şey kilom (Baştarafl 1. Sayfada) UCURMUMCU (Baştarafl 1. Sayfada) GOZLEM nunda yalnız "Luciano"nun sesi duyuluyor. Yakın dostlar, yardımcılar ve benim gibi birkaç gazeteciden oluşan lS'e yakın izleyici nefesini tutuyor. Salonda toplanan bu küçük grup, Luciano'nun provasını baştan sona izlemeyi büyük bir ayncalık sayıyor. Gigli, bana şarkı söyleyen birinin son ana dek öğrenci kalması gerektiğini söylemiştir. Ben Gigli'yi tamdığımda 57 yaşındaydı ve hâlâ ses tellerini eğitiyordu. sından gelen bu değerlendirme önUnüzdeki kapıları açmaya ne denli yardımcı oldu? PAVAROTTI "Maestro"nun bana verdiği bu büyük değer biçişe çok şey bofçluyum diyebilirim ve bunun için de kendisine tüm yaşamım boyunca müteşekkir kaldım. Bu iddialı yargının hâlâ da gerçek olduğuna inanmıyorum. Sonuna dek Karajan'la şarkı söylemeye devam ettim. Hatta Karajan'ın son resitalini de birlikte verdik. Salzburg'ta beraber yaptığımız "Tosca" idi bu. Şöyle söyleyebilirim; Karajan'ın hakkımda söylediği bu sözlerden sonra hep bu değerlendirmeye layık olmaya çalıştım. Benim için bir itiş gücü, büyük bir teşvik oluşturdu bu cümle. Ama hâlâ da bu yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük tenoru olduğumu düşünmüyorum. Bugün artık kendisini her alanda kanıtlamış bir insansınız. Arkanızda 30 yıllık mutlu bir evlilik var. Ve bunu evliliğiniz gibi 30 yıldan beri süregelen çok basardı bir uluslararası kariyerte bağdaştırabilmişsiniz. En prestijli konser salonlarında, tiyatrolarda, Karajan gibi en büyük ustaların ve ünlü sopranoların yanında sağlanmış; pekiştirilmiş bir ününüz var. Bunun için ne ödediniz? En zor yıllar ve en önemli anlar hangileri oldu sizin için? PAVAROTTİ En zor yıllar daima başlhigıçtaki yıllardır. Herkes ve her şey için böyledir bu. Bir kariyerin başlangıcı daima zordur, çünkü gençlerin defolan, falsoları muhakkak olur. Zeki olanlar zamanla bu kusurlarıru sahnede yenmeyi başarırlar. Eğer hatalarıru düzeltemezlerse ilerleyemez ve neyse o kalırlar. En önemli an ise sahneye çıktığınız andır. Orkestranın önünde şarkı söylemeye başladığınız andır. Bir rolü baştan aşağı oynamanız gerekecektir ve bazen bu rolün sonunu getirıp getiremeyeceğinizf kestiremezsiniz. Büyük bir olasılıkla bu hiç o güne dek yapmamış olduğunuz bir roldür. Benim için en önemli anlardan biri de demin sözünü ettiğiniz o '67'deki Karajan'ın sözleridir. Karajan'ın benim için çok önemli olan bu yargısı Toscaninî'nin 10. yıldönümü kutlamalan vesilesiyle gelmişti. 30 yühk bir kariyer tabü ki bunun gibi pek çok acı tath anıyla doludur. Şu son konserlerime gelene dek... Örneğin son olarak geçen ay Chicago'da sahnelediğim "Otello' pek iyi gitmedi. Çünkü fiziken iyi hissetmiyordum kendimi. Ama aym konseri New York'ta tekrarladığımda çok daha formda olduğumdan dilediğim performansı çıkarabildim... Canıso ve side birlikte Beniamino Gigli ttalya'nın gelmiş geçmiş en büyük opera yıldızlan sayılıyor. Siz Beniamino Gigliyi tanıdınız. Gigli ile 50'lerde tanışmanız sizi nasıl etkiledi? Ve de sizi büyüleyen diğer operacılar kimler? PAVAROTTİ Çok kısa bir biçimde özetlemek gerekirse, Beniamino Gigli bana şarkı söyleyen birinin son ana dek öğrenci kalması gerektiğini söylemiştir. Ben Gigli'yi tanıdığımda 57 yaşındaydı ve hâlâ ses tellerini eğitiyordu. O zaman buna çok şaşırdım ve "Maestro hâlâ sesinizi eğitmeye devam ediyor ntusunuz? Daha ne zamana dek çalışacaksınız" diye sordum. O da bana "Şimdi. Çalışmayı şimdi 5 dakika önce bitirdim" diye cevap verdi. îşte o zaman ne demek istediğini gayet iyi anladım. Üstad şarkı söyteyenin, bir yeniyetme gibi son ana dek hep ça Bir opera şarkıcısı, sonuçta uluslararasıdır. Bir ülkeyi ele geçirip diğerini göz ardı edemezsiniz. Bu meslek bizi her akşam dünyanın başka yerinde şarkı söylemeye mecburediyor. Ses, daima zekâ ile birlikte gitmesi gereken bir Allah vergisidir. Mütevazıhğı gerektiren bir zekâ ve daima iyiyi aramaya iten bir karakter yapisı da önemlidir. Soğukkanlılığma karşı boynunda beyaz bir atkı, göğsü ile göbeğinin üzerinde tuttuğu rengârenk iri fularlar ve bir "Perrier" şişesiyle sahnenin ortasına bir iskemle atan ünlü tenor "Ridi Pagliaccio", "Mamtna", "La mia canzon al Vento", " O Sole Mio", "Torna a Sorriento" gibi birbiri ardına en tanınmış parçalannı söylüyor. Boş sıralar arasına serpiştirilmiş izleyicilere giderek tılsımlı bir elektriklenme yayılıyor. Çünkü bir bir herkes o akşamüstü orada Unlü tenorun yalnız kendisi ıçin söylediği izlenimine kapılıyor. Ama o bu tılsımlı atmosfere kendini kaptırmıyor. 