Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 25 MAYIS 1990
Kısa Fakat Dopdolu
Bir Yolculuk
MELIH CEVDET ANDAY
"Yılanlar" adlı ilk oyunumun Merzifon Beledi-
yesi Kiiltür ve Sanat Evi'nce gerçekleştirilen ilk gös-
teriminde bulunmak uzere, geçen hafta bu güzel
ilçemize gittim ilk kez. Evet, ilk ovun, ilk göste-
rim, ilk ziyaret. Merzifon Belediyesi Kültur ve Sa-
nat Evi Tiyatro Bölumü, adından da anlaşılacağı
üzere, amatör bir topluluk. Eskiden sinema olarak
kullanılrnış büyük bir yapıyı, Belediye Başkanlığı,
sanat etkinlikleri için ayırmış, böylece de kentin sos-
yaJ yaşamında buyuk bir canlılığa yol açmıştır. Bu-
nu görmek beni mutlu etti.
Üç perdelik bir komedya olan "Yılanlar" adlı
oyunumun tuhaf bir alınyazısı vardır: Devlet Ti-
yatrosu repertuvarına alındığı bana yazılı olarak
bildirilmesine karşın sahneye konulmadı ve unu-
tuldu gitti. 1946 seçimlerinden sonra yazmıştım o
oyunu, seçim savasımJarı ile eğlenen bir havası var-
dır. Devlet Tiyatrosu'nun başında o zaman Muh-
sin Ertuğrul vardı, "Oynarsak iki partiyi de
darıltınz" dedi. Merzifon'daki gosterimi izlerken
hiç de oyle alınacak bir yanı yok diye düşundüm.
Demek partilararası savaşıma alışıldı. Bu da bir üer-
lemedir.
Gösterimden önce tanıştım yönetmen Huseyin
Candan ile ve oyuncularla, neşe içindeydiler, beni
sevirtçten ağlatacaklannı söylüyorlardı. Oyuncular-
dan hiçbirinin belli bir tiyatro deneyiminden geç-
memiş olduğunu göz onune alırsanız, şaşırtıcı bir
güvendir bu elbet. Ama haklı çıktılar, komedya bu-
yük bir başarı ile oynandı ve seyircinin beğenisini
kazandı. Bana söylendiğine gore Merzifon Kultür
ve Sanat Evı Tiyatro Bölumu bu oyunu Amasya'-
ya, Samsun'a ve daha başka illere de götürecek-
tir.
tşte Merzifonlularla tanışmamız böyle başladı.
Ama Merzifon Belediyesi Basın ve Halkla lliş-
kiler Müdüru Selâhattin Başarır ile daha önce, te-
lefonda tanışmıştık ve Merzifon Belediyesi'nin ay-
dın ve uygar başkanı sayın Hüseyin Ünsal, bizi
Merzifon'a götürmek üzere Erol arkadaşı Istan-
bul'a kadar yollamak nezaketini gûstermişti.
Şair Nedim'in ve sadrazam Kara Mustafa Paşa'-
nın yurdu olan Merzifon'u size en kısa yoldan "te-
miz hava ve bol su" diye tanıtabilirim. Istanbul-
lunun artık özlemini çektiği bu iki şeyin tadıru orada
bol bol çıkardım. Hele gösterimin ertesi günü pik-
nik için gittiğimiz Gokoluk'ta bunun bayrama dö-
nüştüğunü soyleyebilirim. Her yandan soğuk kay-
nak suları akıyordu ve bu sulann içinde rakılar so-
ğuyordu. Tam sırası gelmişken söyleyivereyim;
Merzifon, Türkiye'de en çok içki içilen yerlerin dör-
düncu sırasında yer almaktadır. Merzifonlu bunun-
la övünür haklı olarak; çunku içki onun için dost-
luğun ve kardeşliğin muhürlenme törenidir. Ora-
da "can cana" içilir.
Bu söz elbette Aleviliği akla getirecektir ve Mer-
zifon'da nüfusun yüzde otuz ya da kırkı Alevidir.
Kadeh.tokuşturmak "cam cama" içmektir; "can
cana" içmek ise kadehi saran parmakların birbiri-
ne değmesi ile gerçekleşir, Zengin bir Alevi ailesin-
den olan Türkay Bey, Gökoluk dönuşü bizi ara-
bası ile göletlerden birine göturdü. Kaynak sula-
nndan oluşturulmuş olan bu gölet, nerdeyse Sapan-
ca gölü büyüklüğundedir ve suladığı ovanın zen-
gin görünümü insanın yureğini sevinçle doldurur.
— Şimdi sizi ağabeyimin evine götüreceğim.
Büyük bir avlu kapısı açıldı ve arabamız garaj,
işlik, mutfak ve konut yapıları ile çevrelenmiş olan
bu avluya girdi. Evsahibimizin ilk sorusu "Rakı rru
içersiniz, cin mi votka mı" oldu. Soyleşinin tadı
saatleri kısalttıkça kısaltıyordu. Merzifon Alevile-
ri arasında şöyle bir şaka var: Bir Alevi dededen
gelmiş olana "Üç yıldızlı" diyorlar, sonra iki yıl-
dızlılar ve tek yıldızlılar geliyor. Alevilerin çoğun-
lukta olduğu İcöylerden, mahallelerden genellikle
SHP'ye oy çıkıyor. Son yerel seçimlerde öteki par-
tilerin baskan adaylarına oldukça buyuk fark atan
Hüseyin Ünsal da elbet Alevi oylarını kazanmış-
tır, ama o Alevi değildir. Şunu da eklemeden geç-
meyeyim: AJevilik - SünniJik ikiliği yok Merzifon'-
da. Sayın Ünsal'ın, yerel seçimlerdeki başarıya kar-
şın, SHP'nin köylü ile istenen ölçüde diyalog ku-
ramadığjna ilişkin bir sözü bana oldukça düşün-
dürücu geldi. Doğru Yol Partisi bu alanda daha
başarılı oluyormuş.
Amasya gezimi anlatmaya geçmeden önce ilginç
bir konuya değinmek istiyorum. Merzifon Beledi-
yesi Kultür ve Sanat Evi yetkilileri, kentlerinde ta-
nınmış tiyatrolarımızın oyunlarını görmek için hiç
bir parasal özveriden çekinmeyeceklerini içtenlik-
le belirtiyorlar; fakat kimi tiyatro toplulukları (bun-
lar benim bilmediğim toplulrklardı) Merzifon hal-
kını duş kırıklığına uğratmışlar. Örneğin bunlar-
dan biri, yapılan anlaşmayı sorumsuzca çiğneye-
rek, beklendiği akşam gelmemiş. salonu dolduran
seyirci şaşkınlık ve can sıkıntısı içinde evine dön-
müş. Ne üzücü bir dururn!
Merzifon Belediye Başkanı Sayın Ünsal, bizi, ba-
kımsız bir durumdaki eski Amerikan misyoner oku-
luna da götürdü. Bu yaptyı kısa zamanda onara-
caklar ve bir sanat-küitür merkezi olarak hizmete
sokacaklarmış. Bu işi başaracaklarına inanıyorum.
Bana verdikleri, Dr. Uygur Kocabaşoğlu'nun
"Kendi belgeleriyle Anadolu'daki Amerika - 19.
Yüzyılda Osmanlı tmparatorluğu'ndaki Amerikan
misyoner okulları" adlı kitabı okumaktayım. Bu
konuyu başka bir yazımda ele alacağım.
Benim için gerçekten çok yararlı oian Merzifon
gezimizi bitirdikten sonra lise resim öğretmeni res-
sam ve ozan Ekrem Kadak ile birlikte Amasya'ya
yollandık. Orada bizi eski belediye başkanı Sayın
Gündüz Türem bekliyordu. Amasya'yı bütun ta-
rihi ve kültürü ile gerçekten çok iyi bilen böyle bir
kişiyi tanımak benim için büyük bir kazanç oldu.
Amasya'yı bir günde gezip görmek, olacak işler-
den değildir elbet. Ama Sayın Türem bu işi elin-
den geldiğince kolaylaştırmağı pek güzel başardı.