80 kişi.lik orkestranın içinde akordiyonü işaret ederek "Su, su... Notalan çalacak" diyor ve mesajın geçtiğinden de emin olabilmek için "Faaa, mii" diye tüyo veriyor. Büyük bir tenor olduğu denli etkin bir çalışma disiplini ve örgütleme, yönetim kapasitesine sahip Pavarotti. Kuliste terini atarken bu özellikleri daha çok fark ediliyor. Sekreterler, menajerler, emprezaryolar gerçek birer gezegen gibi sanatçının etrafında fır dönüyorlar. İletişimci, sevecen, mütevazı bir kişilik sergileyen tenor ona buna direktif verirken şakalaşmayı ve yüzündeki. gülümsemeyi ihmal etmiyor. Gereksiz "primadonna" kaprisi yapmıyor. Ama son kararı hep o alıyor. Bir ara Amerikalı emprezaryolardan biri "maestro"yu fazla yormamak ve biraz da hava atmak için "artık yeter" diye söyleşiye son vermeye çalışıyor. lstifini bozmayan Pavarotti, hiç orah olmuyor ve *'Kanşmayı.n" diye lafı kesiyor, "Ben hayatımdan memnunum..." Basınla olan ilişkilerinde "zamanlamaya" çok önem veriyor Pavarotti. Dört ay süren bir kovalamacadan sonra bu sohbete yanaşması ertesi akşam vereceği konserde bir uçak dolusu Türkün bulunacağını bilmesinden kaynaklanıyor. Türkiye'den 90 "opera meraklısı"nın kalkıp kendisini dinlemek için Budapeşte*ye gelmesi ilgisini uyandıhyor. Türkiye gibi opera ile ilk anda özdeşleştırilmeyen bir ül kede bile bu kadar tanımr olmak "ego"sunu çok okşuyor. 30 yıllık kariyeri boyunca birbiri ardına verdiği basın konferansları ve söyleşilerin, kendisinde ancak bir gazetecide bulunabilecek bir "haber" sezgisini geliştirdigi görülüyor. "Cumhuriyet"le konuşmayı kabul ederken şu anda Türkiye'de de "haber" olduğunu biliyor. Anılannı, esprilerini anlatırken bile belli bir "zamanlamaya" dikkat ettiği görülüyor. **Spontanitt"ye fazla yer vermiyor. Bu hesaplılık geleceğe yönelik planlannda da seziliyor. Artık her sahneye çıkışı bir "olay" haline geldiği için sık sık dünya kupastnın sonunda verdiği "Caracalla" konseri gibi teatral okazyonları arıyor. 1996'ya dek dolu olan programının son durağını Hiroşima oluşturuyor örneğin. Atom bombasının atıIışının 50. yılı münasebetiyle bu Onlü kentte büyük bir gürültüyle sahneye çıkacak olan sanatçı önümüzdeki ekim ayında da bir konseri için Çin'de "Vasak Kenf'i açtırmayı planlıyor. Kısacası "yüzydın tenoru" diye tanımlanan mitos Pavarotti ününü, yalnız ve yalnız ve o şahane sesine teslim etmiyor. Kariyerinizitı ilk yılları sayılan 1967'de ünlü orkestra yö•tettneni Herbert von Karajan sizin için 'Böyle tenorlar yüzyılda bir gelir' demişti. Dünya çanındaki büyük bir müzik usta lışması gerektiğini söylüyordu. örneğin siz beni şimdi orkestra ile yaptığım uyum provası sırasında izlediniz. Ben burada ses tellerimi çalıştırmadım. Ama şimdi otele dönüp tek başıma piyanoyla birlikte ses çalışması yapacağım. Siz Amerika'yı gerçek anlamda fethettiniz. Sokaktaki adam için popüler bir operacısınız. Ama Carter'dan Reagan'a dek tüm ABD başkanlarının da en sevilen opera sanatçısısınız. Sizin gibi bir yıldız için Amerika'yı feth etmenin önemi nedir? Nasıl oldu bu? Amerika'yı ele geçirmeye nasıl karar verdiniz? PAVAROTTİ Söz konusu olan bir ülkenin fethedümesi değildir. Bir opera şarkıcısı neticede uluslararası bir şarkıcıdır. Burada aynm yapamazsınız. Bir ülkeyi ele geçirip diğerini göz ardı edemezsiniz. Biz öyle bir mesleği ifa ediyoruz ki bu meslek bizi her akşam dünyanın başka bir yerinde şarkı söylemeye mecbur ediyor. Ne kâdar çok şarkı söylerseniz, o kadar çok tanınıyorsunuz. îyi bir sesiniz varsa tabii. Ama hiç şüphesiz Amerika'da tanınmanın önemi ayrıdır, bunu da kabul etmek gerek. Çünkü Amerika daha büyüktür. Amerika her ülkeden daha büyüktür ve Amerika'da her şey daha büyüktür. Ün de öyle. Amerika'daki reklamın tarzı, ifadesi bam Operada 30 yıl $935 yılında halya'nın Modena kentinde doğan îeııor Luciano Pavarotti, ses atanı içîndeki en tiz notaları çıkarmadaki ustalığıyla tanınır. 