M.ö. 3000'den beri oturulan bir yer Amasya,
Kalkolitik, Bakırçağ, Hitit ve Frig dönemlerini ya-
şamıştır. M.ö. III. yüzyılda Pontos kırallığının baş-
kenti oldu. Kıral Mithridates I. burada oturdu.
Sonra Roma, Bizans, Danişmentler, Selçuklular,
İlhanlılar, Kadı Burhaneddin, Osmanlüar... Amas-
ya'nın tarihini öğrenen, dünya tarihinin önemli bir
bölümunü edinmiş olur.
Bunca eski yapıt, kahntı içinde beni en çok ilgi-
lendiren, Ferhat'ın açtığı söylenen su yolu ile Sul-
tan Alâeddin Pervane ve ailesinin mumyalan ol-
du.
Ferhat ile Şirin, tran \e Türk yazınında çeşitli
yazarlarca işlenmiş bir aşk öyküsüdür. Konunun
Amasy,a'da geçtiğini, Ferhat'ın deldiği dağın Elma
dağı (bugün Ferhat Dağı deniyor) olduğunu kabul
eden halk oykusünün konusunu, özetleyerek an-
siklopediden alıyorum:
Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Ba-
nu, kızkardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün duvar-
larını nakkaş Ferhat'a susletir. Ferhat ile Şirin bu
çalışma sırasında karşılaşır ve birbirlerini severler.
Bunu öğrenen Mehmene Banu, Ferhat'ı bir kaleye
kapatır, sonra bağışlaf ve kentten çıkıp gitmesini
ister. Amasya hukumdarı Hürmüz Şah, Ferhat'ı
korur ve Şirin'i Amasya'ya getirtir. Bu kez de a
gonlünü kaptırır kıza ve Ferhat'a, yapılması ola-
naksız bir iş buyurur; Elma dağımn ötesindeki su-
yu kente bağlamasını ister. Ferhat, dağı delip ge-
çerek su yolunu bitireceği sırada, şahın dadısı, Fer-
hat'ın yaruna giderek Şirin'in öldüğü yalanını uy-
durur. Ferhat havaya fırlattığı külüngünün altın-
da ölür. Bunu duyan Şirin de kendini öldürör.
Nâzım Hikmet'in bu halk öyküsünden esinlene-
rek yazdığı oyun ne güzeldir!
lşte bu su yolunu görmek beni hem heyecanlan-
dırdı, hem de şaşırttı. Masalla karışık gerçek ne
denli etkili oluyormuş rneğer!
Sultan Alâeddin Pervane ve ailesinin mumyala-
n ise çok düşundurîıcü idi. MumyaJama işine o dö-
nemde heden girişildi ve bunda nasıl, hangi yön-
temle başarıya erildi? Araştınlması gereken bir ko-
nudur. Bugün Amasya müzesinde bulunan bu
mumyalardan biri Pervane'ye, biri cariyesine, iki-
si de kuçük çocuklarına aittir.
İşte böyle... Merzifon'un ünlü eşeğini (Marsu-
van, Merzifon demektir) gördüm, Amasya'nın tur-
fanda kirazım tattım, Yeşil Irmak'ı uzun uzun sey-
retttm.
Unutulmaz anılarla döndüm bu kısa yolculuk-
tan.
ARADABİR
Prof. Dr. I. DOGAN KARGUL
Türkiye'de Çağdaş
Devlet Adamlığı...
Devlet yönetmek, çok yönlü olabilmenin tüm inceliklerini ge-
rektirmektedir. Demokratik yapılarda ülkeyi yönetmeye talip olan
kadrolat günümüzde iddiasız ınsanlardan çok farklı yetenekler
taşımak zorundadırlar.
Aksı halde ülke, yanlış ekıplerin yönetım maliyetinı çok pahalı
ödemekle kalmayıp ondan daha da önemli olan, değerlendiril-
mesi gerekli bir zaman aralığını yitirmektedir Aslında bu kural
küçük çapta her kurum için geçerlidır. Kötü yönetimle iflas eden
fabrikalar ya da Türkiye'de YOK yönetimiyle elli yılını bilimde tü-
keten üniversitelerin düzenı bunların en açık örnekleri olabilir.