1955 yılında Modena'daki bir eğitim ensütusünden mezun oldukmn sonra iki yü ilkokul oğretmenlîği yapan İtalyan sanatçı, Concorso Internationale (Ulusîararası Yarışrna) şan yajrışraasını kazandıktan sonra 1961 yıhnda Reggio Emilia'da profesyonel opera yaşamına başladı. halya'dan sonra 1963 yılında Londra'da da kendini kabul ettjren Pavarotti, 1965 ıdaScala di Miiano'da çayılında ilk kez sahneye çıktığı Metropoliları Opera&ı'nm (New York) 1971 yıhndan sonra duzenli yorumcusu oldu, Pavarotti, yakm donemin cn iyi "bel canto" opeıa şarkıcıianndarı biri sayılıyor. En tiz notalarda bile se$indeki an tonu korumakla tanınan sanatçının en unlu opera rolleri arasında "Rigoletto"daki dük, "Alayın Kızı"ndaki Tonio, "İ Puritani de Scozia"daki Arturo ve "Aida"daki Radames sa~ yüabilir. Luciano Pavarotti, özellikle son yıllarda Türkiye'de "klasik T arasına girdi. PORTRE PAVAROTTİ başkadır. Ama aslına bakacak olursanız "Amerika" ile Avrupa arasındaki farklüıklar geçmişte çok önemliydi. Çünkü Amerika'daki reklam kapasitesi ve tarzı bizde yoktu. Fakat bu fark giderek kapanıyor. Atnerika'nın öyle pek de eskisi denli önemli bir tayin edici farkı yok artık. Sizin geçen yü dünya kupasının sonunda Caracalla'da verdiginiz konserle kitlelere. ulaşuğııuz ve "herkesin Pavarotti"si olduğunuz söyleniyor. Luciano Pavarotti, Placido Domingo ve Jose Carreras gibi üç "primadonna"yı bir araya getiren konserden söz ediyorum. Eurovizyonla naklen dünya kupasının izlendiği tüm ülkelere yayımlanan konserin size muazzam bir reklam sağladığı gerçek. Bu konserin kariyerinizde özel bir yeri var mı? PAVAROTTİ Benim gibi arkasında 30 yıllık bir kariyeri bulunan bir opera şarkıcısı için böyle bir konserin ne gibi büyük bir katkısı olabilir ki? O konserin en önemli yanı üçümüzü de bir araya getirmesiydi. Bu açıdan her üçümüz için de büyük anlam taşıyan olaydır Caracalla... Ararruzda büyük bir "tenorlar savaşı"nın varlığından söz ediliyordu. Birbirimizden nefret ettiğimiz, düşman olduğumuz iddia ediliyordu. Caracalla'da bir araya gelerek bütün bunların doğru olmadığını kanıtladık. Biz üçümüz de birbirinden farklı olgularız. Üçümüz de kendimizi sahnede farklı biçimlerde ıfade etmeye, anlatmaya çalışıyoruz. Ve en önemlisi karşılıklı olarak birbirimize sonsuz saygımız da var. Kaldı ki birlikte bu konseri yaparken çok eğlendik. Bu "olay konser"i tekrarlamayı düşünüyor musunuz? PAVAROTTİ Sanmıyorum. Çünkü böylesine guzel ve tekrarlanması guç şeyler bir daha yenidep ellenmemeli. Bu kadar güzel şeyler ancak bir kereye mahsus yapılır ve güzel bir anı olarak da kalır. Siz büyük bir "usta", bir "maestro" olmanın ötesinde büyük bir menajersiniz aym zamanda. Galiba Pavarotti, Pavarotti'yi çok ustaca yönetiyor. Ve giderek büyüyen bir Pavarotti şirketinden söz ediliyor. Gerçekten de iyi şarkı söylediginiz denli usta bir yönetici olduğunuz da söylenebilir mi? PAVAROTTİ Bilmiyorum... Belki. Yalnız şunu söyleyeyim. Gayet iyi hatırlıyorum, bir gün Karajan'la "La Bohem"i plağa kaydediyorduk. Hayli gençtik o sırada. Henüz kariyerimizin zirvesinde değildik ve gençtik. Paradan ve konserler için alınan "cachet"den söz ediyorduk. Karajan ise bizi uzaktan ve kendini göstermeden dinliyordu. Derken yavaş yavaş yanımıza yaklaştı ve "Yeter. Bu para lafını bırakın" dedi: "Müzikten "bahsedin. Yalnız ve yalnız müzikten bahsedin. Para nasılsa arkadan gelir. Reklamdan, tanıtımdan söz etmekten vazgeçin, siz iyi şarkı söylemeye bakın. Arkadan reklam da gelir." Evet bize böyle demişti işte Karajan. O Karajan ki kendisi için reklamların en muhteşemini yapmayı başarmış bir sanatçıydı. Ama haklıydı. Sizce ses yalnız bir Tann vergisi mi? Örneğin siz sesinize nasıl bakıyorsunuz? PAVAROTTİ Ses, daima zekâ ile birlikte gitmesi gereken bir "Allah vergisidir". Yalnız ses yetmez. Onun yanında mütevazılığı kabullenmeyi gerektiren bir zekâ ve daima daha iyiyi aramaya iten bir karakter yapisı da önemlidir. Bütün bunlara sahip olduğunuz takdirde başarıyı bulabilirsiniz. Bugün bu meslekte çok para kazanan bazı gençler var. Ama bir de bakıyorsunuz bunların çoğu sahneye çıktıkları ilk günden son güne dek hiçbir gelişme göstermemiş. Bu tipler hiçbir yere gidemiyorlar. Ben örneğin bazı çok parlak gençlere rastlıyorum. Çok 'parlak olmalanna rağmen defoları da olabiliyor bu genç şarkıcıların. Hayatınızdan memnun musunuz? Her şeye yeniden başlayacak olsanız, değiştirmek isteyeceğiniz hiçbir şey yok mu? PAVAROTTİ Değiştirmek isteyeceğim tek şey kilomdur. O kadar. Rejime çok eskiden ba§lamalıydım ve biraz daha zayıf olmalıydım. Hayatta daha başka bir şey istemezdim o zaman. Evet bir tek bunu değiştirebilseydün başka hiçbir şey istemezdim... Anayasanın "eşitlik ilkesi" varsa, bu yasa iptal edilir. Hukuk bir adaletsizliğin kalkanı olamaz. Ve olmamalıdır. 12 Eylül hukuku, kendine özgü kurallar getirmiştir. Biz buna kısaca "paşa tasarruften" diyoruz. 12 Eylül'ün önemli davalarından biri "Bartş Domeği", öteki de "DISK Oavası"ydı. Dünya kamuoyu özellikle bu iki davayla çok yakından ilgilendi. Askeri Yargıtay, Ceza Yasası'nın 141 ve 142. maddelerinin kaldırılmasından sonra Barış Derneği davası sanıkları hakkında aklanma kararı verdi. Dosya böylece kapandı. Sırada "DİSK davası" var. DİSK davasının özelliği şurada: Sıkıyönetim Mahkemesi, DISKyöneticilerini 141. maddeden ağır hapis cezaiarına çarptırmış, ayrıca, DİSK'in malvarlığının da zoralımına karar vermişti. Terör ile Mücadele Yasast'nı hazırlayanlar, 141. maddenin kalması ile birlikte bu maddeye dayanarak açılmış davaların bütün hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kalkacağını düşündükleri için bir özel hüküm getirdiler. Neydi bu hüküm? ...Bu kanun yürurlüğe girdiği tarihten önce mahkeme kararı ile idareleri kayyıma verilen konf&derasyon ve konfederasyonlara bağlı işçi sendikalannın taşınır ve taşınmaz mah ları ile bu mallardan elde edilen gelirlerin, tüm nakit mevcutları 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 46. maddesine g&re tasarruf edilmek üzere ilgili kuruma devredilir. Dernek ve vakıflara ait taşınır ve taşınmaz mallar Hazine'ye devredilir. Ne demek istiyor yasa? DİSK'in bütün malvarlığına, parasına, puluna elkoy... Hani düzen pek liberaldi?. Atatürk'ün vasiyetini hiçe sayan 12 Eylül hukukundan sonra ANAP liberalizmi sendikaların malvarlıklarını da devletleştiriyor. Bu özelleştirmeci hükümet, neden DİSK karşısında devletleştirmeci oluyor? İşte şu nedenlerle: Sendikalar Yasası'nın geçici 5. maddesi de aklanma kararı alınıncaya kadar DİSK'in sendikal çalışma yapamayacağını öngörmekteydi. Askeri Yargıtay, "141. madde kalkmıştır. Bu nedenle aklanma kararı veriyorum" dediği anda DİSK sendikal çalışmalara da başlayacak; malvarlığı da yeniden DİSK yönetimine verilecektir. Hükümet bundan korkuyor. Askeri Yargıtay, "Sanıklann aklanmalanna karar veriyorum, ancak, Sıkıyönetim Mahkemesi karannın DİSK mallarına ilişkin zoralım kararını onuyorum" derse o zaman Terör ile Mücadele Yasası işleyecek ve DİSK'in malvarlığına el konmuş olacaktır. Hükümet de bunu istiyor. Terör ile Mücadele Yasası, "mahkeme kararı ile idareleri kayyıma verilen federasyon ve konfederasyon" koşulu getiriyor. DİSK'in yönetimi "mahkeme kararı" ile kayyıma verilmiş değildir. DİSK yönetimini kayyıma devretme kararı, bir "paşa tasarrufu" dur. DİSK'in "faaliyetten men" kararı da bir sıkıyönetim işlemidir, bu da bir başka "paşa tasarrufu" dur. Bu nedenle, DİSK'in durumu bu yasaya da pek uymuyor. Ayrıca, "paşa