İnsanlar, toplum biçiminde yaşamaya başladıklarından beri sü-
rekli yeniliklerin arayışı içinde olmuşlardır. Bu arayışın temelın-
de yatan öğe, insanoğluna sınırı olmayan bir gönenç (refah) de-
meti bulmaktır. İktisat bilimini de bu şekilde değerlendirmek ge-
rekir. Geçmiş zaman içinde geliştirilen sistemler kendi işlerin-
de yerleşik olan hataların savaşını, düzenlı şekilde vermişlerdir.
Bunlardan bir kısmı tamamen yenik düşmüş, bir daha uygula-
ma olanağı bulunamayacak şekilde silinmiştir
Bence, devlet adamlığı niteliğıne ulaşmanın ilk koşulu sınır-
sız gönenç demetı oluşturma sürecinde politikacının kendi pa-
(Arkası 19. Sayfada)
4 İKitiKİık SonrirfMiiıı VP Fkjvû^liplipk
M. SADIK ASLANKARA de tiyatrom Sanat Yönetmeni ^^£^2SS^Smt
»« .«, *«, • , ^ - u u . , L . ı • • • ı J alışamamışlık, elbette bir psikonevroz deiil-
Tegmen Murat Şeref Baba nın, Cumhurbaş- anlayış ı bir yaşamak, ıçını karartmaz mıydı ../ *..'. . , \ T- Ö.,,^_ , . „
kanı Tnrgat ÖzaJ'nTcumhurbaîkaiilığı'na alı- insamn? Bu yüzdendir ki masallar, bannd.r- Σ"™£ J£ o t a S S l S f i î ,
şamad.gan, söylemesimn arfından, pek çok in- dl
ğ. düş zenginliğiyle çocuklann kisiliklerini E ^ u
V ^ b M S , î u ^ S S "
sanın sırtına geçiriverdiği "alışamadım"!. ti- Cumlu yönde etkiliyor. & Z t % ^ k % £ £ Z ^ &
şörtler nedenıyle gozaltına ahnmasına, sorgu- Şımdı buna bakarak, herkesın her şeye alış- . ^-ı,.—. *ı ;J:.^,\a\nım „*„„ ^ı,.-, Jı,
lanmasına bak.hfsa. "aJ.şm.ş olmak" ya da tın.dm, herkesin aynı seyi düş.eyip düşündüğü ^ i S S î S S Î S f t ü S f c S S Î :
"aJısamam.ş olmak" bir süre daha kamuoyu- bir toplurn, sagjjklı bir toplum sayıJabilir mi? ^ i a d e "A t atürkçü" oidugu bir ülkede, bir
nun gündemınde yer tutacağa benzıyor. Her ne olursa olsun, bır toplumda, bir şeyle- 1,^. N a d i . n i n bu tonlumJ ikivüzlülü5e alı
öte yandan davramşımn, "toplumdaki yoz- re ahşamadigııu söylemek, al.samad.gi şeyi ^ ^ ^ ^ I ^ S ^ S M £ "
laşmaya, gericilige ve ulusal iradenin hiçe sa- a p a Ç ık ortaya koymak, hoşgörü ortamının ve ^ S S S a rolu^TSuSr!™
y,lmas.na bir tepki" olduğunu söyleyen Teg- çoksesliliğin bir gereği biçiminde düşünülme- tZirSuZöd^biT^ » v S T
men Murat Şeref Baba için "psikonevroz" ta- üdir. Peki o zaman, ahşamadığı halde alışmış
d a
'
d O g r U S U
**
C I d a
'
b l r U y a
"
s a
y
l l m a l l d ı r
-
nısı konulması, bilim çevrelerinde bir yandan gibi görünmesi de insanın, toplumsal bir iki- Yalnızca alışmışlara yaşama hakkı tanıyan
bu tanıyı koyanlan güç duruma düşürürken, yüzlülük olmayacak mıdır? ve böylece alışmışlık sendromu çerçevesinde
bir yandan bilimin kendisi de bir "zoriama"y- iki bin beş yüz yılı aşkın bir süre önce Hint toplumsal ikiyüzlülüğe ödün veren bir toplum
la karşılaşmış oldu. düşüncesinde de buna benzer bir alışamamış- çağdaşlaşabilir mi, çağdaşhktan söz edebilir
Şu son birkaç ayda yaşadığımız bu olaylar lık örneğine rastlıyoruz. Yajna Valkiya ile ifa- mi? Şunca bahann, yaz ve kışın yaşandığı bir
dizisi, bu yüzden, yalnızca "basit bir polisiye desini bulan "Tanrı Krişna varsa, nerededir?" yeryüzünde tektip düşünce ve tektip yaşama
vaka" olarak değil, toplumsal açıdan çağdaş- sorusu da, herkesin Tann Krişna'ya tapüğı bir biçimi kime ne yarar getirecektir? Çokseslili-
lığımızın bir göstergesi olarak da değerlendi- dönemde bir kuşkuyu dile getiriyordu. tşte ğin engin sulan dururken, bizim toplumumuz,
rilip ele alınmalıdır. Yajna Valkiya da, bu yanıyla alışmısların de- uzay çağmda hâlâ Ortaçağ karanlığını mı ya-
Çağdaşhktan, aynı zamanda çoksesliliği ya ğü, alışamamışların simgesiydi. Insanoğlu, gu- şamalıdır?
da bu çoksesliliğe bağlı olarak çatlak ve ay- zele, ancak bu türdeki kuşku, bu niteükteki Alışamayanlardan kurtulmanın yolu, onlan
rıksı sesi, bunun karşısmda da hoşgöriiyu an- çatlak ve ayrıksı sesler sayesinde ulaşabilmiş- yo^ e ir a ek olmamalı! Alışm.şljk içerisinde
lamak gerektiğine göre; Teğmen Murat Şeref tir. Biiim, felsefe ve sanat böylelikle gelişebil- toplumsal iki>11zlülük gösteren insanlann ya-
Baba, bir açıdan, çağdaşhğın gereğinı yerıne miştır ancak! n ı n d a b u t ü r j n s a n ı a r ı n bütün toplumlarda
getiren bir yurttaş sayılmaz mı? Duş kurma Ulkemizde Atatürkçü olmadıkları halde, hep öncülük görevi üstjendiklerini nasıl gör-
yetisi olmasaydı, saJt işlevsel yanı olan ödev Atatürkçülüğe alıştırılmış olanlann Atatürk- mezden gelebiliriz?
PENCERE
TÖ'nün Sabah Jimnastiği
Aklı başında bütün hukukçular bir noktada birleşiyorlar:
— TÖ, anayasayı çiğniyor...
Çiğnemek nasıl olur?
İki türlü: Birincisinde anayasayı ağzına alıp sakız gibi çiğnersin,
ikıncısinde ayaklannın altına alıp paspas gibi çiğnersin...
TÖ ikisini de yapıyor; hem de apaçık, dûpedüz, herkesin gözleri-
nin önünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin anayasasını hiçe saya-
rak "Başkan Saba'lığa özeniyor.
Yamanmış TÖ..
Zaten iki kolunu yana açarak şişinmesinden, "var mı bana yan
bakan" havasmda badi badi yürürken sağa sota yalpalamasından;
gerdanının üstünde yükselen başını dikerek çevresinı "ben neymi-
şim yahu" diye süzmesinden; konuşurken gözlerini kısıp çok önemli
seyler söylûvormuşgibı hava atmasından ruhsal dengesinı koruya-
madığı anlaşılıyor. TO'nün cumhurbaşkanlığı ülkenin başına dert ol-
du. Halkın değil ANAP'ın, devletin değil, iktidar partısınin cumhur-
başkanıdır TO; "fıilen" anayasayı "tagyir ve tebdil" etmektedir
Neresinden tutarsan tut bûyük bir sorun ortaya çıkıyor, çünkü bir
devlette cumhurbaşkanı kanunları çiğnerse ne olur?