tasarruflan"n\n Istanbul'da sıkıyönetim kalktığı gün kendiliğinden kalkması gerekir. Bu "kayyım yönetim/"nin hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. "Paşa tasarrufu" ile kurulan kayyırnlık bir fiili yönetim"Ğ\r. 12 Eylül hukuku, ANAP karariarı, işlemleri ve yasaları ile sürdürülüyor. Nedir öyleyse "ANAP tiberalizmi"nm mantığı, felsefesi ve tuhu? KİTIeri özelleştir, sendikaların matvariıklanm devleVeştir. tir. Bu düğümü Askeri Yargıtay kararı bugünlerde çözecek Aryalar, sanki onun için \ azılnıış (Baştarafl 1. Sayfada) SlRECEK kendini beş bin kişilik arenada buluverdi. 7 mayıs tarihinin Macarlar için anlamı anlatılamayacak kadar büyüktü. Çünkü beş senedir Macar topraklarına uğramayan, geçen yü Erkel Tiyatrosu'nda vereceği konseri hastalığı nedeniyle iptal eden Luciano, "Tek yol kapitalizm" sürecine girmiş Macar halkına belki de görkemli bir "moral" konseri verdi. Budapeşte'nin nefis konser salonlarında, Müzik Akademisi'nde, Habsburg döneminin eğlence salonlanru birleştiren Pesti Vigado'da veya akustik bakımdan el Ustünde tutulan Kongresszusi Központ'ta böyle bir gösteri düzenlemenin çılgınlık olacağını sezinleyen organizatörler, konseri şehrin en modern spor salonu "Sport Csarnok'ta düzenleyerek son derece profesyonelce bir iş yaptılar, çünkü yukarıda ismi geçen salonlardan hiçbiri böylesine dev bir konsere kucak açacak koltuk sayısına sahip değildi. Zira iki sene evvel Bahar Festivali sırasında Keith Jarreth, akademinin muhteşem salonunda konser vermeye kalkınca olan olmuş; salonu tıklım tıklım dolduran iki bin kişi nefes almaya çalışırken dışanda kalan diğer iki bin kişi yüzünden polis gelmiş, hengâmede üçüncü kattaki tarihi vitray camlardan biri tuzla buz olmuş, yersizlikten piyanonun altına kadar giren insanları sökmeye gelen görevli, salondaki tüm seyircilerin yuh seslerinden "rahatsız olarak" içeri kaçmış, bu insanlar Keith Jarreth'in "ricası" üzerine yerlerinden ayrılmışlardı. Pavarotti'nin konserinde böyle şeyler olmadı. Gelenler, üzerinde Luciano'nun resmi bulunan pembeli siyahlı kartı kestirerek salona rahatça yerleştiler. Acaba bîlet bulur muyuz telaşıyla kapıda tek tük kalmış biletleri satan öğrencilere şüpheyle seğirten orta yaşlı çiftler de girdi içeri, biletlere mark teklif eden çığırtkan Almanlar da. Avusturya plakalı turist otobüslerinden inen Viyanalılar, bilet' leri ceplerinde olduğundan sakin sakin yürüyerek girdiler. Çok şık giyimli Türkler, lunatik Isveçliler, pasaklı tngilizler herkes, her isteyen girdi. Modenalı dev Luciano, kendinden emin bir tempoyla sahneyi katetti, "Hepinizi kucaklıyorum" manasmda veya "Sizsiz ben ne yapanm" anlamı nda kollarını açtı. Alkışların yoğunluğuna imada bulunmak amacıyla gülümsediğinde inci gibi dişleri parladı. Sonra kafasını bir sağa bir sola vakurla oynattı. Sol eline dolayarak çıktığı meşhur beyaz mendilini burnuna yaklaştınp başını hafifçe öne eğdi. Biraz bekledi ve bütün bu sessiz girişten sonra nihayet sanatını icra etme yolunda en önemli adımı atarak söylemeye başladı. O andan sonra bir olay vardı karşımızda: 150 frank verip aldığınız disklerdeki sesin esmer sahibi. tfade için hiçbir fiziksel zorluktan kaçmayan ve bunu seyrettirmeyi muazzam bir keyif haline sokabilen Luciano. 'Bel1 canto'nun dehası, 'Domingo nun can düşmanı. Tiz seslerin akıl almaz ustası. Birkaç nefis vurguyla müziğe dilediği formu veren kudretli cüsse. Akşam bana biraz kontrollü gelen heyecanlarıyla Aşk Iksiri'nden Tosca'ya, Lucia di Lammermoor'dan Palyaço'ya tüm bu aryalar kendisi için yazılmışçasına, hatta belki de bunlan okuyabilmek rüya görmek kadar kuîaynuşçasma hallediverdi Luciano. Arenadaki aslan lara yem olmadan onları kendine yem ederek. Her parçadan sonra gittikçe artan coşkuya o da kollannı gittikçe gererek cevap verdi. Orkestra üyelerini içten bir ilgiyle selamladı, şefin ellerine her defasmda hararetle sarıldı. Konserin sonunda kopan büyük kıyamet insanların gitmesini önlemek için kopardıkları cehennem gürültüsü hedefıne ulaşınca Luciano tam dört tane "bis" yaptı. Mikrofona son defa geldiğinde orkestraya, orkestra şefine, organizasyon bürosuna, konserde 2 parça çalan ve James Galway tarafından son yıllann en parlak genç flütçüsü olarak değerlendirilen Andrea Griminelli'ye ve özellikle seyircilere sonsuz teşekkürlerini sunduktan sonra arkasım döndü, peygamber gibi çıktı gitti. Sol elinden bırakmadığı beyaz mendilin hikâyesi hakkında Pavarotti şunlan söylüyor: "Dallas'taki ikinci konserimden beri sahneye mendille çıkma alışkanlığı edindim. Biliyonım bu birçok bakundan golünç bir durum yaratıyor. Ama gerçekte daha az güliinç gözükmek için kullanıyorum mendili. Eskiden (şarkıcı) bir arkadaşınun konserine gitmiş ve onun bütün aryalar boyunca sağa sola sıçrayıp, kendini komik hallere düşürdüğnnü göriip irkilmiştim. Sahnede sanki bir deli vardı. O günden sonra sahnedeki hareketlerimi kontrol etmenin çaresini bulmak dummunda kaldım. Elimdeki beyaz mendille bir noktada durabilmeyi daha kolay beceriyorum. Mendil, sahnede kendimi güvenli hissettiriyor ve bazen burnuma yaklaştınp dikkatimi topladığımda beni sakinleştiriyor." Kulaklarında uzun süre çok lüks bir tını olarak yer edecek Luciano'nun kadife sesinden ayrılmak Macarları üzdü. "Efsanelerden" ayrılmak ve ertesi gün erkenden işe kosturmak durumundalardı. Konserden sonra sesleriyle kalpleri fetheden, camlan titreten tenorları düşündüm. Caruso, Martinelli, Gigli, Domingo, Di Stefanolan düşünürken, bizim altın sesli tenorumuz Ibrahim Tathses'in yeteneklerinin nereye varacağını hesap etmeye çalıştım. Biz îbo'ya önce nota, sonra Batı müziği öğretip Avrupa'daki konser salonlanna çıkarsak bizim de Pavarotti gibi övünecek ulusal bir kanaryamız, esmer bir kaymağımız olmaz mıydı? *• MATO üyesi olmayan Avustralya askerleri de Türkiye'ye geldiler. Nedir bu Avustralyalı askerlerin statüsü? Bunlar ne NATO Anlaşması kapsamına girer, ne "SOFA Anlaşması" bu gibi olaylarda uygulanır. Ortada bir "hukuksal boşluk" vardır. • •• Dünkü yazımızda "SOFA anlaşması" bir dizgi yanlışı sonucu "Sofya Anlaşması" diye dizilmiş ve öyle de yayımlanmıştır! Teknik ne kadar gelişirse gelişsin, bu gibi dizgi yanlışlarından kurtulamıyoruz. "SOFA Anlaşması", dünkü yazıda kısa tanımı yapıldtğı üzere "NATO askerlerinin hukuksal statülerini belirieyen" bir anlaşmadır. "Status ofForces Agreement" sözcüklerinin baş harflerinden oluşan "SOFA" bu anlaşmanın kısa adı olarak askeri terminolojiye yerleşmiştir. Yapılan bu yanlış nedeniyle dizgici ve düzeltmen arkadaşlar adına özür diliyorum. (Baştarafl 1. Sayfada) Gtizel, sert çıktıkongreye 40 gün var. Polidaha Özal şaka yapmış yın tstanbu) il başkanı aday olacak mı" sorusunu ise Özal "Bu lür suallerin hiçbirine cevap yok" diye yanıtladı. Özal'ın ABD'de düzeiüenecek Türk Günü'ne katılmayacağını, düzenlenecek törenlere Başbakan Akbulut'un katılacağım açıklaması üzerine yöneltilen soruyu özal şöyle yanıtladı: "Şöyle düşündüm. Sayın Başbakan zaten bu geziye gidecekti. Şimdi ber ikimizin birden gitnesine gerek yok. Ben zaten uzun bir seyahatten dönüyorum. Daha buraya gelirken Kaya Toptn Bey'e söyledim, bu seyahate gitmeyeceğim dedim, ama •çıklamayı bugüne bıraktım." Bir gazetecinin Başbakan Akbulut'un ABD'ye gitme konusunda tereddüt göstermesinin ANAP kongresiyle ilgisi olup olmadığını sorması üzerine de Özal, "Ne alakası var bunun? bu laflar da nereden çıkıyor? Anlamıyorum ki? Gitmek isteınezse gitmez. Ben ona bir şey •iyemem" diye konuştu. Bir gazetecinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na Yekta Güngör Özden'in seçilmesi konusunda ne düşündüğünü (Baştarafl 1. Sayfada) sorması üzerine Özal şunları söyledi: "Ne olacak, bana karşı olacak, olmayacak ne farkı var yani? Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın da diğer üyeler gibi bir reyi var. Reyini ister o tarafa kullanmış ister bu tarafa. Biz herhangi bir aday da göstermedik ki". Bir gazetecinin, "Yani mahkemeye güveniniz sonsuz diyebilir miyiz" sorusunu sorması üzerine önce uzun uzun gülen Özal "Bizim onlaria ne alakanuz var" dedi. Özal'a yöneltilen bir başka soru, Irak'a uygulanan ambargonun kaldırılması halinde Türkiye'nin petrol boru hattını açıp açmayacağı yolundaydı. Özal bu soruyu yanıtlarken "Ambargo kalkarsa biz de tabii boru hattını açanz. Niye kapalı tutalım ki" diye konuştu. özal Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in 1819 mayıs tarihlerinde Türkiye'yi ziyaret etmesinin beklendiğini, ayrıca Irak Başbakan Birinci Yardımcısı Tarık Aziz'in Türkiye'yi ziyaret etmek istediğini belirterek, bu ziyaretlerden sonra bazı gelişmelerin beklenebileceğini söyledi. ANAPTılar genel başkanlık seçimi için ÖzaTı bekliyor (Baştarafl 1. Sayfada) Cumhurbaşkanı'nın tarafsız kalmaması halinde kazanma olasılığınm çok düşük olduğu belirtiliyor. ANAP'ta 3. olağan kongreye 35 gün kala, kendi aralarında parçalanan eğilimler, Cumhurbaşkanı Özal'ın Avustralya gezisi dönüşü yeniden biçimlenecek. ANAP'ta yeni dengelerin oluşması için tstanbul İl Başkanlığı'na seçilen Semra Özal'ın göreve başlaması ve Cumhurbaşkanı özal'ın alacağı tavır belirleyici olacak. Ortaya çıkan adaylar, Semra özal'ın genel başkanlığa soyunmayacağı olasılığına göre hesap yapıyorlar. Bayan özal'ın adaylığı halinde bütün dengelerin bozulacağı ve yeniden şekilleneceği belirtiliyor. Semra Özal 16 mayısta düzenlenecek büyük bir törenle tstanbul II Başkanhğı görevine fiilen başlayacak. Törene Başbakan Akbulut ile Bakanlar Kurulu üyeleri de çağnlacak. Mesut Yılmaz'ın kongreye genel başkan adayı olarak gideceğini açıklaması ve Güzel'in eski ekibinden tamamen kopuşu, genel başkanlık yarışında ibreyi Başbakan Akbulut'tan yana döndürdü. Başbakan Akbulut'un kongreyi kazanacağını vurgulaması, ANAP kulisinde "Herhalde Cumhurbaşkanı'ndan işaret aldı" yorumlarına yol açtı. Güzel'den kopan milliyetçi eğilimdeki ANAP milletve'.cilleri, Başbakan Akbulut'a yakınlaşmaya başladılar. Başbakan Akbulut, kongre için muhafazakâr ve milliyetçi eğilimin önde gelen bazı isimleri ile görüşmeler yaparak kongre için kadro oluşturmaya başladı. ANAP kulisinde, Başbakan Akbulut'un olağanüstü kongreden bu yana kendisiyle birlikte hareket edebilecek bir ekip oluşturmakta yetersiz kaldığı değerlendirmesi yapılıyor. Akbulut'un Bakanlar Kurulu'nda birkaç bakan dışında fazla desteği bulunmuyor. Yılmaz'ın şansı Mesut Yılmaz'ı destekleyen ANAP milletvekilleri ise kongreyi kazanmanın tek koşulu olarak Özal'ın tarafsız kalmasını getiriyorlar. Genel başkan adaylığını sürdüreceğini açıklayan Mesut Yılmaz'ın önceki günkü basın toplantısına 63 milletvekilinin katılması, ANAP grubunda "başarısız birçıkış" olarak değerlendirildi. Yılmaz'ın toplantısına katılan milletvekillerinin büyük çoğunluğunun, özal'a rağmen Mesut Yılmaz'ı desteklemelerinin mümkün olmadığına dikkat çekildi. Yılmaz'ın ANAP il kongrelerinde de Cumhurbaşkam Özal'a direnebilecek bir delege yapisı sağlayamadığı öne sürüldü. ANAP'ta Mesut Yılmaz'ın gücü ve genel başkanlığa seçilme olasılığı üzerine yapılan değerlendirmeler ise şöyle: Cumhurbaşkanı özal kongrede Yılmaz'ı destekleyec e k y a da tarafsız olduğunu beIirleyecek bir işaret vermezse ya da bir başka adayı Önerirse, Mesut Yılmaz'ın alacağı oy delege sayısının onda biridir. Başlangıçtan itibaren Yılmaz'ın yanında yer alan çekirdek kadronun parti teşkilatlan üzerinde herhangi bir etkinliği yok. Hatta bazı isimler kendi bölgelerindeki kongreleri kaybetmiş durumdalar. özal, bir başka adayı desteklediği takdirde Mesut Yılmaz'ı ANAP grubundan en fazla 20, il başkanlarmdan 5, delegeden de en fazla 100'ü destekler. Eski TBMM Başkanı Nec mettin Karaduman'ın başını çektiği liberal grup, Mesut Yılmaz'ı uzun zamandır destekliyor. Karaduman ve arkadaşları, kongrelerde Yılmaz yanlısı ekiplerin kazanması için sürekli çalıştılar. Karaduman, büyük kongrede Mesut Yılmaz'ın başarılı olması durumunda ümit ışığının ortaya çıkacağı görüşünü dile