Ya da ne olmaz?
*
Bilmece:
Bizım ceza kanunumuzda hangi suç eylenH başanya ulaştığmda
hak olur?
Sorunun yanrtını bulmak için 146'ncı maddeye bakmak gerekiyor.
Eğer bır kişi ya da bir örgüt 146'ncı maddeye göre suç ışleyerek dev-
leti ele geçinrse ış bitmiştir. Bunun son örneğini 12 Eylül'de yaşa-
dık: Evren ve arkadaşları kendi deyimlerine göre "yönetime el koy-
dular."
Ya başarıya ulaşamasalardı?
Yargılanarak idam edileceklerdi...
Devletin temelini oluşturan anayasayı "tagyir ve tebdil"\n çeşitli
yöntemleri var. TÖ bu işi cumhurbaşkanı olduktan sonra yapıyor, aklı
başında hukukçular, deneyımli uzmanlar, gün görmüş sıyasetçiler
uyarıyorlar:
— 70 kendıne geil.
— Rejımi zortama!..
— Suç işliyorsun!..
Herkeste bir kaygıdır başladı; TÖ anayasayı çiğnedikçe an tova-
nına çomak sokuyor, ya başka güçler de harekete geçerse? Gün geç-
tikçe ortam gerginleşıyor 12 Eylül'un güdümlü seçimle iktidara oturt-
tuğu TÖ, iktidarını sürdürmek için seçım yasalarını 11 kez değiştir-
miş. seçmen azınlığıyla parlamentonun çoğunluğunu ele geçirmiş.
halkın yüzde 80'inin muhalefetine karşın ANAP Meclis grubuna da-
yanarak Çankaya'ya çıkmış, şimdi de "Başkan Saöa'lığı benımsı-
yor.
Peki, herkes bu duruma alışacak mı9
Anayasayı kim "koruyup kol-'
layacak?" Askerı müdahalelerden cartı yanmış olanlar her gün ga-
zetelerde:
— Aman, dıyoriar, sakın ha!..
Ne var ki TO'nün gözü kara... • -
•
insanoğlu bu; kımi zaman gözü kararıyor, kendisini dev aynasın-
da seyrediyor.
Dev aynası büyütür. .
TÖ iki kolunu iki yana açarak yürûdü mü. devleşeceğinı sanıyor;
ama, suç onda değil, ona dev aynasını tutanlarda...
TÖ aynaya baktıkça şişiniyor:
— Neymişim ben?
Tabancalarını çekmeye hazrlanan kovbcy gibi iki kolunu yana açı-
yor. gözlerini kısıyor, kısa bacaklarının üstünde yaylanıyor, gerdanı-
nı gererek başını sağa sola çeviriyor, 56 milyonun egemenidir o!..
Dev aynasını TÖ'ye tutan mıllervekillen, bakanlar, başbakanlar onay-
lıyorlar:
— £vef efendim...
— Sepet efendim...
Ülkenin yazgısına fal açanlar dev aynası çatlarsa uğursuzluk baş-
layacakdiye kaygılanıyorlar, gün gormüş olanlar her gün takvim yap-
raklarını kopardıkça "genel seçimlere ne kaldı?" diye hesaplıyoriar;
TÖ bunları umursamıyor; her sabah Çankaya Köşkü'nde gözlerini
açtığında görevlilere bağırıyor:
— Türkiye Cumhuriyeti Devletı Anayasası'nı getirin, üstünde te-
pineceğım...
Cumhurbaşkanının sabah jimnastiği bu...
Kumaşı içime sinerse,
elbiseyi seçmem
daha kolay oluyor.^
îyi Bir Elbisenin Sırrı Kumaşında Gizlidir.
K u m a ş ı A l t ı n y ı l d ı z o l a n e l b i s e l e r ,
A l t ı n y ı l d ı z e t i k e t i y l e s u n u l u r . T ü m s e ç k i n g i y i m e v l e r i n d e . . .