getirdi. TBMM Başkanı Kaya Erdem de Mesut Yılmaz için kulis çabasına girdi. Kaya Erdem'in, Özal'ın mevcut genel başkan adayları dışında önerebileceği isimler arasında sayılması Üzerine Erdem, yakın arkadaşları aracılığıyla Mesut Yılmaz'a mesaj gönderdi. Edinilen bilgiye göre Erdem, yakın çevresindeki mületvekillerine Meclis Başkanlığı'ndan ayrılmayı hiçbir koşulda düşünmediğini ifade ederek "Benim genel başkanlık için adayım Mesut Yılmaz'dur" dedi. Erdem'in genel başkanlık için Cumhurbaşkanı ÖzaPdan öneri gelmesi durumunda da tavnnda herhangi bir değişiklik olmayacağı sözü verdiği öğrenildi. özal'ı eleştirerek "Şu anda Cumhurbaşkanı hakiki genel baskandır, hakiki başbakandır, hakiki genel müdürdür, hakiki genel müdür yarduncısıdır. Benim asıl yapmak istediğim, kendisini sectifcimiz cumhurbaşkanlığı görevine oturtmaktır. Böylece, muhterem hanunefendileri de o zaman first lady'lik gibi son derece itibarlı bir göreve otnrma fırsatını bulacaktır" dedi. Hasan Celal Güzel, 1516 haziranda toplanacak olan ANAP kongresini partinin yeniden yükselmesi için son şans olarak da niteleyerek ANAP'ın artık zincirlerini kırması gerektiğini söyledi. Güzel, diğer genel başkan adaylarımn Ozal'dan "mavi boncuk" beklediklerini dile getirerek "Özal'a rağmen, icazetsiz olarak gelip kazanmak lazımdır. O zaman seçilen kisinin adı ANAP Genel Başkanı olur, o zaman gerçekten icranm başı olur" diye konuştu. Güzel'in TBMM'de düzenlediği basın toplantısına, olağanüstü kongrede kendisine destek olan milletvekillerinden kimse kalmadı. Güzel, ANAP kongresini ozal'dan icazet almamış bir adayın kazanması gerekliliğini sık sık vurgulayarak partinin siyasi mahçupluktan kurtulması gerektiğini söyledi. ANAP'ın başarıh olması için kendi ayaklan üzerinde durması gerektiğini ifade eden Güzel, "Genel başkanın genel başkan yetkilerini kullanması, başbakanın da başbakan gibi olması lazundır" dıyerek Başbakan Yılduım Akbulut'u adım vermeden eleştirdi. Güzel, gazetecilerin sorularını yanıtlarken olağanüstü kongre öncesinde adaylığmı koyarak "uzun bir çöl yürüyüşüne çıktığını" belirtti ve "Tek başıma degilim. Ama iki sene içerisinde yapılan baskı ve haksızlıklara tahammül gösteremeyen arkadaşlarımız olmuştur. Ayrıca tikada 40 günde çok şey değişebilir" dedi. ANAP Genel Merkez yönetiminin kongre sırasında tarafsız kalması gerektiğini de savunan Güzel, "Gölge etmesinler başka ihsan istemem" dedi. Güzel, bir gazetecinin "ANAP son şans olarak nitelediğiniz bu kongreyi de kaçırırsa ne yapacaksınız?" sorusuna, "Kaçırdığı zaman görürsünüz onu" yamtını verdi. Güzel, bir başka soru üzerine de genel başkanlığa aday olurken ve olduktan sonra, Akbulut ve Yılmaz dahil herkesten destek istediğini belirterek "Uzlaşmayı elbette isterim ama kimse için feragat edemem" diye konuştu. Güzel, "Mesut Yılmaz sizce icazetli mi" sorusuna da bir fıkra ile şu yanıtı verdi: "Ben icazetli degilim. tcazetli olmayan tek adayım. Bir Osmanb fıkrası vardır. Adanun dört kansı varmış, hepsine de seni seviyorum dermlş. Akşamlan da birer mavi boncuk dağıtır, 'mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm onda' dermiş... Belki Sayın Özal da böyle yapmış olabilir, böyle yapacak olabilir. Ben hiçbir zaman mavi boncuk • Ulebinde bulunmadım. Özal'ın muhterem refikalaruu aday yapmaları ya da sayın Ydmaz'ı icazetsiz göriintü altmda icazet vererek desteklemeleri ve aym şeyi Sayın Akbulut'a yapmalan beni hiç ilgilendirmiyor." Güzel, genel başkan adaylannın şanslarım değerlendirirken de Başbakan Akbulut'un kendisini 'en güçlü aday' olarak nitelfHiğini belirterek "Muhammed Ali Clay gibi ortada geziyor" dedi. Güzel, "Özal'su bir ANAP mümkün mii?" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Niye mümkün olmasın, kesinlikle temenni etmeyiz ama, Allah gecinden versin, etnri hak vaki olursa o zaman ne olacak ANAP? Müesseseler kişiyle baki değildir. Bu oryantal görüntüden çıkmalıyız."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle